- Tencere

Adsense kodları


Tencere

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Sat 24 September 2011, 03:47 pm GMT +0200
Tencere



Ağustos 2007 - 104.sayı


Ferzan TOPATAN kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

BEN SANA BÜROKRAT OLAMAZSIN DEMEDİ

O sabah babam kasabaya beni de götüreceğini söyledi. Çok sevindim, hemen üstümü giyindim. Dışarıda, bahçede babamı beklemeye koyuldum. Az sonra babam kapıda göründü. Kasketini başına geçirdi. Anneme veda edip bahçe kapısına doğru yöneldi. Annem babamın sözünden çıkmamam konusunda beni bir kez daha uyardı, yanaklarımdan öptü. Babam kapıda durmuş dev bir adamdı. “Daha çok oyalanacak mıyız?” der gibi başını eğmiş bize bakıyordu. Kızardım, hemen yanına seğirttim. Ben de sarmaşıklara başım çarpmasın diye onun gibi eğilerek kapıdan geçtim. Daha küçüktüm ve bilerek, bilmeyerek babam ne yaparsa ben de öyle yapmaya çalışıyordum.

Kasabaya giden yol boyunca fazla konuşmadık. Babam sessizce yürüdü, ben de kâh kılıç yaptığım bir değnekle düşman öldürdüm, kâh yerde çizgi çizdim. Babam arada bir bana bakacak olsa, değneği arkama saklayıp yola devam ettim. Babam yolda rast geldiği benim tanıdığım tanımadığım birçok adamla selamlaştı durdu. Kasabaya yaklaştıkça bir şeylere canı sıkıldı, bunu kaşlarının çatılmasından anladım. Gözlerini
kıstı uzaklara baktı. Ama bana bir şey demedi. Bir ara cebinden çıkardığı birkaç fındık ve kuru üzümü ikimize pay etti. Kuşlar cıvıldadı, çekirgeler sıçradı, toz bulutu sıcakla bir olup havayı kapladı.

Kasabaya girince etraftaki pek çok dükkanı ve değişik giyimli adamları seyretmeye başladım. Acaba babam beni kitapçıya götürür müydü? Götürse ne iyi olurdu! Annemin getirdiği kitapları çoktan okuyup bitirmiştim. Ama babam bakalım nereye gidecekti? Bana bir türlü söylememişti. Ben de sormamıştım. Fazla konuşup da onu kızdırmak iyi olmazdı. Ne güzel işte, beni alıp kasabaya gelmişti. Belki gazozla kaymaklı bisküvi de alırdık, kim bilir?

Babam iki katlı büyükçe bir binanın önünde durdu. Merdivenleri çıktı ve bir koridorda yürümeye başladı. Ben de peşinden tabii. Derken bir kapının önünde durdu. Cebinden katlanmış bir kağıt çıkardı.
Kağıdı açıp şöyle bir göz gezdirdi ve başındaki kasketi eline alıp kapıyı çaldı. Bekledi, içerden bir ses gelmeyince yavaşça kapıyı araladı. Gıcırdayan kapının aralığından önce babam sonra ben içeri girdik ve hemen kapının sağında duvarın önünde beklemeye başladık.

Karşımızdaki masada bir adam oturuyordu. Tahta bir iskemlenin üzerindeydi. Başını öne eğmiş, sanki önündeki bir yazıya bakıyordu. Biz orda yoktuk ya da adam bizi fark etmemişti. Babam adamın dikkatini çekmek için öksürerek ona doğru ilerledi ve elindeki kağıdı masaya bıraktı, sonra geri çekildi. Babamla ben yan yana adamın bir şey demesini beklemeye başladık. Ben babama baktım. Babam elindeki kasketi düzeltti.

Tam bu sessizliğin ortasında, önündeki boşluğa bakan o kıpırtısız adam yavaşça sağa doğru kaykıldı, oturduğu iskemleden bir gıcırtı duyuldu ve sonra korkunç bir yellenme sesi bütün odayı doldurdu. Korkunç, bağırtılı bir ses. Böylesini hiç duymamıştım. Şaşkınlık içinde babama baktım. Babamın başı önde. Adama baktım, adam yavaşça kaykıldığı yerden hiçbir şey olmamış gibi iskemleye gerisin geri oturdu. Babamın önüne koyduğu kağıdı aldı, şöyle bir baktı. Sonra elini kaldırıp bizi dışarı silkeledi. Ne bir söz söyledi, ne bir şey sordu. Sadece bir el hareketi. Dışarı çıkmamızı isteyen, sonra gelmemizi buyuran bir el hareketi. Babam kapıyı çekti. Kasketini giydi. Onu arayan elimi tuttu.

O binadan çıktık ve yürümeye başladık. Babam sonra durdu, bana döndü. “Seni buraya niye getirdim bugün, biliyor musun?”, diye sordu. Hayır, bilmiyordum. “Burası hükümet kapısıdır, buraları gör, bil diye getirdim.” dedi. Yüzünde, romanlardaki o tek başına kalmış savaşçıların yorgun çizgileri vardı. Birlikte, hiç konuşmadan eve döndük. O gün babam bana çok önemli bir şey öğretmişti. O gün bugündür, bürokrasi filan dediklerinde benim aklıma işte hep o adam, yana kaykılıp çıkardığı ses, o günkü halimiz gelir.


SEVMEYE BİR BAHANE

Çevremizdeki insanları niçin sevdiğinizi sorsak, ne cevap verirdiniz? Onları kaybedinceye kadar bunu pek düşünmeyiz. Ama bir düşünün, annenizi seversiniz, ama onu en çok hangi yaşadığınız anla hatırlayıp seviyorsunuz? Ya da bir arkadaşınızı size hatırlatan güzel bir an yok mu? Onunla paylaştığınız bir an. Sizi etkileyen kendine bağlayan bir an ya da anlar toplamı. Bunu sorduk insanlara ve her birinden sevdiği bir kişi hakkında bir şeyler söylemesini istedik. İşte o cevaplar.

- 25 yaşlarındaydım. Yıllar sonra yeniden namaz kılmaya başlamıştım. Bir çocuk gibi… Babamla beraber dedemin mevlidi için köydeki camideydik. Babam hemen arkamdaydı. Babamın cuma ve bayram dışında namaz kıldığını pek hatırlamam. O da babası için buradaydı ve bir vakit namazında aynı saftaydık. Namazlar bittikten sonra Kur’an okundu, dualar edildi ve nefis bir gül şerbeti içildi. Bir ara babam kulağıma eğilip, tahiyatta otururken ayağımı öyle bükmemem gerektiğini söyled ve kısaca doğrusunu tarif etti. Ayıplamadan, kimseye belli etmeden... Çölde kalmış biriyle matarasındaki son suyunu paylaşır gibi.
Bir an canım sıkıldı. Sonra düşündüm. O, babası yağmurun altında namaz kıldırmak isteyip kızılcık sopasını çekince kaçıp gitmişti babasından, köyünden ve namazından. Şimdiyse burada sofu dedemin
mevlidinde kaçan bir şeyleri yakalamaya çalışıyordu sanki. Gülümsedim. Gözlerim dolu dolu. Damağıma bir tat yayıldı. Bu o şerbetten bile güzeldi.

- O gün çok berbat bir gündü. İş yerinde gençleri ezen onlara iş yıkan bir adam vardı. Bayram günü o mu nöbetçi, onun bir yakını hasta olurdu ve o nöbet birimize kalırdı. Zor bir iş mi var, onun acil bir işi olur ve zor iş aslında çok kolay olur ve bize kalırdı. Amirlerimizin ona karşı tuhaf bir koruma duygusu vardı. Aynı partiye oy vermek mi, eski bir alacak verecekten kendini borçlu hissetmek mi, bilmiyorduk.
Ama bu nursuz tip bir anda mahallenin en dindarı, en vatanseveri, en emekçisi olabiliyordu.

O gün çok yorulmuştum ve tam işim bitmişti ki, kendi işini de benim yapmamı istedi. Ben itiraz ettim. Nasıl olduysa adam üstüme yürüdü. Bir anda ne olduğunu anlamadan kendimi yerde adamı da üstümde boğazımı sıkarken buldum. Koştular ayırdılar ama adam herkese benim ona saldırdığımı, hakaret ettiğimi söyledi. İtiraz edecek olanları tehdit edip sindirdi. Biraz sonra öğrendim ki amirleri arayıp cezalandırılmam
hatta oradan gönderilmem konusunda girişimde bulunmuş.

Bütün arkadaşlar odalarına girmiş, kimse beni görmek istemiyordu. Hatta ayıplayarak bakıyor, tuhaf bir şekilde onun safında olduğunu hissettiriyorlardı. Belki işten kovulacaktım. Her şey nasıl bu noktaya
gelmişti?

Tam o çaresizliğimin ortasında Davut abi geldi. Ne oldu, dedi. Anlattım. Dinledi. Ona dedim ki, müslümansan bana yardım et. Bir an durdu, bana baktı. Eline telefonu aldı ve oraya bir polis ekibi çağırdı. Yarım saat sonra o nursuz tip şikâyetten vazgeçmem için yalvarıyordu. O gün bütün abilerin, arkadaşların aslında ne abi ne de arkadaş olmadıklarını anladım. O gün müslümansan yardım et dediğim için neredeyse tanımadığı biri için herkesi karşısına alabilecek yiğit bir adam tanıdım. Ben de mahşer günü onun iyiliğine şahit olurum inşallah.