- Temizlik Bahsi taharet 24

Adsense kodları


Temizlik Bahsi taharet 24

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Sun 2 May 2010, 11:34 am GMT +0200
AÇIKLAMA:



Bu hadisler namaz esnasında veya mescide girince abdestin bozulduğuna dair vesveseye düşüldüğü takdirde takip edilecek yolu göstermektedir. Karşılaşılan duruma vesvese diyoruz. Çünkü, abdestinin bozulduğu hususunda kanaate sahip olan müslümanın hâli tereddüt olmaz, bilir ki abdesti bozulmuştur. Abdesti bozulan, abdest almadıkça namaz kılamaz. Abdestinin bozulduğuna hükmeden kimsenin ses ve koku duymaya ihtiyacı yoktur. Ya kulağı sağır, burnu hasta olan kimse ne olacak? Şu halde hadis, abdestin bozulduğuna dair kalbe gelecek vesveseyi mevzubahis etmektedir.

Nevevî der ki: "Hadisin ma´nâsı şudur: Abdestin bozulması yelin çıkmasına bağlıdır. Bunun sesini işitmek veya kokusunu duymak şart değildir, bu hususta müslümanlar icma eder."

Sadedinde olduğumuz hadis (3656) İslâm´ın temel prensiplerinden birini teşkil eder ve fıkhın büyük bir kaidesini vaz´eder. Bu kaide şudur: Eşyanın, hilâfı kesinlik kazanmadıkça aslı üzere devamının esas alınmasıdır. [Bu, Mecelle´de "şekk ile yakîn zâil olmaz" diye ifade edilmiştir.] Öyle ise, asıl ne ise onun varlığı kabul edilir. Bu aslî hal şüphe ile kalkmaz, kesin bilgi ile kalkar. Sadedinde olduğumuz mesele de bu hususla ilgilidir.

"Her kim, abdesti olduğunu yakinen bilip dururken hades vâki oldu diye bir tereddüde düşecek olursa abdestin devam ettiğine hükmedecektir, çünkü içine gelen bu tereddüt, bir vehimdir. Böylesi bir vehmin namazın içinde gelmesiyle dışında gelmesi arasında fark yoktur. Bu görüş, hem bizim mezhebimizin (Şâfiî) ve hem de halef ve selef´ten cumhurların müşterek görüşüdür."

Öyleyse kim abdestli olduğu hususunda kesin bilgisi (yakîni) varken bozulduğuna dair şekke düşecek olursa abdestli olduğuna hükmedip şekke itibar etmeyecek; kim de hades vâki olduğu hususunda yakîni hâsıl olur da abdestinin devamı hususunda tereddüde düşecek olursa abdestinin bozulduğuna hükmedecektir.

İbnu´l-Mübârek de şöyle demiştir: "Kişi hades hususunda şekke düşerse, yakîn kesbetmedikçe abdest gerekmez. Yakîni de şöyle anlarız: O hususta yemin edebilmelidir."[287]



ـ3657 ـ6ـ وعن عليّ بن طلق رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّه #: إذَا فَسَا أحَدُكُمْ في الصََّةِ فَلْيَنْصَرِفُ فَلْيَتَوَضّأ، وَلْيُعِدِ الصََّةَ[. أخرجه أبو داود .



6. (3657)- Ali İbnu Talk (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Biriniz namazda yellenirse derhal namazdan çıksın, abdest alsın ve namazı iade etsin."[288]



ـ3658 ـ7ـ والترمذي لفظه: ]أتَى أعْرَابِىٌّ فقَالَ يَا رسولَ اللّهِ: الرَّجُلُ مِنَّا يَكُونُ في الْفََةِ، وَتَكُونُ مَعَهُ الرُّوَيْحَةُ، وَيَكُونُ في المَاءِ قِلَّةٌ، فقَالَ رسولُ اللّهِ # إذَا فَسَا أحَدُكُمْ فَلْيَتَوضّأ، وََ تَأتُوا النِّسَاءَ في أعْجَازِهِنَّ، فإنَّ اللّهَ َ يَسْتَحْيِى مِنَ الحَقِّ[ .



7. (3658)- Bu hadisin Tirmizî´deki lâfzı şöyle: "Bir bedevi gelerek: "Ey Allah´ın Resulü! bizden bir kimse çölde bulunsa, azıcık bir yel kaçırsa, suyu da az ise (ne yapmalıdır)?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Sizden biri yellenecek olursa abdest alsın. Kadınlara da arkalarından temas etmeyiniz. Bilesiniz ki Allah hakk(ın sorulması ve açıklanmasıyla ilgili hususlarda sizden) utanma talebinde bulunmaz."[289]



AÇIKLAMA:



1- Ali İbnu Talk (radıyallahu anh)´tan gelen bu rivayet, mühim bir pedogojik prensip vazetmektedir: Hakkı öğrenmede veya öğretmede istihya (utanma) olmamalıdır. Yani hayat için lüzumlu ve gerekli olan bilgilerin öğretilmesinde ve sorup öğrenilmesinde utanma olmamalıdır. Elbette ki utanma ve istihya mekârim-i ahlâktandır, güzel bir haslettir. Ancak dinin öğrenilmesi ve öğretilmesi hususlarında bu olmamalıdır. Bir başka ifade ile, utanma vesilesi olan meselelerle ilgili sorularımız varsa utanma duygusu bunları sormamıza mâni olmamalıdır veya sorulmuşsa anlaşılacak bir açıklıkla anlatmamıza mâni olmamalıdır. Din-i Mübîn-i İslam, bu meselelerin öğretilmesi ve öğrenilmesi mevzubahis olduğu vakit utanma ile hareket ederek meselelerin kapalı bırakılmasını meşru addetmemiştir.

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), birçok rivayetlerde görüldüğü üzere, o çeşit meseleleri tebliğ ederken âyet-i kerimeden muktebes olarak (Ahzâb 53) إنَّ اللّهَ َ يَسْتَحْيِى مِنَ الحَقِّ diyerek söze başlamıştır. Bu ibârenin: "Hak meselesinde Allah utanmanızı istemez" şeklinde tercümesi muvafık düşer.

2- Hadis, ayrıca fıkhî olarak, namaz kılarken şu veya bu sebeple yel kaçması vukû bulduğu takdirde abdestin mutlaka bozulacağını, namazdan hemen çıkılması gerektiğini ifade ediyor. Aslında, yel çıkması namaz dışındaki vâki olsa yine abdest bozulur. Bu hadis, yelin abdesti bozacağına kesin delildir. Buna zıt olan şöyle bir hadis daha rivayet edilmiştir: "Biriniz namazda son celsede iken selam vermeden önce, abdestini bozan bir hâl vuku bulsa, namazını kılmış sayılır." Bu durumda namaz tamam sayılır, çünkü selam vermek namazın vâciblerindendir. Öyleyse, oturmuş olmakla farz yerine gelmiş, farz yerine geldikten sonra vâcib olan selamdan önce abdesti bozulmuştur. Vacibin terki namazda bir eksiklik ise de iptalini gerektirmez. Gerçi bu hadisin zayıf olduğu da söylenmiştir.

3- Hadiste istihyâyı gerektiren bir meseleye daha temas edilmiştir: Kadınlara arka uzuvlarından temas. Bu, âyet-i kerime ile tesbit edilen temas edebine münafidir. Zira Rabbimiz Teâlâ Hazretleri bu edebi şöyle tesbit eder: "Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin" (Bakara 223). Âlimler, burada kadınların çocuk ekilen bir tarlaya teşbih buyurulduğunu, binaenaleyh ekim maksadı esas olan temasın ekim yeri olan ön uzva olacağının irşad edildiğini söylerler. Gerçi Resûlullah başka hadisleriyle de kadınlara arka uzvundan teması şiddetle yasaklamıştır. Şu halde bu mesele, âyet ve hadislerle kesin ve açık şekilde beyan edilmiştir.[290]



2- MEZİ


ـ3659 ـ1ـ عن محمد بن الحنفية قال: ]قالَ علِيُّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: كُنْتُ رَجًُ مَذَّاءً فاسْتَحْيِيْتُ أنْ أسْألَ رسولَ اللّهِ # لِمَكَانِ ابْنَتِهِ، فَأمَرْتُ الْمِقْدَادَ بنَ ا‘سْوَدَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَسَألَهُ فقَالَ: يَغْسِلُ ذَكَرَهُ وَيَتَوضّأ[. أخرجه الستة، وهذا لفظ الشيخين .



1. (3659)- Muhammed İbnu Hanefiyye anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh) dedi ki: "Ben mezisi akan bir kimseydim. Bunun hükmü hususunda -kızı hanımım olması sebebiyle- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a soramamıştım. Mikdâd İbnu´l-Esved (radıyallahu anh)´a söyledim, o sordu. Şu cevabı almıştık:

"(Mezisi gelen kimse) zekerini yıkar ve abdest alır."[291]



ـ3660 ـ2ـ وفي رواية مالك وأبي داود، عن المقداد: ]أنَّ عَلِيّاً رَضِيَ اللّهُ عَنْه أمَرَهُ أنْ يَسألَ لَهُ رسولَ اللّهِ # عَنِ الرَّجُلِ إذَا دَنَا مِنْ امْرَأتِهِ فَخَرَجَ مِنْهُ المَذْىُ مَاذَا عَلَيْهِ؟ قالَ عَلِىٌّ: فإنْ عِنْدِى ابْنَةَ رسولِ اللّهِ #، وَأنَا أسْتَحْيِى أنْ أسْألَهُ. قالَ الْمِقْدَادُ: فسَألْتُ رسولَ اللّهِ # عَنْ ذلِكَ فقَالَ إذَا وَجَدَ أحَدُكُمْ ذلِكَ فَلْيَنْضَحْ فَرْجَهُ بِالْمَاءِ، ولْيَتَوَضّأ وُضُوءَهُ لِلصََّةِ[.زاد أبو داود في أخرى: »لِيَغْسِلْ ذَكَرَهُ وَأُنْثَيَيْهِ« .



2. (3660)- Muvatta ve Ebû Dâvud´un rivayetlerinde Mikdâd şöyle demiştir: "Hz. Ali (radıyallahu anh), bana kendisi için Resûlullah´tan: "Kadınına yakınlaşınca mezisi akan kimseye ne gerektiği hususunda sormamı söyledi. Ali ilâveten dedi ki: "Zira yanımda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kızı var, bu sebeple bizzat sormaktan utanıyorum."

Mikdâd der ki: Ben bu mesele hakkında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a sordum. Şu cevabı verdi:

"Biriniz buna rastlarsa fercini su ile yıkasın. Namaz abdesti ile abdest alsın."

Ebû Dâvud bir başka rivayette şu ziyadeyi kaydeder: "...zekerini ve iki husyesini yıkasın."[292]



ـ3661 ـ3ـ وله في أخرى قال على رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]كُنْتُ رَجًًُ مَذَّاءَ فََجَعَلْتُ أغْتَسِلُ حَتّى تَشَقّقَ ظَهْرِى، فَذَكَرْتُ ذلِكَ لِلنَّبىِّ # أوْ ذُكِرَ لَهُ، فقَالَ: َ تَفْعَلْ، إذَا رَأيْتَ المَذْىَ فَاغْسِلْ ذَكَرَكَ، وَتَوضّأ وُضُوءَكَ لِلصََّةِ، فإذَا فضَخْتَ المَاءَ فَاغْتَسِلْ[ .



3. (3661)- Yine Ebû Dâvud´un bir diğer rivayeti şöyledir: "Hz. Ali (radıyallahu anh) dedi ki: "Ben mezisi akan bir kimseydim, yıkanmaya başladım. (Sonunda) sırtım çatlayacak hale geldim. Durumu Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a zikrettim -veya ona zikredildi-. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:

"Öyle yapma, (her seferinde yıkanma)! Meziyi gördün mü, zekerini yıka, sonra da namaz abdestiyle abdest al. Ancak meni atacak olursan o zaman yıkan!" buyurdular."[293]



AÇIKLAMA:



1- Üçü de Hz. Ali ile ilgili olan bu rivayetler mezi akıntısının guslü gerektirmediğini ifade etmektedir.

2- Mezî, erkek tenasül uzvundan gayr-ı irâdi olarak gelen renksiz, kaygan ve sünen bir maddedir. Meniden ayrıdır. Meni şehvetle ve hızla geldiği halde, bu sızıntı halinde akar.

3- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), mezi sebebiyle yıkanma gerekmiyeceğini, fakat bulaşığının yıkanması gerektiğini belirtmektedir.

4- 3660 numarada Ebû Dâvud´un bir rivayetinde kaydedilen "İki husyesini de yıkasın" ibaresini açıklama sadedinde Hattâbî der ki: "Fazladan bir temizlik olarak husyelerin de yıkanmasını Aleyhissalâtu vesselâm emretmiştir. Zira mezi, bazan dağılarak husyelere de değer." Ve dahi denir ki: "Soğuk su husyelere değince, mezi akıntısını durdurur, bunun için Aleyhissalâtu vesselâm onların yıkanmasını emir buyurmuştur.

Şunu da belirtelim ki, Ebû Dâvud´da Sehl İbnu Hanif´ten gelen bir rivayet, Sehl´in mezi elbiseye değince ne yapacağını sorduğunu; Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın da: "Bir avuç su alıp mezi bulaşığının değdiği kısma serp, bu sana yeter" dediğini görüyoruz.

Âlimler, elbiseye değen mezi hususunda ihtilaf etmiştir:

* Bazıları, "yıkanmadıkça elbise temiz sayılmaz" demiştir. Şâfiî ve İshâk bu görüştedir.

* Bazıları, "Su çilemek yeterli olur" demiştir. Ahmed İbnu Hanbel böyle diyenlerdendir.[294]



ـ3662 ـ4ـ وعن سهل بن حنيف رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كُنْتُ ألْقَى مِنَ المَذْىِ شِدَّةً وَعَنَاءً، وَكُنْتُ أكْثِرُ مِنْهُ اغْتِسَالَ، فَسَألْتُ رَسُولَ اللّهِ # فقَالَ: إنَّمَا يُجْزِئُكَ مِنْ ذلِكَ الْوُضُوءُ، فَقُلْت يَا رسُولَ اللّهِ: فَكَيْفَ بِمَا يُصِيبُ الثَّوْبَ مِنْهُ؟ فقَالَ: يَكْفِيكَ بِأنْ تَأخُذَ كَفّاً مِنْ مَاءٍ فَتَنْضَحَ بِهَا منْ ثَوْبِكَ حَيْثُ تَرَى أنّهُ أصَابَهُ[. أخرجه أبو داود والترمذي .



4. (3662)- Sehl İbnu Hüneyf (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben mezi akıntısından epey bir sıkıntıda idim. Bu yüzden sık sık gusül yapıyordum. Sonunda Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bu husustan sordum. Bana:

"Meziden dolayı sana abdest kâfidir!" buyurdular.

"Ey Allah´ın Resûlü! elbiseye değen meziden ne yapmalıyım?" dedim.

"Bir avuç su alıp, bunu, mezinin değdiğini zannettiğin yerlere serpmen sana yeterlidir!" cevabını verdi."[295]



AÇIKLAMA:



Açıklama önceki hadiste geçmiştir. Şu kadarını öz olarak söyleyebiliriz: Fukahâca "Sidikler, tersler, meniler, bevlden sonra gelen vedi adındaki mâyiler, mülâabe zamanında tenasül uzvundan çıkıp mezi denen rutubetler, ağız dolusu kusuntular, herhangi bir uzuvdan çıkıp akan kanlar, kadınlara mahsus âdet, lohusalık ve istihâze hallerindeki kanlar" necâset-i galîzadan (ağır pislik) sayılmıştır. Bunlar temizlenmeden namaz kılınmaz. Sadece Şâfiîler ile Hanbelîlere göre meni temizdir.

"Necâset-i galîza sayılan bir şeyin katı ise bir miskalden yani yirmi kırattan (bir miskal 1,5 dirhem; 1 dirhem = yaklaşık 3,09 gram eder; 1,5 miskal de 4,6 gram yapar), mâyi ise el ayası sahasından geniş miktarı, giderilmesi kabil olunca namazın sıhhatine mani olur. Bu miktarlar ise necâset-i kaliledir, namazın sıhhatine mani olmaz, mâfüv sayılır."[296]



ـ3663 ـ5ـ وعن عبداللّه بن سعد ا‘نصارى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَألْتُ رسولَ اللّهِ # عَمَّا يُوجِبُ الْغُسْلَ، وَعَنِ المَاءِ يَكُونُ بَعْدَ المَاءِ، فقَالَ: ذلِكَ المَذْىُ، وَكُلُّ فَحْلٍ يُمْذِى فَتغْسِلُ مِنْ ذلِكَ فَرْجَكَ وَأُنْثَيَيْكَ، وَتَوَضّأ وُضُوءَكَ لِلصََّةِ[. أخرجه أبو داود.



5. (3663)- Abdullah İbnu Sa´d el-Ensârî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan guslü gerektiren şeyler nelerdir, sudan sonra olan sudan sordum. Şu cevabı verdi:

"Bu mezîdir. Her erkek mezi ifrâz eder. Mezî akınca fercini ve husyelerini yıkarsın, ve namaz abdestiyle de abdest alırsın."[297]



ـ3664 ـ6ـ وعن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]إنِّى َجِدُهُ يَتَحَدّرُ مِنِّى مِثْلَ الحَرِيرَةِ، فإذَا وَجَدَ أحَدُكُمْ ذلِكَ فَلْيَغْسِلْ ذَكَرَهُ وَلْيتَوضّأ وُضُوءَهُ لِلصََّةِ. يَعْنِى المَذْىَ[. أخرجه مالك .



6. (3664)- Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben de (mezîyi), kendimden ipek ipliği gibi iner görürdüm. Öyleyse bunu sizden biri görünce (telaşlanmayıp) zekerini yıkasın ve namaz abdestiyle abdest alsın." -Burada mezîyi kastetmiştir.-"[298]



3- KUSMUK


ـ3665 ـ1ـ عن أبي الدرداء رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنّ النبىَّ # قاءَ فَتَوَضّأ. قالَ مَعْدَانُ: وَلَقِيتُ ثَوْبَانَ مَوْلَى رسُولِ اللّهِ # رَضِيَ اللّهُ عَنْه في مَسْجِدِ دِمِشْقَ فَذَكَرْتُ لَهُ ذلِكَ فَسَألْتُهُ، فقَالَ: صَدَقَ وَأنَا صَبَبْتُ لَهُ وَضُوءَهُ[. أخرجه أبو داود والترمذي .



1. (3665)- Ebû´d-Derdâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir keresinde) kustu ve abdest aldı." Ma´dân der ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın âzadlısı Sevbân (radıyallahu anh)´a Şâm camiinde rastladım. Bu meseleyi ona hatırlattım ve ondan (mahiyetini) sordum. Şu cevabı verdi:

"Doğru söylemiş, o zaman abdest suyunu da Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kendilerine ben dökmüştüm."[299]



AÇIKLAMA:



Bâzı âlimler, bu hadisi kusmanın abdesti bozduğu hususunda delilkabul etmiştir. Süfyân-ı Sevrî, İbnu´l-Mübârek,Ahmed İbnu Hanbel, İshak İbnu Râhûye, Zührî, Alkame, Esved, Şa´bî, Urvetu´bnu´z-Zübeyr, Nehâî, Katâde, Evzâ´î vs.

Bazı âlimler de bu hadisin kusma sebebiyle abdestin bozulduğuna delil olmadığını söylemiştir. İmam Mâlik, Şâfiî gibi.

Bu rivayeti kusmanın abdesti bozacağı hususunda delil kabul edenler فَتَوَضَّأ قَاءَ ibaresinde فَتَوضّأ ´nın başında yer alan fe´yi sebebiyye olarak değerlendirmişlerdir. Muhalif görüş sahipleri, o harfi, sebebiyye olarak değerlendirmezler. Bu hükmü te´yid eden başka rivayetler dahi var ise de, muhalifler onların da zayıf olduğunu ileri sürerler. Şâfiî mezhebinden olan Nevevî hazretleri: "Kanama, kusma, namazda gülme sebebiyle abdestin bozulacağı veya bozulmayacağı hususunda sahih bir hadis yoktur" der.

Hanefî ülemâsı, ağız dolusu kusma´nın abdesti bozacağını kabul etmiştir.[300]



4- KAN


ـ3666 ـ1ـ عن المسور بن مخرمة: ]أنّهُ دَخَلَ عَلى عُمَرَ بْنِ الخَطّابِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه عَنِ اللَّيْلَةِ الَّتِى طُعِنَ فِيهَا فأيْقَظَ عُمَرَ لِصََةِ الصُّبْحِ، فقَالَ عُمَرُ: نَعَمْ، وََحَظَّ في ا“سَْمِ لِمَنْ تَرَكَ الصََّةَ، فَصَلّى عُمَرُ وَجُرْحُهُ يَثْعَبُ دَماً[. أخرجه مالك.»يَثْعَبُ«: يسيل .



1. (3666)- Misver İbnu Mahreme´nin anlattığına göre: "Ömer İbnu´l-Hattab (radıyallahu anh)´ın hançerlendiği gece huzuruna girdi ve Ömer´i sabah namazı için uyandırdı. Ömer (radıyallahu anh):

"Namazı terkedenin İslam´dan nasibi yoktur!" buyurdu. Sonra Ömer, yarasından kan aktığı halde namaz kıldı."[301]



AÇIKLAMA:



1- Hz. Ömer´in namaz için uyarılması hadisesi, hançerlendiği günün sabah namazında olmuştur. Şöyle ki: İbnu Abdilberr, İbnu Abbâs (radıyallahu anh)´tan şunu nakleder: "Ömer (radıyallahu anh) hançerlenince, ben, Ensâr´dan bir grupla birlikte onu evine taşıdık. Bir baygınlık geçirdi. Ortalık ağarınca ayıldı. Birisi: "Onu namazdan başka bir maksadla rahatsız etmeyin" dedi. Biz de: "Ey mü´minlerin emîri, namaz (vaktidir)" dedik. Gözlerini meshetti sonra: "Halk namazını kıldı mı?"diye sordu: "Evet!" dedik."

2- Ebû´l-Velîd el-Bâcî, bu rivayetten istidlal ederek sabah vaktinin geceden olduğunu söylemiştir. Çünkü rivayette: "...hançerlendiği gece..." tabiri var. Halbuki o, sabah namazı esnasında hançerlenmiştir. Şunu hemen belirtelim ki, Misver´i sabah vakti´ni "gece" diye ifade etmeye sevkeden husus, Hz. Ömer´in sabah namazını, sabah vaktinin ilk vaktinde kıldırmış olmasındandır. Nitekim Şâfiî´ler de ilk vaktinde yani daha ortalık karanlıkken kılarlar. O durumda, sabah gecenin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Ancak ülema büyük ekseriyetiyle, fecr-i sâdıkın girmesiyle -ortalık henüz karanlık bile olsa- gecenin sona erdiğini, gündüzün başladığını kabul eder. Güneş batıp, akşam namazının girmesine kadar gündüz devam eder. Akşam namazı, ortalık aydınlık olmasına rağmen geceden sayılır.

3- Suyutî, tembellikle namazı terkedenleri tekfir edenlerin bu hadisin zahirini esas aldıklarını söyler. Ancak, ulema büyük ekseriyetiyle namazı inkâr ederek terkedenlerin kâfir olacağına hükmetmiş, tembelliği tekfir sebebi görmemiştir. İbnu Abdilberr: "Namazı terkedenin İslâm´dan nasibi yoktur" ibaresiyle "İslâm´dan büyük bir nasibi yoktur" demeyi kastetmiş olma ihtimaline dikkat çeker ve "Nitekim şu hadiste de böyle birdurum mevzubahistir" der. "Mescide yakın olan ancak mescidde namaz kılabilir, emaneti olmayanın imanı olmaz, hakiki fakir kapı kapı dolaşan kimse değildir."[302]



ـ3667 ـ2ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]خَرَجْنَا مَعَ رَسُولِ اللّهِ # فِي غَزْوَةِ ذَاتِ الرِّقَاعِ، فَأصَابَ رَجُلٌ امْرَأةَ رَجُلٍ مِنَ المُشْرِكِينَ فَحَلَفَ َ أنْتَهِى حَتّى أُهْرِيقَ دَماً مِنْ أصْحَابِ مُحَمّدٍ، فَخَرَجَ يَتْبَعُ أثَرَ النَّبىِّ #، فَنََزَلَ النّبىُّ # مَنْزًِ فقَالَ: مَنْ رَجُلٌ يَكْلَؤُنَا؟ فَانْتُدِبَ رَجُلٌ مِنَ المُهَاجِرِينَ، وَرَجُلٌ مِنَ ا‘نْصَارِ فقَالَ: كُونَا بِفَمِ الشِّعْبِ، فَلَمَّا خَرَجَ الرَّجَُنِ إلى فَمِ الشِّعْبِ اضْطَجَعَ المُهَاجِرِىُّ، وَقَامَ ا‘نْصَارِىُّ يُصَلّى، فَأتَى الرَّجُلُ، فَلَمَّا رَأى شَخْصَهُ عَرَفَ أنَّهُ رَبِيئَةٌ فَرَمَى بِسَهْمٍ فَوَضَعَهُ فِيهِ فَنَزَعَهُ حَتّى رَمَاهُ بِثََثَةِ أسْهُمٍ، ثُمَّ رَكَعَ وَسَجَدَ، ثُمّ أنْتَبَهَ صَاحِبُهُ، فَلَمَّا عَرَفَ أنَّهُمْ قَدْ نَذِرُوا بِهِ هَرَبَ، فَلَمّا رَأى المُهَاجِرِىُّ مَا بِا‘نْصَارِىِّ مِنَ الدِّمَاءِ. قالَ: سُبْحَانَ اللّهِ! أَ أنْبَهْتَنِى أوَّلَ مَا رَمَاكَ؟ قالَ: كُنْتُ في سُوَرةٍ أقْرَؤُهَا فَلَمْ أُحِبَّ أنْ أقْطَعَهَا[. أخرجه أبو داود.»انْتِدَابُ«: ا“جابة إلى ما يؤمر به ا“نسان.و»الرَّبِيئَةُ«: الذي يحفظ القوم ويأتيهم بخبر العدوّ لئ يهجم عليهم .



2. (3667)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la birlikte Zâtu´r-Rikâ´ gazvesine çıktık. (Askerlerden) bir kişi, müşriklerden birinin hanımına temasta bulundu. Kocası da: "Muhammed´in Ashabından kan dökmeden geri dönmeyeceğim" diye yemin etti. Evinden çıkıp Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı takibe koyuldu.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir yerde mola verdi ve:

"Kim bizi (nöbet tutup) koruyacak?" diye sordu. Muhacir ve Ensâr´ dan birer adam vazifeyi üzerlerine aldılar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bunlara:

"Şu geçidin girişini tutun (orada bekleyin)!" diye ferman buyurdu.

Bu iki zat, geçidin ağzına gelince Muhacirden olanı yattı. Ensârî de namaz kılmaya başladı.

Derken takipçi adam da oraya geldi. (Namazdaki nöbetçinin) silüetini görünce anladı ki, bu askerlerin koruyucusudur, derhal bir ok attı ve ok, eliyle koymuşcasına hedefini buldu. Ensârî oku çıkarıp (namazına devam etti). Müşrik (isabet ettiremedim düşüncesiyle atmaya devam etti.) Öyle ki üçüncü okunu da attı. Ensârî de (yaraya aldırmadan) aynı şekilde namazına devam etti. Bir müddet sonra arkadaşı uyandı. (Müşrik bunların iki kişi olduğunu görünce) yerinin farkına vardıklarını anladı ve kaçtı.

Muhâcirden olan zât, Ensârî arkadaşındaki kanı görünce:

"Sübhânallah! Sana ilk oku atınca beni niye uyandırmadın?" diye sordu. Arkadaşı:

"Öyle bir sûre okuyordum ki, kesmek istemedim" diye cevapladı."[303]



AÇIKLAMA:



1- Hadise´nin Ensârî kahramanı Abbâd İbnu Bişr, Muhâcirî kahramanı Ammar İbnu Yâsir´dir.

Abbâd, Ashâb´ın ilklerinden ve büyüklerindendir. Medine´de Mus´ab İbnu Umeyr´in eliyle ilk İslâm´a girenlerden biridir. Sa´d İbnu Mu´az, Üseyd İbnu Hudayr (radıyallahu anhümâ)´dan da önce İslâm´a girmiştir. Bedir, Uhud başta olmak üzere Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın katıldığı bütün gazvelere iştirak etmiştir. Kab İbnu Eşref´i öldüren grupta da yer almıştır.

Ashab´ın faziletce önde gelenlerinden biridir. Hz. Âişe: "Ensârdan üç kişi var ki, fazilette kimse bunlardan önde düşünülmemiştir, üçü de Benî Abdi´l-Eşhel´dendir: Sa´d İbnu Mu´âz, Useyd İbnu Hudayr ve Abbâd İbnu Bişr" der. Hz.Âişe´nin rivayetine göre, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) birgün Abbâd´ın sesini işitir ve derhal şu duayı yapar: "Rabbim Abbâd´a rahmetini bol kıl!" Enes anlatıyor: "Useyd İbnu Hudayr ve Abbâd İbnu Bişr, zifiri karanlık bir gecede, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanında idiler. Evlerine gitmek üzere huzurdan ayrıldılar. Önlerini, onlardan birinin deyneği aydınlatmaya başladı. Onun ışığında beraber yürüyorlardı. Yolları ayrılınca, her ikisinin de deyneği bunlardan her birinin önlerini aydınlatmaya başladı."

Abbâd (radıyallahu anh), Yemâme Savaşı´nda kırkbeş yaşlarında olduğu halde şehit düşmüştür, Cenab-ı Hakk´tan, bu ümmete emsali fedâkar âbid, mücahitler vermesini ve onu da bizlere şefaatçi kılmasını dileriz.

2- Hadise´nin İbnu İshak´taki vechi, bu safhayı, daha açık nakletmektedir: "...(Takipçi müşrik) bir ok attı. Eliyle koymuşcasına isabet ettirdi. Namaz kılmakta olan Ensârî (Abbâd İbnu Bişr), oku çıkardı ve kıyâmda sâbit kaldı. (Müşrik isabet ettiremedim zanniyle) bir ok daha attı. Onu da eliyle koymuş gibi isabet ettirdi. (Ensârî) oku çekip yanına koydu kıyamına devam etti. Müşrik bir üçüncü ok daha attı, onu da eliyle koymuş gibi isabet ettirdi. (Ensarî) onu da bedeninden çekti (ve namazına devam etti) sonra rükû ve secdeye gitti..." vak´anın İbnu İshak´taki rivayetinin son kısmı da burada kayda değer. Abbâd, muhâcir arkadaşının (Ammâr´ın) "Beni niye daha önce uyarmadın?" sorusuna verdiği cevapta şöyle der: "...Bana ard arda ok atmaya devam edince rükûya gittim ve seni uyandırdım. Allah´a kasem olsun. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın beklememi emrettiği bir gediğin korunması mevzubahis olmasaydı, okuduğum sureyi terkedip kesmemden önce ruhum bedenimi terkederdi."

Görüldüğü üzere, Ensarî, namazdan aldığı hazzı bozmamak için üç okun verdiği ızdıraba rağmen namazını kesmiyor.

Bu mümkün mü? Bu nasıl bir hâlet, nasıl bir hâl ki Kur´an´ın ve namazın zevki üç ok yarasının verdiği acıya ve ızdıraba galebe çalıyor?

Şüphesiz bunu bizlerin anlaması oldukça zor! Bunun için önce Ashâbın yüce makamını bilmek, idrak etmek ve te´yid etmek gerek. Bu meseleyi anlamamızda bize yardımcı olacak bir açıklamayı Bediüzzaman yapmaktadır. Gerçi onun bu açıklaması ilmî bir açıklama değil, hâli bir beyândır. Fiilen yaşanmayınca anlaşılmaz. Ancak büyüklerimizin hâlle de ilgili olsa anlattıkları bu çeşit hadiseler de bizim için bir hüccettir, bir ip ucudur. Öyleyse, Sahabe ile alakalı bir müşkilimizin vuzuha kavuşmasında Bedi-üzzaman´ın şahsî tecrübesinden istifade edeceğiz. Merhum der ki: "Bir zaman, bir tek tesbihin, bir tek namazda, Sahâbelerin tarz-ı telakkisine yakın bir surette bana inkişafı, bir ay kadar ibadet derecesinde ehemmiyetli göründü. Sahabelerin yüksek kıymetini onunla anladım."[304]

Demek ki, onlar, Rabbülâlemîn´in Habibi, Halili olan Fahr-ı Kâinat Efendimiz Resûl-i Ekrem´le sohbetten, onun terbiye ve tenvirinden öyle bir feyz, öyle bir kemâl alıyorlar ki, onlar için namaz, bir başka hâlete geçme vesilesi oluyor. Onun tek bir tesbihatı Bediüzzaman gibi maneviyat eri, tefekkür piri bir zatın bir aylık namazına bedel olursa bizlerin belki birkaç yıllık namazına bedel olacak bir feyz, bir manevi zevk veriyor demektir. Bunu söylemekle, Sahabenin mevkiini, makamını kavrayabildiğimizi, müşkülümüzü ilmî bir kesinlikle tamamiyle hallettiğimizi iddia etmiş değiliz. Meselenin anlaşılmasına ve birazcık kavranmasına yardımcı olacak ufak bir pencere açmış oluyoruz.

Selef-i sâlihîn´den günümüze milyonlarca İslâm ülemâsının ittifakla Sahâbe hakkında hüsn-ü zanda bulunmuş olması, onları hiçbir istisna yapmaksızın udul kabul etmesi, arkadan gelecek en yüce mertebeye eren bir velinin bile, en âmi bir Sahabi´nin mertebesine yetişemeyeceği hususunu beyan etmeleri delilsiz, hakikatsiz, hissî bir davranış değildir. Bu ülemâ ordusunun onlar hakkında âyet, hadis ve keşfiyatlarına dayanan bu icma ve ittifakları da Ashab (radıyallahu anhüm ecmâîn)´ı anlamada bir diğer penceredir.

Şu halde, kaydettiğimiz bu iki pencerenin aydınlığında bakacak olursak üç ok yarasına rağmen Abbâd İbnu Bişr (radıyallahu anh)´ın namazına nasıl devam ettiğini anlayabiliriz.

"Kişi sevdiğiyle beraberdir. Rabbimiz! Kalblerimizi Ashab-ı Kirâm´ın sevgisiyle hayatlandır! Âmin."

3- Bu hadisten bazı âlimler iki hüküm çıkarmışlardır:

1) Arka ve ön yollardan çıkmayan kan, az veya çok farketmeksizin abdesti bozmuyor, temizliğe mani değildir. Şâfiî, Mâlik hazretleri başta olmak üzere bir grup Sahâbî ve Tâbiîn ülemâsı: "Vücuddan, iki yol dışında kanın çıkması abdesti bozmaz" diye hükmetmiştir.

İbnu Mes´ud, Sâlim İbnu Abdillah, İbnu Abbâs, Câbir, Ebû Hüreyre, Hz. Âişe, Hasan Basrî, Kasım (İbnu Muhammed), Atâ, Tâvus, Mekhul, Rebî´a, Ebû Sevr, Dâvud-u Zâhirî bu görüştedir. Bagavî: "Sahâbe ve Tâbiîn´in çoğu bu görüştedir" der.

2) Yaralardan akan kanlar temizdir, yaralı kan bulaşmasından ma´fuvvdur. Mâlikiler bu görüştedir. Mücahidlerin yaralarından akan kanlarla ıslanan elbiselerinin içinde namaz kıldıklarını ifade eden çok sayıda rivayet gelmiştir. Resûlullah´ın namazdan önce kan bulaşığının yıkanmasını veya kanlı elbisenin değiştirilmesini emrettiğine dair rivayet gelmemiştir. Nitekim Hendek Savaşı sırasında yaralanan Sa´d (radıyallahu anh) için mescidin içinde çadır kurulmuş, kanları mescide akar olduğu halde orada kalmış ve bu hal üzere vefat etmiştir. Hz. Ömer´in de yarasından kanlar akarken sabah namazını kılması da yaradan akan kanın temizliğine gösterilen deliller arasında zikredilir.

Teysîr müellifi, abdesti bozan şeyler zımnında kandan bahsettiği halde, kaydettiği hadisten kanla abdestin bozulmayacağı hükmü çıkmaktadır. Hemen belirtelim ki, bu bahsi ilgilendiren yegâne rivayet, bu bahse alınmış olan bu iki rivayet değildir. Hanefîler kan meselesinde başka hadislerle amel edip bunları te´vil etmişlerdir. Onlar Temîmü´d-Darî ve Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anhümâ) tarafından rivayet edilen: "Akan her kan sebebiyle abdest alınır" hadisini esas almışlardır. Nasbu´r-Râye´de başka rivayetler de kaydedilir. Hanefîler buna dayanarak vücuddan kan çıkar ve akarsa bunun abdesti bozacağını kabul eder. Bozmayan miktar, yaranın üzerinden çıkıp etrafa dağılmayan, olduğu yerde kalan katreciktir.

Bazı Hanefîler, Hz. Enes hadisinde: "Resûlullah´ın haberi olsaydı abdest tazelemeyi, namazı iade etmeyi emrederdi" diye te´vil getirmiştir. Ayrıca Câbir hadisinin zayıflığı da belirtilmiştir.[305]