- Televizyona nasıl söz geçirebiliriz ?

Adsense kodları


Televizyona nasıl söz geçirebiliriz ?

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Tue 19 October 2010, 12:28 pm GMT +0200
TELEVİZYONA NASIL SÖZ GEÇİREBİLİRİZ ?


Televizyon; evimizin “davetsiz” misafiri, ailenin “yaramaz, şımarık, bazen de muzır” çocuğu...
Bu âletin “kendi başına buyruk” hareket etmesinden dolayıdır ki, pek çok insanımız, bu medeniyet nimetinden tam anlamıyla istifade edemiyor.
Çünkü, bir-ikisi hâriç, ekrana gelen program ve görüntüler, Müslüman milletimizin arzu ve isteği rağmınadır.
Filmleriyle Batının dejenere olmuş aile düzenini sevdirmeye çalışıyor. Magazin programlarıyla birtakım sefih kimselerin yaşayışlarını meşrû göstermeye, gençleri onlara özendirmeye, reklâm yayınlarıyla milleti sefahet ve israfa yönlendirmeye gayret ediyor.
İşte bu yüzden inanç, ahlâk ve âdetlerine bağlı olan pek çok kimse, bu âlete ya hiç iltifat etmeden ondan “mahrum” kalıyor veya kerhen evde bulunduruyor.
Bazen de, sadece haberler olmak üzere, zararsız gördüğü bazı yayınları seyretmek üzere ara sıra düğmesine basıyor.
Evet, onu baş köşeye oturttuktan sonra bir daha indiremiyoruz. O konuşuyor, biz dinliyoruz; o oynuyor, biz seyrediyoruz.
Milletin hislerine hitap eden programlar, genel yayın akışının küçük bir kısmını oluşturuyor, tamamına yakını ise kalbe ve ruha anlatılamayacak derecede zarar veriyor.
Hava unsurunu Allah'ın varlık ve birliğine delil olarak gösteren Bediüzzaman Hazretleri, bu vesile ile şu tespite yer veriyor:
“Evet, beşer, hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli hevesata da muhtaçtır. Fakat bu beşte birisi olmalıdır. Yoksa havanın sırr-ı hikmetine münafi olur (aykırı düşer).”
“Hem beşerin tembelliğine ve sefahatine ve lüzumlu vazifelerinin noksan bırakılmasına sebebiyet verip, beşere büyük bir nimet iken büyük bir nikmet (azap) olur. Beşere lâzım olan sa'ye (çalışmaya) şevki kırar.”
Yıllar önce radyo için söylenmiş olan bu sözler, radyonun “gelişmişi” olan televizyon için de geçerlidir şüphesiz.
Çünkü televizyon, aynı olumsuz neticeyi daha fazla doğuruyor.
Televizyonun başımıza açtığı dertlerden birisi de, insan ilişkilerini azaltması, komşular arasındaki irtibatı eksiltmesidir.
Akraba ziyaretlerinin tadını tuzunu kaçırarak bu ziyaretlerin sıradan bir gelip gitmelere bağlı kalmasına sebep olması, bazen de iyice kesilmesini netice vermesidir.
Evet, bütün insan ilişkilerinde olduğu gibi, buna benzer durumlarda da, Müslümana yakışan akıllı davranmak, aşırılığa varmadan hareket etmek, davranışlarının dozunu iyi ayarlamak, meşru çâreler aramaktır.
Çünkü, iyiliği tavsiye, kötülükten sakındırma, hiçbir zaman üzerimizden atamayacağımız dinî bir vazifedir.
Hele ilişkiler akrabalarla olunca iş daha da farklı bir durum arz etmektedir.
Zirâ, çok ciddi bir gerekçe olmadan akraba ve komşularla olan alâka kesilmez.
Yani, gittiğimiz zaman İslâmî yaşayışımızla alay ediliyor, mahremiyet meselelerine hiç aldırış edilmiyor veya tatsız birtakım davranışlar oluyorsa; yine de irtibat bütün bütün kesilmez, bazı belli günlere has kılınarak seyrekleştirilir.
Ziyâretler esnâsında ise, televizyon programları sohbetlerimize engel oluyorsa, ev sahibi nazımızın geçtiği birisi ise, uygun bir dille hatırlatır, sohbetin devamını sağlarız.
Şayet durum müsâit değilse, sohbetin seyri içinde televizyon câzibesini zaten kaybeder.
Çünkü, konuşmamız veya açılan mesele, muhatabımızın da ilgisini çeker.
Ailece yapılan ziyâretlerde mahremiyet meselelerine dikkat etmek, birbirine yabancı olan kadınlarla erkeklerin ayrı odalarda oturmalarına imkân tanımak ve istemek hiç de zor bir durum değildir.
Zaten birkaç sefer gidip gelinmişse ev sahibi misafirini hissen ve kalben rahat ettirme gayreti içine girecektir.
Televizyonun bu kadar olumsuz yönlerinin olması; mutlak olarak âletin ve icadın kendisine düşman olmamız mânâsına gelmemelidir.
Başta bütün yeni icatlar olmak üzere, televizyonun kendisine düşman olamayız. Çünkü bu bir bıçak gibidir. Kasabın elinde et keserken, câninin elinde cana kıymaktadır.
Televizyonun bizi rahatsız eden tarafı yayınlarıdır, kullanımındaki yanlışlıklardır.
Acıyı sevmiyorsak, acı yemekten kaşığımızı nasıl çekebiliyorsak, kalp ve ruh midemizi rahatsız eden programları da o kolaylıkla izlemeyebiliriz.
“İyisini al, kötüsünü bırak” kuralınca hareket edersek, rahatlayacağımız şüphesizdir.



Mehmet PAKSU