- Telafi Edilemeyen Hususlar

Adsense kodları


Telafi Edilemeyen Hususlar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
seymanur K
Sat 20 August 2011, 12:07 pm GMT +0200
Bir Özür Nedeniyle Ortadan Kalkıp Sonradan Telafi Edilebilen Ve Özrün Devam Etmesiyle Birlikte Telafi Edilemeyen Hususlar


Bu konudaki temel ilke şudur: Şartlar ve rükünlerdeki eksiklik bir zaru­ret ve ihtiyaç sebebiyle gerçekleşmişse bakılır:

Eğer söz konusu eksiklik mesela örtünme gibi yalnızca namaza ait bir va­ciple ilgili değilse ve kişi tümü giysiden yoksun bir grup içinde bulunursa, içinde bulunulan zorluk sebebiyle kişinin namazını kaza etmesi gerekli ol­maz. Çıplaklık grubun tümünde değil bir kısmında olursa, çıplak kişinin rü­ku ve secdeyi tam yapması görüşünü kabul edenlere göre söz konusu kişi­nin namazı kaza etmesi gerekmez. Çıplak kişinin ima ile namaz kılması gö­rüşünü kabul edenlere göre ise yine doğru olan görüşe göre namazın kazası gerekli olur.

Eğer söz konusu eksiklik namaza mahsus olup rükünlerde ve abdest ya­hut gusülde olursa bakılır: Özür; yolculukta suyun bulunmaması, hastalık­lar sebebiyle namazda oturma vb. gibi genel bir özürse yaygın zorluk sebe­biyle kaza gerekli olmaz. Özür; istihaza, idrar akıntısı, büyük abdest kaçır­ma, hastalık sebebiyle yatarak namaz kılma gibi genel ve yaygın olmayıp na­diren meydana gelen ve meydana geldiğinde bir anda geçmeyip devam eden bir özür ise kaza gerekmez.

Soğuktan korkan yolcunun teyemmüm yapması, sargısı bulunan kişinin teyemmüm yapması, yolculuk hali olmaksızın suyun tükenmesi sebebiyle kişinin teyemmüm yapması durumlarında olduğu gibi nadiren meydana ge­len özür sebebiyle yapılamayan şeyin yerine başka bir şey ikame etme imkâ­nı bulunduğunda kazanın gerekli olup olmadığı konusunda iki görüş vardır. Nadiren meydana gelen özür sebebiyle başka bir şey ikame imkânı yoksa, örneğin kişi abdest almak için ne su ne de teyemmüm için toprak bulabilse, Şafiî mezhebine göre bu şekilde namaz kılan kişinin namazını kaza etmesi gereklidir. Şiddetli korku halinde savaş kızıştığında savaşan kişinin kıldığı namaz ise bunun dışındadır.

Şafiî'ye göre namazın farziyeti yalnızca mükellefiyetin sona ermesi ve adet hali ile ortadan kalkar. Ebu Hanife ise "meydana gelen sakatlık sebebiy­le kazası vacip olmayan bir namazın edası da vacip değildir" demektedir. Şafiî'nin bir görüşü de bu yöndedir. Ancak Şafiî Ebu Hariife'nin aksine bu durumda edayı haram saymamaktadır. Ebu Hanife ise meydana gelen sakat-, hk sebebiyle edayı haram saymaktadır.

Müzem de "Edası vacip olan bir namazın kazası vacip değildir" demiştir. O, bu görüşe dayanarak şu kaideyi ortaya koymuştur: İbadetlerden herhan­gi biri ile mükellef olan bir kimse bu ibadetin bir kısmım yapabildiği halde bir kısmını yapamasa, yapabildiği kadarını yerine getirir, yapamadığının so­rumluluğu üzerinden kalkar. Çünkü Yüce Allah: "Allah hiç kimseyi gücü­nün yettiğinden fazla bir şeyle sorumlu tutmaz"[9] buyurmuş, Hz. Peygamber de: "Size bir şey.emrettiğimde, onun gücünüz yettiği kadarını yapın"[10] de­miştir.

Zahirîler de bu görüştedir. Zahirilerin bir kısmı Hz. Peygamber'in "Allah abdestsiz olarak kılınan bir namazı kabul etmez"[11] sözü sebebiyle abdestsiz olarak namaz kılan kişinin namazını bundan istisna etmişlerdir.

Zahirîler ve bazı alimler şöyle demişlerdir: "Bir kimse kasten namaz ve orucu terketse kaza lazım gelmez. Çünkü kaza, unutan ve uyuyan kimse ile ilgili olarak varid olmuştur. Bu iki kişi mazurdurlar. Oysa kasten namazını terkeden kişi mazur değildir". Bu görüşün güzel tarafı şudur: Namaz ceza türünden bir hüküm olmadığından "mazur kimsenin namazını kaza etmesi vacip olduğuna göre mazur olmayanın kaza etmesi öncelikle vaciptir" deni­lemez. Çünkü namaz Yüce Allah'ın kuluna bir ikramı ve onun şerefini yü-celtmesidir. Yüce Allah namaz kılan kişiyi kendisinin sohbet arkadaşı olarak isimlendirmiştir. Kişinin Rabbine en yakın olduğu an secde anıdır. Hal böy­le iken "mazur kimse Allah ile sohbet etme ve O'na yaklaşma konusunda ik­rama nail kılındığına göre, isyankâr kişinin ikram ve yaklaşmaya nail kılın­ması daha Önceliklidir" demek mümkün değildir. Bu görüşte olan kimse üs­tünlüğü aşağılama sebeplerine bağlayan ve şöyle diyen kişi konumundadır: "iffetli kimselere ceza uygulamadığıma göre zina edenlere, yol kesenlere, hırsızlara, can ve organlara karşı öldürme ve yaralama suçu işleyenlere ceza­yı hiç uygulamam". Bu, sebepler ve sonuçlar arasındaki münasebeti tama­men koparmaktan başka bir şey değildir. Bu, şöyle demeye benzer: "Allah mazur kişi ile münacaat edip onu kendine yaklaştırdığına göre, isyana cüret eden isyankâr bir kişi ile münacaat edip onu kendine yaklaştırması, mazur olan ve günahından sorumlu tutulmayan kişiden daha önceliklidir".



[9] Bakara, 286

[10] Buharı, î'tisâm, Bâbü'l-iktidâ bi süneni'n-nebiy: 13, 251; Müslim, Fezâil, Bâbü tevkîrihi sallallalıu aleyhi ve sellem ve terki iksârihi, 4,1380-1381

[11] Müslim, Taharet, Vücûbu't-taharet li's-salât, 1, 204