- Tek bildiğim paylaşmak

Adsense kodları


Tek bildiğim paylaşmak

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 26 April 2012, 02:17 pm GMT +0200
Tek bildiğim paylaşmak

Mayıs 2007 20.SAYI

Ogün Ahmet’te değişik bir hal vardı. Hani “Dokunsan ağlayacak” derler ya, işte öyle bir hal… Eve gelir gelmez yemek bile yemeden “Abla ben hemen yatacağım” deyip doğruca odasına gitti. Arkasından gidip ne olduğunu sorduğumda gözyaşları içerisinde anlatmaya başladı:

Yine her zamanki yerinde oturmuş, düşünceli gözlerle etrafı izliyordu. Her zamanki gibi ben de iki sıra yanındaki banka oturmuş, onu izliyordum. Cesaretimi toplayıp onunla konuştuğum gün, “Keşke günlerce izleyeceğime yanına gidip konuşsaydım” diye çok hayıflandım, ama heyhat!..

Bir caminin avlusunda görmüştüm onu ilk. Son kez de orada görecektim gülen yüzünü. Günlerce o etrafı, ben onu izlemiştim. Hayatımın belki de en önemli tanışmasını gerçekleştirdiğim gün öğrenmiştim adı Hasan olan bu içli dedenin hikayesini.

Yıllar önce ölen eşini yaşlı gözlerle anlattı bana ve tek oğlundan bahsetti uzunca. Gözlerindeki mana öyle derindi ki oğlunu anlatırken, belki de derine dalmayı bilmeyişimden anlayamadım oğluna olan hislerini. Nefret değildi hissettikleri, asla. Merhamet ve çokça sevgi vardı gözlerinde.

Kimim var ki ondan başka?


İhtiyatla konuşuyordu. Sanki sözleri bile incitmekten korkuyor gibiydi. “Ahmet’im” diyordu “bir tanedir. Allah razı olsun yanında kalıyorum. Kimim var ki ondan başka? Ben ona sadece paylaşmayı öğrettim. ‘Acılar paylaştıkça azalır, sevgiler ise paylaştıkça çoğalır’ dedim.” İşte böyle başlamıştı Ahmet’ini anlatmaya. Sonra biricik gelini Nurten ve torunlarından da bahsetti. Daha pek çok şey konuştuk. Hasan dede çok kibar ve hoş sohbet biriydi ama beni ona asıl bağlayan, keşke daha önce tanısaydım diye içimi dağlayan şey paylaşmasıydı. Sadece paylaşmayı biliyordu belki ama, tek bildiği o şeyin hakkını veriyordu. Onun hayata böylesine geniş bir gönülle bakışı beni kendine hayran bırakmıştı. Onunla yaptığımız konuşmalardan sonra “Ya Rabbi bu nasıl bir düşüncedir!” diye, günlerce kendi düşündüklerimden ve düşünemediklerimden utanmıştım.

“Ben” demişti elindeki simidi kuşlarla paylaşarak “Ben cahil bir adamım. Tek bildiğim paylaşmak. Oğlum okudu, iyi bir iş sahibi oldu. Ama babasından da bir miras var ona: paylaşmak!” Ve sonra söyledikleri beni derinden vurmuştu. “Bizim oğlan” demişti “çok zekidir. Ekmek en büyük nimet ya biliyor bunu. Yemekmiş, tatlıymış gözünde değil. Onlar artsın diye bir kaygısı yok şükür. Bu yüzden ekmeğini paylaşıyor benimle sadece. Allah razı olsun. Sonra gelin! O da bazen sinirini, stresini paylaşıyor. Konuştukça rahatlıyor, sıkıntısı azalıyor. Ben de emekli maaşımı paylaşıyorum onlarla. Paylaştıkça artıyor, bereket geliyor parama. Torunlarımla kucağımı paylaşıyorum. Ben paylaştıkça kucağımı; göğsüm genişliyor, içim açılıyor. Bir odam var evde. Odam benimle karanlığı ve rutubeti paylaşıyor. Ve paylaştıkça, azalıyor karanlığı, rutubeti. Çünkü ben odamla ışığımı ve sıcaklığımı paylaşıyorum...”
Yalnızlığını evi ile paylaşıyor, azalsın diye…

Daha çok şey anlattı; ama gözlerimden inen sicim gibi yaşlar dikkatimi toplayıp anlamama mani oldu söylediklerini. Ve sonra; güzelliğin güzelliğini, sabrın sabrını paylaştığı bu ihtiyar, sevgisini paylaştı benimle o bankta, bir kaç hafta. Meğer gelini yalnızlığı paylaşmak istiyormuş evinde gündüzleri. Ondan buraya geliyormuş düzenli olarak. Öyle söylemişti dudaklarında garip bir tebessümle. “Yalnızlığını evi ile paylaşıyor, azalsın diye” demişti.
Ve son gördüğümde Hasan dedemi; oğlu belki de son paylaşımını yapıyordu dedenin önünde. Öyle diyordu Hasan dedem en az beyaz giysisi kadar nurlu olan yüzü ile bana. “Oğlum” diyordu bana son kez “Ben demedim mi sana ‘Ahmet’im paylaşmayı sever’ diye. Bak en ön safı seninle paylaşıyor...”

Rümeysa OĞUZ