- Tefrika ve İhtilâf

Adsense kodları


Tefrika ve İhtilâf

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
meryem
Wed 16 February 2011, 03:17 pm GMT +0200
Tefrika - İhtilâf

 Bir noktada insanlık tarihinin en önemli olayları­nın akış yönü ve biçiminin ifadesinde yol gösterici en önemli iki kavram olan Tefrika ve İhtilâfı özet ola­rak sunmak belki çoğu noktaların kapalı kalmasına yol açacaktır. Fakat, bu kitabın hacmi çerçevesinde Kur'an'da çok önemli yeri olan bu iki kavrama da yer ver­meden geçemeyeceğiz.

Tefrika'nın kökü olan (Fe-Ra-Ka' fiilinin masda-rı 'fark' 'felg' gibidir; şu farkla ki, 'felq' 'parça parça olma'yı ifade ederken, 'fark' 'ayrışma'yı ifade eder:

 “Sizin için denizi fark etmiştik  (varmıştık)” (Ba­kara: 50).                                       

 “Fırk”, 'ayrışan taraf, kıt'a, bölük', 'fırka' ise 'in­sanlardan ayrılan topluluk' demektir. İslâm tarihinde bu kelime teknik anlamda 'mezhep’ kelimesiyle bir yer­de eş anlamlı olarak kullanılmıştır, 'ferîg' 'diğerlerin­den ayrılan topluluk’ anlamına gelir:

“Ne zaman bir rasûl canınızın istemediği bir şey getirse büyüklük taslıyor, bir ferîk'i (bir kısmını yalanlıyor, bir kısmını da öldürmüyor muydunuz?” (Bakara: 87).

'Feraktü beyn'eş-şey'eyn' 'iki şey arasını açtım, gözle veya basiretle farklı olduklarını farkettim, iki şe­yi birbirinden ayırdım' demektir:

“Bizimle  fasıklar  kavminin arasını ayır” (Maide: .25).

“Yemin olsun ayırdıkça ayıranlara” (Mürselât:  4).

Bu ayette sözü edilen 'ayıranlar' bir kavme göre meleklerdir;. çünkü onlar yeryüzüne  inip helâlla  ha­ramın arasını veya Allah'ın emrettiği şekilde eşyanın arasını ayırırlar.

'Tefrîg' 'ayırıp çoğaltma' ifade eder. Bu şekilde bir ayırımın sonunda çeşitli vücut veya gruplar ortaya" çı­kar, birbirlerinden koparlar:

“Dinlerini tefrik edip taraf taraf oldular; her hizb elindekiyle sevinir gider” (Rum: 32).

Ayette sözü edilen gruplar dinin bir yanına sahip çıkıp, hem dini parçalamakta ve parçaları dinin tama­mı gibi kabul etmekte, hem de kendileri birer grup bi­rer parti halini almaktadırlar.

“O ikisinden kişiyle eşinin arasını açacak şeyler öğreniyorlardı” (Bakara:  102).

“Rasûllerinden hiç biri arasında ayırım yapmayız” (Bakara: 285).

Bu ayet rasûllerden herhangi birinin veya birkaçı­nın diğerlerinden farklı tutulamayacağını ve hepsinin aynı şekilde ele alınıp hepsine inanılacağını belirtmek­tedir.

Firak 'ayrılık' anlamına gelir:

 “Bu benimle senin aramızın ayrılmasıdır” dedi” (Kehf: 78).

“Ve bilir ki, artık o ayrılıktır” (Kıyamet: 28).

'Fürkan' 'fark'tan daha beliğ ve daha açıktır; hakkla batılın arasını açmada kullanılır. 'Racülûn kun'ân’ ifadesindeki 'kendisine inanılan, iyice itimad edilen’ anlamındaki 'kun'ân'ın kullanılışı gibidir. Hakkla ba­tılın ayrılmasına yol açan olaylar ve ayrıldığı zaman­lar için kullanıldığı gibi, bizzat hakkla batılı ayıran. şeyler, bu arada özellikle îlâhî Kitaplar için kullanılır:

“Eğer Allah'a ve fürkan günü iki topluluğun kar­şılaştığı gün  kulumuza  indirdiğimize  inanmışsa..”(Enfal: 41)

“Ey iman edenler,' Eğer Allah'tan sakınırsanız si­zin için fürkan kılar, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar..” (Enfal: 29)

Ayetten de anlaşılabileceği gibi, mü'minler takva. sahibi oldukları zaman Allah kalplerinde doğruyu eğ­riden, hakkı batıldan ayıracak bir nur, bir tevfik ve anlayış var eder; işte kalpteki bu ayırtedicinin adı fürkan'dır.

“Belki hidayete erersiniz diye Musa'ya kitap ve fürkan vermiştik” (Bakara: 53).

“Alemler için uyarıcı olsun diye kuluna fürkan'ı indiren ne mübarektir”(Fürkan: l).[298]

'İhtilâf kelimesinin türediği 'halefe' (h noktalı, genizden gelen h) 'nin masdarlarından 'half 'önün, ön­de olanın zıddı, yani arka, arkada olan' demektir.

“Önlerinde olanı da arkalarında olanı da bilir” (Ba­kara: 255).

“Biz de bugün seni bedeninle bir tepeye atacağız ki, arkandakilere (senden sonrakilere) ayet olsun” (Yunus: 92).

'Ha-le-Fe' - 'half, 'geride kalmak, geride kalan, sonradan gelen' anlamını da verir; bu noktada 'selefin zıddıdır, Türkçe'de 'halef sözcüğüyle karşılanır:

“Arkalarından bir half (halef nesil) halef oldu (yer­lerine geçti) ki, namazı zayi ettiler, şehvetlerine uydular” (Meryem: 59).

Fiil 'halâfe(t)' masdarıyla kullanılırsa, 'bir derece eksikliği veya ahmaklıkla geride bulunma'yı ifade eder.

'Netaka halfen' 'sözü, konuşması fasit oldu' demektir.

'Halefe fülânün fülânen' 'yerine geçti, makamına oturdu’ demektir ki, masdarı 'hilâfet'ir.

Fiilin masdarı 'hılfet' olduğunda, “sonrakinin ar­dından gelip üzerini örten, bir diğerini takip eden şey’ demektir:

“Ve O, öğüt almak veya şükretmek dileyenler için gece ile gündüzü hılfet (birbirini izler) yapandır” (Fürkan: 62). 'İhtilâf ve 'muhalefet' 'her birinin söz ve halinde yek diğerine zıt bir yol tutması’ demektir. 'Hilaf 'kar­şıt’ anlamındadır ki, 'zıt'tan daha geneldir; çünkü her iki zıt 'muhteliftir, fakat her iki 'muhtelif şey birbiri­ne zıt değildir.

'Ahlefe' 'sözünde durmamak, va'dinden caymak' anlamındadır:

“Muhakkak Allah va'dinden caymaz” (A. İmran: 9).

'Halleftühû' 'onu ardında bıraktım' demektir. 'Tah­lif 'geride kalma, birlikte gitmeyip, arkada bırakılma'

anlamındadır:

“Ve geri bırakılan(hulüfû) o üç kişinin de tevbelerini kabul buyurdu” (Tevbe: 118).

“Bedevilerden geride bırakılanlara( muhallefin) de;”(Feth: 16).                        '

'Halif 'bir eksiklik veya kusurdan dolayı geride kalan' demektir:

“Öyleyse halifler'le beraber oturun” de” (Tevbe: 83).

(Bu ayette halifler'in kadınlar olduğu belirtilmiş­tir. Çünkü, onlar kadın olduklarından harple mükellef değildirler ve seferden kadınlıkları dolayısıyla geri kal­mışlardır.) [299]

Dil bakımından bu kısa açıklamalardan sonra, şu ayet-i kerimeyle konuyu açalım:

“İnsanlar tek bir ümmetti de Allah uyarıcılar ve müjdeleyiciler olarak nebiler ba's etti ve beraber­lerinde ihtilâf ettiklerinde insanlar arasında hük­metsinler diye kitabı indirdi. Kendilerine onun-kitap) verildiği kişiler onun hakkında ancak kendi­lerine apaçık deliller geldikten sonra sırf birbirle’rine olan bağy yüzünden ihtilâf ettiler. Allah iman edenleri hakktan ihtilâf ettikleri noktada izniyle doğruya iletti. Allah dilediğini doğru yola iletir” (Bakara: 213).

Bu ayet-i kerime'yi şu ayetler çerçevesinde ele alalım:

“İnsanlar ancak tek bir ümmetti de ihtilâf ettiler. Eğer Rabbinden bir kelime geçmemiş olsaydı, ih­tilâf ettikleri şeylerde aralarında hüküm verilip gitmişti” (Yunus:  19).

“Allah katında din İslâm'dır. Kendilerine kitap ve­rilenler ancak birbirlerine olan bağy yüzünden ken­dilerine ılm geldikten sonra ihtilâf ettiler” (A. İm­ran: 19).

“Sana Kitabı ancak ihtilâf ettiklerini kendilerine açiklayasın diye ve iman eden topluluk için rahmet ve hidayet olarak indirdik”(Nahl: 64).

“Dinlerini parça parça (fırka. fırka; edip. taraf ta­raf olanlar, sen hiç bir şeyle onlardan değilsin. On­ların durumu Allah'a aittir, sonra yapmakta ol­duklarını kendilerine haber verir” (En'am: 159).

“Dinlerini parça parça edip taraf taraf olanlar, her grup elindekiyle sevinir gider” (Rum; 32).

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra fırka fırka olup ihtilâfa düşenler gibi olmayın. Onlar için büyük bir azap vardır” (A. İmran: 105),

“(Çeşitli)  yollara uymayın; sizi O'nun yolundan ayırıp fırka fırka eder” (En'am: 153).

“Nuh'a tavsiye ettiğini vb sana vahyettiğimizi ve İbrahim'e, Musa ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi dini ayakta tutun ve onda fırka fırka olmayın diye si­zin için dinden bir şeriat kıldık Kendilerini çağır­dığın şey müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini Kendi'ne seçer ve yöneleni Kendisi'ne iletir” (Şuara: 13).

Bir de şu ayetlere bakalım:

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında ve geceyle gündüzün ihtilâfında... akleden bir kavm için ayetler vardır” (Bakara:  164).

“O'nun ayetlerindendir göklerin ve yerin yaratıl­ması ve dillerinizin ve renklerinizin ihtilâfı” (Rum: 22).

Demek ki, iki tür ihtilâf karşısındayız; bunlardan biri yaratılışta görülen ve kâinatın işleyişinde ve in­sanların hayatında önemli bir yeri olan İhtilâf. Kâinat' taki ihtilâf her şeyin çift yaratılmış olmasıdır; gece-gündüz, aydınlık-karanlık, yaş-kuru, sert-yumuşak vs. Bir diğer ih'tilâf da yerin bitirdiklerinin farklı oluşu­dur; aynı ışığı alan, aynı toprakta biten, aynı suyla su­lanan meyvelerin, bitkilerin gerek tad, gerek koku, ge­rek yapı yönünden farklı oluşu Allah'ın ayetlerindendir ve bunlar olumlu ihtilâflardır. İnsan hayatında gerekli olan ihtilâfsa. yeteneklerin, becerilerin, arzu ve istekle­rin, fikirlerin değişik oluşudur. Böyle olmaz ve her insan her bakımdan birbirinin aynısı olursa insan haya­tı olmaz. Çünkü, bu tür ihtilâf insanların toplumsal hayatı için gerekli olan meslekleri doğurur; ayrıca be­ceri ve fikirlerin ihtilafıyla, da hayat için gerekli me­safeler alınır, ilerlemeler kaydedilir. Öte yandan, dil­lerin ve renklerin ihtilâfı da Allah'ın ayetlerinden ola­rak yerilen değil, yeryüzündeki hayatın gerekli şartla­rından olan bir ihtilâftır.

Bakara Suresi 213 ve Yunus Suresi 19'uncu ayet­lerde ifade edildiği gibi, insanlar baştan tek bir ümmet­ti; yani hepsi bir arada, aynı amaca yönelik ve aynı amaca yönelik ve aynı doğrultuda davranan bir toplu­luk halindeydiler. Allah'ın önlerine serdiği yeryüzü sof­rasında kavgasız nizasiz bir arada yiyip İçiyor ve her­hangi bir ayrılığa düşmüyorlardı. Hayat bütün gizlilik­lerini kendilerine henüz açmamıştı. Birbirlerini istis­mar etmiyorlar ve fıtrî bir hayat sürüp gidiyorlardı; yani, Allah'ın kendilerini üzerinde yarattığı 'fıtratı' doğrultusunda yaşıyorlardı. Herhalde, Hz. Adem'in tevbesinin kabulünden sonra onun imamlığında Allah'ın kendilerini yarattığı İslâm fıtratı üzerinde, kendilerini saptıracak, başka yollara çekecek etkenler ve kişiler ol­madığından fıtrat üzere ömür sürüyorlar ve bu bakım­dan emir ve yasaklar ihtiva eden herhangi bir Şeriat'la da mükelef bulunmuyorlardı. Yaşadıkları hayat ve bo­zulmamış fıtratları aralarında ihtilâfın çıkmasını ge­rektirmiyordu.

Zaman ilerledikçe insanlar çoğaldı. İnsanın yara­tılışından getirdiği ve hemen dıştan bir dürtüyle ortaya çıkma istidadındaki başkalarından yararlanma, gücü­nü ve yeteneklerini kullanarak başkaları üzerinde ha­kimiyet kurma, başkalarının aleyhine daha iyi bir ha­yat yaşama gibi etkenler insanlar arasında çekişmele­rin başlamasına yol açtı. İnsanlar çoğalıp yeryüzüne dağıldıkça, yeni yeni şartlar ve çevrelerle karşılaştıkça, tabiatla olan temasları sonucu gitikçe yeni hünerler kazanıp yeni tecrübeler edindikçe içlerinde taşıdıkla­rı 'zulüm, isyan, başkalarını kullanma, bencillik, ihti­ras' gibi nitelikler su yüzüne çıkmaya ve kendilerine hükmetmeğe başladı. Bu bir yandan insanın hayatın­da daha karmaşıklığa ve tecrübe ve fikirlerinde ilerle­melere neden olurken, bir yandan da baştaki çekişmesiz hayatın yavaş yavaş yerini ihtilâflara, bırakmasına yol açtı. Adem'in cennette duyduğu tükenmek bilmez mülk ve ebediyet hırsı çocuklarında da ortaya çıkmaya baş­ladı. Sonunda güçlü ve yetenekli olanlar zayıfları ez­meğe, başkaları üzerinde haksızca hükmetmeğe ve yap­tıklarını da haklı çıkarıcı gerekçeler bulmaya başladı­lar.

Batı hümanizmi ne kadar iddia ederse etsin - dün­yanın şu andaki durumu da iddialarının aksini ispat etmektedir. Yaratılışındaki çift yön ve olumsuz nitelik­ler nedeniyle insanlar herkesin adilane yararına bir yaşayış sistemi kuramazlar. Bunun için tek tek insanları tanımak, kâinatın işleyiş kanunlarını bilmek, her zaman ve mekâna hükmedici bir bilgi ve yeteneğe sa­hip olmak gerekir. Bu bakımdan, insanların aralarında­ki ihtilâfları çözmek, onları bu kez emir ve yasaklardan oluşan sınırların içine alıp, bu şekilde ihtilafsız döne­me döndermek için Allah seçtiği kişileri diğer insan­larla aralarında elçi yapmış ve yeryüzündeki hayatı düzenleyici yasalar göndermiştir. Böylece, bu yasalarla gelen her elçi insanlar arasındaki ihtilâfları kaldırmış ve 'Veda Hutbesi'nde ifade olunduğu gibi, zamanın ak­rep ve yelkovanlarını göklerin ve yerin yaratıldığı ana, insanların ihtilafsız yaşadığı döneme çevirmiştir. Elçi­lerin getirdiği Şeriat ihtilâfların sebeplerini ortadan kaldırdığı gibi, gelecekteki ihtilâfları önleyici tedbirleri de göstermiş ve nasıl davranırlarsa ihtilâfa düşmeyecek­lerini insanlara göstermiştir:

“Allah bir kavmi, kendilerini hidayet ettikten son­ra  nelerden çekinmeleri gerektiğini kendilerine açıklamadan sapıtacak değildir. Doğrusu Allah her şeyi ne çok bilendir” (Tevbe: 115).

Peygamberler gelip, insanlar arasındaki ihtilâfları giderdikten sonra, insanlar yeniden ihtilâfa, düşmüşler­dir. Artık, bu ihtilâfın nedeni. Kur'an'ın çok net ve kesin olarak belirttiği gibi, insanların bazılarının di­ğerleri üzerinde haksızlıkta bulunması, onların payına el atması ve saldırgan bir tutum takınması, yani bağyetmesidir. Bu şekilde, başkaları üzerinde bağyetmeğe yeltenen insanlar bir araya gelip bir grup oluşturur­lar ve böylece ilk tefrika başlar; Kur'an'ın “Kendileri­ne apaçık deliller, geldikten sonra tefrikaca düşüp ihti­lâf edenler gibi olmayın” (A. İmran: 105) ayetinde açıkça ortaya koyduğu gibi, önce tefrika, yani gruplaşma başlar. Bundan sonra, ortaya çıkan baği gruplar hare­ketlerini haklı çıkarıcı nedenler bulmaya çalışır, dini parça parça ederler, Allah'ın Yolu olan Şeriat'tan sa­pıp başka başka yollara giderler ve bu kez ihtilâflar başgösterir. İnsanlar taraf taraf, bölük bölük olur, din par­çalanır, her grup “ben haklıyım” diyerek elindekiyle se­vinir gider.

Bir hadis-i şerifte, “Sizden önceki ümmetlerin yo­lunu adım adım izleyeceksiniz. Onlar keler deliğine gir­miş olsa siz de gireceksiniz, (bazı rivayetlerde): Ta ki, içinizden annesiyle birleşen de çıkıncaya kadar. Buza­ğıya da ibadet eder misiniz bilmem” [300] buyurulmuş, bir diğer hadiste, “İsrail Oğulları yetmiş bir fırkaya bölündü; içlerinden biri kurtuldu, diğerleri Ateş'tedir. İsa'nın ümmeti yetmiş iki fırkaya ayrıldı; biri kurtul­du, diğerleri Ateş'tedir. Ümmetim yetmiş üç fırkaya ay­rılacak, biri kurtulur, diğerleri Ateş'tedir” [301] buyurul­muş, kurtulanların Kitap ve Sünnet'e uyanlar olduğu belirtmiştir. Bazı hadis-i şeriflerde de Rasûlüllah'tan sonra irtidatların olacağı belirtilmiş [302] ve bu irtidatların sebebi de bir başka hadis-i şerifte “Sizin için kork­tuğum, dünyanın sizden öncekilerin önüne yayıldığı gi­bi, sizin önünüze de yayılıp, onların birbirlerine karşı nefsaniyyet güttükleri gibi sizin de birbirinize karşı nefsaniyet gütmeniz ve bu durumun onları helak ettiği gibi sizi de helak etmesidir” [303]şeklinde belirtilmiştir.

İslâm Ümmeti'nin ihtilâfı daha çok siyasal köken­li olmuştur. Tüm itikadı ve. fıkhî ihtilafların ve ayrılık­ların altı deşildiğinde doğru bu siyasal ayrılığa ulaşılır. Bu noktada, Allah'ın ve Rasûlü'nün ümmeti ihtilâf ede­cek durumda bırakması düşünülemez. Çünkü, yukarı­da verdiğimiz Tevbe Suresi  15'inci ayetinin yanısıra, “Bugün kâfirler dininizden ümitlerini kestiler, artık on­lardan korkmayın, Ben'den korkun; bugün dininizi ke­male erdirdin, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'dan razı oldum” (Maide: 3) ve “Helak olan apaçık delil üzere helak olsun, yaşayan da apaçık delil üzere yaşasın” (Enfal: 42) ayetlerinde de açık olduğu üzere, Allah dini,.tamamlamış, geleceği­ni garantiye almış ve artık din konusunda kâfirlerden değil, kendisi'nden korkulması gerektiğini belirtirken, zımnen gelecek tehlikelerin ancak nefsin arzularından geleceğini, bu bakımdan takva sahibi olmak, Allah'tan korkmak gerektiğini ifade etmiştir. Şu halde, tüm ihtilâf ve tefrikalar her zaman nefsten ve nefsin arzula­rından kaynaklanmakta, nefsine uyan insanlar diğerle­ri üzerinde bağy ederek ihtilâf ve tefrika'nın zeminini hazırlamaktadırlar.

Allah insanlar arasında ihtilâf ettikleri konularda hükmünü vermiştir ve verecektir. Her gelen rasûl ön­ceki ümmetlerin ihtilâflarını çözmüş, rasûller gelme­den önce ihtilâf halinde ölenlerin hükmü de Ahiret'te Allah'a kalmıştır. İslâm Ümmeti'nin ihtilâfı devam et­mektedir. Aslolan, 'Allah yolunda cihad etmek, yani uğraşmak, halis niyetle Allah'a ibadet etmek, yeni ye­ni ihtilâf ve tefrikalara düşmemeğe çalışmak, din ko­nusunda hasımlaşılmadan Kur'an'ın ve Peygamber'in yolunda gitmeğe çalışmaktır. Fırka-i Naciye her za­man Kur'an'a ve Sünnet'e yapışandır.

Kâinat'ta ve insanların hayatında ihtilâf ve tefrika'nın bir diğer önemli yönü daha vardır. İnsan toplu­mu nasıl başta bir çekirdek halinde olup ihtilâflarla geliştiyse, dinler de başlangıçta bir çekirdek halinde­dir. İşte, ortaya çıkan ihtilâflar ve dinlerin yayıldığı değişik iklimler ve içine düştüğü yeni yeni şartlar bu çekirdeğin patlayıp bir ağaç halinde büyümesine yol açar. Ne var ki, bu ihtilâfın 'iyi' olduğunu göstermez. Evet, Allah ihtilâfın olmasını diler, yani ihtilâf Meşiet-i İlâhî'nin dışında değildir. Çekirdek halindeki dinin açıl­masına yarayan ihtilâf bir bakıma bu yönüyle hadiste ifade olunduğu gibi rahmetse de, ihtilâfa, yol açanlar suçludur. Bu ihtilâf tekvini olup, insanlar bu açıdan Meşiet-i îlâhi'nin aracıdırlar. Ne ki, teşriî alanda emir -yasaklar geçerli olup, ihtilâf yasaklanmıştır. Her yeni Şeriat sahibi rasûlle zaman yeniden ilk 'Altın Çağ'a döndürülür; insanlar bu halde imtihana çekilir, ihtilâf çıkar, din çekirdeği patlar, ihtilâf edenler cezayı hak ederler; sonra ihtilâf halinde imtihan başlar; çekirdek­ten başlayan ağacın bazı dal ve yaprakları ve bazı mey­veleri çürük olur, ama her zaman ağacın kökü sağ­lam kalır ve sağlam bir dal bulunur, önemli olan çü­rük dallara değil, bu sağlam dala yapışmaktır." (Bu ko­nu daha geniş ve 'felsefî' bir açıklama gerektirdiğin­den, anlayana bu kadarı yeter diyerek, bu çalışmanın hacmi içinde bu kadarla yetiniyoruz.) [304]


[298] Müfredat, 377-8.                                             

[299] a.g.e. 155-6.

[300] İ. Mace, HN:  3994; Tirmirf, HN: 2271.

[301] İ. Mace, HN:  3991-3993.

[302] Buharî, IV,  142.

[303] a.g.e. IV, 117.

[304] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 401-411.