- Tebuk

Adsense kodları


Tebuk

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
selsebil
Fri 10 April 2009, 01:49 pm GMT +0200
Huneyn savaşından kısa bir süre sonra İmparator Herakliyus Kudüs'e giden Kutsal yolu tekrar inşa ettirdi. Bu Kur'anda önceden haber verilen ve O gün mü'min-ler sevineceklerdir» (Rum, 4) diye ifade edilen Bizanslıla­rın İranlılara karşı kesin zaferini noktalıyordu. İranlıların Suriye'den ve Mısır'dan askerlerini çekmek zorunda kal­maları da bir sevinç kaynağıydı. Fakat Suriye'de bir tehli­kenin yerini diğeri almıştı. îslâm devletinin sadece bu ta­raftan bir tehlike ile karşı karşıya olduğu söylenebilirdi. Medine'de Herakliyus'un Medine'ye karşı uzun bir sefer düzenlemek üzere ordusuna bir yıllık avans verdiği söy­lentileri dolaşıyordu. Bunun yanısıra Bizanslıların güney­de Belke'ya kadar geldikleri ve Lehm, Cudam, Gassan ve Amile kabilelerini ele geçirdikleri söyleniyordu. Bu haber­ler bir bakıma abartma, bir bakıma da gerçeğin tam ter­si idi. Herakliyus'un îran seferi sırasında rüyasında kendi­sini İslâm'a çağırmak için mektup yazan adamla özdeşleş­tirdiği «sünnetli bir adamın» Suriye krallığını ele geçirili­şini gördüğü henüz herkesçe bilinmiyordu. Gördüğü rüya öylesine etkili ve açıktı ki Herakliyus'un güneye doğru ya­yılmasını engelledi ve bir dereceye kadar Suriye'yi savun­masına neden oldu. Herakliyus Kudüs'ten Humus'a çekil­mişti. Orada, tüm bu bölgenin fethedileceğinden emin ola­rak generallerine, kuzeydeki diğer bölgelere yayılmaması şartıyla Suriye bölgesini Peygamber (s.a.v.)'e veren bir an­laşma yapmayı önerdi. Generallerin bu fikre çok şaşırmalan ve kesinlikle karşı çıkmaları onun bu plânı yürürlük­ten kaldırmasına neden oldu. Fakat Herakliyus gördüğü rüyayı hiçbir zaman unutmadı.

Aynı şekilde Peygamber (s.a.v.) de Allah'ın İslâm or­dularına Suriye kapılarını açacağından emindi. Ya zama­nının geldiğini düşünerek ya da kaçınılmaz kuzey seferi için ordularına deneyim kazandırmak için Biaznslılara kar­şı bir sefer düzenleyeceklerini açıkladı. Daha sonra şimdi­ye kadar kumanda ettiği en büyük ve en iyi silahlarla do­nanmış bir ordu kurmaya başladı. O zamana kadar, bu tür durumlarda asıl amacını gizli tutmak ve hazırlıkları müm­kün olduğu kadar gizli yapmak adetiydi. Fakat bu kez giz­lilik yoktur. Mekke'ye ve diğer müttefik kabilelere Suriye seferi için silahlı ve binekli adamlar göndermeleri için ha-ber gönderildi.

M.S. 630 yılının Ocak ayının başlarıydı. Mevsim her za­man sıcak olurdu, fakat o yıl bir kuraklık olmuştu ve ısı her zamankinden daha yüksekti. Aynı zamanda olgun ve taze meyve yeme zamanıydı. Bu iki durum sefere katılma­mak için ilk sebep teşkil ediyordu. Üçüncü neden ise im­paratorluk lejyonlarının dehşet verici şöhretiydi. Münafık­lar ve Müslümanlardan az samimi olanlar Peygamber (s. a.v)'e gelip çeşitli nedenler öne sürerek sefere gitmemek için izin istediler. Bedevilerin çoğu da böyle yaptı. Geride kalanlar içinde dört salih imanlı kişi de vardı: Ka'b îbn Malık, Hazreç'ten iki kişi ve Evs'ten bir adam. Bunlar ev­de kalmak için kesin bir karar almamışlar ve Özürler Öne sürmemişlerdi. O mevsimde Medine'den ayrılmak onlara o kadar sevimsiz gelmişti ki, hazırlık yapmaya başlayama-mışlar ve bu işi bugünden yarma ertelenmişlerdi. Uyandık­larında ise vakit çok geçti ve birlikler gitmişti. Fakat ço­ğunluk hızla hazırlığa koyulmuşlar ve zenginler daha faz­la para yardımı yapma konusunda yarışmışlardı. Osman tek başına onbin adama alet ve binek sağladı. Böyle oldu­ğu halde gitmek isteyen herkese yetecek kadar binsk ve alet yoktu. O sırada inen bir âyet (Tevbe: 92) Peygamber (s.a.v.)'in binek ve alet     sağlayamadığı için istemeyerek geri çevirdiği, bunun üzerine ağlamaya başlayan «yedi ağ­layan kişiyi beş fakir Ensar ve Muzeyne ile Gatafan dan iki bedevi hafızalara işliyordu.

Bütün bedevi müttefikler de katıldıktan sonra ordu, onbini atlı, otuz bin kişiye yaklaşmıştı. Şehrin dışına bir kamp kurulmuş ve herkes hazır olup Peygamber (s.a.v.) de yola çıkıp kumandayı ele alana kadar Ebu Bekirin yö­netimine verilmişti.

Peygamber (s.a.v.) Ali' (r.)'yi. ailesine bakmak üzere Medine'de bırakmıştı. Fakat münafıklar Peygamber'in onu bir fazlalık olarak gördüğü ve gözünün önünden uzak tu­tarak ondan kurtulduğu söylentisini yaydılar. Bunu duyan Ali (r.) o kadar üzülmüştü ki zırhını giydi, silahlarını ku­şandı ve ona katılmak için yalvarmaya niyetlenerek Pey­gamber (s.a.v.) e ilk konaklardan birinde yetişti. Ona in­sanların neler konuştuklarını anlattı. O da: «Yalan söylü­yorlar. Geride bıraktıklarım için orada kalmanı emrediyo­rum. Geri dön ve beni hem kendi ailende, hem de benim ailemde temsil et. Ey Ali, benden sonra Peygamber gelme­mesinden başka, senin bana, Musa'nın Harun'a yakınlığı gibi yakın olmandan memnun değil misin?»[1] dedi.

Kuzeye doğru ilerlerken birgün sabah namazında Peygamber (s.a.v.) abdest almakta gecikti. Adamlar saf­lara dizilmişlerdi; namaz kılmadan önce güneşin doğma­sından korkana dek onu beklediler. Daha sonra Abdurrah-man îbn Avf (r.)'m imamlık yapmasına karar verildi Peygamber (s.a.v.) geldiğinde hemen hemen birinci rekatı bitirmişlerdi. Abdurrahman (r.) tam geri çekilecekken Peygamber (s.a.v.) onu yerinde kalması için itti ve ken­disi de cemaate katıldı. Cemaat, namazı bitirip selâm ve­rince Peygamber (s.a.v.) ayağa kalktı ve kaçırdığı rekatı kıldı. Bitirdikten sonra: «îyi yaptınız, çünkü hiçbir Pey­gamber ümmetinden takva sahibi binnin arkasında namaz kılmadıkça ölmez*[2] dedi.

O sırada Medine'de, yaklaşık olarak ordu yola çıktık­tan on gün sonra, geride kalan dört mü'minden biri olan Hazreç'li Ebu Hayseme (r.) çok sıcak bir günde bahçesin­deki ağaçların gölgesine gitti. Orada iki kulübe vardı. Ha­nımlarının, ikisi kulübeye de su serpmiş olduğunu gördü. İkisinin de kendisi için yemek hazırlamış ve içmesi için toprak testilerde su soğutulmuştu. Kulübelerden birisinin kapı eşiğinde ayakta durdu ve: «Allah'ın Rasulü güneşin sıcağı altında, sıcak rüzgarlarla kavrulmuş. Ebu Hayse­me ise serin bir gölgelikte onun için kendi evinde yemek ve hanımları hazırlanmış!» dedi. Daha sonra hanımlarına dönerek: «Vallahi, Allah'ın Rasulü'ne yetişmeden ikinizin de kulübesine girmeyeceğim. Bu nedenle benim için erzak hazırlayın» dedi. Hanımları onun için erzak hazırladılar. Ebu Hayseme devesini semerleyerek hızla ordunun arka­sından yola çıktı.

Medine'de Kudüs'e giden yolun hemen hemen tam or­tasında Peygamber (s.a.v.) bir gece: «İnşallah yarın Tebûk akarsuyuna ulaşacaksınız. Güneş kızana kadar oraya varamayacaksınız. Ona ulaşan kimse ben gelinceye kadar suya dokunmasın» dedi. Fakat oraya ilk varan iki kişi kay­naktan içtiler. Ordunun büyük bir kısmı geldiğinde bir kaç damla su kalmıştı. Peygamber (s.a.v.) bu- iki kişiyi sert bir dille azarladı ve birkaç kişiye çukurlarda bulabildikleri kadar suyu toplayıp eski bir deri parçasına doldurmaları­nı söyledi. Yeteri kadar su toplandığında kabın içinde el­lerini ve yüzünü yıkayıp kaynağın ağzını kapatan kayanın üstüne serpti ve ellerini onun üstünden geçirerek Allah'ın dilediği şekilde dua etti. Daha sonra gökgürültüsü gibi bir sesle birlikte su fışkırdı. Bütün adamlar ihtiyaçlarını kar­şıladıktan sonra bile hâlâ su akıyordu. Peygamber (s.a.v.), yanında duran Mu'az [3]döndü ve: *Ey Mu'az, belki sen bu yerin bahçelerle dolu bir vadi olduğunu görene kadar ya­şayacaksın» dedi. Gerçekten de söylediği gibi oldu.

Peygamber (s.a.v.) ordu ile yola çıkmayı kaçıran dört mü'minin hatası üzerine üzülmüş ve hayal kırıklığına uğ

ramıştı. Tebûk'e ulaştıktan birkaç gün sonra onlara yeti­şen Hayseme için de daha önceden üzülmüştü. Yalnız yol­cunun yaklaştığı görüldüğünde, henüz yüz hatları belirgin olmamasına rağmen Peygamber (s.a.v.) dua eder gibi: «Ebu Hayseme olsa!» dedi. Adam onlara yaklaşıp selâm verdi­ğinde de: «Yazıklar olsun sana Ebu Hayseme!» dedi. Fakat neler olduğunu dinledikten sonra onu affetti.

Ordu Tebûk'te yirmi gün kaldı. Bizans'tan gelen tehli­ke söylentilerinin gerçek olmadığı ortaya çıkmıştı. Diğ^r taraftan bu Suriye'nin fethi için uygun bir zaman da de­ğildi, Fakat o günlerde Peygamber {s.a.v.} Akabe körfe­zinde ve doğudaki sahillerde yaşayan hristiyan ve yahudi kabileleriyîe bir barış anlaşması yaptı. Yıllık haraç karşı­lığında onlara îslâm devletinin himayesi vadediliyordu. Daha sonra Peygamber (s.a.v.) Haüd (r.)'i yirmisi atlı dörtyüz kişiyle Tebûk'ün kuzey-doğusundaki Dumat el-Cendel'e göndererek ordunun geri kalan kısmıyla birlikte Medine'ye döndü. Bu Önemli kale Suriye'ye giden yollar­dan birinin ve Medine'den Irak'a giden yolun üzerindeydi. Buranın hristiyan yöneticisi Ukeydir, Halid (r.î tarafın­dan yenilip esir edilince çok şaşırmıştı. Halid, onu Medi­ne'ye götürdü. Ukeydir (r.), Medine'de Peygamber  s.a v'e biat ederek Müslüman oldu.

 

80    TEBÛK'TEN SONRA
 

Bedir'den dönüş gibi, Tebûk'ten dönüş de üzüntülü olmuştu: yokluğu sırasında Peygamber (s.a.v.) 'in .kızların­dan biri daha, Ümmü Gülsüm (r.) ölmüştü. Bu sefer kızı­nın kocası da Medine'de değildi. Peygamber (s.a.v.) onun mezarı başında dua etti ve Osman (r.) 'a eğer bekâr bir kı­zı daha olsaydı kendisine vereceğini söyledi.

Sefere katılmayan münafıklar teker teker Peygam­ber (s.a.v.)'e gittiler ve özürlerini beyan ettiler. Peygam­ber (s.a.v.) onları, Allah'ın gizli düşünceleri bildiğini söy­leyerek uyarmasına rağmen, özürlerini kabul etti. Fakat geride kalan üç mü'mine, Allah'onlar hakkında hüküm verinceye kadar kendisinden uzak durmalarını ve diğer mü'minîere de bu üç kişiyle konuşmamalarını söyledi. Bu üç kişi Elli gün boyuûGa tttpEumdışı biı» hayat sürdüler; fakat ellinci gün sabah namazından sonra Peygamber (s.a.v.) mescidde Allah'ın onları affettiğini ilân etti. Bu ko­nu da nazil olan ayetler şöyleydi:

«(Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı), öyle kî, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti. Ve O'nun dışında (yine) Al­lah'tan başka bir sığınacak olmadığını İyice anladılar. Sonra tev-be etsinler diye onların tevbezlni kabul et'i. Şüphesiz Allah (yal­nızca) O tevbelerî kabul edendir.» (Tevbe: 118).

Cemaat sevince boğuldu ve birçoğu güzel haberi onla­ra vermek için mescidden aceleyle çıktılar. İçlerinden en gençleri olan Ka'b İbn Malik (r.) şehrin dışında kendisine tek kişilik bir çadır kurmuştu. Daha sonraki yıllarda, yak­laşan bir atm ayak seslerini ve «Ey Ka'b, müjde» diye bir bağırma duyduğunu ve nasıl hemen secdeye kapandığını anlatırdı. Bu iyi haberin affedilme haberinden başka bir şey olamayacağından emindi. Ka'b daha sonra mescide git­ti. -Peygamber (s.a.v.)'e selâm verdiğimde» dedi, «yüzü sevinçten parlıyordu. Bana: «Annenden doğduğundan beri geçirdiğin en güzel gün için sevin» dedi. «Ey Allah'ın Rasu-lü, bu senden mi, yoksa Allah'tan mı?» diye sordum. «Ha­yır Allah'tan» diye cevap verdi. Allah'ın Rasulü sevinçli bir haberden memnun olduğunda yüzü ay gibi parlardı».

Havazin'in lideri Malik (r.) Müslüman olduğundan be­ri boş durmuyordu. Beni Sakîf hâlâ Taif'e girilmez diye kendileriyle övünebilirlerdi; fakat şimdi tüm yönlerden uzak ve geniş Müslüman topluluklarıyla sarılmışlardı ve gönderdikleri her kervan yağmalanabilirdi. Hatta deve ve koyunları bile Malik'in adamları alır diye otlamaya dışarı çıkaramıyorlardı. Yanısıra Malik'in adamları ellerine dü­şen Sakif'iiler, putperestlikten vazgeçmedikçe serbest bı­rakmayacaklarını ve öldüreceklerini ilân etmişlerdi. Birkaç ay sonra Taif'liler Peygambere (s.a.v.) İslâm'ı kabul ede­ceklerini bildiren, buna karşılık halkın, mallarının ve top­raklarının güvenlikte olmasını isteyen bir anlaşma yap­mak üzere bir delege göndermekten başka seçenekleri ol­madığına karar verdiler.

Tebük'ten Ramazan'ın başında dönülmüştü. Aynı ay içinde Taiften delegeler Medine'ye geldi. Delegeler konuk­severce karşılandılar ve onlar için mescidin yakınma bir çadır kuruldu. Eğer Müslüman olurlarsa yerleşim bölge­lerinin îslâm devletinin koruması altında olmasına karar verildi. Fakat Peygamber (s.a.v.î onların ba^ı isteklerini kabul etmedi. Delegeler Lafın üç yıl kadar tahrip edilme­di den durmasını istediler. Peygamber (s.a.v.} bu isteği geri çevirince iki yıla, sonra bir yıla indirdiler, en sonunda bir ay mühlet istediler. Peygamber Cs.a.v.) buna da hayır de­di Daha sonra ona putlarını kendi elleriyle tahrip etmeme­leri ve hergun beş vakit namaz kılmamaları için yalvardı­lar. Onlara: «Namaz olmayan dinde hayır yoktur» diyerek namaz kılmaları gerektiğini söyledi. Fakat putlarını kendi elleriyle tahrip etmemeleri konusundaki önerilerini kabul etti. Urve'nin yeğeni Muğire'ye delegeler ile birlikte gitme­sini ve Mekke'den kendisine yardım etmek üzere Ebu Süf-yan'ı alıp Lat'ı tahrip etmesini emretti.

Müslüman olduktan sonra delegeler Ramazan'ın geri kalanını Medine'de oruç tutarak geçirdiler ve daha sonra Taife döndüler. Ebu Süfyan gruba Mekke'de katıldı, fakat putu kıran, tek elli Muğire idi. Muğire'nin kabilesi, Urve ile aynı kaderi paylaşmasından korkarak onun için bazı koruma önlemleri almışlardı. Fakat kınlan put için feryat eden kadın seslerinden başka bir müdahale olmadı.

Şehrin teslim olmasına en çok üzülen iki kişi, ne şeh­rin vatandaşı ne de Lat'm bağlılarmdandı. Peygamber (s. a. y.) Mekke üzerine yürüdüğünde, Hanzala'nm babası Ebu Amir ve ciritçi Vahşi, kendilerine yenilmez bir şehir olarak görünen Taife sığınmışlardı. Fakat şimdi nereye sı­ğınabileceklerdi? Ebu Amir, Suriye'ye kaçtı ve orada ken­di kendine ettiği bedduayı yerine getirerek «yalnız ve yu­vasız bir sürgün» olarak öldü[4]. Sakîf li bir adam Peygam­ber (s.a.v.)'in Müslüman olan hiç kimseyi öldürmediğini söylediğinde Vahşi hâlâ nereye gidebileceğini düşünüyor­du. Vahşi, bunun üzerine Medine'ye gitti, Peygamber (s.a. v ) 'e gidip kelime-i şehadet getirdi. O, böyle yaparken mü'-m inlerden biri onu Hamza'yı öldüren köle olduğunu anladı ve: «Ey Allah'ın Rasulü, bu Vahşi» dedi. «Olsun» dedi Pey­gamber (s.a.v.), «Çünkü bir kişinin İslâm'a girmesi benim içm bin kâfiri öldürmekten daha iyidir». Daha sonra gözle­ri, önündeki siyah yüzde gezindi:    «Gerçekten sen Vahşi misin?» diye sordu. Adam doğrulaymca: -Otur ve Hamzayı nasıl öldürdüğünü bana anlat» dedi. Adam anlatmayı bitirdiğinde Peygamber ,(s.a.v.): Yazıklar olsun, yüzünü benden uzak tut, bırak da sana bir daha bakmayayım»[5] dedi.

Ebu Amtr'in kuzeni îbn Ubey'e gelince, Tebûk'ten bir ay sonra hastalandı ve birkaç hafta sonra ölmek üzere ol­duğu anlaşıldı. Eski kaynaklar, onun nasıl öldüğü (mü'min olarak mı, münafık olarak mı) konusunda farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Fakat Peygamber (s.a.v.î'in onun başın­da cenaze namazı kıldığı ve kabri başında dua ettiği ko­nusunda hepsi aynı fikirdedirler. Bir kaynağa göre Ömer (r.), Peygamber (s.a.v.î namaz için yerini aldığında onun yanına gitmiş ve bir münafığa bu kadar lütufta bulunma­ması için ona karşı çıkmıştı. Peygamber (s.a.v.) ona gülüm­seyerek şu cevabı verdi: «Ömer, arkama geç. Bana bir se­çenek verildi, ben de seçtim. Bana:

«Sen, ister onlar İçin bağışlanma dile ya da istersen onlar tçin bağışlama dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlama di':sen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz» (Tevbe: 5)   ,

denildi. Eğer yetmiş defadan fazla bağışlanma dilediğimde Allah'ın onları bağışlayacağını bilsem dualarımın sayısını artırırdım»[6]. Daha sonra namazı kıldırdı, tabutun yanında mezarlığa kadar yürüdü ve mezarın başında durdu. Bun­dan kısa bir süre sonra münafıklar hakkında, şu ayet na­zil

«Onlardan ölen bitinin namazım hiçbir zaman kılma, mezarı başında durma. Çünkü onlar Allah'a ve Rasulüne (karşı) küfre sap­tılar ve fasıklar olarak öldüler.» (Tevbe: 84). Fakat başka kaynaklara göre[7] bu âyet Tebûk'ten dön­dükten hemen sonra nazil olan vahyin bir bölümü idi. Bu âyet İbn Ubey'e uygulanamazdı, çünkü Peygamber onu hastalığı sırasında ziyaret etmiş ve Ölümün yakınlığının onu değiştirdiğini görmüştü. İbn Ubey, Peygamber (s.a.v.) -den öldüğünde kefenlenmek için bir elbisesini ve kabre kadar tabutunun yanında gitmesini istemiş, O da bunu kabul etmişti. Daha sonra da: «Ey Allah'ın Resulü, ümit ederim ki tabutumun yanında dua eder ve günahlarımın affı için Allah'tan bağışlanmamı dilersin» demişti. Pey­gamber (s.a.v.) yine kabul etmiş ve O Öldükten sonra da sözünü yerine getirmişti. Tüm bu olaylar sırasında ölen adamın oğlu Abdullah da vardı.

Peygamber (s.a.v.)'e elçiler gönderen tek kabile Saklf değildi. «Heyetler yılı» olarak anılan Hicret'in bu dokuzun­cu yılında Medine'ye Arabistan'ın her tarafından daha bir çok elçiler geldi. Bunlar arasında Yemen'in çeşitli bölgele­rinden gelen elçiler ve putperestliği bırakıp Müslüman ol­duklarını duyuran dört Himyerli Prensin mektupları da vardı. Peygamber (s.a.v.) onlara samimiyetle cevap verdi; onlara İslâm'ın emirlerini haber verdi. «Dinine bağlı olan bir yahudi veya bir hristiyanın dininden döndörülmeyece-ğini, fakat cizye (haraç) ödeyip, Allah'ın Rasulü'nûn hi­mayesi altında olacağını»[8] belirterek yahudi, hristiyan ve Müslümanlardan vergi toplamak üzere göndereceği elçile­re iyi davranmalarını emretti. Dinsel ayrılıklarla ilgili ola­rak   nazil olan bir âyette şöyle denilfyordu.:

«Sizden her biriniz için bîr şeriat ve bir ydl yöntem kıldık. Eğer Allah[9] dileseydi, sizi bir tek ümmetten kılardı; ancak (bu) si­ze verdikleriyle sizi denemesi İçindir. Artik hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır.  Hakkında     anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir» (Maide: 48).

Gelen heyetlerin hepsinden sonuç alınamıyordu. Bı'r Ma'un'daki katliamdan sorumlu olan Amir İbn Tufeyl şim­di Beni Amir'in başına gelmiş ve kabilesinin baskıları so­nucunda Medine'ye gelmek zorunda kalmıştı. Fakat cahil bir adamdı. İslâm'a karşılık Peygamber (s.a.v)'den kendi­sini halifesi olarak ilân etmesini istedi. Peygamber (s.a-v.). «O ne senin içindir ne de kabilen içindir» dedi. «O halde», dedi Amir, «Sen şehirlileri yönet, bana da göçebeleri ver... «Hayır» dedi. Peygamber (s.a.v.); «fakat sana süvarilerin idaresini veriyorum, çünkü sen atlardan anlayan bir adam­sın.» Bedevi lider için bu yeterli değildi. Hor görerek; «Bir-şeyim olmayacak mı yani?» dedi. Geriye dönerek: «Her ta­rafı sana karşı atlılar ve yayalarla dolduracağım» dedi. O gittikten sonra Peygamber (s.a.v.) dua etti. «Allah'ım, Be­ni Amir'e hidayet ver ve Tufeyl'in oğlu Amir'in şerrinden İslâm'ı kurtar.» Amir yolda bir saldırıya uğradı ve eve varmadan öldü. Kabilesi yeni bir temsilci kurulu gönder­di ve anlaşma yapıldı. Şair Labîd (r.) de elçilerden biriydi ve Müslüman olmuştu. Bundan sonra şairliği bırakmak is­tediği söyleniyordu. «Buna karşılık ' Allah bana Kur'an'ı verdi» demişti. Fakat yine de yeteneklerini dinin hizmetin­de   kullanarak Ölünceye dek şiir yazmaya devam etti.

Hac zamanı yaklaşıyordu. Peygamber (s.a.v.) hacılarla ilgilenme görevini Ebu Bekir (r.)'e verdi. Ebu Bekir (r.) Medine'den üçyüz kişiyle yola çıktı. Fakat onlar gittikten kısa bir süre sonra, Müslüman ve müşrik Mekke'ye giden tüm hacıların duyması gereken önemli bir âyet nazil oldu. Peygamber (s.a.v.) «Bana benim ailemden birinden başka­sı temsilci olamaz» dedi ve Ali (r.) 'e tüm hızıyla gidip hacı­lara yetişmesini söyledi, inen âyetleri Mina'da okuyacak ve o yıldan sonra Kâ'be'ye çıplak girilemeyeceğini ve put­perestlerin son defa Haç yaptıklarını ilân edecekti.

Ali Cr.) yetiştiğinde Ebu Bekir (r), topluluğa kuman­da etmek üzere mi geldiğini sordu. Ali (r.) onun kumandası altında olacağını söyledi ve birlikte yola çıktılar. Na­mazları Ebu Bekir kıldırdı ve hutbeleri de o okudu. Bay­ram günü, tüm hacılar kurbanlarını kesmek üzere Mina vadisinde toplandıklarında Ali (r.) ilahî mesajı açıkladı. Mesajın konusu, putperestlere serbestçe gidip gelme için dört ay mühlet verildiği, bu süreden sonra Allah'ın ve Ra-sulü'nün onlara, karşı bir sorumlulukları    olmayacağıydı.

Onlara savaş ilan edilmişti. Bundan sonra görüldükleri yerde öldürülecek ya da esir alınacaklardı[10]. İki istisna ya­pılmıştı Peygamber (s.a.v.)'le özel anlaşması olan ve bu an­laşmaya uyanlar anlaşma süresi bitinceye etek güvenlikte olacaklardı, eğer bir putperest himaye isterse ona himaye verilecek, îsîâm ona tebliğ edildikten sonra emin bir yere yerleştirilecekti. Putperestlerin çıkarılmasıyla sadece tica­retlerinin durgunlaşacağını değil değerli hediyelerden de mahrum kalacaklarını zanneden yeni Müslüman olan Mekke'lilere hitaben yeni bir âyet nazil olmuştu:

«Ey iman edenler, müşrikler ancak pisliktirler; öyleyse bu yıl­larından sonra artık Mesciâ-i Harama yaklaşmasmlar. Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız. Allah dilerse sizi kendi fazlından zengin kılar. Hiç şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.» (Tevbe: 25).

Peygamber (s.a.v.) Hicret'ten sonra onuncu yıl olan ertesi yıl hemen hemen tümünü evde geçirdi. İbrahim, yü­rümeye başlamıştı ve henüz Konuşmaya başlıyordu. Ha­san (r.) ve Hüseyin (r.)'in, Zeyneb Cr.) adında bir kızkar-deşleri olmuştu ve Fatıma (r.) dördüncü bir çocuk bekli­yordu. Ailenin diğer yakınları arasında Cafer (r.)'in üç oğlu vardı. Cafer'in ölümünden sonra Esma (r.) ile evlen­diği için bu üç çocuk Ebu Bekir (r.)'in üvey oğullan olu-

yordu. Esma (r.) da bir bebek bekliyordu. Peygamber (s.a. v). Esma'nm kardeşi Ümmü'1-Fadl (r.)'ı çok severdi. Mek­ke'de iken sık sık onu ziyaret etmek adetiydi. Abbas (r.) Medine'ye yerleştiğinden beri yine sık sık ziyaret ediyordu. En büyük oğulları Fadl fr.) olgunlaşmış ve Peygamber (s. a.v.) tarafından sevildiğini gösteren birçok olayla karşı­laşmıştı. Bunlardan biri de, Peygamber (s.a.v.)'in Meymu-ne (r.)'de kaldığı zamanlar, yeğeni Fadl (r.)'ı onunla-bir­likte kalmaya davet etmesiydi.

Delegeler bir önceki yıl gibi gelmeye devam ediyordu Bunlardan biri, Peygamberle (s a.v) anlaşma yapmak isteyen Necran hris Uyanların d andı. Onlar Bizans yönetimin-deydiler ve geçmişte Konstantinapol'den birçok yardım gör­müşlerdi. Altmış itişi olan delegeleri Peygamber (s a.v.) Mescid'de kabul etti. Onların dua etme vakti geldiğinde Peygamber (s.av.) onların doğuya dönerek dua etmelerine izin verdi.

Kaldıkları sürece yapılan görüşmelerde birçok ilkelere değinildi, isa'nın kişiliği hakkında Peygamber (s.a.v)'le arasında birçok anlaşmazlıklar çıktı. Bunun üzerine şu âyetler nazil oldu-

«Şüphesiz, Allah ka'ında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı[11], sonra da «ol» demesiyle o he­men oluverdi. Gerçek, Rabbindendir. öyleyse kuşkuya kapılanlar­dan olma. Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle «çekişip-tartışmalcra girişirlerse» de ki: «Gelin oğullarımı­zı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve ken­dinizi çağıralım, sonra kcrşthkh lanctleşelim de Allah'ın lanetini ya­lan söylemekte olanların üs'üne kılalım.» (Al-i Imran: 59-61}.

Peygamber (s.a.v.) bu âyetleri hristiyanlara okudu ve onları kendisi ve ailesi ile buluşup âyette Önerilen şekilde

anlaşmazlığı çözmeye davet etti. Onlar düşüneceklerini söylediler, ertesi gün Peygamber (s.a.v.)'e geldiklerinde, Ali (r.)'nin, Fatıma lr.)'nın ve iki oğullarının yanında ol­duğunu gördüler. Peygamber (s.a.v.) büyük bir aba giy­miş ve hepsini de içine alacak şekilde yaymıştı. Bu neden­le bu beş kişiye, «ehl-i aba» denirdi. Hristiyanlara gelince, anlaşmazlığı artık daha fazla devam ettiremeyeceklerini anladılar. Peygamber (s.a.v.î onlara, vergi vermeleri karşı­lığında kendilerinin, kiliselerinin ve tüm diğer mallarının İslâm devletinin koruması altında olacağını vadeden bir anlaşma yaptı.

Bu yılın ilk aylarında süren neşeli mutluluk İbrahim'­in hastalanmasıyla birlikte sona erdi. Bir süre sonra onun uzun süre yaşamayacağı ortaya çıktı. Onu annesi Mariye (r.) ve teyzesi SirînCr.) tedavi ediyorlardı. Peygamber (s. a.v.) onu sık sık ziyaret ed'yordu ve ölürken yanındaydı. Çocuk son nefesini verdiği ide kucağına aldı ve gözlerin­den yaşlar boşandı. Onun yas ve feryadları yasaklaması, ölüm sonrasındaki tüm üzüntü belirtilerini de yasaklamış olduğu anlaşılıyordu. Bu yanlış anlama hâlâ bazı zihinleri meşgul ediyordu. Abdurrahman İbn. Avf (r.): «Ey Allah'ın Rasulü, sen bunu ağlamasını kastederek yasaklama­dın mı? Müslümanlar seni ağlarken görürlerse onlar da ağ­larlar» dedi. Peygamber (s.a.v.) yine ağlamaya devam etti ve konuşabilecek hale geldiğinde: «Ben bunu yasaklama­dım. Bunlar acıma ve merhamet belirtileridir. Merhametli olmayana merhamet olunmaz. Ey ibrahim, eğer tekrar bu­luşma va'di olmasa, bu herkesin geçmek zorunda olduğu bir yol olmasa ve son gelenimizin ilk gidene yetişeceğini bil­in eşek, senin için daha fazla üzülürdük. Yine de senin için çok üzülüyoruz, ey İbrahim. Göz ağlar, kalb hüzünlenir, Allah'ın gücüne gidecek birşey söylemiyoruz» [12]dedi.

İbrahim'in Cennette olduğunu söyleyerek Mariye (r.) ve Şirin (r.)'i teselli etti. Onları bir müddet yalnız bıraka tıktan sonra Abbas (r.) ve Fadl (r.) ile birlikte döndü, îki yaşlı adam oturmug onu seyrederken genç adaın cenazeyi yıkadı. Daha sonra, cenaze mezarlıktaki küçük mezarına kondu. Üsame (r.) ve Fadl Cr.) çocuğu mezara uzattıktan sonra Peygamber Cs.a.v.) cenaze namazını kıldırdı ve kab­rin başında oğlu için dua etti. Mezara toprak atıldığında hâlâ mezarın başındaydı. Daha. sonra bir kırba su getirme­lerini ve mezarın üstüne serpmelerini emretti. Atılan toprağın yüzeyinde dengesizlik vardı, buna işaret ederek: Sizden biriniz birşey yaptığında, onu mükemmel yapsın» dedi. Toprağı eli ile düzelterek yaptığı iş için «Bu ne iyilik ne de zarar verdi, fakat hüzünlenenin gönlünü ferahlattı»[13] dedi.

Peygamber (s.a.v.) birçok kez, yaptığı her dünyevi işte kişinin mükemmeli araması gerektiğini vurgulamıştır. Bir­çok sözü de bu amacın dünyevi olmadığını ve uhrevi ol­duğunu belirtir. Ali, Peygamberin (s.a.v.) bu konudaki tu­tumunun şu sözlerle özetlenebileceğini söylemiştir: «Her za­man yaşayacakmış gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gi­bi ahiret için çalış.» Her zaman ayrılmaya hazır olmak, her zaman uhrevi olmaktır. Peygamber (s.a.v.): «Bu dünyada bir garip veya bir yolcu gibi ol»[14] demiştir.

İbrahim'in öldüğü gün, cenaze gömüldükten sonra bir güneş tutulması olmuştu. Bazıları bunu Peygamber (s.a. v'Jin üzüntüsüne bağladılar. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): «Ay ve güneş Allah'ın işaret ayetlerindendir. Onla­rın ışığı hiçbir insanın ölümü için kesilmez. Onların tutul­duğunu görürseniz, aydmlanmcaya kadar dua edin.»[15] dedi.