sumeyye
Fri 23 July 2010, 10:59 am GMT +0200
Tasavvuf Dönemi ve İlk Mutasavvıflar 3
Cüneyd, sâhip olduğu sistematik kafa yapısı sebebiyle, tasavvufun esaslarını yaymış ve geniş bir etki alanı oluşturarak, tesirini yıllar boyu sürdürmüştür Cüneyd, tasavvufu "Hakk'ın seni senden öldürmesi ve kendisiyle diriltmesidir" diye tanımlarken insanın nefsini imhâ etmesi ve Hakk ile ve Hakk'ın irâdesiyle hareket etmesi anlamını kasdetmektedir Bir başka târifinde Cüneyd: "Tasavvuf, insanlara uymamak için kalbi tasfiyedir" der
Tabiî ahlâk ile yaşamak, beşerî sıfatları söndürmek, nefsi dâvalardan sakındırmak, rûhânî sıfatları benimsemektir
Cüneyd, tasavvuf kavramlarından tevhîd konusunda söz söyleyen sûfîlerin ilklerindendir "Tevhîd, kadîm ile hadîsin arasını tefrik etmektir Allâh'ın ezeliyet sıfatında tek olduğunu; O'nun fiilini işleyen hiçbir şeyin mevcud olmadığını bilip ikrar etmektir5 "En şerefli ve en yüce meclis, tevhîd meydanında düşünerek yapılan meclistir"6 Tevhîd yakînden ibârettir Yâni halkın harekât ve sekenâtının, şeriki bulunmayan Allâh'ın fiili olduğunu bilmesidir Bunu yapan Allâh'ı tevhîd etmiş olur Tevhîd bilgisi, tevhîdin vücûduna zıddır Tevhîdin vücûdu bilgisinden farklıdır, derken vecd ve cem' hâlinde Allâhdan başka birşey görmemek, sahv ve fark hâlinde ise âlemi Allâh saymamak anlayışını ifâde etmektedir Cüneyd'in tevhîd konusundaki fikirleri Bayezid ve Hallâc'ınkilerden farklı bir konumdadır
Bu dönemde fenâ ve bakâ kavramlarını ilk defa kullanan ve bu konuda bir eser kaleme aldığı tabakat müelliflerince ifâde edilen Ebû Saîd Harrâz (ö277/890) aynı zamanda ilm-i bâtın konusunda söz söyleyenlerin ilkidir Ancak bâtın ilmi konusunu ulu orta değil, belli bir süzgeçten geçirme lüzûmunu ifâde için "şerîatın zâhirine muhâlif olan bâtın ilminin her çeşidinin bâtıl olduğunu" söylerdi "Fenâ dünyânın fânî olduğunu bilmek; bakâ âhiretin bâkî olduğunu kavramaktır" diye konuşurdu Yâni onun anlayışına göre fenâ ve bakâ, kulun ubûdiyyetini görmekten fânî olması, amellerini görmemesi; bakâ Hakk'ın rubûbiyyetinde bâkî olması, Allâh'ın güzellik ve ihsânını görmesi, kulluk aczini kavramasıdır
Bu dönemin en önemli ve en renkli şahsiyetlerinden biri de Hüseyn b Mansûr Hallâc'dır (ö305/917) "Ene'l Hakk" (Ben Hak'ım) sözünü söylediği için zındıklık ithamıyla yargılanan Hallaç araya giren bâzı siyasî sebeplerin de etkisiyle idam edilen ilk sûfîlerdendir Duygu ve düşüncelerini bazen şiir, bazen de nesirle ifâde etmiş ve onun "Tavâsin" adlı eseri özellikle çok tartışılmıştır Hallâc'ın sözlerinde küfr kokusu duyanlar olduğu gibi, onun fikirlerini coşkun bir rûh hâlinin ürünü ve sekr, cezbe mahsulü şathiyyât olduğunu söyleyenler de vardır Sûfîler genellikle Hallâc'ın fikirlerini benimsemiş ve tasavvuf târihi boyunca Hallac hep savunulmuştur Mevlânâ onun idamını Hakk ile arasındaki ittihad sırrını açığa vurmasında arar ve onu övücü sözlerle yâd eder
3- H III ve IV Asırlar'da Tasavvuf Yolları
Keşfu'l-Mahcûb müellifi Hucvirî bu asırların sûfîlerini oniki fırka olarak tasnif eder ve bu oniki fırkadan onunun yollarının doğru, ikisinin de yanlış olduğunu anlatır Yanlış yollardan biri olarak da Hallâciyye ile Hulûliyye fırkasını sayar; makbul ve doğru saydığı fırkalar ile kurucuları ve özelliklerini şöyle sıralar:
a- Muhâsibîyye: Haris b Esed Muhâsibî'ye nisbet edilen fırka olup "rızâ" kavramını makam değil, hâl saymasıyla tanınırlar
b- Kassâriyye: Hamdûn b Ahmed Kassâr'a bağlı bir fırka olup "melâmet" esasına dayanır Melâmet; riyâdan titizlikle kaçınmak, ihlâsa önem vermek, hayrı gizleyip şerri gizlememektir Hakk katında sıddîk olmak için, halk arasında zındık sayılmaktan korkmamak, şekil ve görünüşe fazla önem vermemektir
c- Tayfuriyye: Ebû Yezid Tayfur b İsâ Bistâmî'ye bağlı olan galebe ve "sekr" esasına dayalı bir sistemdir Tayfuriyye, bakâdan çok fenâyı, farktan ziyâde cem'i, isbattan ziyâde mahvı, temkinden çok telvini, sahvden çok cezbe, sekr ve galebeyi, huzurdan çok gaybeti esas alan bir yoldur
d- Cüneydiyye: Tarîkatlerde "Seyyidü't-tâife" ve ser-halka kabul edilen Cüneyd Bağdadî'nin "sahv ve temkin" esası üzere kurduğu yolun adıdır
e- Nûriyye: Ebu'l-Hüseyn Ahmed b Muhammed Nûriye izâfe edilen yoldur Bu yolun temel vasfı îsârdır Kur'ân'daki "ihtiyaç sâhipleri oldukları hâlde kardeşlerini kendilerine tercîh edenler"7 âyetini esas alarak kardeşini kendine tercîh etmektir Arkadaşlarıyla birlikte yargılanıp idama mahkûm olan Nûrî, celladın: "Önce kimin boynunu vurayım?" sorusuna ileri atılıp " Benim" cevâbını vermiştir "Neden böyle yaptın?" diyenlere de: "Arkadaşlarımın biraz daha fazla yaşamasını sağlamak için (îsâr)" cevâbını verince, hem kendini, hem de arkadaşlannı kurtarmaya vesîle olmuştur
f- Sehliyye: Sehl b Abdullah Tusterî'ye bağlı olan yolun adıdır Sehl'in yolunun esası "nefsle mücâhede", riyâzat ve çiledir
g- Hakîmiyye: Ebû Abdullah Muhammed b Ali Tirmizî'nin yolunun adıdır Hakîm Tirmizî diye meşhur olan bu zatın yolunun temel vasfı "velâyeti isbattır"
h- Harrâziyye: Ebû Sâit Harrâz'a nisbet edilen yoldur "Fenâ ve bakâ" kavramından tasavvufî anlamda ilk defa bahseden odur O'nun târifine göre: "Fenâ, kulun ubudiyeti görmesinden fânî olması; bakâ, kulun ulûhiyyetin tecellîyatı ile bakî olmasıdır"
i- Hafîfiyye: Ebû Abdullah Muhammed b Hafîfe bağlı olan tarîkattır Yolun esası "gaybet ve huzur "dur Gaybet kendinden geçmektir Kendinden geçen Hakk'ın huzurunda olur Hakk'ın huzurunda olan kendinden geçmiştir Kendinden geçmeden Hakk'ın huzurunda olmak mümkün değildir Bu yüzden her huzur gaybet, her gaybet huzurdur Biri olmadan diğeri olmaz Gaybet başlangıç, huzur nihâyettir
j- Seyyâriyye: Ebû Abbâs Seyyârî'ye izâfe edilen bir yol olup, esası "cem ve tefrik" kavramları üzerinedir Cem, kulun her şeyi Allâh'da bilerek halkı yok, Hakk'ı var görmesi, fark ise kulun kulluk sıfatıyla Hakk'ı ve halkı ayrı ayrı varlıklar olarak görmesidir
Tasavvufta daha sonraki yaygın anlamıyla olmasa bile, tarîkat kelimesinin III ve IV asırlarda kullanılmaya başladığı görülmektedir Eser veren müellif mutasavvıflar gibi, eser vermeyen fakat talebe yetiştiren, sözleri ve uygulamaları nesilden nesile ananevî olarak intikâl eden bâzı önemli şahsiyetler de bu dönemde yetişmiştir
4- H V, M XI Asırda Tasavvuf
V Hicrî (XI m) asır, Bağdad'da bulunan Abbasî hilâfetinin siyasî nüfûzunun azaldığı İslâm dünyâsının doğu bölgelerinde Büyük Selçuklularla, diğer bâzı beyliklerin Mısır'da Fâtımîlerle, Endülüs'te Emevîlerin hakîm olduğu yıllardır
Bu asır, çok değişik yapıya sâhip mutasavvıfların yetiştiği bir dönemdir IV hicrî (Xm) asırda doğup, V asırda vefât eden başlıca sûfîler şunlardır:
Ebû Ali Dekkâk, Kuşeyrî'nin kayınpederi ve üstadı olan bu sûfî IV asırda doğup V aşırın başında Nişabur'da vefât etmiştir (ö405/1014)
Ebû Abdurrahman Sülemî (ö412/1021), bu devirde yaşayan sûfîlerin en ünlülerinden biridir Eserleri ve tesirleri açısından kendisinden önceki Muhâsibî'ye benzer İlk sûfî tabakatını o yazmıştır Kur'ân'a yazdığı tasavvufî tefsir, sahasının ilklerindendir İsfahânî ve Kuşeyrî gibi sûfîlerin yetişmesini sağlamıştır,,
Harakân'da yetişen ve Bâyezid Bistâmî'den Üveysî yolla feyz alan Ebu'l-Hasan Harakânî (ö 425/1034), Bâyezid gibi cezbeli, halktan uzleti tercîh eden halvet ehli sûfî özelliğindedir Baba Tâhir Üryan ise tasavvufî heyecanını şiir ve rubâileriyle anlatan bir gönül adamıdır,,
Ebû Nuaym İsfehânî (ö 430/1038), muhaddis ve sûfî kimliği ile Hz Peygamber ve ashâbından başlayarak en geniş zâhid ve sûfî tabakatını kaleme alan mutasavvıftır Sülemî'nin talebesi, Kuşeyrî'nin de hocasıdır
ALINTI