- Tarihin hesaplaşma yeri Kafkasya

Adsense kodları


Tarihin hesaplaşma yeri Kafkasya

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 23 May 2012, 12:01 pm GMT +0200
TARİHİN HESAPLAŞMA YERİ KAFKASYA
Fatih GÜLDAL • 45. Sayı / DOSYA YAZILARI


Kafkas kelimesinin çoğu mitolojik öğeler içeren farklı anlamları vardır. Birbirinden farklı açıklamaları da göz önünde bulundurduğumuzda kabul edilebilecek en genel geçer açıklama Kafkas coğrafi adının “dağ” mânâsına gelen “kaf” ve kavim adı olan “Qaz” (Qas, Haz) kelimelerinden meydana gelmiş, “Qas” ya da “Qaz” kavminin yaşadığı, yerleştiği dağ anlamına geldiğidir.

Kafkasya, tarih boyunca bir sınır bölgesi olarak kabul edilmiştir. Azak Denizi’ndeki Taman Yarımadası’ndan Hazar Denizi kıyılarındaki Apsheron Yarımadası’na kadar uzanan Kafkas Anasıra Dağları, Himalaya sisteminin batı kanadı olarak, Ermenistan ve İran dağlarını içine alan Ortadoğu dağ bölgesinin tabii sınırıdır. Arapların “Mavera-i Kafkasya”, Avrupalıların “Transkafkasya” ve Rusların “Zakafkasya” olarak bahsettikleri bölge, siyasî ve coğrafî bakımdan genel olarak “Sirkafkasiyen (Circaucaie)” ve “Transkafkasya (Transcaucasie)” diye iki bölgeye ayrılır. Kafkasya’nın doğu kısmı Asya, batı kısmı ise Avrupa kıtası içerisinde değerlendirilmektedir. Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Güney Kafkasya’da yer alırken, Rusya Federasyonu’na bağlı Dağıstan, Kalmuk, Karaçay-Çerkez, Kabarda-Balkar, İnguş, Kuzey Osetya, Çeçenistan Kuzey Kafkasya’da bulunmaktadır. 25 milyona yakın bir nüfusa sahip olan Kafkasya, etnik olarak çok karmaşık bir yapı arz eder. Elliye yakın birbirinden farklı halk topluluğu, bölgenin çoğu zaman karmaşık ve birlikten yoksun bir durumda olmasına neden olmuştur. Coğrafî konum itibariyle merkezî bir noktada, geçiş yoları üzerinde olması bölgeden çok farklı kültürlere sahip birçok insanın geçiş yapmasına, bunlardan bir kısmının da buraya yerleşmesine sebebiyet vermiştir. Özellikle Gürcüler, Türkler, Ermeniler, Osetler, Çerkezler, Abhazlar bölgenin en kalabalık halklarıdır. Bölgenin tüm farklılıklarına rağmen konuyla ilgilenen araştırmacılar bu coğrafyada yaşayan insanları ilmî bazı zorunluluklardan dolayı tasnif etme gereği hissetmişlerdir. Birbirlerinden farklı özellikler gösteren bu tasnifler içerisinde bölgeyi nüfus açısından üçe ayıran inceleme dikkat çekicidir. Buna göre Kafkaslarda yaşayan insanlar, Türk kökenliler, Hıristiyan milletler ve Müslüman olan, ancak aynı dine mensubiyet ile uzun yıllardır birlikte yaşamanın verdiği yakınlaşma dolayısıyla Türkleşme eğilimi gösteren Kafkas kavimleri olarak tasnif edilebilir. Irkların farklılığının yanında dillerin çeşitliliği de ilgi çekicidir. Bazı araştırmacılar Kafkasya’da otuz yedi dilin varlığından bahsetmişlerdir. Bununla birlikte bu çeşitliliği üç dil ailesi etrafında toplayarak daha kolay inceleyebiliriz. Ruslar, Ukraynalılar, Ermeniler, Osetler, Kürtler ve Yahudiler Hint-Avrupa dil ailesine mensupken, Altay dil grubuna Azeriler, Kumuklar, Nogaylar, Karaçaylar, Tatarlar ve Kafkas Türkmenleri girmektedir. Abhaz-Adige ve Dağıstanlılarda da Kafkas dilleri içerisinde değerlendirilirler. İslam coğrafyacıları bölgeye bu yoğunluktan dolayı Cebelülelsine yani diller dağı demişlerdir. İslam öncesi Kafkasya’nın tarihine baktığımızda Sâsânilerin Romalılarla uzun süren ve genel olarak başarıyla neticelenen mücadelelerine şahit oluruz. İsa’dan önce IV. yüzyılda İskender’in İran seferi Kafkasya’da herhangi bir değişikliğe yol açmamıştır. Sâsânilerin I. Hüsrev zamanında Gürcü krallığını yıkmalarına rağmen Ermenilerin de bu dini kabul etmesiyle Hıristiyanlık bölgede yayılmıştır. Müslüman Arapların bölgedeki fetihleri Hz. Ömer zamanında başlamış ve VII. yüzyılda genel olarak bölge Müslümanların kontrolüne girmiştir. Ancak bölge halklarının hâkimiyet altına alınması hiç de kolay olmamıştır. Aslen Türk olan Hazarlar Müslümanların ilerleyişini bir müddet durdurmuş olsa da özellikle Abbasiler döneminde bölge tekrar Arapların kontrolüne geçmiştir. Ancak IX. yüzyılda Abbasilerin bölgedeki etkisi zayıflamaya ve Kafkasya’da küçük mahallî idarelerin kurulmaya başladığı görülmektedir. Türklerin bölgeye gelişleri M.Ö VII. yüzyıldaki Saka akınlarıyla başlatılır. Daha sonraları Hunlar, Bulgarlar, Hazarlar, Ağaçerilerin Kafkasya’ya yerleştiklerini görmekteyiz. Bununla birlikte kitlesel olarak ve bölge tarihini derinden etkileyen akınlar Selçuklular zamanında gerçekleşmiştir. Özellikle Anadolu’ya yapılan akınlarda Kafkaslar her zaman bir üs ve geri çekilme noktası olarak kullanılmıştır. Sultan Alparslan bölgenin etkin gücü Gürcüler üzerine 1064 ve 1067 yıllarında iki sefer yapmış ve Gürcü kralı hâkimiyet altına alınırken Transkafkasya tamamen Türk egemenliğine girmiştir. Böylece Bizans’ın Doğu Anadolu ve Karadeniz ile bağı kesilme noktasına gelmiştir. O yıllarda bölgeye yerleşen Oğuz ve Kıpçak Türkleri bugünkü Azerbaycan Türklerinin atalarıdır. XIII. yy’da Kafkasya Moğol saldırılarına maruz kaldı. İlerleyen yıllarda Cengiz devletinden neşet eden İlhanlılar ve Altın Orda devleti bölgede hâkimiyet mücadelesi verdiler. Moğol orduları Gürcistan’ı yağma ederek harabeye çevirirken XIV. yüzyılda bölge aktörleri arasına Timur da girdi. Moğol bakiyeleri ile mücadele eden Timur önemli başarılar kazandı. Bundan sonra Kafkasya toprakları Osmanlı Devleti ile Safeviler arasında yapılan mücadelelerin de merkezi oldu. Şah İsmail ile siyasî birliğini tam anlamıyla sağlayarak bölgenin en güçlü devletlerinden biri hâline gelen Safeviler, Güney Kafkasya’yı büyük oranda ele geçirdiler. Safevilerin, Osmanlı Devleti’nin büyük sıkıntılar ile gerçekleştirdikleri Anadolu’daki siyasî birliği bozmak gibi olumsuz sonuçlar doğuracak eylemler içerisine girmeleri bu iki gücü Kafkasya’da karşı karşıya getirdi. Kanunî Sultan Süleyman ve IV. Murad bizzat ordularının başında Kafkasya’ya sefere çıktılar. XVI. yy’ın sonlarında Osmanlı Devleti bölgede hâkimiyeti sağlayarak Hazar’a kadar çıksa da umumiyetle bölgenin doğusu Safevilerde batı yarısı ise Osmanlılar’da kalmıştır. Safeviler ile Osmanlılar’ın yoğun ve belki de çoğunlukla kazananı belli olamayan savaşları sürerken Kafkasya’da yeni ve etkisini günümüzde de devam ettiren bir güç olarak Rusya ortaya çıktı. İlk çatışmalarda Osmanlı Devleti başarılı olsa da Rusya’nın ilerleyişi durdurulamadı. XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde Rusya Kafkasya’nın güneyini ve Hazar’ın kıyısındaki bazı eyaletleri ele geçirdi. İran’ın içerisinde bulunduğu karışık durumları da değerlendiren Rusya hareket alanını genişletti ve Küçük Kaynarca (1774), Gülistan (1813), Türkmençay (1828), Berlin (1878) anlaşmalarıyla Batum hariç Osmanlı ve İran Kafkasyası’nın tamamını ele geçirerek aşağı yukarı bugünkü sınırlarını oluşturdu. Bu süreç içerisinde Rusya’nın bölge halkına yaptığı eziyet ve Ruslaştırma politikaları bölgede yaşayan Türk ve Müslüman unsurları harekete geçirerek Kafkasya’nın en büyük direnişlerinden biri olan Şeyh Şamil’in kıyamına sebep oldu. Halidiyye tarikatına mensup bu direnişçiler yirmi beş yıldan fazla Ruslara direnerek bölgede yaşamaya çalışmışlarsa da sonuçta yenilerek bölgeyi terk ederek Osmanlı’ya sığınmışlardır. Sultan II. Abdülhamid’in İslamcılık politikaları gereği kuzeyden akan binlerce mülteciye her türlü kolaylık sağlanmış ve bütçeden ciddi bir pay onların iskânına ayrılmıştır. Hatta yardım miktarı arttırabilmek için Karaköy Köprüsü’nün rüsum geliri iki katına çıkarılarak bu paralar mültecilerin ihtiyaçlarına tahsis edilmiştir. Bu sırada Kafkaslar 1917 İhtilâli’ne kadar bazı küçük değişikliklerle Rus Çarı’na bağlı olarak “Bütün Kafkasya Çar naibi” unvanıyla genel bir valiliğe bağlanır. Bolşevik İhtilali’yle birlikte Rusya’da yaşan milletlere kendi devletlerini kurma hakkı tanınsa da kurulan Azerbaycan, Gürcistan, Dağıstan, Ermenistan Cumhuriyetleri kısa bir süre sonra Rusya tarafından işgal edilerek 1920 yılında bu bölgelerin Sovyetleştirme çalışmalarına başlanmıştır. Rusya kendisine sadık mahallî idareciler yönetiminde sosyalist cumhuriyetler kurarak bölgenin idari yapısıyla defalarca oynamış bazı bölgelere muhtar, yarı muhtar özellikler vererek etkinliğini sağlamaya çalışmıştır. Dikkat çeken nokta ise Rusya’nın Kuzey Kafkasya’da Karçay ile Balkarlar gibi aynı dili kullanan, birbirlerine çok yakın toplulukları dil ve soyca kendilerine yabancı olan muhtar cumhuriyetlerle birleştirmiş olmalarıdır. Genele teşmil edebileceğimiz bu uygulama Rusların Kafkasya’yı bölge halklarını birbirlerinden uzaklaştırarak daha kolay idare etme siyaseti olarak değerlendirilebilir. SSCB’nin (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) “şeffaflık” ve “yeniden yapılanma” politikası gereği 1991 yılında dağılma sürecine girmesiyle birlikte birçok Sovyet Cumhuriyeti gibi Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan da bağımsızlıklarını îlan ettiler. Aynı yıl içerisinde Çeçen-İnguş Cumhuriyeti de bağımsızlığını îlan ettiyse de Rus saldırıları üzerine İnguşlar bu taleplerinden vazgeçtiler. Fakat Çeçenler direniş kararı alarak çok uzun ve kanlı bir süreç içerisinde Rus ordularıyla savaştılar. Rusya Federasyonu SSCB’nin dağılmasıyla eski etkinliğini devam ettirmek için BDT’yi (Bağımsız Devletler Topluluğu) kurmuştur. Başta Azerbaycan olmak üzere Gürcistan ve diğer bazı devletler birliğe katılmamakta direnmişlerse de artan Rus baskıları neticesinde daha fazla dayanamamışlardır. Ancak birliği etkisizleştirmek maksadıyla birçok girişimde bulunarak bunu da kısmen başarmışlardır. Rusya bu bölgeleri kontrol altında tutmaya ve istikrarsızlaştırmaya çabalamış, bugün de gördüğümüz gibi bazı eylemler içerisine girmiştir. Gürcistan içerisindeki Osetya, Abhazya gibi bölgelerin ayrılıkçı olarak değerlendirilen çalışmalarına destek vererek coğrafya üzerindeki etkinliğini devam ettirmeye çalışmıştır.

Bugün Kafkasya, Amerika ile Rusya arasındaki mücadele sahalarının en önemlisidir. Amerika’nın desteğiyle Kırgızistan, Ukrayna, Gürcistan gibi ülkelerde gerçekleşen turuncu devrimler, NATO’nun yayılma çabaları, füze kalkanı projesinin Doğu Avrupa’da uygulanma teşebbüsleri, Kosova’nın bağımsızlığının tanınması gibi olayların Rusya tarafından bir meydan okuma olarak algılandığı biliniyordu. Tekrar küresel aktör olma yolunda çalışmalar yapan Rusya’nın bu gelişmeler karşısında verdiği tepki ABD ve AB ile yakın ilişki içerisinde olan Gürcistan üzerinden oldu. Gürcistan’ın bağımsızlığından beri kendi toprakları içerisinde olmasına rağmen tam olarak hiçbir zaman kontrolüne alamadığı özerk Güney Osetya bölgesi bağımsızlığını îlan ederek Gürcistan’dan ayılmak istediğini 1993 ve 2001 yıllarında bildirmiş, fakat Gürcü Hükümeti bunu kabul etmemişti. Son olarak Kosova’nın bağımsızlığının kendileri için bir örnek teşkil ettiğin açıklayan Osetler bağımsızlıklarını tekrar ilan ettiler ve başta ABD ve AB olmak üzere dünya devletlerinden bu kararlarının tanınmasını istediler. Yetmiş bin nüfuslu bölgenin yaklaşık elli binini oluşturan Osetler ve diğer Rus halkları zaten Rus pasaportu taşıyor ve diğer özerk bir bölge olan Abhazlar gibi Gürcistan’ın egemenliğini tanımıyorlardı. Gürcistan’ın genç ve hırslı Devlet Başkanı Saakaşvili, iktidarını güçlendirmek ve Abhazya ile Güney Osetya’yı yeniden Gürcistan’ın bir parçası hâline getirerek NATO ile AB kapılarını açabilmek için bu iki bölgeye karşı güç kullanma düşüncesi içerisinde idi. Nitekim “Anayasal düzeni yeniden tesis etmek” gerekçesiyle 8 Ağustos sabahı fiilen bağımsız olan Güney Osetya’ya saldıran Gürcü birlikleri kısa sürede başkent Tskhinvali’yi yerle bir ettiler. Rusya, koruması altında bulunan bölgeye derhal asker göndererek başta Güney Osetya olmak üzere Gürcistan topraklarını işgal ederek ABD’ye bölge üzerindeki etkisinin derecesini olduğunu gösterdi. Beklediği desteği ABD ve AB’den alamayan Gürcistan, diplomatik bir yalnızlık içerisinde kaldı. AB içerisinde Rusya’ya enerji konusunda bağımlı olan ülkeler ile dünyaya demokrasi dağıtmak (!) ile uğraştığı için kendisine şu an için yeni bir cephe açmak istemeyen ABD’nin tavrı ileride ne olacak bilemiyoruz. Özellikle Fransa’nın arabuluculuğu ile Rusya Gürcistan’da güvenli bölgede bulundurduğu askerlerini çekmeye başlamış olsa da Kafkasya’da yakın dönemlerde yeni sorunlar çıkacağını kestirmek zor değil. Zira bölgenin hem AB hem de NATO ile sınır komşusu olunmasıyla yeni bir döneme girdiği söylenebilir. Fakat şurası bir gerçek ki birçok özerk cumhuriyet ve bölgeden oluşan Kafkasya’da istikrarın sağlanması her geçen gün zorlaşacaktır.