saniyenur
Fri 8 June 2012, 04:12 pm GMT +0200
6- Tarih
Kur'an-ı Kerim, tarih çalışmalarına tamamen yeni bir yaklaşım getirir. O, insanlık tarihinin sıfırdan başlayan sürekli bir terakki ve inkişaf görüşüne binaen veya maddî ve mimarî ilerlemeye dayalı basit bir terakki olarak araştırılmasına karşı çıkar.
İnsanlık tarihi çalışmalarına ait bu iki yaklaşım, îslâmî telakkiye sadece zıt değil, aynı zamanda karşıdır. Bu yaklaşım, eski Mısır, Babil, Asur, Yunan ve Roma medeniyetlerine hayran ve onu methetmeye matuftur. Yukarıdaki ölçülere göre, bugünkü Batı medeniyetinin en iyi ve en ileri, hatta Peygamber ve ashab zamanından da ileri olduğu kabul edilir.
İslâm, insanoğlu hakkındaki hükmünü onun maddî ilerlemelerine bakmaksızın, kendi koyduğu kriterlere göre verir. Bir milletin büyük veya küçük, ileri veya geri, medenî veya bedevî, kültürlü veya kültürsüz olup olmadığı, Kur'an tarafından konan ölçülere olan mesafelerine göredir. "Biz insanı en güzel şekilde yarattık. Sonra onu, aşağıların en aşağısı kıldık. Yalnız, inanıp yararlı iş işleyenler bunun dışındadır. Onlara kesintisiz ecir vardır." (95: 4-6). Böylece, îslâmî görüş açısına göre, insanın, maddî gelişmesi veya bilimsel, teknolojik ilerlemesine bakılmaksızın, yeryüzünde bulunduğu iki mertebe vardır: Hem 'yaratıkların en iyisi, hem de aşağıların aşağısı. Eğer Allah'a inanır ve O'nun yolunu izlerse, 'yaratıkların en iyisi,' mertebesindedir; fakat Allah'a inanmadığı ve O'nun yolunu reddettiği zaman da 'aşağıların aşa-ğısıdır.' Bu açıkça gösterir ki; büyük ve müessir bile olsa, herhangi bir medeniyetin, maddî hatta ilmî bakımdan gelişmesi, insanın ilerlemesinin ölçüsü veya kriteri olamaz. Doğru kriter veya ölçü, İlâhî Kanuna dayanıp, dayanmamasıdır. İslâm, insan tarihini bu doğrultuda inceler. Zamanlarında yeryüzüne sadece zor ve şiddetle hâkim olan, fakat Allah'a inanmayan bütün insanlar, bilgisiz ve cahildir. Bu standarda göre Mısır, Yunan ve Roma gibi eski kültürler, cahiliye kültürleri olarak düşünülürken, Peygamber @'ın nesli, nesillerin en iyisidir.
İslâm, insan tarihini dünya sınırları içine hapsetmez; sadece bu konuda, farklı milletlerin başarılarına hüküm vermez, onların temiz, ilerlemiş veya geri kalmış olup olmadığına bakmaz. Bunun tam tersine insanlar hakkında hüküm verirken, dinî ve dünyevî başarılarını hesaba katar, çünkü hayatlarının bu iki cephesi birbirinden ayrılmaz. Tarihin, bütünlüğü içinde incelenmesi gerekir; ancak ondan sonra, insanlar üzerinde hüküm verilebilir, islâm, tarihi baştan sona kadar İnceler ve sonra her iki uçta onu muhakeme eder. Kur'an-ı Kerim, bundan şu şekilde bahseder: "Sizi yaratan O'dur; kiminiz inkarcı,-kiminiz mümindir. Allah, yaptıklarınızı görendir." (64: 2). Hûd Suresi'nde şunları okuruz: "Sizi yeryüzünde yaratıp, orayı imar etmenizi dileyen O'dur. Öyleyse O'ndan mağ-firçt dileyin, sonra da O'na tövbe edin." (11: 61). İnananlar da, inanmayanlar da büyük medeniyetler inşa edebilir ve ileri gidebilirler; fakat inananlar bütün zenginlik ve gelişmişliklerini, kendilerini Allah'a yaklaştırması için kullanırlarken, inanmayanlar da bunları kendilerini Allah'tan uzaklaştırmak, hayatın kötü yanlarına yaklaştırmak için kullanırlar.
Fakat Allah, sadece onun mesajına inananları derecelerine göre yükseltir ve yüceltir: "Allah, içinizden inanmış olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah işlediklerinizden haberdardır!' (58: 11). Al-i îmrân Suresi'nde şunlar yazılıdır: "Gevşemeyin, üzülmeyin. İnanmışsanız mutlaka en üstünsünüz." (3: 139). Kur'an-ı Kerim'in 'bu ayetleri açıkça ifade eder ki, insanın yalnız maddî baraşüan, son ve gerçek başarısı için yeterli değildir. O, kriterlerden sadece biridir ve dünyadaki güçlerin ve madde kaynaklarının doğru kullanımı, gerçek yükselmenin inşasında yardımcı olabilir. Allah, insanı belli bir amaç için yarattı, onun başarılarına karar vermek için kendi kriterini koydu. Kur'an-ı Kerim, bu görüş açısından, eski milletler ve insanlardan bahseder. Kimi milletlerin yükseldiği, kiminin de yok olduğu, ancak Allah'ın peygamberlerine inananların başarılı olduğunu söyler, Allah'a inanmayan ve O'nun emrettiği yoldan gitmeyenler de vardır. Onlar, ilimlerini geliştirmişler, askerî ve politik başarılar kazanmışlar ve büyük maddî ilerleme kaydetmişlerse de, bunların inanmayanlara bir yararı olmamıştır; çünkü, insanın bu dünyada olduğu kadar ahiret için de iyi olması hedefini gösteren İlâhî emre uymamışlardır. Bunun için, bu standarda göre hüküm verilirse, Mısır, Babil, Asur, Yunan ve Roma gibi eski medeniyetlerin çoğu bilgisizliğin ve agnotisizmin temsilcileri olarak düşünülür. Bu milletlerden, İlâhî ilme inanmamanın hiçbir işe yakamadığından başka öğrenilebilecek bir ders yoktur.
Kur'an-ı Kerim, böyle milletlerin hazin sonunu şöyle tasvir eder: "Onlar Allah'ın düzeninden güvende miydiler? Allah'ın düzeninden ancak mahvolacak millet güvende olur. Sahiplerinden sonra yeryüzüne mirasçı-olan kimselere halâ şu açıkça anlaşılmadı mı ki, Biz dileseydik onları da suçlarının cezasma uğratırdık. Kalplerini kapatıp mühürleriz de, bir şey duymazlar. Ey Muhammedi İşte kasabalıların haberlerini sana anlatıyoruz. And olsun ki onlara peygamberleri belgeler getirdi; önceleri yalanladıklarından ötürü inanamadılar. Allah kâfirlerin kalplerini böylece kapatıp mühürler. Onların çoğunda ahde bağlılık'görmedik, çoğunu fa-sık kimseler olarak bulduk.'' (7: 99-102).
"Böylece Hz. Muhammed, insan tarihinin incelenmesi için yeni bir model ortaya koydu. Peygamber, tarihin, ne geçmişteki milletlerin can sıkıcı hikayesine de başarılarının muhteşem kaydı olduğunu, ancak insanın başarısızlıklarının ciddî ve hazin hikayesi olduğunu gösterdi. Ne yazıktır ki başarılı olan hiçbir millet, yerine geçtiği milletlerin daha önce düştükleri hatalardan ders almamıştır. Eğer insanlar, kendilerinden önce hüküm süren, mamur ve müreffeh ülkelerin sahiplerinin, niçin sonunda yıkıldıkları ve tamamıyla yok oldukları sorusunu ciddî bir şekilde düşünmüş olsalardı, bu hal onlara yol gösterecekti. Cevap, onların hatalı inanç ve amellerinden dolayı yok olduklarını gösterecektir. İlâhî kanuna göre, bir milletin düşüşü, daha önceki milletlerin tarihinden ve anıtlarının yok oluşundan ders almayı ihmal ederek kendi kendilerini aldattıkları zaman vuku bulur." (The Meaning of the Qur'an, Cilt IV, s. 57). Böylece, İslâmî tarih bilimi, diğer tarih bilimlerinden bahsetmesine ve yer vermesine rağmen, yaklaşım ve metot bakımından, onlardan bütünüyle farklıdır. İslâmî tarih biliminin öz ve cevheri, Allah'a itaat ve ibadettir. Kur'an-ı Kerim bu prensibi şöylece özetler: "Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için yaratınışımdır." (51: 56). beyyine Suresi'nde şunları buyurul-maktadır: "Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekâtı vermekle emrolunmuşlardir. Dosdoğru olan din de budur." (98: 5). Bu İlâhî ibadet kavramı, modern Batı toplumları da dahil olmak üzere, materyalist toplumlar tarafından, çok dar, sınırlı ve katı olarak telakki edilir; fakat gerçekte, o son derece şümullüdür ve insan faaliyetinin bütün sahalarını kapsar. Bu kavram, muhakkak ki geçmiş birkaç nesil zamanında, ibadet sadece şeklî olarak düşünüldüğü için, zayıflamış ve daralmıştır; fakat İslâm'daki gerçek ibadet kavramı bu değildir: O, insan hayatının her cephesini kapsar, inanışları, hareketleri, düşünceleri, hisleri ve davranışları gibi Kur'an, bu ibadet kavramından şu sözlerle bahseder: "Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi Allah içindir." (6: 162).
Bu ayet açıkça gösterir ki, ölüm dahil insanın bütün hayatı, Alemlerin Rabbi olan Allah içindir. Bunun için, İslâmî ibadet kavramı, insanın hissettiklerini, düşüncelerini ve yaptıklarını tamamen içine alır. O, her inanandan kendisini, ruh ve bedeniyle; aklı ve kalbiyle tamamen Allah'a ve O'nun emirlerine teslim etmesini ister. Bunun daha fazla izahı Bakara Suresi'ndedir: "Ey İnananlar! Hep birden barışa girin, şeytana ayak uydurmayın, o sizin apaçık düşrnanmızdır." (2: 208). Bu, İslâm tarih metodolojisinin, çok kapsamlı olduğunu ve diğer metodoloji tiplerine hiç benzemediğini ortaya koyar. İslâmî metodoloji hiçbir şeyi atlamadan, ihmal etmeden kaydeder ve İlâhî ölçüyle takdir edip, hüküm verir; çünkü her şey ve her ruh Allah'tan gelir ve ona dönecektir. Bütün sadakatimiz, bunun için, Allah'a olmalıdır; çünkü, Allah'ın Zatı hariç bütün hayat bu dünyada sona erecektir: "Sizden önce neler gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin de, yalancıların sözünün ne olduğuna bir bakın. Bu Kur'an, insanlara bir açıklama, sakınanlara yol gösterme ve bir öğüttür." (3: 137-138).
Milletler yaşayışları, medeniyetleri ve başarıları hakkındaki gerçek, îslâmî tarih bilimi metodolojisinde değişmemiş olarak kalacaktır. Sanat, mimari, felsefe, bilim ve askerî seferleri gibi bütün işleri, değerleri artırıp eksiltmeden tasvir edilecektir. Kur'an, geçmişteki milletlerin tarihîni ve medeniyetini, onların maddî, kültürel veya politik başarılarından herhangi bir şeyi ihmal etmeden ve atlamadan anlatmıştır. "Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınızı zorbaca mı yakalarsınız? Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin." (26: 128-131). Bunun gibi, Semûd kavmi, peygamberlerini reddettiler, o zaman peygamberleri onlara şöyle dedi: "Burada bahçelerde, pınar başlarında, ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde bırakılır mısınız? Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız? Allah'tan sakının, bana itaat edin." (26: 146-150). Fira-vun'un kavmi Hz. Musa'ı reddettiği zaman, o şöyle dua etti: " 'Ey Rabbimiz! Doğrusu sen Fİravun'a ve erkanına ziynetler ve dünya hayatında mallar verdin. Rabbimiz! Senin yolundan şaşırmaları için mi? Rabbimiz! Mallarını yok et, kalplerini sık; çünkü onlar can yakıcı azabı görmedikçe inanmazlar.' dedi." (10: 88). Kur'an-ı Kerim, değişik olaylarda, o insanların maddî başarılarından söz eder. Kendilerine İlâhî mesajı getiren Allah'ın peygamberleriyle olan mücadelelerini anlatırken, şunları söyler: "Onlardan önce Nuh milleti, Âd, sarsılmaz bir saltanatın sahibi Firavun, Semûd, Lût milleti, Eykeliler de peygamberleri yalanlamıştı. İşte bunlar da peygamberlerine karşı birleşen topluluklardır. Hepsi peygamberleri yalanladı da, azabımı hakettiler." (38: 12-14). Firavun, başarılarıyla şöyle övünmdü: " 'Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve memleketimde akan bu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?' " (43: 51).
Böylece tarihî olaylar, olduğu gibi anlatılır ve tarihteki kişiler, başarıları ve ilerlemeleri takdir edilip değerlendirilerek, İlâhî standarda göre yargılanır. Onlar hayatlarını ve çabalarını Allah yolunda kavradılar mı, ölümlerini de aynı yolda karşıladılar mı? Yoksa, inanmayanlar olarak hayatlarını geçirdiler ve Öyle öldüler mi? Biz tarihteki Ad, Semûd ve diğerleri gibi kavimlerin hayat ve başarılarını, aynı standarda göre değerlendirirsek, onların tamamen cahiliyyet içinde yaşayıp öldükleri sonucuna varırız. (The Meaning of the Qur'an, Cilt IV, s. 57).
Kur'an-ı Kerim, tarih ilmine, objektif ve kişisel olmayan bir tarzda eski milletlerin yükselişi ve düşüşünü, adaletli, objektif ve tarafsız bir yolla incelemesi için büyük bir destek sağlamıştır. Daha önce de tartışıldığı gibi, onun, hiçbir şey İlâve edip çıkarmadan doğruyu araması, Hz. Muhammed'ı takip edenlere, tarihteki olaylara bakışta, büyük tarafsızlığı ve bağımsız karar vermeyi Öğretti. Onlar bir olayın veya dokümanın gerçekliğini araştırırken, büyük özen gösterdiler, onu herhangi bir ilâve veya çıkarma yapmadan olduğu gibi kaydettiler. Kur'an-ı Kerim, onlara aynı zamanda tarihî kronolojiyi öğretti. Onlar da, bundan tarihî olayları kronolojik olarak düzenlemek için yeni bir metodoloji geliştirdiler. Böylece, Kur'an ilminin sayesinde, müslümanlar tarihâ olayları sîs-tematize etmeye ve onu astronomik temele yaklaştırmaya muktedir oldular. Kur'an'ın diğer bir katkısı da müslüman âlimlerin tarihsel birliği ve devamlılığı görmelerini ve onu bir tarihî gelişme işlemi olarak incelemelerini sağlaması oldu. Diğer bir deyişle, Kur'an, insan tarihiyle bir bilim olmalarını ve tarihsel olayları, bir felsefî tarih kavramı olarak izah etmelerini mümkün kıldı.
Onların, Kur'an-ı Kerim tarafından başlatılan ve teşvik edilen gerçeği bulma tutkuları, tarihî verileri toplamalarına ve sonra onların doğruluk ve gerçekliğini takdir etmelerine yol açtı. Standard ve kriterleri düşünüp bulmalıydılar. Özellikle, Peygamber @'ın hayat hikâyesinin incelenmesinde, materyalleri, olayları ve sözlü ifadeleri toplarken, aşırı derecede ihtiyatlı davrandılar ve herbirinin doğruluğunu, çok katı standartlara göre kontrol etmeye azamî çaba sarfettiler. Peygamber 'ın biyografisinin incelenmesi, başlı başına bir bilim ve tarih kültürü olarak gelişti. Müslümanların tarihe bakış açısındaki objektiflik, tarafsızlık ve bağımsız karar duygusu, Hz. Muhammed'ın öğretisinden, dolayısıyla da büyük mucize Kur-an'dan kaynaklanıyordu. Tarihî kronoloji de, hayatın her sahasının incelenmesinde disiplini, rasyonalleştirmeyi ve sİstematikleştirme-yj öğreten Kur'an İlminin direkt bir sonucuydu. Böylece modern tarih ve tarihin bilimsel incelenmesinin temelleri, bilgi edinmek ve onu bütün yönlerde insanlığın yararına kullanmak için, Kur'an tarafından eğitilmiş, telkin ve teşvik edilmiş olan Muhammed 'ın tabilerince atılmıştı.
Kur'an ve sünnet bilgilerini yayma arzusu, Peygamber 'in ashabını, öğrenme merkezleri kurmaya yöneltti; öte yandan Peygamber 'ın söyledikleri hakkında hata yapma korkusu, onların çalışmalarının doğru, âdil ve gerçek olmasını sağladı. Onlar,- Peygamber tarafından uyarılmıştı: "Kim benim hakkımda bilerek yalan söylerse, cehennemde yerini hazırlasın." Bu ifade, onun yolundan gidenler üzerinde büyük etki yaptı ve şüpheli oldukları hiçbir şeyi kaydetmediler. Doğru söz ve metni bulmak için, endişe veya kayırma söz konusu olmadan, "hadis eleştirisi" yapıldı. Babanın oğlunu kötüledi-ğine, oğulun babayı, kardeşin kendi akrabalarını ve arkadaşların birbirlerini, Allah korkusundan başka hiçbir korku ve kayırma olmadan eleştirdiğine, bu esnada rastlanabilir. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu gösteren bu hadis eleştirisi, Peygamber @'ın sağlığında başladı. Ali, Abdullah b. Amr, Ömer, Ubey b. Ka'b dahil olmak üzere, Peygamber @'ın pek çok ashabı, onun hayatında hadisi araştırmaya ve doğruluğunu tahkik etmeye başladılar. Herhangi bir şeyi Peygamber 'a atfetmeden önce, son derece dikkatli davrandılar ve kaydetmeden evvel de iyice tetkik ettiler. Ebu Bekir, Ömer, Ali, tbni Ömer ve Aişe, Peygamber 'a atfedilen ifadelerin, kabul edilip kaydedilmeden Önce, iyice araştırılıp, doğruluğunun tahkik edilmesi konusunda önayak olmuşlardır. (M. M. Azamî, Studies İn Hadith Methodology and Literatüre, s. 46-80).
Daha sonraları, bu, bir ifadenin Peygamber 'ın hadisi olarak kabulü için, çok sert ve katı kuralların esasını ortaya çıkardı. Hadislerin gruplara ayrılması ve hadis literatüründe bir nakil metodolojisi, herhangi bir hadisin doğruluğunun ve gerçekliğinin araştırılması ve doğru olmayan hadisin literatüre geçmesinin önlenmesini sağlamak üzere ortaya kondu. Zincirin devamlılığı gibi pek çok kural muhafaza edilmeliydi; bir söz ne tasfiye edilmeli, ne de noksanlığı haiz olmalıydı. Ve yine, bir hadis, nakledenlerinin birindeki hata, isnadın kesikliği yüzünden olan zayıflık veya tesadüfi sebeplerden oluşan zayıflık dolayısıyla reddedilebilirdi. Böylece, ansiklopedik boyutlu bilgi, gerçek ve doğru hadisler muhafaza edilip, yanlış ve hatalı olanlar çıkarılarak, hadisler ve onların doğru ve kesin nakilleri üzerine kuruldu. Doğru gerçekleri bulmak ve onları, sistematik bir şekilde tarafsız ve objektif olarak kaydetmek için, aynı araştırma ve soruşturma ruhu, tarih çalışmasına da uygulandı.
Tarih çalışmalarında İslâmî metodoloji hakkında daha fazla üzerinde durmayı gerektiren bir nokta da şudur: Daha önce belirtildiği gibi İslâmî metodoloji bize, tarihsel olayları ve insanları, İslâm'a göre takdir ve tahlil edebileceğimiz bir ölçü verir. Burada esas soru kendini gösterir: Bu dünyadaki insan hayatının nihaî hedefi nedir? Eğer, hayat fikri açık değilse, tarih, aslında hiç tarih demek olmayan, olay ve hikayelerin toplanmasından ibaret olacaktı. Tarih, tarihsel olayların yorumunu, değişik gerçekleri inceledikten ve o gerçeklerin kronolojisini araştırdıktan sonra yapar. Fakat, yorumun temeli ile o olayları ölçme ve takdir etmedeki kriter ne olacaktır?
Sekülaristler ve materyalistlere göre, bu dünyadaki insan hayatının en son hedefi, mater-yalistik bir medeniyet inşa etmek ve hayatı kabiliyet ve imkânlarımızla zevkli bir hale getirmektir. Böyle bir tarih bilimi, maddî ilerleme, askerî güç, politik etki ve hayatın maddî zevkleri için imkânlar sağlamadan ibaret olacaktır.
Bununla beraber o, sanat, düşünce, ahlâk ve insan değerleri gibi, hayatın maddî olmayan değerlerine de küçük bir yer verir; fakat bu çalışmalarının son derece önemsiz bir bölü-vmünü teşkil eder. İslâmî tarih bilimi, diğer taraftan, başka tarih bilimlerinin bahsetmediği veya istemediği herhangi bir şeyi ihmal etmemek kaydıyla, oldukça farklı bir yöntem benimser. Allah'ın birliği inancına dayandığından, insanın bu dünyadaki hayat amacının Allah'a ibadet olduğunu düşünür. Daha önce de belirtildiği gibi, bu, İslâmî tarihin dip kayasıdır ve her şey bu temelde değerlendirilip, hüküm yerilir, (The Meanİng of the Qur'an, Cilt IV, s. 57).
Önceki milletlerin tarihî hikayeleriyle dolu Kur'an-ı Kerim, tarih çalışmalarında, ilk müslümanlara çok kuvvetli destek olmuştur. Kur'an-ı Kerim, pekçok milleti, yaşayışlarını, medeniyetlerini, yükseliş ve düşüşlerini anlatır ve insanın dikkatini, yeryüzündeki hayatın bir gün sona ereceği ve Rabbine döneceği gerçeğine çeker. Milletler geldiler, gittiler, fakat Allah'ın Zatı ezelî ve ebedîdir. "Eğer siz bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da benzeri bir yara almıştır. Allah'ın, gerçekten inananları belirtmesi ve içinizden şahitler edinmesi, Allah'ın inananları arıtması ve inkâr edenleri yok etmesi için, insanlar arasında bu günleri bazan lehe, bazan aleyhe döndürür dururuz. Allah zulmedenleri sevmez." (3: 140-141). Bu, insanın yaratılışı arkasındaki gerçeği gösterir ve önceki milletleri değerlendirmek, başarılarını Ölçmek için önemli bir prensip ortaya koyar. Bu, Allah'ın bütün elçilerine verilen takdir prensibidir: "Andolsun ki Musa'y1 ayetlerimizle, 'Milletini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve Allah'ın günlerini onlara hatırlat* diye göndermiştik." (14: 5).
Kur'an-ı Kerim, aynı zamanda, tarihin diğer bir gerçeğini de gösterir ve şu sözlerle milletlerin yaşayışlarındaki bu değişiklik sürecindeki hikmeti izah eder: "Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu..." (2: 251). Bu, daha fazla açıklanır: "Eğer gerçekten onların heveslerine uysaydı, gökler, yer ve onlarda bulunanlar bozulup giderdi." (23: 71). Bu, milletten millete manzaranın nasıl benzediğini, insan faaliyetinin çeşitli alanlarında gelişme kaydettikleri halde, boş arzular peşinde koşarak nasıl bozulduklarını ifade eder. Sonra, onların yerini birçok sahada daha iyi olan milletler aldı; fakat onlar da tedricen aynı bozulmaya uğradılar ve mahvolup gittiler. Bu, insanın bütün tarihidir ve doğal olarak, müslümanlara tarihin gerçeklerini incelemelerini ve onu bilimsel, sistematik bir şekilde günümüze getirmelerini telkin etmiştir.
Kur'an-ı Kerim, kısaca, her milletin nasıl yaşadığını, muvaffak olduğunu ve yanlış hayat tarzları benimseyerek nasıl mahvolduğunu da anlatır: "Kendilerinden önce olan Muh, Âd, Semûd milletlerinin, İbrahim milletinin, Medyen ve altüst olmuş şehirler ve halkının haberleri onlara gelmedi mi? Peygamberleri onlara belgeler getirmişlerdi. Allah onlara zulüm etmemiş, onlar kendilerine yazık etmişlerdir." (9: 70). İbrahim Suresi'nde de şunları okuyoruz: "Sizden önce geçen Nuh, Âd, Semûd milletlerinin ve onlardan sonra gelenlerin haberleri —ki onları Allah'tan başkası bilmez— size ulaşmadı mı?..." (14: 9). Furkan Suresi'nde de şunları okuyoruz: "Nuh milletini birçok nesilleri de yerle bir ettik. Her birine misaller vermiştik ama, dinlemedikleri için hepsini kırdık geçirdik!' (25: 37-39). Kur'an'ın her milletin tarihini, kültürünü, medeniyetini, mimarî başarılarını, askerî çabalarını ve politik güçlerini anlatan bu ve diğer ayetleri, tarih çalışmalarına büyük teşvik sağladı. Bu çalışmalarla da, bir milletin tarihî bir olayının değerini takdir ederken yeni prensipler ve yeni bir metodoloji uygulayarak, İslâmî tarih biliminin gelişmesine yol açtı ve İbni Haldun, el-Mesûdî, Miskaveyh, İbni Hallikan, el-Birûnî, el-Mekrisî, Yakat ve İbni Asakîr gibi tarihçilerin yetişmesini sağladı. Bu arada, îbni İshak, İbni Hişam, İbni Esir, Ebû el-Fida, el-Dahebî, el-Kelbî, el-Vakidî, İbni Saad ve İb-n'l- Mukaffa gibi ünlü, daha Önceki dönemlerin yazarlarından da bahsedilmelidir.