- Tarih

Adsense kodları


Tarih

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Fri 8 June 2012, 04:12 pm GMT +0200
6- Tarih

Kur'an-ı Kerim, tarih çalışmalarına tamamen yeni bir yaklaşım getirir. O, insanlık tarihi­nin sıfırdan başlayan sürekli bir terakki ve inkişaf görüşüne binaen veya maddî ve mi­marî ilerlemeye dayalı basit bir terakki ola­rak araştırılmasına karşı çıkar.

İnsanlık tarihi çalışmalarına ait bu iki yak­laşım, îslâmî telakkiye sadece zıt değil, aynı zamanda karşıdır. Bu yaklaşım, eski Mısır, Babil, Asur, Yunan ve Roma medeniyetleri­ne hayran ve onu methetmeye matuftur. Yu­karıdaki ölçülere göre, bugünkü Batı mede­niyetinin en iyi ve en ileri, hatta Peygamber ve ashab zamanından da ileri olduğu ka­bul edilir.

İslâm, insanoğlu hakkındaki hükmünü onun maddî ilerlemelerine bakmaksızın, kendi koyduğu kriterlere göre verir. Bir milletin bü­yük veya küçük, ileri veya geri, medenî veya bedevî, kültürlü veya kültürsüz olup olma­dığı, Kur'an tarafından konan ölçülere olan mesafelerine göredir. "Biz insanı en güzel şe­kilde yarattık. Sonra onu, aşağıların en aşa­ğısı kıldık. Yalnız, inanıp yararlı iş işleyen­ler bunun dışındadır. Onlara kesintisiz ecir vardır." (95: 4-6). Böylece, îslâmî görüş açı­sına göre, insanın, maddî gelişmesi veya bi­limsel, teknolojik ilerlemesine bakılmaksızın, yeryüzünde bulunduğu iki mertebe vardır: Hem 'yaratıkların en iyisi, hem de aşağıla­rın aşağısı. Eğer Allah'a inanır ve O'nun yo­lunu izlerse, 'yaratıkların en iyisi,' mertebe­sindedir; fakat Allah'a inanmadığı ve O'nun yolunu reddettiği zaman da 'aşağıların aşa-ğısıdır.' Bu açıkça gösterir ki; büyük ve mü­essir bile olsa, herhangi bir medeniyetin, maddî hatta ilmî bakımdan gelişmesi, insa­nın ilerlemesinin ölçüsü veya kriteri olamaz. Doğru kriter veya ölçü, İlâhî Kanuna daya­nıp, dayanmamasıdır. İslâm, insan tarihini bu doğrultuda inceler. Zamanlarında yeryüzüne sadece zor ve şiddetle hâkim olan, fa­kat Allah'a inanmayan bütün insanlar, bil­gisiz ve cahildir. Bu standarda göre Mısır, Yu­nan ve Roma gibi eski kültürler, cahiliye kül­türleri olarak düşünülürken, Peygamber @'ın nesli, nesillerin en iyisidir.

İslâm, insan tarihini dünya sınırları içine hapsetmez; sadece bu konuda, farklı millet­lerin başarılarına hüküm vermez, onların te­miz, ilerlemiş veya geri kalmış olup olmadı­ğına bakmaz. Bunun tam tersine insanlar hakkında hüküm verirken, dinî ve dünyevî başarılarını hesaba katar, çünkü hayatlarının bu iki cephesi birbirinden ayrılmaz. Tarihin, bütünlüğü içinde incelenmesi gerekir; ancak ondan sonra, insanlar üzerinde hüküm ve­rilebilir, islâm, tarihi baştan sona kadar İn­celer ve sonra her iki uçta onu muhakeme eder. Kur'an-ı Kerim, bundan şu şekilde bah­seder: "Sizi yaratan O'dur; kiminiz inkarcı,-kiminiz mümindir. Allah, yaptıklarınızı gö­rendir." (64: 2). Hûd Suresi'nde şunları oku­ruz: "Sizi yeryüzünde yaratıp, orayı imar et­menizi dileyen O'dur. Öyleyse O'ndan mağ-firçt dileyin, sonra da O'na tövbe edin." (11: 61). İnananlar da, inanmayanlar da büyük medeniyetler inşa edebilir ve ileri gidebilir­ler; fakat inananlar bütün zenginlik ve ge­lişmişliklerini, kendilerini Allah'a yaklaştır­ması için kullanırlarken, inanmayanlar da bunları kendilerini Allah'tan uzaklaştırmak, hayatın kötü yanlarına yaklaştırmak için kul­lanırlar.

Fakat Allah, sadece onun mesajına inanan­ları derecelerine göre yükseltir ve yüceltir: "Allah, içinizden inanmış olanları ve kendi­lerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah işlediklerinizden haberdardır!' (58: 11). Al-i îmrân Suresi'nde şunlar yazılıdır: "Gev­şemeyin, üzülmeyin. İnanmışsanız mutlaka en üstünsünüz." (3: 139). Kur'an-ı Kerim'in 'bu ayetleri açıkça ifade eder ki, insanın yal­nız maddî baraşüan, son ve gerçek başarısı için yeterli değildir. O, kriterlerden sadece bi­ridir ve dünyadaki güçlerin ve madde kay­naklarının doğru kullanımı, gerçek yükselmenin inşasında yardımcı olabilir. Allah, in­sanı belli bir amaç için yarattı, onun başarı­larına karar vermek için kendi kriterini koy­du. Kur'an-ı Kerim, bu görüş açısından, es­ki milletler ve insanlardan bahseder. Kimi milletlerin yükseldiği, kiminin de yok oldu­ğu, ancak Allah'ın peygamberlerine inanan­ların başarılı olduğunu söyler, Allah'a inan­mayan ve O'nun emrettiği yoldan gitmeyen­ler de vardır. Onlar, ilimlerini geliştirmişler, askerî ve politik başarılar kazanmışlar ve bü­yük maddî ilerleme kaydetmişlerse de, bun­ların inanmayanlara bir yararı olmamıştır; çünkü, insanın bu dünyada olduğu kadar ahiret için de iyi olması hedefini gösteren İlâ­hî emre uymamışlardır. Bunun için, bu stan­darda göre hüküm verilirse, Mısır, Babil, Asur, Yunan ve Roma gibi eski medeniyet­lerin çoğu bilgisizliğin ve agnotisizmin tem­silcileri olarak düşünülür. Bu milletlerden, İlâhî ilme inanmamanın hiçbir işe yakamadığından başka öğrenilebilecek bir ders yok­tur.

Kur'an-ı Kerim, böyle milletlerin hazin so­nunu şöyle tasvir eder: "Onlar Allah'ın dü­zeninden güvende miydiler? Allah'ın düze­ninden ancak mahvolacak millet güvende olur. Sahiplerinden sonra yeryüzüne miras­çı-olan kimselere halâ şu açıkça anlaşılmadı mı ki, Biz dileseydik onları da suçlarının cezasma uğratırdık. Kalplerini kapatıp mühür­leriz de, bir şey duymazlar. Ey Muhammedi İşte kasabalıların haberlerini sana anlatıyo­ruz. And olsun ki onlara peygamberleri bel­geler getirdi; önceleri yalanladıklarından ötürü inanamadılar. Allah kâfirlerin kalple­rini böylece kapatıp mühürler. Onların ço­ğunda ahde bağlılık'görmedik, çoğunu fa-sık kimseler olarak bulduk.'' (7: 99-102).

"Böylece Hz. Muhammed, insan tarihi­nin incelenmesi için yeni bir model ortaya koydu. Peygamber, tarihin, ne geçmişte­ki milletlerin can sıkıcı hikayesine de başa­rılarının muhteşem kaydı olduğunu, ancak insanın başarısızlıklarının ciddî ve hazin hi­kayesi olduğunu gösterdi. Ne yazıktır ki ba­şarılı olan hiçbir millet, yerine geçtiği mil­letlerin daha önce düştükleri hatalardan ders almamıştır. Eğer insanlar, kendilerinden önce hüküm süren, mamur ve müreffeh ülkelerin sahiplerinin, niçin sonunda yıkıldıkları ve tamamıyla yok oldukları sorusunu ciddî bir şekilde düşünmüş olsalardı, bu hal onlara yol gösterecekti. Cevap, onların hatalı inanç ve amellerinden dolayı yok olduklarını gös­terecektir. İlâhî kanuna göre, bir milletin dü­şüşü, daha önceki milletlerin tarihinden ve anıtlarının yok oluşundan ders almayı ihmal ederek kendi kendilerini aldattıkları zaman vuku bulur." (The Meaning of the Qur'an, Cilt IV, s. 57). Böylece, İslâmî tarih bilimi, diğer tarih bilimlerinden bahsetmesine ve yer vermesine rağmen, yaklaşım ve metot bakı­mından, onlardan bütünüyle farklıdır. İslâ­mî tarih biliminin öz ve cevheri, Allah'a ita­at ve ibadettir. Kur'an-ı Kerim bu prensibi şöylece özetler: "Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için yaratınışımdır." (51: 56). beyyine Suresi'nde şunları buyurul-maktadır: "Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekâtı vermekle emrolunmuşlardir. Dosdoğru olan din de bu­dur." (98: 5). Bu İlâhî ibadet kavramı, mo­dern Batı toplumları da dahil olmak üzere, materyalist toplumlar tarafından, çok dar, sı­nırlı ve katı olarak telakki edilir; fakat gerçekte, o son derece şümullüdür ve insan fa­aliyetinin bütün sahalarını kapsar. Bu kav­ram, muhakkak ki geçmiş birkaç nesil zama­nında, ibadet sadece şeklî olarak düşünül­düğü için, zayıflamış ve daralmıştır; fakat İs­lâm'daki gerçek ibadet kavramı bu değildir: O, insan hayatının her cephesini kapsar, ina­nışları, hareketleri, düşünceleri, hisleri ve davranışları gibi Kur'an, bu ibadet kavramın­dan şu sözlerle bahseder: "Namazım, iba­detlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi Allah içindir." (6: 162).

Bu ayet açıkça gösterir ki, ölüm dahil insa­nın bütün hayatı, Alemlerin Rabbi olan Al­lah içindir. Bunun için, İslâmî ibadet kavra­mı, insanın hissettiklerini, düşüncelerini ve yaptıklarını tamamen içine alır. O, her ina­nandan kendisini, ruh ve bedeniyle; aklı ve kalbiyle tamamen Allah'a ve O'nun emirle­rine teslim etmesini ister. Bunun daha fazla izahı Bakara Suresi'ndedir: "Ey İnananlar! Hep birden barışa girin, şeytana ayak uydur­mayın, o sizin apaçık düşrnanmızdır." (2: 208). Bu, İslâm tarih metodolojisinin, çok kapsamlı olduğunu ve diğer metodoloji tip­lerine hiç benzemediğini ortaya koyar. İslâ­mî metodoloji hiçbir şeyi atlamadan, ihmal etmeden kaydeder ve İlâhî ölçüyle takdir edip, hüküm verir; çünkü her şey ve her ruh Allah'tan gelir ve ona dönecektir. Bütün sa­dakatimiz, bunun için, Allah'a olmalıdır; çünkü, Allah'ın Zatı hariç bütün hayat bu dünyada sona erecektir: "Sizden önce neler gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin de, yalan­cıların sözünün ne olduğuna bir bakın. Bu Kur'an, insanlara bir açıklama, sakınanlara yol gösterme ve bir öğüttür." (3: 137-138).

Milletler yaşayışları, medeniyetleri ve başa­rıları hakkındaki gerçek, îslâmî tarih bilimi metodolojisinde değişmemiş olarak kalacak­tır. Sanat, mimari, felsefe, bilim ve askerî se­ferleri gibi bütün işleri, değerleri artırıp ek­siltmeden tasvir edilecektir. Kur'an, geçmiş­teki milletlerin tarihîni ve medeniyetini, on­ların maddî, kültürel veya politik başarıla­rından herhangi bir şeyi ihmal etmeden ve atlamadan anlatmıştır. "Siz her yüksek ye­re koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşır­sınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınızı zorba­ca mı yakalarsınız? Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin." (26: 128-131). Bunun gi­bi, Semûd kavmi, peygamberlerini reddetti­ler, o zaman peygamberleri onlara şöyle de­di: "Burada bahçelerde, pınar başlarında, ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar ara­sında güven içinde bırakılır mısınız? Dağlar­da ustalıkla evler oyar mısınız? Allah'tan sa­kının, bana itaat edin." (26: 146-150). Fira-vun'un kavmi Hz. Musa'ı reddettiği za­man, o şöyle dua etti: " 'Ey Rabbimiz! Doğ­rusu sen Fİravun'a ve erkanına ziynetler ve dünya hayatında mallar verdin. Rabbimiz! Senin yolundan şaşırmaları için mi? Rabbi­miz! Mallarını yok et, kalplerini sık; çünkü onlar can yakıcı azabı görmedikçe inanmaz­lar.' dedi." (10: 88). Kur'an-ı Kerim, değişik olaylarda, o insanların maddî başarılarından söz eder. Kendilerine İlâhî mesajı getiren Al­lah'ın peygamberleriyle olan mücadelelerini anlatırken, şunları söyler: "Onlardan önce Nuh milleti, Âd, sarsılmaz bir saltanatın sa­hibi Firavun, Semûd, Lût milleti, Eykeliler de peygamberleri yalanlamıştı. İşte bunlar da peygamberlerine karşı birleşen topluluklar­dır. Hepsi peygamberleri yalanladı da, aza­bımı hakettiler." (38: 12-14). Firavun, başa­rılarıyla şöyle övünmdü: " 'Ey milletim! Mı­sır hükümdarlığı ve memleketimde akan bu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musu­nuz?' " (43: 51).

Böylece tarihî olaylar, olduğu gibi anlatılır ve tarihteki kişiler, başarıları ve ilerlemeleri takdir edilip değerlendirilerek, İlâhî standar­da göre yargılanır. Onlar hayatlarını ve ça­balarını Allah yolunda kavradılar mı, ölüm­lerini de aynı yolda karşıladılar mı? Yoksa, inanmayanlar olarak hayatlarını geçirdiler ve Öyle öldüler mi? Biz tarihteki Ad, Semûd ve diğerleri gibi kavimlerin hayat ve başarıları­nı, aynı standarda göre değerlendirirsek, on­ların tamamen cahiliyyet içinde yaşayıp öl­dükleri sonucuna varırız. (The Meaning of the Qur'an, Cilt IV, s. 57).

Kur'an-ı Kerim, tarih ilmine, objektif ve ki­şisel olmayan bir tarzda eski milletlerin yük­selişi ve düşüşünü, adaletli, objektif ve ta­rafsız bir yolla incelemesi için büyük bir des­tek sağlamıştır. Daha önce de tartışıldığı gi­bi, onun, hiçbir şey İlâve edip çıkarmadan doğruyu araması, Hz. Muhammed'ı ta­kip edenlere, tarihteki olaylara bakışta, bü­yük tarafsızlığı ve bağımsız karar vermeyi Öğ­retti. Onlar bir olayın veya dokümanın ger­çekliğini araştırırken, büyük özen gösterdi­ler, onu herhangi bir ilâve veya çıkarma yap­madan olduğu gibi kaydettiler. Kur'an-ı Ke­rim, onlara aynı zamanda tarihî kronolojiyi öğretti. Onlar da, bundan tarihî olayları kro­nolojik olarak düzenlemek için yeni bir me­todoloji geliştirdiler. Böylece, Kur'an ilminin sayesinde, müslümanlar tarihâ olayları sîs-tematize etmeye ve onu astronomik temele yaklaştırmaya muktedir oldular. Kur'an'ın diğer bir katkısı da müslüman âlimlerin ta­rihsel birliği ve devamlılığı görmelerini ve onu bir tarihî gelişme işlemi olarak incele­melerini sağlaması oldu. Diğer bir deyişle, Kur'an, insan tarihiyle bir bilim olmalarını ve tarihsel olayları, bir felsefî tarih kavramı olarak izah etmelerini mümkün kıldı.

Onların, Kur'an-ı Kerim tarafından başlatı­lan ve teşvik edilen gerçeği bulma tutkuları, tarihî verileri toplamalarına ve sonra onla­rın doğruluk ve gerçekliğini takdir etmeleri­ne yol açtı. Standard ve kriterleri düşünüp bulmalıydılar. Özellikle, Peygamber @'ın ha­yat hikâyesinin incelenmesinde, materyalle­ri, olayları ve sözlü ifadeleri toplarken, aşırı derecede ihtiyatlı davrandılar ve herbirinin doğruluğunu, çok katı standartlara göre kontrol etmeye azamî çaba sarfettiler. Pey­gamber 'ın biyografisinin incelenmesi, başlı başına bir bilim ve tarih kültürü ola­rak gelişti. Müslümanların tarihe bakış açı­sındaki objektiflik, tarafsızlık ve bağımsız karar duygusu, Hz. Muhammed'ın öğre­tisinden, dolayısıyla da büyük mucize Kur-an'dan kaynaklanıyordu. Tarihî kronoloji de, hayatın her sahasının incelenmesinde disip­lini, rasyonalleştirmeyi ve sİstematikleştirme-yj öğreten Kur'an İlminin direkt bir sonucuydu. Böylece modern tarih ve tarihin bilim­sel incelenmesinin temelleri, bilgi edinmek ve onu bütün yönlerde insanlığın yararına kul­lanmak için, Kur'an tarafından eğitilmiş, tel­kin ve teşvik edilmiş olan Muhammed 'ın tabilerince atılmıştı.

Kur'an ve sünnet bilgilerini yayma arzusu, Peygamber 'in ashabını, öğrenme merkez­leri kurmaya yöneltti; öte yandan Peygam­ber 'ın söyledikleri hakkında hata yapma korkusu, onların çalışmalarının doğru, âdil ve gerçek olmasını sağladı. Onlar,- Peygam­ber  tarafından uyarılmıştı: "Kim benim hakkımda bilerek yalan söylerse, cehennem­de yerini hazırlasın." Bu ifade, onun yolun­dan gidenler üzerinde büyük etki yaptı ve şüpheli oldukları hiçbir şeyi kaydetmediler. Doğru söz ve metni bulmak için, endişe ve­ya kayırma söz konusu olmadan, "hadis eleştirisi" yapıldı. Babanın oğlunu kötüledi-ğine, oğulun babayı, kardeşin kendi akraba­larını ve arkadaşların birbirlerini, Allah kor­kusundan başka hiçbir korku ve kayırma ol­madan eleştirdiğine, bu esnada rastlanabilir. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu göste­ren bu hadis eleştirisi, Peygamber @'ın sağ­lığında başladı. Ali, Abdullah b. Amr, Ömer, Ubey b. Ka'b dahil olmak üzere, Peygamber @'ın pek çok ashabı, onun hayatında hadi­si araştırmaya ve doğruluğunu tahkik etme­ye başladılar. Herhangi bir şeyi Peygamber 'a atfetmeden önce, son derece dikkatli davrandılar ve kaydetmeden evvel de iyice tetkik ettiler. Ebu Bekir, Ömer, Ali, tbni Ömer ve Aişe, Peygamber 'a atfedilen ifa­delerin, kabul edilip kaydedilmeden Önce, iyi­ce araştırılıp, doğruluğunun tahkik edilme­si konusunda önayak olmuşlardır. (M. M. Azamî, Studies İn Hadith Methodology and Literatüre, s. 46-80).

Daha sonraları, bu, bir ifadenin Peygamber 'ın hadisi olarak kabulü için, çok sert ve katı kuralların esasını ortaya çıkardı. Hadis­lerin gruplara ayrılması ve hadis literatürün­de bir nakil metodolojisi, herhangi bir ha­disin doğruluğunun ve gerçekliğinin araştı­rılması ve doğru olmayan hadisin literatüre geçmesinin önlenmesini sağlamak üzere or­taya kondu. Zincirin devamlılığı gibi pek çok kural muhafaza edilmeliydi; bir söz ne tas­fiye edilmeli, ne de noksanlığı haiz olmalıy­dı. Ve yine, bir hadis, nakledenlerinin birin­deki hata, isnadın kesikliği yüzünden olan zayıflık veya tesadüfi sebeplerden oluşan za­yıflık dolayısıyla reddedilebilirdi. Böylece, ansiklopedik boyutlu bilgi, gerçek ve doğru hadisler muhafaza edilip, yanlış ve hatalı olanlar çıkarılarak, hadisler ve onların doğ­ru ve kesin nakilleri üzerine kuruldu. Doğ­ru gerçekleri bulmak ve onları, sistematik bir şekilde tarafsız ve objektif olarak kaydetmek için, aynı araştırma ve soruşturma ruhu, ta­rih çalışmasına da uygulandı.

Tarih çalışmalarında İslâmî metodoloji hak­kında daha fazla üzerinde durmayı gerekti­ren bir nokta da şudur: Daha önce belirtil­diği gibi İslâmî metodoloji bize, tarihsel olay­ları ve insanları, İslâm'a göre takdir ve tah­lil edebileceğimiz bir ölçü verir. Burada esas soru kendini gösterir: Bu dünyadaki insan hayatının nihaî hedefi nedir? Eğer, hayat fik­ri açık değilse, tarih, aslında hiç tarih demek olmayan, olay ve hikayelerin toplanmasından ibaret olacaktı. Tarih, tarihsel olayların yo­rumunu, değişik gerçekleri inceledikten ve o gerçeklerin kronolojisini araştırdıktan son­ra yapar. Fakat, yorumun temeli ile o olay­ları ölçme ve takdir etmedeki kriter ne ola­caktır?

Sekülaristler ve materyalistlere göre, bu dün­yadaki insan hayatının en son hedefi, mater-yalistik bir medeniyet inşa etmek ve hayatı kabiliyet ve imkânlarımızla zevkli bir hale ge­tirmektir. Böyle bir tarih bilimi, maddî iler­leme, askerî güç, politik etki ve hayatın mad­dî zevkleri için imkânlar sağlamadan ibaret olacaktır.

Bununla beraber o, sanat, düşünce, ahlâk ve insan değerleri gibi, hayatın maddî olmayan değerlerine de küçük bir yer verir; fakat bu çalışmalarının son derece önemsiz bir bölü-vmünü teşkil eder. İslâmî tarih bilimi, diğer taraftan, başka tarih bilimlerinin bahsetme­diği veya istemediği herhangi bir şeyi ihmal etmemek kaydıyla, oldukça farklı bir yöntem benimser. Allah'ın birliği inancına dayandı­ğından, insanın bu dünyadaki hayat amacı­nın Allah'a ibadet olduğunu düşünür. Daha önce de belirtildiği gibi, bu, İslâmî tarihin dip kayasıdır ve her şey bu temelde değerlendirilip, hüküm yerilir, (The Meanİng of the Qur'an, Cilt IV, s. 57).

Önceki milletlerin tarihî hikayeleriyle dolu Kur'an-ı Kerim, tarih çalışmalarında, ilk müslümanlara çok kuvvetli destek olmuştur. Kur'an-ı Kerim, pekçok milleti, yaşayışları­nı, medeniyetlerini, yükseliş ve düşüşlerini anlatır ve insanın dikkatini, yeryüzündeki hayatın bir gün sona ereceği ve Rabbine dö­neceği gerçeğine çeker. Milletler geldiler, git­tiler, fakat Allah'ın Zatı ezelî ve ebedîdir. "Eğer siz bir yara aldıysanız, şüphesiz o top­luluk da benzeri bir yara almıştır. Allah'ın, gerçekten inananları belirtmesi ve içinizden şahitler edinmesi, Allah'ın inananları arıt­ması ve inkâr edenleri yok etmesi için, insan­lar arasında bu günleri bazan lehe, bazan aleyhe döndürür dururuz. Allah zulmeden­leri sevmez." (3: 140-141). Bu, insanın yara­tılışı arkasındaki gerçeği gösterir ve önceki milletleri değerlendirmek, başarılarını Ölçmek için önemli bir prensip ortaya koyar. Bu, Allah'ın bütün elçilerine verilen takdir pren­sibidir: "Andolsun ki Musa'y1 ayetlerimiz­le, 'Milletini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve Allah'ın günlerini onlara hatırlat* diye göndermiştik." (14: 5).

Kur'an-ı Kerim, aynı zamanda, tarihin diğer bir gerçeğini de gösterir ve şu sözlerle mil­letlerin yaşayışlarındaki bu değişiklik süre­cindeki hikmeti izah eder: "Allah'ın insan­ları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu..." (2: 251). Bu, daha faz­la açıklanır: "Eğer gerçekten onların heves­lerine uysaydı, gökler, yer ve onlarda bulu­nanlar bozulup giderdi." (23: 71). Bu, mil­letten millete manzaranın nasıl benzediğini, insan faaliyetinin çeşitli alanlarında gelişme kaydettikleri halde, boş arzular peşinde ko­şarak nasıl bozulduklarını ifade eder. Son­ra, onların yerini birçok sahada daha iyi olan milletler aldı; fakat onlar da tedricen aynı bozulmaya uğradılar ve mahvolup gittiler. Bu, insanın bütün tarihidir ve doğal olarak, müslümanlara tarihin gerçeklerini inceleme­lerini ve onu bilimsel, sistematik bir şekilde günümüze getirmelerini telkin etmiştir.

Kur'an-ı Kerim, kısaca, her milletin nasıl ya­şadığını, muvaffak olduğunu ve yanlış hayat tarzları benimseyerek nasıl mahvolduğunu da anlatır: "Kendilerinden önce olan Muh, Âd, Semûd milletlerinin, İbrahim milletinin, Medyen ve altüst olmuş şehirler ve halkının haberleri onlara gelmedi mi? Peygamberleri onlara belgeler getirmişlerdi. Allah onlara zulüm etmemiş, onlar kendilerine yazık et­mişlerdir." (9: 70). İbrahim Suresi'nde de şunları okuyoruz: "Sizden önce geçen Nuh, Âd, Semûd milletlerinin ve onlardan sonra gelenlerin haberleri —ki onları Allah'tan başkası bilmez— size ulaşmadı mı?..." (14: 9). Furkan Suresi'nde de şunları okuyoruz: "Nuh milletini birçok nesilleri de yerle bir ettik. Her birine misaller vermiştik ama, din­lemedikleri için hepsini kırdık geçirdik!' (25: 37-39). Kur'an'ın her milletin tarihini, kül­türünü, medeniyetini, mimarî başarılarını, askerî çabalarını ve politik güçlerini anlatan bu ve diğer ayetleri, tarih çalışmalarına bü­yük teşvik sağladı. Bu çalışmalarla da, bir milletin tarihî bir olayının değerini takdir ederken yeni prensipler ve yeni bir metodo­loji uygulayarak, İslâmî tarih biliminin ge­lişmesine yol açtı ve İbni Haldun, el-Mesûdî, Miskaveyh, İbni Hallikan, el-Birûnî, el-Mekrisî, Yakat ve İbni Asakîr gibi tarihçile­rin yetişmesini sağladı. Bu arada, îbni İshak, İbni Hişam, İbni Esir, Ebû el-Fida, el-Dahebî, el-Kelbî, el-Vakidî, İbni Saad ve İb-n'l- Mukaffa gibi ünlü, daha Önceki dönem­lerin yazarlarından da bahsedilmelidir.