ezelinur
Wed 3 March 2010, 02:40 pm GMT +0200
Hür erkek, üç talâka sahiptir. Bu erkek, bir cariyenin kocası olsa bile, talâk sayısı üçtür. Köle, hür kadının kocası olsa bile iki talâka sahiptir. Koca, bir defada üç talâkla boşarsa, meselâ karısına "sen üç talâkla boşsun" derse, dört mezhebe göre de, söylemiş olduğu sayıdaki talâkla (yani üç talâk ile) karısı boşanır. Cumhur-u Fukaha bu görüştedirler. Ancak başlarında İbn Abbas olmak üzere Tavus, İkrime ve Ibn İshak gibi bazı müctehidler, bu hususta dört mezheb imamına muhalefet etmişlerdir. Bunlar: "Üç talâkla boşadım" demekle, üç talâkın değil, sadece bir talâkın vukûbulacağım söylemişlerdir. Buna delil olarak da Müslim´in, İbn Ab-bas´tan nakletmiş olduğu şu rivayeti ileri sürmüşlerdir: İbn Abbas der ki: "Rasûlullah (s.a.s.)´ın ye Ebû Bekir (r.a.)´in devirlerinde, Ömer´in (r.a.) halifeliğinin ilk iki senesinde üç talâkla boşama, bir talâk olarak kabul ediliyordu. Ömer (r.a.): "İnsanlar, ağır davranmaları gerektiği bir işte acelecilik etmektedirler. Artık üç talâkla boşamayı, üç talâk olarak geçerli kılsak mı?" dedi ve sonra da üç talâkla boşamayı üç talâk olarak geçerli kıldı." Bu rivayetinde açıkça gösterdiği gibi bu, bir icmâ meselesi değildir. Bu, İbn Abbas ile Tavus, İkrime ve bazı müctehidlerin görüşüdür. Mücte-hidi taklid etmenin vâcib olmadığı, fıkıh usûlünün kesinleşmiş kuralların-dandır. Bir müctehidin görüşünü aynıyla almak vâcib değildir. Şu halde İslâm müctehidlerinden herhangi birini, kendisine ait olduğu sabit bulunan bir görüşünde taklit etmek caiz olur. İbn Abbas´ın üç talâk meselesinde böyle dediği sabit olunca, diğer müctehidleri taklid etmek caiz olduğu gibi, bu görüşünde onu da taklit etmek sahih olur. Şu da var ki; taklîdi bir tarafa bırakıp delilin kendisine bakacak olursak, bu delili güçlü buluruz. Çünkü talâkın, Peygamber (s.a.s.) zamanında bu durumda olduğunu bütün imamlar kabullenmişlerdir. Yine onlardan hiç birisi, Müslim´in rivayetinde bir ta´n noktası bulunduğunu söylememişlerdir. Bir defada üç talâkı söylemekle üç talâkın vâki olacağı görüşünü savunanların yegâne daya nakları; Hz. Ömer´in uygulamasının ve ona muvafakat eden çoğunluğun görüşlerinin, eski hükmün geçici olduğuna ve Ömer (r.a,)´in hilâfetinin ikinci senesinin nihâyetinde sona erdiğine İstinad etmesidir. Ömer (r.a.), eski hükmü, bize anlatmadığı bir hadise dayanarak neshetmiştir. Bunun delili de icmâdır. Çünkü o zamanda sahabîlerin, Hz. Ömer´in hükmüne rıza göstererek icmâ etmeleri, O´nun kendi yanında bulunan bir senede dayanarak sahabîlerî ikna ettiğini göstermektedir. Bu icmâın senedini öğrenmemiz, fıkıh usûlünün kesinleşen kurallarına göre zorunlu değildir.
Ama realite gösteriyor ki; Hz. Ömer zamanında böyle bir icmâ gerçekleşmemiştir. Müslümanların bir çoğu, bu hükümde onlara muhalefet etmişlerdir. Şüphesiz ki İbn Abbas, dînî meselelerde kendisine dayanıla-bilen müctehidlerdendir. Önce de söylediğimiz gibi onu taklit etmek caizdir. Ayrıca müctehiddir diye bu görüşünde Hz. Ömer´i taklit etmemiz de vâcib değildir. Çoğunluğun bu görüşünde ona katılması, kendisini taklid etmemizi zorunlu kılmaz. Kaldı ki Hz. Ömer insanları, karılarını sünnete aykırı bir şekilde boşamaktan sakındırmak için bu hükmü vermiş olabilir. Çünkü sünnet, kadının, önce belirtilen tarzda muhtelif zamanlarda boşanmasını öngörmektedir. Onu bir defada boşamaya cür´et eden kimse, sünnete muhalefet etmiş olur. Bu kişinin cezası da, bu şekilde boşamaya bir daha yanaşmaması için, bir defada üç talâkla boşaması halinde, karısının üç talâkla boşanmış sayılmasıdır.
Özetle, tek sözle karısını üç talâkla boşayanın sadece bir talâkının vâki olacağını söyleyenlerin görüşleri doğru ve sünnette uygundur. Doğrudur diyoruz; çünkü uygulama Hz. Peygamber (s.a.s.}´in ve O´nun en büyük halîfesi Ebû Bekir (r.a.)´in zamanında böyleydi Hz. Ömer (r.a.)´in halîfelik döneminin ilk iki senesinde de böyleydi. Ama bundan sonra Hz. Ömer (eski uygulamayı kaldırmak için) ictihadda bulundu. Başkaları onun bu içtihadına muhalefet etti. Bu hususta Hz. Ömer´i taklit etmek sahih olduğu gibi, onun muhaliflerini taklit etmek de sahihtir. Yüce Allah, fer´î meselelerde kesin doğruyu araştırmakla bizleri yükümlü kılmamıştır. Yükümlü kılmış olsaydı, bu araştırma, hemen hemen imkânsız olurdu. Koca, karısını boşarken talâk sayısını üçten az olarak kayıtlarsa, bu sayıyı ya açıkça belirtir ya da bunu niyetinde tutar. Her hâl-ü kârda talâk, ya sarih, ya da kinaye olur. Bütün bunlara ilişkin olarak mezheblerin ayrıntılı açıklamaları aşağıya alınmıştık.
(23) Hanefîler dediler ki: Talâk sayısında kadının kendisi nazar-ı itibâra alınır. Hür bir erkek, bir cariyeyle evlenirse, iki talâka sahip olur. Çünkü câriye, hür kadından bir talâk eksiktir. Köle, hür bir kadınla evlenirse, üç talâka sahip olur. Çünkü hür kadının üç talâkı vardır. Talâka sahip olan, her ne kadar erkeğin kendisi ise de, talâkın sayısı hür kadına ve cariyeye göre değişir. Kocası köle de olsa, hür kadın, üç talâka sahip olur. Buna karşılık kocası hür de olsa, câriye, iki talâka sahip´ olur.
(24) Hanefîler dediler ki: Koca, sarih talâkı sarih sayı ile kayıtlarsa, bu sayıya göre amel olunur. Karısına "sen, iki talâkla boşsun" derse, iki sayısını söylediği için, iki talâk vâki olur. "Sen boşsun" deyip susar, sonra da "üç talâkla" veya "iki talâkla" derse; aradaki susması nefes darlığından dolayı
îrmş, talâk sonradan belirttiği sayıya göre gerçekleşir. Ama susması kendi isteğiyle olmuşsa, sadece bir talâk vâki olur. Sayıdan söz etmeksizin boşama sözünü tekrarlaması da böyledir, örneğin karısına, "sen boşsun, boşsun" derse, bu sözü ile -karısıyla gerdeğe girmişse- iki talâk vâki olur. Ama karısıyla gerdeğe girmemîşse sadece bir talâk vâki olur. Çünkü bu sözle karısı bâin olmuştur. Koca, "boşsun" kelimesini ikinci defa tekrarlamakla, sadece birinci "boşsun´* kelimesini haber vermeye niyet ettiğini, yoksa ikinci talâkı kasdetmediğini söylerse, bu sözü diyâneten tasdîk edilir. Yani, Allah ile kendisi arasında, karısı boşanmış sayılmaz. Ama kadı, onun bu sözünü tasdîk etmez; aksine iki talâkının vâki olduğuna hükmeder. Karısına "sen boşsun, sen boşsun", "seni boşadım, seni boşadım" veya "sen boşsun, seni boşadım" demesi de aynı hükme tâbidir.
Böylece anlaşılmış ojuyor ki, bir kimse karısına "sen boşsun, boşsun, boşsun" veya "sen boşsun ve boşsun ve boşsun" derse, böyle derken ister üç talâka, isterse bir talâka niyet etsin, karısı yargı bakımından Üç talâkla boşanmış olur. Ama birinci boşama kelimesiyle boşamaya, ikinci ve üçüncü boşama kelimeleriyle, karısını boşamış olduğunu anlatmaya niyet ederse, Allah ile kendisi arasında karısı sadece bir talâkla boşanmış olur.
Özet olarak koca, talâkı tekrarlarsa, -tekrar ederken araya "vav" (ve) harfini koysa da koymasa da- tekrar ettiği sayıda talâk vâki olur. Bu, yargı bakımından böyledir. îkinci defa tekrar ederken, ikinci talâka değil de birinciye niyet ettiğini iddia ederse, bu iddiası yargı makamınca dinlenmez. İkinci defa tekrar ederken bununla birinci talâka niyet ederse, bu diyâneten sahih olur. Allah ile kendisi arasında, karısı sadece bir talâkla boşanır. "Seni boşadım; şu halde sen boşsun" der ve bu ikinci cümleyi, birinciyi açıklama niyetiyle söylediğini iddia ederse, bu iddiası hem yargı hem de diyanet bakımından kabul edilir. Çünkü "şu halde"nin arapçadaki karşılığı olan "Fa" harfi, açıklama anlamını ifâde etmek üzere konulmuştur. .
"Sen boşsun ve iddetinî bekle" sözü de böyledir. Iddetinİ bekle sözüyle, kadına iddet bekleme emrini vermeyi kasdetmişse, bir talâk vâki olur. îddeti-ni bekle sözüyle ikinci bir talâka niyet etmişse, iki ric´î talâk lâzım gelir. Zîra "iddetini bekle" sözü, birden fazla talâka veya bâin talâka niyet edilse bile, kendisiyle ric´î bir talâkın vakî olacağı kinaye lâfızlarındandır. Bir şeye niyet etmezse, iki talâk vâki olur. Ama karışma "sen boşsun, şu halde iddetini bekle" der ve bunu derken de bir şeye niyet etmezse, sadece bir talâk vâki olur. İkinci cümle, talâk anlamına değil, iddet bekleme emrine yorulur. Talâkı bölümlere ayırırsa, meselâ karısına "sen yarım...", "üçte bir...", "binde bir..." veya "yüzbinde bir talâkla boşsun" derse, tam bir talâk vâki olur. Talâkın bölümlerini birden fazla söylerse, meselâ karısına "sen yarım, dörtte bir, altıda bir talâkla boşsun" derse ve orantılar arasında atıf harfi olan "vav" harfini telâffuz etmezse, bu orantıların toplamının bir talâkı geçmemesi şartıyla bir talâk vâki olur. Birazcık da olsa bu toplamın bir talâkı aşması durumunda, bu fazlalık ikinci bir talâk sayılır.
Talâkı, bir talâkın zamirine izafe eder ve bir talâkı birden fazla bölümler halinde telâffuz ederse, aynı hüküm sözkonusu olur. Meselâ karısına: "Sen, yarım talâkla ve onun (talâkın) üçte biriyle boşsun´* derse bir talâk vâki olur. Zîra bu cümlede söylenen kesirlerin toplamı, bir talâktan azdır. Ama karısına; "Sen yarım talâkla ve onun (talâkın) üçte biriyle ve onun (talâkın) dörtte biriyle boşsun" derse, iki talâk lâzım gelir. Çünkü bu kesirlerin toplamı bir talâktan daha fazla olduğu için iki talâk vâki olur. Bazıları, bu fazlalığın hesaba katılmayacağını söylemişlerdir.
Bu, talâkın, talâka işaret eden bir zamire izafe edilmesi durumunda sözkonusu olan bir hükümdür. Ama talâk, talâkın kendisine izafe edilirse, meselâ bir erkek karısına: "Sen yarım talâkla ve üçte bir talâkla ve dörtte bir talâkla boşsun" derse, bu kelimelerin her biriyle bir talâk vâkî olur. Şu halde, bu kesirleri "vav" harfiyle ("ve" bağlaciyla) biribirlerine bağlaması kaydıyla üç talâk vâki olur. Ayrıca boşadiği bu karısıyla gerdeğe girmiş olması da şarttır. Arada "vav" harfini telâffuz etmeksizin: "Sen yarım talâkla, üçte bir talâkla boşsun" derse, bu kesirler toplamının bir talâkı aşmaması şartıyla bir talâk vâki olur. Kesirlerin toplamının bir talâkı aşması durumunda, ikinci bir talâk daha vâki olur. Bir talâkı aşan kısmın hesaba katılmaması gerektiğini söyleyenler de olmuştur.
Özet olarak bu meselede dört şekil vardır:
1- Boşayan kimsenin fıkıhçı, felsefe yapmaya çalışan, şakacı veya matematikçi olması ve kendi karısına: "Sen yarım talâkla boşsun" demesi veya ona talâkın çok az bir bölümünü söylemesi; meselâ: "Sen yüzbinde bir talâkla boşsun" demesi. Bu durumda karısı bir talâkla boşanır.
2- Atıf harfini ("vav"ı) telâffuz etmeksizin talâk kesirlerinden birkaçını söylemesi. Meselâ karısına: "Sen, üçte bir talâkla, dörtte bir talâkla, beşte bir talâkla boşsun" demesi. Bu durumda kesirler toplanır. Bu toplam, bir talâk veya daha azı kadarsa, bir talâk sayılır. Bir talâkı birazcık dahi aşarsa, bu fazlalık ikinci bir talâk sayılır ve bu, hep böyle hesaplanır.
3- Talâkın kesirlerinden birkaçını, "vav" (ve) harfini telâffuz ederek veya etmeyerek, talâk zamirine izafe etme biçiminde söylemesi. Meselâ karısına: "Sen yarım talâkla ve onun (talâkın) üçte biriyle ve dörtte biriyle ve beşte biriyle boşsun demesi. Bu şekildeki boşamanın hükmü üzerinde ihtilâf edilmiştir. Bazıları, kesirlerin bir talâkı aşması durumunda, bu fazlalığın ikinci bir talâk olarak hesaplanacağını söylemişlerdir. Diğer bazilarıysa hesaplana-mayacağını, çünkü mercî birliğinin onu, sadece birinci kesiri söylemiş gibi yapacağını ve birinciden sonra söylediği kesirlerin hesaba katılmayacağını söylemişlerdir.
4- Talâkın birkaç kesirini, atıf harfini telâffuz ederek talâkın kendisine izafe etmesi. Meselâ karısına: "Sen yarım talâkla ve dörtte bir talâkla ve altıda bir talâkla boşsun" demesi. Bu durumda üç talâk vâki olur. Zîra kesiri, nıünker bir talâka izafe etmiştir. Böyle olunca, sonra telâffuz edilen kesirli talâk, önce telâffuz edilenden ayrı olur. Çünkü nekre tekrarlandığında, bir öncekinden ayrı bir şey olur. Nekre talâka izafe edilerek telâffuz edilen her bir talâk kesiri, bir talâk sayılır. Ama talâk kesirini (talâka dönen) bir zamire izafe edersek, hüküm bunun tersi olur. Zîra zamir, aynıyla birinci kesire döner. Dolayısıyla sadece birincisi hesaplanır.
Bütün bu hükümler, kocanın gerdeğe girmiş olduğu karısını boşaması durumunda sözkonusu olurlar. Ama bir erkek kendisiyle henüz gerdeğe girmediği karısını bu şekilde boşarsa, bilindiği gibi sadece bir talâk vâki olur.
Söz gelimi bir kimse, matematik felsefesinin etkisinde kalarak karısına: "Sen iki talâkın üç yansıyla boşsun" derse, bu sözün doğuracağı sonuç üzerinde ihtilâf edilmiştir. Bazıları bu durumda kadının üç talâkla boşandığım; çünkü iki talâkın yarısının bir talâk, bir talâkın üç ile çarpımının da üç talâk olduğunu ve her yarımın kendi başına bir talâk sayıldığını söylerler. Bazıla-rıysa bu durumda kadının sadece İki talâkla boşandığını; çünkü iki talâkı ayrı ayrı yarıya böldüğümüzde, her talâk iki yarıma bölünür ve iki talâk, dört yarım olur. Bu dört yarımın üçü, bir buçuk talâk eder. (Böylece yarım da bü-tünlendiği için) kadın, iki talâkla boşanmış olur.
Bu iki görüşten kuvvetli olanı birincisidir. Çünkü "iki talâkın üç yarısı" dediğimizde, bunun anlamı, iki talâkın yarısının üç ile çarpılması olur. İki talâkın yarısı tam bir talâktır. Üç yarım ise üç talâktır. Erkek: "Sen iki talâktan her birinin yansının üçüyle boşsun" derse, bunun anlamı şudur: Her bir talâkı kendi başına ikiye böleriz. Bu yarıyı üçle çarparsak bir buçuk talâk eder. Yarım da bütüne tamamlandığı için kadın, iki talâkla boşanmış olur. Bir kimse, karısına: "Sen bir talâkın üç yansıyla boşsun" derse, iki talâk lâzım gelir. Çünkü bir talâkın iki tane yarımı vardır. İki yarım, bir talâk olarak hesaplanır. Üçüncü yarımla da, ikinci olarak tam bir talâk vâki olur. Bilindiği gibi talâkın çok az da olsa bir parçası, tam bir talâk sayılır. Aynı şekilde karısına: "Sen bir talâkın dört üçte biri veya beş dörtte biri ile boşsun" derse, iki talâk lâzım gelir. Çünkü tam bir talâkın üç tane üçte biri vardır. Ama o bu sözüyle talâka dördüncü üçte bir daha eklemiştir. Dolayısıyla bu fazlalıktan dolayısıyla ona bir tam talâk daha lâzım gelir. "Beş dörtte bir" sözü de böyledir. Bir erkek karısına: "Sen iki talâkın iki yarısıyla boşsun" derse, iki talâk vâki olur. Çünkü iki talâkın yarısı bir talâktır. Bunun ikiyle çarpımı da iki talâk eder. Söz gelimi matematikçi bir adam, karısına: "Sen, birden ikiye kadar boşsun" veya "sen, bir ilâ iki arasında boşsun", yahut da "sen, bir ilâ üç arasında boşsun" derse; birinci misâlde bir talâk vâki olur.
Ama realite gösteriyor ki; Hz. Ömer zamanında böyle bir icmâ gerçekleşmemiştir. Müslümanların bir çoğu, bu hükümde onlara muhalefet etmişlerdir. Şüphesiz ki İbn Abbas, dînî meselelerde kendisine dayanıla-bilen müctehidlerdendir. Önce de söylediğimiz gibi onu taklit etmek caizdir. Ayrıca müctehiddir diye bu görüşünde Hz. Ömer´i taklit etmemiz de vâcib değildir. Çoğunluğun bu görüşünde ona katılması, kendisini taklid etmemizi zorunlu kılmaz. Kaldı ki Hz. Ömer insanları, karılarını sünnete aykırı bir şekilde boşamaktan sakındırmak için bu hükmü vermiş olabilir. Çünkü sünnet, kadının, önce belirtilen tarzda muhtelif zamanlarda boşanmasını öngörmektedir. Onu bir defada boşamaya cür´et eden kimse, sünnete muhalefet etmiş olur. Bu kişinin cezası da, bu şekilde boşamaya bir daha yanaşmaması için, bir defada üç talâkla boşaması halinde, karısının üç talâkla boşanmış sayılmasıdır.
Özetle, tek sözle karısını üç talâkla boşayanın sadece bir talâkının vâki olacağını söyleyenlerin görüşleri doğru ve sünnette uygundur. Doğrudur diyoruz; çünkü uygulama Hz. Peygamber (s.a.s.}´in ve O´nun en büyük halîfesi Ebû Bekir (r.a.)´in zamanında böyleydi Hz. Ömer (r.a.)´in halîfelik döneminin ilk iki senesinde de böyleydi. Ama bundan sonra Hz. Ömer (eski uygulamayı kaldırmak için) ictihadda bulundu. Başkaları onun bu içtihadına muhalefet etti. Bu hususta Hz. Ömer´i taklit etmek sahih olduğu gibi, onun muhaliflerini taklit etmek de sahihtir. Yüce Allah, fer´î meselelerde kesin doğruyu araştırmakla bizleri yükümlü kılmamıştır. Yükümlü kılmış olsaydı, bu araştırma, hemen hemen imkânsız olurdu. Koca, karısını boşarken talâk sayısını üçten az olarak kayıtlarsa, bu sayıyı ya açıkça belirtir ya da bunu niyetinde tutar. Her hâl-ü kârda talâk, ya sarih, ya da kinaye olur. Bütün bunlara ilişkin olarak mezheblerin ayrıntılı açıklamaları aşağıya alınmıştık.
(23) Hanefîler dediler ki: Talâk sayısında kadının kendisi nazar-ı itibâra alınır. Hür bir erkek, bir cariyeyle evlenirse, iki talâka sahip olur. Çünkü câriye, hür kadından bir talâk eksiktir. Köle, hür bir kadınla evlenirse, üç talâka sahip olur. Çünkü hür kadının üç talâkı vardır. Talâka sahip olan, her ne kadar erkeğin kendisi ise de, talâkın sayısı hür kadına ve cariyeye göre değişir. Kocası köle de olsa, hür kadın, üç talâka sahip olur. Buna karşılık kocası hür de olsa, câriye, iki talâka sahip´ olur.
(24) Hanefîler dediler ki: Koca, sarih talâkı sarih sayı ile kayıtlarsa, bu sayıya göre amel olunur. Karısına "sen, iki talâkla boşsun" derse, iki sayısını söylediği için, iki talâk vâki olur. "Sen boşsun" deyip susar, sonra da "üç talâkla" veya "iki talâkla" derse; aradaki susması nefes darlığından dolayı
îrmş, talâk sonradan belirttiği sayıya göre gerçekleşir. Ama susması kendi isteğiyle olmuşsa, sadece bir talâk vâki olur. Sayıdan söz etmeksizin boşama sözünü tekrarlaması da böyledir, örneğin karısına, "sen boşsun, boşsun" derse, bu sözü ile -karısıyla gerdeğe girmişse- iki talâk vâki olur. Ama karısıyla gerdeğe girmemîşse sadece bir talâk vâki olur. Çünkü bu sözle karısı bâin olmuştur. Koca, "boşsun" kelimesini ikinci defa tekrarlamakla, sadece birinci "boşsun´* kelimesini haber vermeye niyet ettiğini, yoksa ikinci talâkı kasdetmediğini söylerse, bu sözü diyâneten tasdîk edilir. Yani, Allah ile kendisi arasında, karısı boşanmış sayılmaz. Ama kadı, onun bu sözünü tasdîk etmez; aksine iki talâkının vâki olduğuna hükmeder. Karısına "sen boşsun, sen boşsun", "seni boşadım, seni boşadım" veya "sen boşsun, seni boşadım" demesi de aynı hükme tâbidir.
Böylece anlaşılmış ojuyor ki, bir kimse karısına "sen boşsun, boşsun, boşsun" veya "sen boşsun ve boşsun ve boşsun" derse, böyle derken ister üç talâka, isterse bir talâka niyet etsin, karısı yargı bakımından Üç talâkla boşanmış olur. Ama birinci boşama kelimesiyle boşamaya, ikinci ve üçüncü boşama kelimeleriyle, karısını boşamış olduğunu anlatmaya niyet ederse, Allah ile kendisi arasında karısı sadece bir talâkla boşanmış olur.
Özet olarak koca, talâkı tekrarlarsa, -tekrar ederken araya "vav" (ve) harfini koysa da koymasa da- tekrar ettiği sayıda talâk vâki olur. Bu, yargı bakımından böyledir. îkinci defa tekrar ederken, ikinci talâka değil de birinciye niyet ettiğini iddia ederse, bu iddiası yargı makamınca dinlenmez. İkinci defa tekrar ederken bununla birinci talâka niyet ederse, bu diyâneten sahih olur. Allah ile kendisi arasında, karısı sadece bir talâkla boşanır. "Seni boşadım; şu halde sen boşsun" der ve bu ikinci cümleyi, birinciyi açıklama niyetiyle söylediğini iddia ederse, bu iddiası hem yargı hem de diyanet bakımından kabul edilir. Çünkü "şu halde"nin arapçadaki karşılığı olan "Fa" harfi, açıklama anlamını ifâde etmek üzere konulmuştur. .
"Sen boşsun ve iddetinî bekle" sözü de böyledir. Iddetinİ bekle sözüyle, kadına iddet bekleme emrini vermeyi kasdetmişse, bir talâk vâki olur. îddeti-ni bekle sözüyle ikinci bir talâka niyet etmişse, iki ric´î talâk lâzım gelir. Zîra "iddetini bekle" sözü, birden fazla talâka veya bâin talâka niyet edilse bile, kendisiyle ric´î bir talâkın vakî olacağı kinaye lâfızlarındandır. Bir şeye niyet etmezse, iki talâk vâki olur. Ama karışma "sen boşsun, şu halde iddetini bekle" der ve bunu derken de bir şeye niyet etmezse, sadece bir talâk vâki olur. İkinci cümle, talâk anlamına değil, iddet bekleme emrine yorulur. Talâkı bölümlere ayırırsa, meselâ karısına "sen yarım...", "üçte bir...", "binde bir..." veya "yüzbinde bir talâkla boşsun" derse, tam bir talâk vâki olur. Talâkın bölümlerini birden fazla söylerse, meselâ karısına "sen yarım, dörtte bir, altıda bir talâkla boşsun" derse ve orantılar arasında atıf harfi olan "vav" harfini telâffuz etmezse, bu orantıların toplamının bir talâkı geçmemesi şartıyla bir talâk vâki olur. Birazcık da olsa bu toplamın bir talâkı aşması durumunda, bu fazlalık ikinci bir talâk sayılır.
Talâkı, bir talâkın zamirine izafe eder ve bir talâkı birden fazla bölümler halinde telâffuz ederse, aynı hüküm sözkonusu olur. Meselâ karısına: "Sen, yarım talâkla ve onun (talâkın) üçte biriyle boşsun´* derse bir talâk vâki olur. Zîra bu cümlede söylenen kesirlerin toplamı, bir talâktan azdır. Ama karısına; "Sen yarım talâkla ve onun (talâkın) üçte biriyle ve onun (talâkın) dörtte biriyle boşsun" derse, iki talâk lâzım gelir. Çünkü bu kesirlerin toplamı bir talâktan daha fazla olduğu için iki talâk vâki olur. Bazıları, bu fazlalığın hesaba katılmayacağını söylemişlerdir.
Bu, talâkın, talâka işaret eden bir zamire izafe edilmesi durumunda sözkonusu olan bir hükümdür. Ama talâk, talâkın kendisine izafe edilirse, meselâ bir erkek karısına: "Sen yarım talâkla ve üçte bir talâkla ve dörtte bir talâkla boşsun" derse, bu kelimelerin her biriyle bir talâk vâkî olur. Şu halde, bu kesirleri "vav" harfiyle ("ve" bağlaciyla) biribirlerine bağlaması kaydıyla üç talâk vâki olur. Ayrıca boşadiği bu karısıyla gerdeğe girmiş olması da şarttır. Arada "vav" harfini telâffuz etmeksizin: "Sen yarım talâkla, üçte bir talâkla boşsun" derse, bu kesirler toplamının bir talâkı aşmaması şartıyla bir talâk vâki olur. Kesirlerin toplamının bir talâkı aşması durumunda, ikinci bir talâk daha vâki olur. Bir talâkı aşan kısmın hesaba katılmaması gerektiğini söyleyenler de olmuştur.
Özet olarak bu meselede dört şekil vardır:
1- Boşayan kimsenin fıkıhçı, felsefe yapmaya çalışan, şakacı veya matematikçi olması ve kendi karısına: "Sen yarım talâkla boşsun" demesi veya ona talâkın çok az bir bölümünü söylemesi; meselâ: "Sen yüzbinde bir talâkla boşsun" demesi. Bu durumda karısı bir talâkla boşanır.
2- Atıf harfini ("vav"ı) telâffuz etmeksizin talâk kesirlerinden birkaçını söylemesi. Meselâ karısına: "Sen, üçte bir talâkla, dörtte bir talâkla, beşte bir talâkla boşsun" demesi. Bu durumda kesirler toplanır. Bu toplam, bir talâk veya daha azı kadarsa, bir talâk sayılır. Bir talâkı birazcık dahi aşarsa, bu fazlalık ikinci bir talâk sayılır ve bu, hep böyle hesaplanır.
3- Talâkın kesirlerinden birkaçını, "vav" (ve) harfini telâffuz ederek veya etmeyerek, talâk zamirine izafe etme biçiminde söylemesi. Meselâ karısına: "Sen yarım talâkla ve onun (talâkın) üçte biriyle ve dörtte biriyle ve beşte biriyle boşsun demesi. Bu şekildeki boşamanın hükmü üzerinde ihtilâf edilmiştir. Bazıları, kesirlerin bir talâkı aşması durumunda, bu fazlalığın ikinci bir talâk olarak hesaplanacağını söylemişlerdir. Diğer bazilarıysa hesaplana-mayacağını, çünkü mercî birliğinin onu, sadece birinci kesiri söylemiş gibi yapacağını ve birinciden sonra söylediği kesirlerin hesaba katılmayacağını söylemişlerdir.
4- Talâkın birkaç kesirini, atıf harfini telâffuz ederek talâkın kendisine izafe etmesi. Meselâ karısına: "Sen yarım talâkla ve dörtte bir talâkla ve altıda bir talâkla boşsun" demesi. Bu durumda üç talâk vâki olur. Zîra kesiri, nıünker bir talâka izafe etmiştir. Böyle olunca, sonra telâffuz edilen kesirli talâk, önce telâffuz edilenden ayrı olur. Çünkü nekre tekrarlandığında, bir öncekinden ayrı bir şey olur. Nekre talâka izafe edilerek telâffuz edilen her bir talâk kesiri, bir talâk sayılır. Ama talâk kesirini (talâka dönen) bir zamire izafe edersek, hüküm bunun tersi olur. Zîra zamir, aynıyla birinci kesire döner. Dolayısıyla sadece birincisi hesaplanır.
Bütün bu hükümler, kocanın gerdeğe girmiş olduğu karısını boşaması durumunda sözkonusu olurlar. Ama bir erkek kendisiyle henüz gerdeğe girmediği karısını bu şekilde boşarsa, bilindiği gibi sadece bir talâk vâki olur.
Söz gelimi bir kimse, matematik felsefesinin etkisinde kalarak karısına: "Sen iki talâkın üç yansıyla boşsun" derse, bu sözün doğuracağı sonuç üzerinde ihtilâf edilmiştir. Bazıları bu durumda kadının üç talâkla boşandığım; çünkü iki talâkın yarısının bir talâk, bir talâkın üç ile çarpımının da üç talâk olduğunu ve her yarımın kendi başına bir talâk sayıldığını söylerler. Bazıla-rıysa bu durumda kadının sadece İki talâkla boşandığını; çünkü iki talâkı ayrı ayrı yarıya böldüğümüzde, her talâk iki yarıma bölünür ve iki talâk, dört yarım olur. Bu dört yarımın üçü, bir buçuk talâk eder. (Böylece yarım da bü-tünlendiği için) kadın, iki talâkla boşanmış olur.
Bu iki görüşten kuvvetli olanı birincisidir. Çünkü "iki talâkın üç yarısı" dediğimizde, bunun anlamı, iki talâkın yarısının üç ile çarpılması olur. İki talâkın yarısı tam bir talâktır. Üç yarım ise üç talâktır. Erkek: "Sen iki talâktan her birinin yansının üçüyle boşsun" derse, bunun anlamı şudur: Her bir talâkı kendi başına ikiye böleriz. Bu yarıyı üçle çarparsak bir buçuk talâk eder. Yarım da bütüne tamamlandığı için kadın, iki talâkla boşanmış olur. Bir kimse, karısına: "Sen bir talâkın üç yansıyla boşsun" derse, iki talâk lâzım gelir. Çünkü bir talâkın iki tane yarımı vardır. İki yarım, bir talâk olarak hesaplanır. Üçüncü yarımla da, ikinci olarak tam bir talâk vâki olur. Bilindiği gibi talâkın çok az da olsa bir parçası, tam bir talâk sayılır. Aynı şekilde karısına: "Sen bir talâkın dört üçte biri veya beş dörtte biri ile boşsun" derse, iki talâk lâzım gelir. Çünkü tam bir talâkın üç tane üçte biri vardır. Ama o bu sözüyle talâka dördüncü üçte bir daha eklemiştir. Dolayısıyla bu fazlalıktan dolayısıyla ona bir tam talâk daha lâzım gelir. "Beş dörtte bir" sözü de böyledir. Bir erkek karısına: "Sen iki talâkın iki yarısıyla boşsun" derse, iki talâk vâki olur. Çünkü iki talâkın yarısı bir talâktır. Bunun ikiyle çarpımı da iki talâk eder. Söz gelimi matematikçi bir adam, karısına: "Sen, birden ikiye kadar boşsun" veya "sen, bir ilâ iki arasında boşsun", yahut da "sen, bir ilâ üç arasında boşsun" derse; birinci misâlde bir talâk vâki olur.