- Talâkın Birden Fazla Oluşu

Adsense kodları


Talâkın Birden Fazla Oluşu

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ezelinur
Wed 3 March 2010, 02:40 pm GMT +0200
Hür erkek, üç talâka sahiptir. Bu erkek, bir cariyenin kocası olsa bile, talâk sayısı üçtür. Köle, hür kadının kocası olsa bile iki talâka sahiptir. Koca, bir defada üç talâkla boşarsa, meselâ karısına "sen üç talâkla boşsun" derse, dört mezhebe göre de, söylemiş olduğu sayıdaki talâkla (yani üç talâk ile) karısı boşanır. Cumhur-u Fukaha bu görüştedirler. An­cak başlarında İbn Abbas olmak üzere Tavus, İkrime ve Ibn İshak gibi ba­zı müctehidler, bu hususta dört mezheb imamına muhalefet etmişlerdir. Bunlar: "Üç talâkla boşadım" demekle, üç talâkın değil, sadece bir talâ­kın vukûbulacağım söylemişlerdir. Buna delil olarak da Müslim´in, İbn Ab-bas´tan nakletmiş olduğu şu rivayeti ileri sürmüşlerdir: İbn Abbas der ki: "Rasûlullah (s.a.s.)´ın ye Ebû Bekir (r.a.)´in devirlerinde, Ömer´in (r.a.) ha­lifeliğinin ilk iki senesinde üç talâkla boşama, bir talâk olarak kabul edili­yordu. Ömer (r.a.): "İnsanlar, ağır davranmaları gerektiği bir işte aceleci­lik etmektedirler. Artık üç talâkla boşamayı, üç talâk olarak geçerli kılsak mı?" dedi ve sonra da üç talâkla boşamayı üç talâk olarak geçerli kıldı." Bu rivayetinde açıkça gösterdiği gibi bu, bir icmâ meselesi değildir. Bu, İbn Abbas ile Tavus, İkrime ve bazı müctehidlerin görüşüdür. Mücte-hidi taklid etmenin vâcib olmadığı, fıkıh usûlünün kesinleşmiş kuralların-dandır. Bir müctehidin görüşünü aynıyla almak vâcib değildir. Şu halde İslâm müctehidlerinden herhangi birini, kendisine ait olduğu sabit bulu­nan bir görüşünde taklit etmek caiz olur. İbn Abbas´ın üç talâk meselesin­de böyle dediği sabit olunca, diğer müctehidleri taklid etmek caiz olduğu gibi, bu görüşünde onu da taklit etmek sahih olur. Şu da var ki; taklîdi bir tarafa bırakıp delilin kendisine bakacak olursak, bu delili güçlü buluruz. Çünkü talâkın, Peygamber (s.a.s.) zamanında bu durumda olduğunu bü­tün imamlar kabullenmişlerdir. Yine onlardan hiç birisi, Müslim´in rivaye­tinde bir ta´n noktası bulunduğunu söylememişlerdir. Bir defada üç talâkı söylemekle üç talâkın vâki olacağı görüşünü savunanların yegâne daya nakları; Hz. Ömer´in uygulamasının ve ona muvafakat eden çoğunluğun görüşlerinin, eski hükmün geçici olduğuna ve Ömer (r.a,)´in hilâfetinin ikinci senesinin nihâyetinde sona erdiğine İstinad etmesidir. Ömer (r.a.), eski hük­mü, bize anlatmadığı bir hadise dayanarak neshetmiştir. Bunun delili de icmâdır. Çünkü o zamanda sahabîlerin, Hz. Ömer´in hükmüne rıza göste­rerek icmâ etmeleri, O´nun kendi yanında bulunan bir senede dayanarak sahabîlerî ikna ettiğini göstermektedir. Bu icmâın senedini öğrenmemiz, fıkıh usûlünün kesinleşen kurallarına göre zorunlu değildir.

Ama realite gösteriyor ki; Hz. Ömer zamanında böyle bir icmâ ger­çekleşmemiştir. Müslümanların bir çoğu, bu hükümde onlara muhalefet etmişlerdir. Şüphesiz ki İbn Abbas, dînî meselelerde kendisine dayanıla-bilen müctehidlerdendir. Önce de söylediğimiz gibi onu taklit etmek caiz­dir. Ayrıca müctehiddir diye bu görüşünde Hz. Ömer´i taklit etmemiz de vâcib değildir. Çoğunluğun bu görüşünde ona katılması, kendisini taklid etmemizi zorunlu kılmaz. Kaldı ki Hz. Ömer insanları, karılarını sünnete aykırı bir şekilde boşamaktan sakındırmak için bu hükmü vermiş olabilir. Çünkü sünnet, kadının, önce belirtilen tarzda muhtelif zamanlarda boşan­masını öngörmektedir. Onu bir defada boşamaya cür´et eden kimse, sün­nete muhalefet etmiş olur. Bu kişinin cezası da, bu şekilde boşamaya bir daha yanaşmaması için, bir defada üç talâkla boşaması halinde, karısının üç talâkla boşanmış sayılmasıdır.

Özetle, tek sözle karısını üç talâkla boşayanın sadece bir talâkının vâki olacağını söyleyenlerin görüşleri doğru ve sünnette uygundur. Doğrudur diyoruz; çünkü uygulama Hz. Peygamber (s.a.s.}´in ve O´nun en büyük halîfesi Ebû Bekir (r.a.)´in zamanında böyleydi Hz. Ömer (r.a.)´in halîfelik döneminin ilk iki senesinde de böyleydi. Ama bundan sonra Hz. Ömer (eski uygulamayı kaldırmak için) ictihadda bulundu. Başkaları onun bu içtiha­dına muhalefet etti. Bu hususta Hz. Ömer´i taklit etmek sahih olduğu gibi, onun muhaliflerini taklit etmek de sahihtir. Yüce Allah, fer´î meselelerde kesin doğruyu araştırmakla bizleri yükümlü kılmamıştır. Yükümlü kılmış olsaydı, bu araştırma, hemen hemen imkânsız olurdu. Koca, karısını bo­şarken talâk sayısını üçten az olarak kayıtlarsa, bu sayıyı ya açıkça belirtir ya da bunu niyetinde tutar. Her hâl-ü kârda talâk, ya sarih, ya da kinaye olur. Bütün bunlara ilişkin olarak mezheblerin ayrıntılı açıklamaları aşağı­ya alınmıştık.

(23) Hanefîler dediler ki: Talâk sayısında kadının kendisi nazar-ı itibâra alınır. Hür bir erkek, bir cariyeyle evlenirse, iki talâka sahip olur. Çünkü câ­riye, hür kadından bir talâk eksiktir. Köle, hür bir kadınla evlenirse, üç talâ­ka sahip olur. Çünkü hür kadının üç talâkı vardır. Talâka sahip olan, her ne kadar erkeğin kendisi ise de, talâkın sayısı hür kadına ve cariyeye göre deği­şir. Kocası köle de olsa, hür kadın, üç talâka sahip olur. Buna karşılık kocası hür de olsa, câriye, iki talâka sahip´ olur.

(24) Hanefîler dediler ki: Koca, sarih talâkı sarih sayı ile kayıtlarsa, bu sayıya göre amel olunur. Karısına "sen, iki talâkla boşsun" derse, iki sayısını söylediği için, iki talâk vâki olur. "Sen boşsun" deyip susar, sonra da "üç talâkla" veya "iki talâkla" derse; aradaki susması nefes darlığından dolayı

îrmş, talâk sonradan belirttiği sayıya göre gerçekleşir. Ama susması ken­di isteğiyle olmuşsa, sadece bir talâk vâki olur. Sayıdan söz etmeksizin boşa­ma sözünü tekrarlaması da böyledir, örneğin karısına, "sen boşsun, boşsun" derse, bu sözü ile -karısıyla gerdeğe girmişse- iki talâk vâki olur. Ama karı­sıyla gerdeğe girmemîşse sadece bir talâk vâki olur. Çünkü bu sözle karısı bâin olmuştur. Koca, "boşsun" kelimesini ikinci defa tekrarlamakla, sadece birinci "boşsun´* kelimesini haber vermeye niyet ettiğini, yoksa ikinci talâkı kasdetmediğini söylerse, bu sözü diyâneten tasdîk edilir. Yani, Allah ile ken­disi arasında, karısı boşanmış sayılmaz. Ama kadı, onun bu sözünü tasdîk etmez; aksine iki talâkının vâki olduğuna hükmeder. Karısına "sen boşsun, sen boşsun", "seni boşadım, seni boşadım" veya "sen boşsun, seni boşadım" demesi de aynı hükme tâbidir.

Böylece anlaşılmış ojuyor ki, bir kimse karısına "sen boşsun, boşsun, boşsun" veya "sen boşsun ve boşsun ve boşsun" derse, böyle derken ister üç talâka, isterse bir talâka niyet etsin, karısı yargı bakımından Üç talâkla boşanmış olur. Ama birinci boşama kelimesiyle boşamaya, ikinci ve üçüncü boşama kelimeleriyle, karısını boşamış olduğunu anlatmaya niyet ederse, Al­lah ile kendisi arasında karısı sadece bir talâkla boşanmış olur.

Özet olarak koca, talâkı tekrarlarsa, -tekrar ederken araya "vav" (ve) harfini koysa da koymasa da- tekrar ettiği sayıda talâk vâki olur. Bu, yargı bakımından böyledir. îkinci defa tekrar ederken, ikinci talâka değil de birin­ciye niyet ettiğini iddia ederse, bu iddiası yargı makamınca dinlenmez. İkinci defa tekrar ederken bununla birinci talâka niyet ederse, bu diyâneten sahih olur. Allah ile kendisi arasında, karısı sadece bir talâkla boşanır. "Seni boşa­dım; şu halde sen boşsun" der ve bu ikinci cümleyi, birinciyi açıklama niye­tiyle söylediğini iddia ederse, bu iddiası hem yargı hem de diyanet bakımın­dan kabul edilir. Çünkü "şu halde"nin arapçadaki karşılığı olan "Fa" harfi, açıklama anlamını ifâde etmek üzere konulmuştur. .

"Sen boşsun ve iddetinî bekle" sözü de böyledir. Iddetinİ bekle sözüyle, kadına iddet bekleme emrini vermeyi kasdetmişse, bir talâk vâki olur. îddeti-ni bekle sözüyle ikinci bir talâka niyet etmişse, iki ric´î talâk lâzım gelir. Zîra "iddetini bekle" sözü, birden fazla talâka veya bâin talâka niyet edilse bile, kendisiyle ric´î bir talâkın vakî olacağı kinaye lâfızlarındandır. Bir şeye niyet etmezse, iki talâk vâki olur. Ama karışma "sen boşsun, şu halde iddetini bekle" der ve bunu derken de bir şeye niyet etmezse, sadece bir talâk vâki olur. İkin­ci cümle, talâk anlamına değil, iddet bekleme emrine yorulur. Talâkı bölüm­lere ayırırsa, meselâ karısına "sen yarım...", "üçte bir...", "binde bir..." veya "yüzbinde bir talâkla boşsun" derse, tam bir talâk vâki olur. Talâkın bölüm­lerini birden fazla söylerse, meselâ karısına "sen yarım, dörtte bir, altıda bir talâkla boşsun" derse ve orantılar arasında atıf harfi olan "vav" harfini te­lâffuz etmezse, bu orantıların toplamının bir talâkı geçmemesi şartıyla bir talâk vâki olur. Birazcık da olsa bu toplamın bir talâkı aşması durumunda, bu fazlalık ikinci bir talâk sayılır.

Talâkı, bir talâkın zamirine izafe eder ve bir talâkı birden fazla bölüm­ler halinde telâffuz ederse, aynı hüküm sözkonusu olur. Meselâ karısına: "Sen, yarım talâkla ve onun (talâkın) üçte biriyle boşsun´* derse bir talâk vâki olur. Zîra bu cümlede söylenen kesirlerin toplamı, bir talâktan azdır. Ama karısı­na; "Sen yarım talâkla ve onun (talâkın) üçte biriyle ve onun (talâkın) dörtte biriyle boşsun" derse, iki talâk lâzım gelir. Çünkü bu kesirlerin toplamı bir talâktan daha fazla olduğu için iki talâk vâki olur. Bazıları, bu fazlalığın he­saba katılmayacağını söylemişlerdir.

Bu, talâkın, talâka işaret eden bir zamire izafe edilmesi durumunda söz­konusu olan bir hükümdür. Ama talâk, talâkın kendisine izafe edilirse, me­selâ bir erkek karısına: "Sen yarım talâkla ve üçte bir talâkla ve dörtte bir talâkla boşsun" derse, bu kelimelerin her biriyle bir talâk vâkî olur. Şu hal­de, bu kesirleri "vav" harfiyle ("ve" bağlaciyla) biribirlerine bağlaması kay­dıyla üç talâk vâki olur. Ayrıca boşadiği bu karısıyla gerdeğe girmiş olması da şarttır. Arada "vav" harfini telâffuz etmeksizin: "Sen yarım talâkla, üçte bir talâkla boşsun" derse, bu kesirler toplamının bir talâkı aşmaması şartıy­la bir talâk vâki olur. Kesirlerin toplamının bir talâkı aşması durumunda, ikinci bir talâk daha vâki olur. Bir talâkı aşan kısmın hesaba katılmaması gerekti­ğini söyleyenler de olmuştur.

Özet olarak bu meselede dört şekil vardır:

1- Boşayan kimsenin fıkıhçı, felsefe yapmaya çalışan, şakacı veya mate­matikçi olması ve kendi karısına: "Sen yarım talâkla boşsun" demesi veya ona talâkın çok az bir bölümünü söylemesi; meselâ: "Sen yüzbinde bir ta­lâkla boşsun" demesi. Bu durumda karısı bir talâkla boşanır.

2- Atıf harfini ("vav"ı) telâffuz etmeksizin talâk kesirlerinden birkaçını söylemesi. Meselâ karısına: "Sen, üçte bir talâkla, dörtte bir talâkla, beşte bir talâkla boşsun" demesi. Bu durumda kesirler toplanır. Bu toplam, bir talâk veya daha azı kadarsa, bir talâk sayılır. Bir talâkı birazcık dahi aşarsa, bu fazlalık ikinci bir talâk sayılır ve bu, hep böyle hesaplanır.

3- Talâkın kesirlerinden birkaçını, "vav" (ve) harfini telâffuz ederek ve­ya etmeyerek, talâk zamirine izafe etme biçiminde söylemesi. Meselâ karısı­na: "Sen yarım talâkla ve onun (talâkın) üçte biriyle ve dörtte biriyle ve beş­te biriyle boşsun demesi. Bu şekildeki boşamanın hükmü üzerinde ihtilâf edilmiştir. Bazıları, kesirlerin bir talâkı aşması durumunda, bu fazlalığın ikinci bir talâk olarak hesaplanacağını söylemişlerdir. Diğer bazilarıysa hesaplana-mayacağını, çünkü mercî birliğinin onu, sadece birinci kesiri söylemiş gibi yapacağını ve birinciden sonra söylediği kesirlerin hesaba katılmayacağını söy­lemişlerdir.

4- Talâkın birkaç kesirini, atıf harfini telâffuz ederek talâkın kendisine izafe etmesi. Meselâ karısına: "Sen yarım talâkla ve dörtte bir talâkla ve altı­da bir talâkla boşsun" demesi. Bu durumda üç talâk vâki olur. Zîra kesiri, nıünker bir talâka izafe etmiştir. Böyle olunca, sonra telâffuz edilen kesirli talâk, önce telâffuz edilenden ayrı olur. Çünkü nekre tekrarlandığında, bir öncekinden ayrı bir şey olur. Nekre talâka izafe edilerek telâffuz edilen her bir talâk kesiri, bir talâk sayılır. Ama talâk kesirini (talâka dönen) bir zamire izafe edersek, hüküm bunun tersi olur. Zîra zamir, aynıyla birinci kesire dö­ner. Dolayısıyla sadece birincisi hesaplanır.

Bütün bu hükümler, kocanın gerdeğe girmiş olduğu karısını boşaması durumunda sözkonusu olurlar. Ama bir erkek kendisiyle henüz gerdeğe gir­mediği karısını bu şekilde boşarsa, bilindiği gibi sadece bir talâk vâki olur.

Söz gelimi bir kimse, matematik felsefesinin etkisinde kalarak karısına: "Sen iki talâkın üç yansıyla boşsun" derse, bu sözün doğuracağı sonuç üze­rinde ihtilâf edilmiştir. Bazıları bu durumda kadının üç talâkla boşandığım; çünkü iki talâkın yarısının bir talâk, bir talâkın üç ile çarpımının da üç talâk olduğunu ve her yarımın kendi başına bir talâk sayıldığını söylerler. Bazıla-rıysa bu durumda kadının sadece İki talâkla boşandığını; çünkü iki talâkı ayrı ayrı yarıya böldüğümüzde, her talâk iki yarıma bölünür ve iki talâk, dört ya­rım olur. Bu dört yarımın üçü, bir buçuk talâk eder. (Böylece yarım da bü-tünlendiği için) kadın, iki talâkla boşanmış olur.

Bu iki görüşten kuvvetli olanı birincisidir. Çünkü "iki talâkın üç yarısı" dediğimizde, bunun anlamı, iki talâkın yarısının üç ile çarpılması olur. İki talâkın yarısı tam bir talâktır. Üç yarım ise üç talâktır. Erkek: "Sen iki talâk­tan her birinin yansının üçüyle boşsun" derse, bunun anlamı şudur: Her bir talâkı kendi başına ikiye böleriz. Bu yarıyı üçle çarparsak bir buçuk talâk eder. Yarım da bütüne tamamlandığı için kadın, iki talâkla boşanmış olur. Bir kimse, karısına: "Sen bir talâkın üç yansıyla boşsun" derse, iki ta­lâk lâzım gelir. Çünkü bir talâkın iki tane yarımı vardır. İki yarım, bir talâk olarak hesaplanır. Üçüncü yarımla da, ikinci olarak tam bir talâk vâki olur. Bilindiği gibi talâkın çok az da olsa bir parçası, tam bir talâk sayılır. Aynı şekilde karısına: "Sen bir talâkın dört üçte biri veya beş dörtte biri ile boşsun" derse, iki talâk lâzım gelir. Çünkü tam bir talâkın üç tane üçte biri vardır. Ama o bu sözüyle talâka dördüncü üçte bir daha eklemiştir. Dolayısıyla bu fazlalıktan dolayısıyla ona bir tam talâk daha lâzım gelir. "Beş dörtte bir" sözü de böyledir. Bir erkek karısına: "Sen iki talâkın iki yarısıyla boşsun" derse, iki talâk vâki olur. Çünkü iki talâkın yarısı bir talâktır. Bunun ikiyle çarpımı da iki talâk eder. Söz gelimi matematikçi bir adam, karısına: "Sen, birden ikiye kadar boşsun" veya "sen, bir ilâ iki arasında boşsun", yahut da "sen, bir ilâ üç arasında boşsun" derse; birinci misâlde bir talâk vâki olur.