meryem
Wed 16 February 2011, 12:01 pm GMT +0200
Takva
'Ve-Ka' fiilinden gelir; 've-ka' 'korundu, kendini zararlı ve eziyet veren şeylerden sakındı' demektir. [382]
“Onlardan “Rabbimiz, bize dünyada hasene ver, Ahiret'te de hasene ver ve bizi ateş azabından koru{'vikaye et)”diyen vardır” (Bakara: 201).
“Onlar için dünya hayatında azap vardır ve Ahiret azabı daha zordur; onları Allah'tan koruyacak da (vâk) yoktur” (Ra'd: 34).
“.Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar felaha erenlerdir” (Haşr: 9).
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ehlinizi ateşten koruyun” (Tahrim: 6).
Takva nefsi korktuğu şeyden korumaktır. Kavram olarak, nefsi günahlardan korumak demektir; bu ise haramı terkle olur, haramı terk de en azından şüpheli şeyleri bırakmakla tam gerçekleşebilir. Hadis-i şeriflerde “Halâl belli, haram da bellidir; fakat bu İkisi arasında şüpheli şeyler vardır; bu nedenle şüphelerden korunan dinini ve ırzını temiz tutmuş olur. Şüphelere düşen harama da düşer; nasıl koruluğun kenarında koyun otlatan çobanın koyunlarının her an koruluğa girme ihtimali varsa. Haberiniz olsun ki, her melikin korusu vardır, Allah'ın korusu da haramlardır” [383] buyurulmuştur. Kur'an 'hududullah'tan söz eder ki, işte bu Allah'ın içinde kalınmasını emrettiği korusunun sınırlarıdır. Mü'minlere sürekli olarak “Allah'ın sınırlarını aşmayın' değil, 'Allah'ın sınırlarına yaklaşmayın' diye emredilir. Yaklaşıldığında sınırların aşılması her zaman mümkündür. İşte, bu şekilde Allah'ın çizdiği sınırları aşma korkusuyla bu sınırlara yaklaşmamak, nefsi bu sahada korumak ve sınıra yaklaştırmamak takva'dır.
Fücur'un 'örtüyü yırtmak' anlamına geldiğini belirtmiştik: işte Takva fücur'un zıddı olarak bir örtü, bir elbisedir; “Ve, Takva elbisesi, işte o hayırlıdır” (A'raf: 26). Allah insana hem facir, hem de muttaki olma yolunu göstermiş ve onu bir iki yol arasında serbest bırakmıştır. Takva elbisesini giyen kendini bu elbiseye zarar verecek her şeyden korur; insanın dışından giydiği elbise gibi bu elbise aynı zamanda ziynet, aynı zamanda her türlü etkiden koruyucudur.. Bu elbise yalnızca dış elbisesi olmakla kalmaz, içe giyilen parçaları da vardır. İslâm bu elbiseye talip olmakla başlar. Takva öncelikle 'korunma' anlamına geldiğinden, korunmaya zarar verecek şeylerden korkmak ve çekinmek de bu kavramın içine girmiştir. İşte, kişi önce kendinde geleceği, yaptıkları ve azap konusunda bir korku duyar, bu korku onu bir yerlere sığınmaya zorlar; bu takvama ilk mertebesidir. Sığınılan yer salt bir dört duvar arası değildir.. Tehlikenin gelebilmesi için çatı, pencere, kapı açıklıkları ve daha başka yarıklar da bulunabilir. Bütün buraları da örtmeğe çalışmak, elbiseyi daha bir kalınlaştırıp vücudun her yanına sarmak Takvanın, ikinci mertebesidir. Bütün bunlardan sonra, sığınılan binanın veya giyilen elbisenin herhangi bir yanından en ufak bîr zarar görmemesi, kendinde bir delik bile açılmaması için çalışmak da (çünkü, açılan delik her zaman büyüme istidadındadır) Takvanın nihaî mertebesidir. Şu halde, Takva bir sığınağa sığınmak, her türlü tehlikelerden korunmak için bir elbise giymek anlamına geldiği gibi, bu sığmak veya elbiseyi korumak, onun üzerinde titremek ve dıştan gelebilecek her türlü tehlikeler karşısında uyanık bulunmak anlamına da gelir. Takvanın bu üç derecesi Kur'an'da açıklanmıştır:
“...İttika edip iman ettikleri ve salih ameller işledikleri, sonra ittika edip iman ettikleri, sonra ittika edip..”(Maide: 93).
Birinci derecedeki takva bütün rasûllerin tebliğlerinin ilk başlangıcını oluşturur. Gerek Nuh, gerek Hud, gerekse Salih, Şuayb ve Lût (a) kavimlerine “ittika etmez misiniz? Ben muhakkak emin bir rasûlüm” diyerek tebliğe başlamışlar ve bu başlangıç bir bakıma çeşitli mertebeleriyle tebliğlerinin özetini deoluşturmuştur. “İttika etmez misiniz? Muhakkak ben emin bir rasûlüm, Allah'tan ittika edin ve bana itaat edin” (Şuara: 106, 124, 142, 161, 177).
Oruç, kısas, Allah'ın ayetleri ve vaîd vs. Takva merdiveninin basamaklarıdır. Takvayı korumak, bu sığınak veya elbiseye hiç bir zarar vermemek için ateşten, Ahiret gününün şiddetinden, Allah'tan, azabından korku ve çekinme içinde olmak da Takva'nın anlamı içindedir; bu duruma ittika denilir (Bakara: 183, 24, 179, 123, 194, 196, 203, 223, Taha: 113)...).
Her insan belli bir derecede Allah'ın koruması altındadır, bu Rahman ve Rabb oluşun sonucudur. Şu kadar ki, Allah adil bir Rabb olarak azabından korunmaya çalışmayanları azabından uzak tutacak değildir.
İşte, azaptan korunma, Allah'ın cezalandırmasından titreme kulun görevidir.. Bunun için de ne gerekiyorsa yapmak, yukarıda açıklandığı gibi Allah'ın emir ve yasaklarından oluşan sınırlarını aşmak şöyle dursun, onlara yaklaşmamak ve bu konuda elden geldiğince dikkatli olmak gerekir. İşte, müslüman olarak ölebilmek buna bağlıdır; bu da Allah'tan ittika etmek nasıl gerekiyorsa öyle ittika etmektir (A. İmran: 102). Bu da kuşkusuz istidat, kabiliyet ölçüsündedir; mükellefiyetin sınırları dahilindedir. Kur'an bunu “Allah'tan istidadınız ölçüsünde ittika edin” diye açıklar (Teğabün: 16).
Özet olarak, insanın kendisini Allah'ın korumasına bırakması, bu nedenle de Ahiret'te zarar verecek günahlardan çekinip sevaplara koşması takva'dır. Bu birkaç derecedir. İlk derecesinde 'Kelimet'ül-Takva olarak Tevhid'e sarılma, Şirk'ten uzaklaşma; ikinci derecede ise kalbini Allah'tan sakınarak farzları yerine getirme, üçüncü derecede ise kalbini Allah'tan başka her şeyden uzak tutma, bütün varlığıyla Allah'a yönelmedir. Ayette belirtilen Allah'tan ittika'nın gerektirdiği takva budur.
Allah'tan hakkıyla ittika edebilmek ve müslüman olarak ölebilmek için öncelikle Allah'ın İpi'ne toptan yapışarak Tevhid üzerinde birleşmek ve her türlü tefrika ve ihtilâftan kaçınmak gerekir. Hacc'ın farz oluşu da bu şekilde toplanmanın araç ve maksatlarından biridir. Bu nedenle, önce kalplerin Tevhid'i, sonra da tabiî olarak davranışların Tevhid'i (Tevhid-i Ef'al) Hakk Din'in temelini oluşturur. “Ben kendi başıma dinimi imanımı koruyabilirim” demek tehlikelidir. Kendi başına kalanın yoldaşı çoğunlukla Şeytan olur ve böyle bir kişinin imanla gidebilmesi şüpheli olur. Cemaatin bölünmemesi, iman ve amelde birleşenlerin Allah'ın ipiyle birbirlerine kopmamacasına bağlanmaları gereklidir. Bu bağı koparan Millet'i İslâm'dan çıkar. Hz. İsa bile “Benim Allah'a (gidişte) yardımcılarım kimlerdir?” diye yardımcı aramıştır. Her mü'min Hakk'ın bir tecellisine mazhardır. Hakk'ın tecellisi de bu tecellilerin toplanıp hakikiyi oluşturmasıyla mümkün olur. Bu bakımdan, bütün mü'minler tek bir kelime üzerinde aynı davranış biçimine girmedikçe, Tevhid-i amelîye ulaşamadıkça, takvaya, ulaşmak da güçleşir. Bu yüzden Kur'an:
“Ey iman edenler! Allah'tan O'na karşı takva'nın gerektirdiği şekilde ittika edin ve ancak miislümanlar olarak can verin. Toptan Allah'ın îpi'ne sarılın ve ayrılığa düşmeyin” (A. İmran: 102-103) diye emretmektedir. [384]
İslâm bütün hayatı" kuşatıcı ve kâinatı, yaratılışı; insanı, kısaca her şeyi yerli yerine koyucu bir dindir; bütün varlıklar İslâm üzere olup, insandan istenen de müslüman olmasıdır. Müslüman olmanın gereklilikleri içinde Kelime-i Tevhid üzerinde birleşip bir 'bünyan-ı marsus' oluşturarak tüm insanlığı Hakk Din'e çağırmak da vardır. Bu da kuşkusuz belli bir güce erişmeyi, bugünkü deyimle bir sistem kurmayı gerektirir. Bu sistemi kurmanın kendine özgü bir takım yöntemleri vardır. İşte, mü'minler kâfirlerle mücadelelerinde zaman zaman çok büyük işkencelere maruz kalabilecekleri gibi, gerek kendilerini ve gerekse kendilerinden de önemlisi İslâm'ı ve İslâm toplumunu tehlikeye düşürecek bir takım durumlarla karşılaşabilirler. Sözgelimi, İslâm toplumunda önemli yeri bulunan bir kişi düşman eline düşebilir; bundan inkâr istendiği gibi bir takım surlar da istenir. İşte, böylesi durumlarda, kişinin kendisini ve kendisinden çok dinini ve müslümanları koruması için bazı şeyleri zahiren saklaması belki bir ruhsattan öte bir görevdir. Bu görev bazen bir ömrü bile kapsayabilir. İşte, bu saklamanın, gizlemenin, gerektiğinde dille tersini söylemenin, hattâ kendinden istenen inkârda bulunmanın ve gerekirse kendini hiç açığa vurmamanın adı takıyye'dir. Takıyye, Takva'nın gereklilikierindendir. Çünkü, Takva kişinin kendisini azaptan, günahlardan koruması olduğu gibi yukarıda belirttiğimiz üzere İslâm toplumunu ve İslâm'ı korumayı da içine alır, İslâm toplumu içinde belli bir bütünlüğe erer. Takıyye de Takva gibi korunma olup, Takvanın kapsamı dahilindedir. Kur'an'da takıyye'nin özellikle “Mü'minler mü'minleri bırakıp da kâfirleri veli edinmesin; kim bunu yaparsa Allah'tan hiç bir şey üzerinde değildir, ancak onlardan takıyye yapmanız müstesna..” (A. İmran: 28) şeklinde velayetle ilgili olarak gelmesi oldukça anlamlı olup, bunun basit bir kişisel korunma aracından çok İslâm'ı ve İslâm toplumunu korumaya yönelik olduğunu ortaya koymaktadır. Kur'an bu konuda önemli bir şart ileri sürmektedir ki, o da 'kalbin imanla dopdolu olması ve göğsün küfre açılmamasıdır” (Nahl: 106).
Bu noktada önemli bir gerçeği belirtmek istiyoruz. Hz. İbrahim'in kavminin putlarını kırmak için bayram kutlamasına katılmamak amacıyla kavminin yaptığı gibi 'yıldızlara bakıp, adeta onlardan haber alırcasına “ben hastayım” demesini (Saffat: 88-89), Hz. Yusuf'un kardeşini yanında alıkoymak için diğer kardeşlerini bile bile hırsızlıkla suçlamasını adeta bir yalancılık gibi değerlendirip, özellikle Hz. Muhammed(S.A.V-)' in üstünlüğünü bu noktada, yeni bazı peygamberler yalan söylerken onun hiç yalan söylemediği gerçeğiyle de açıklamak gibi sakîm bir yola girenler olmuştur. Oysa, ne Hz. İbrahim yalan söylemiş, ne de Hz. Yusuf yalan söylemiştir. Onların yaptıkları Hakk veya hakkın ortaya çıkması adınıa birer taktyye'den ibarettir. [385] İşte, takıyye gerektiğinde bir ruhsat olmaktan bir görev olmaya çıkar.[386] Bunun da İslâmî mücadele içinde önemli bir yeri olduğu hiç bir zaman unutulmamalıdır. [387]
[382] Müfredat, 530.
[383] a.y.; Hak Dini Kur'an Dili, VI, 4480. (Hadis, Buharı gibi Kütûb-ü Sitte muh ad d isleri tarafından rivayet edilmiştir.)
[384] Hak Dini Kur'an Dili, II, 1153-4.
[385] a.g.e. I, 184, II, 1074.
[386] Usul-i Kafi, III, 2234.
[387] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 512-518.