ezelinur
Sun 7 February 2010, 01:21 pm GMT +0200
Önceki sayfalarda geçen hadîste anılan altı sınıftan olmak üzere buğdayın buğdayla, arpanın arpayla satılması da vardır. Bilindiği gibi mez-heb imamları haramlık illetindeki farklı görüş açılarına göre, bu iki türe diğer tahıl türlerini de kıyaslamışlardır. Hadîste de belirtildiği gibi misli misline ve el be el olmadıkça buğdayın buğdayla ve aynı şekilde arpanın arpayla satılması sahih olmaz. Ancak buğday ve arpanın, el be el olduktan sonra farklı miktarlarda biribirleriyle satılmaları sahih olur.
Aliş-veriş meclisinde karşılıklı ve tesellüm koşuluyla bir kile buğdayın iki kile arpa karşılığında satılması sahih olur. Darı, pirinç, bakla, nohut, acı bakla, mısır, yonca tohumu sütleğen culban, keçi boynuzu ve ölçekle satılan diğer bütün tahıl türleri de buna kıyaslanır. Misli misline olmadıkça bunların biribirleriyle satılmaları sahih olmaz. El be el olduktan sonra başka bir cins tahılla farklı miktarlarda satılmaları sahih olur.
Unun tahıl veya ekmekle satılmasına ve bununla ilgili şeylere gelince, mezheblerin bu hususta tafsilâtlı açıklamaları vardır.
Cinslerin aynı ve ayrı olmaları, mezheblerde mufassal olarak anlatılan bazı şeylerle bilinir.
Ölçek ve tartı ile satılan şeyler, müslümanların Peygamber (s.a.v.) zamanındaki âdetleriyle bilinir. Mezheblerİn buna ilişkin tafsilâtı aşağıya alınmıştır.
(159) Mâlikîler dediler ki: Arpa ve buğday, aynı şekilde peygamber arpası aynı cinsdirler. Bu üçü arasında fark yoktur. Çünkü cins birliğinde ölçü, bunların sağladıkları menfaatin aynı veya biribirine yakın olmasıdır.
Buğday ve arpa çeşitleri birbirine yakındır. Çünkü bundan maksat azıktır ki, o da, her ne kadar tad ve kalite bakımından farklı da olsa elde edilmektedir. Bu üç şeyin el be el ve misli misline olmadıkça biribirleriyle satılması sahih olmaz. Mâlikîlerce tercihe şayan olan görüş budur. Bazıları buğday ve arpanın ayrı iki cins olduğunu söylerler.
(160) Şafiî ve Mâlikîler dediler ki: Yonca, ribây-ı fazlın içine girdiği sınıflardan değildir. Zîrâ Şâfiîler nezdinde ribânın illeti taamlıktır. Ki o da, nesnenin insan için çoğunlukla gıda maddesi olmasıdır. Yonca tanesi ise böyle değildir. Mâlikîler nezdinde ribânın illeti, nesnenin (insan için) azık olmaya ve saklayıp bekletmeye elverişli olmasıdır. Yonca ise böyle değildir.
(161) Şâfiîler dediler ki: Kuru sütleğen, Hanefî ve Hanbelîlerin dedikleri gibi Öiçeklik nesnelerden olduğu için değil, fakat ilâç olarak kullanıldığı için ribây-ı fazlın kapsamına girer. Kuru sütleğen, (yemeği) ıslâh eden tuza kıyaslanmıştır. Çünkü o, bedeni ıslâh etmektedir. Taze sütleğene gelince, önce de belirtildiği gibi o, içine ribânın girdiği tahıl sınıflarından değildir.
Mâlikîler dediler ki: Yaş olsun kuru olsun, sütleğene ribâ girmez. Buna ribây-ı nesîenin girip girmeyeceği hususunda ihtilâf edilmiştir. Bazıları bunun ilâç olduğunu, ribây-ı nesîenin de buna girmeyeceğini söylemişlerdir. Diğer bazılarıysa ribây-ı nesîenin buna gireceğini söylemişlerdir.
(162) Mâlikîler dediler ki: Tahıl ve un bir cinstir. Zîrâ öğütmek, bir şeyi kendi cinsinden çıkarmaz. Çünkü öğütme, cüzleri yerinde kalmakla birlikte, o şeyin cüzlerini biribirinden ayırmaktan ibarettir. Hamur da un ve tahılla aynı cinstendir. Zîrâ yoğurmak, bir şeyi cinsinden çıkarmaz. Aynı miktarda misli misline olmadıkça bunlardan birini diğeriyle satmak sahih olmaz. Eşit miktarda olurlarsa buğdayı, buğday unuyla satmak sahih olur. Eşit miktarda olmaları da tartıyla bilinir. Tartı ve ölçekle bilinir diyenler de olmuştur. Aynı şekilde un veya buğdayın, misli misline olmadıkça buğday unundan yoğurulmuş hamurla satılması da sahih olmaz. Çünkü bunlar aynı cinstirler. Ama cinsler ayrı olursa, meselâ darı ununu buğday tahılı karşılığında satacak olursa, alış-veriş meclisinde karşılıklı teslim ve tesellüm koşuluyla bu iki nesnenin birbirinden fazla miktarlarda birbirleri karşılığında satılmaları sahih olur. Un ile hamur arasındaki temâsül, hamurda mevcûd olan un miktarını araştırmakla bilinir ve misliyle değiştirilir. Hamurla buğday arasındaki temâsül, buğday ve hamurda mevcûd olan un miktarını araştırmakla bilinir. Ama cins muhtelif olursa; meselâ buğday ununun darıyla satılması durumunda, el be el olunca ikisi farklı miktarlarda olsalar bile alışveriş sahih olur.
Ekmeğe gelince bu, un, hamur ve buğdaydan ayrı bir cinstir. Çünkü ekmekçilik sanatı onu, ayrı bir cins yapmıştır. El be el olması koşuluyla farklı miktarlarda ekmekle un, buğday veya hamurun biribirleriyle satılmaları sahih olur. Şu da var ki ekmeğin hepsi, asılları muhtelif de olsa aynı cinstir. Buğday ekmeğinin buğday, arpa veya darı ekmeğiyle satılması, el be el ve misli misline olmadıkça sahih olmaz. Çünkü hepsi bir cinstir. Bunların miktarlarının farklı olması sahih değildir. Ancak pasta bundan müstesnadır. O, kendi başına bir cinstir. Çünkü ona yağ, susam, mahlep ve süt karışmıştır. El be el olduktan sonra, farklı miktarlarda diğerleriyle satılması sahih olur. Sonra ekmek, buğday gibi tek sınıftan yapılmışsa, bunda misliyet, her birindeki un miktarını araştırmakla hesaplanır. Her ikisindeki un miktarı eşit olursa, ikisi birbirinin misli olurlar. Aksi takdirde hayır. Ama (iki) ekmek, buğday ve arpa gibi kendilerinde ribâ illeti bulunan iki ayrı sınıftan elde edilmişlerse misliyet, içlerindeki un miktarı araştırılmaksızın ekmeklerin tartılmasıyla hesaplanır. Akid satış ise, misliyet ekmekte şart olur. Ama akid karz (ödünç verme) ise, misliyet ekmekte şart olmaz. O zaman bunda esas, sayıdır. Kişinin beş ekmek ödünç alması, sonra da tartı bakımından ağır veya hafif de olsa aynı şekilde beş ekmek olarak geri ödemesi örf uyarınca sahih olur. Komşuların yaptıkları, ekmek ve hamuru ödünç alıp sonra tam araştırmaksizın mislini geri vermelerinde bir beis yoktur.
Tahılı ıslatmak, onu kendi cinsi dışına çıkarmaz. Ama ıslatılmış tahılı, ıslatılmamış tahılla ne farklı, ne de eşit miktarda satmak asla sahih olmaz. Çünkü denklik gerçekleşmediği için yaşın kuru ile satılması, nitekim bu sebepten dolayı ıslatılmış şeyin ıslatılmış şeyle satılması sahih olmaz.
Hanefîler dediler ki: Bir cins tahıldan elde edilmiş unu, kendi cinsi tahılla satmak sahih olmaz. Meselâ buğday ununu buğdayla, aynı şekilde darı ununu darıyla satmak, eşit miktarda olsun olmasın, sahih değildir. Zîrâ bu gibi şeylerde rnisillik gerçekleşmez. Un, ölçekte buğdaydan daha iyi yerleşir. Fazlalık şüphesi, var olmakta devam eder. Bu şüphe, ancak miktar eşitliğinin muhakkak olması koşuluyla cinsin kendi misliyle satılması durumunda ortadan kalkar. Bir cins tahıl ununun kendi cinsi olmayan tahılla satılması sahihtir. Örneğin buğday ununun arpayla satılması, el be el olunca sahih olur. Çünkü cinsleri değişiktir. Normal unun yarma ile eşit veya farklı miktarlarda satılması da, cinsleri aynı olduğu takdirde, anılan ribâ illetinden ötürü sahih olmaz. Ama eşit ölçekte olması koşuluyla aynı cins iki unun biribirleriyle satılmaları sahih olur. Unun kilo ile un karşılığı satılması ise caiz değildir. Ölçekte aynı olmaları hâlinde elenmiş unun, elenmemiş unla satılması sahihtir. Nitekim ölçekte eşit olmaları durumunda iri dövülmüş bir unu, iri dövülmüş bir unla satmak da sahihtir.
Eşit veya farklı miktarlarda ekmeğin buğdayla, buğdayın ekmekle satılması sahih olur. Çünkü ekmek, ekmek oluş sıfatıyla buğdaydan ayrı bir cins hâline gelmiştir. Bunda iki nesnenin karşılıklı teslim alınmaları şart değildir. Sâdece belirleme şartı vardır ki, bu da yakında açıklanacaktır. Aksine peşin verilen yirmi ekmeği, bir ay sonra teslim alınacak olan bir ölçek buğday karşılığında satmak sahihtir, her ne kadar bir kile buğday, bu ekmeklerden fazla ise de... Nitekim bir irdeb (150 kg) buğdayı, birkaç gün sonra teslim alınacak yüz okka ekmek karşılığında satmak da sahihtir. Bu ikinci durumda, yani ekmeğin bilâhare teslim edilmesi durumunda akdin sahih olmayacağı söylenilmiştir. Ama müftâbih kavle göre bu akid sahihtir. Buğdayda verilen tafsilât çerçevesinde ekmeğin unla, unun da ekmekle satılması aynı şekilde sahih olur.
Ekmeğin ödünç alınması, örneğin kişinin geri vermek üzere komşusundan beş ekmek alması sahih olur. Ama müftâbih kavle göre bunun sahih olması için tartı şarttır. Bazıları, hem tartı, hem sayıyla caiz olacağını söylemişlerdir.
Islatılmış buğdayın ıslatılmış buğdayla, ıslatılmışın kuruyla; yaş hurmanın yaş hurmayla, kuru hurmanın kuru hurmayla satılması caiz olur. Kavrulmuş buğdayı kavrulmamış buğdayla satma hususunda ihtilâf vardır. Esahh kavle göre ölçek bakımından eşit olsalar bile bu satış caiz olmaz. Kavrulmuşun kavrulmuşla satılması, miktarca eşit olmaları koşuluyla caiz olur.
Hanbelîler dediler ki: Unun, kendisinden elde edilmiş olduğu tahıl ile satılması, mutlak surette sahih olmaz. Buğday ununun buğdayla satılması sahih olmaz. Çünkü bir cinsin, kendi bazısıyla satılması için eşitlik şarttır. Buğdayla buğday unu aynı cinstir. Ama (miktar bakımından) eşit olmaları hemen hemen imkânsızdır. Çünkü tahıl tanesinin cüzleri, öğütmekle dağılırlar. Aynı şekilde ekmeğin, elde edilmiş olduğu tahıl tanesiyle satılması, nitekim tartıyla da olsa ekmeğin, elde edilmiş olduğu tahılın unuyla satılması da sahih olmaz. Islak buğdayın kuruyla satılması sahih olmaz. Kurutulmadan önce yaş (firik) buğdayın kuruyla satılması da sahih olmaz. Ekmeğin ekmekle satılmasına gelince, bunların biribirlerine miktarca eşit olmaları durumunda sahih olur. Biri diğerinden fazla olursa, sahih olmaz.
Şâfiîler dediler ki: Cinsin kendi bazısıyla satılabilmesi için üç şart gereklidir:
1- Peşin olması. Vadeli satılması sahih olmaz. Çok kısa bir süre için olsa bile veresiye olması şart koşulursa sahih olmaz.
2- Mecliste hakiki teslim-tesellüm. Yani alış-veriş meclisinde satıcının bedeli, müşterinin de satın aldığı şeyi teslim almaları. Aynı mecliste teslim alınsa bile bunda havalenin bir faydası olmaz.
3- Yakîni mümâselet.Satılan ve satın alman nesnelerin emsal olduğunun kesin olarak bilinmesi. Bundan şüphe edilirse, alışveriş sahih olmaz. Aynı cinsten şeylerin biribirleriyle satılmalarına gelince, bunda sâdece peşin olma ve karşılıklı teslim tesellüm şarttır. Sarf bahsinde de anlatılacağı gibi bunda emsâllik şartı aranmaz.
Bununla sana açıklanmış oluyor ki, unun kendi cinsiyle satılması, meselâ buğday ununun buğday unuyla satılması, unda meydana gelebilecek incelik ve yumuşaklık nedeniyle yakînî mümâseletin imkânsızlığından ötürü sahih olmaz. Çünkü iki bedelden biri diğerinden daha yumuşak olduğu için ölçekte yerleşmeyebilir. Ekmeğin buğday tanesi ve buğday unuyla satılması sahih olmadığı gibi, buğday ununun buğday tanesiyle satılması da sahih olmaz. Bir cins tahıldan elde edilen ekmeğin o tahılın bazısıyla satılması da aynı şekilde sahih olmaz. Ateşin ikisinden birisine daha fazla tesir etmiş olması nedeniyle aralarında kesin mümâseletin gerçekleşmesi mümkün olmadığı için buğday ekmeğinin yine buğday ekmeğiyle satılması da sahih olmaz. Ama sözgelimi buğday ekmeğinin arpa ekmeğiyle satılması, ayrı cinsten olmaları sebebiyle caizdir. Bunların bazısının bazısıyla satılabilmesi için, ke-sİn mümâselet şart değildir.
Buğday ununun darı veya arpa unuyla satılması, cinsleri ayrı olduğu için sahih olur. Cinsleri ayrı olduğunda diğer neviler de böyledir. Bilindiği gibi ayrı cinslerde misillik şartı aranmaz. İri dövülmüş bakla da un gibidir. Bunun bazısının bazısıyla satılması caiz olmaz. İri dövülmüş mercimek de böyledir. Künefe ve şehriye de ekmek gibidir. Gerçek mümâselet imkânsız olduğu için bu cinslerden birini kendisinin bazısıyla satmak sahih olmaz. Başka bir cinsle satılmalarına gelince, diğer iki şart gerçekleştiğinde alışveriş sahih olur. O iki şart ta hulul ve alışveriş meclisinde karşılıklı teslim tesellümdür.
(163) Hanefîler dediler ki: cins ayrılığı üç şeyle bilinir:
1- Asıl ayrılığı. Buntifî misâli, kalitesiz hurmadan elde edilen sirke ile buna dakal denir tarda talaşından elde edilen sirkedir. Bunların her ikisi de sirke olmakla birlikte, elde edilmiş oldukları nesneler muhteliftir. Şu halde bu sirkeler, iki ayrı cinstirler". Aynı şekilde sığır etiyle kuzu eti, her ne kadar bunların ikisine de et ddniliyorsa, yine cinsleri muhteliftir.
2- Satılan şeylerden beklenen maksatların farklı olması. Koyun yünüy-le keçi kılı gibi. Keçi kılının kullanım amacı, koyun yününün kullanım amacından farklıdır. Şu halde bunlar, iki ayrı cinstir. Ama etleri aynı cinstir. Çünkü bunlara hep "davar" denir. Sütleri de etleri gibi bir cinstir.
3- Buğdaya nisbetle ekmekte olduğu gibi, iş ve emek fazlalığı. Buğdayla ekmek, ekmek yapmada meydana gelen iş nedeniyle sıfatlarında değişme olduğu için iki ayrı cinstirler. Bununla arpa ve buğdayın iki değişik cins olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü bunlardan her biri, diğerinden ayrı olarak kendi başına var olan birer asıldırlar. Kaldı ki bunların kullanım amaçları da farkıldır. Çünkü buğday, ekmek olmanın yanısıra bazan pasta, künefe ve fatİr yapmak için de taleb edilir. Oysa ki arpa, bu gibi şeylerin yapımına elverişli değildir.
Hanbelîler dediler ki: Aynı ad altında toplandıktan sonra kullanım amaçları aynı da olsa, ayrı da olsa, iki veya daha çok şey bir cinstir. Birincinin (kullanım amaçları aynı olanların) örneği buğdaydır. Buğdayın Hindî, Saidî, Ba´lî, Buhayrî ve Avusturalî gibi nevileri vardır. Bu nevilerin tümü buğday adı altında toplanmaktadır ve hepsi aynı cinstir. Tuz da böyledir, onun da reşidi, münzelavî ve dimyatı gibi nevileri vardır. Ama hepsi tuz adı altında toplanmaktadırlar. Hepsi bir cinstirler. Her ne kadar birini diğerinden ayıran özellikleri varsa da buğdayla tuzun kullanım amaçları şüphesiz ki değişik değildir.
İkincinin kullanım amaçlan farklı olanların örneğine gelince susam yağını gösterebiliriz. Meselâ susam yağının bazısına yasemin yağı, diğer bazısına gülyağı, diğer bazısına da menekşe yağı katılırsa; bu, kullanım amacı farklı ama aslı aynı olan muhtelif bir ıtır olur. Bu bir cinstir. Bunu yasemin, menekşe ve gül haline getiren, kendisine katılan kokulardır. Bunlar, onu tek cins olmaktan çıkarmaz. O cins de susam yağıdır.
Mâlikîler dediler ki: Cins birliği, menfaatlerin eşit veya biribirleri-ne yakın olmalarıyla bilinir. Her ne kadar reşidi, münzelavî ve dimyatı gibi nevilere ayrılırsa da, tuzun bütün nevîlerinin menfaati aynıdır ve o da yemeği ıslâh etmektir. Buğday da her ne kadar hindî ve mısrî gibi nevîlere de ayrılsa bütün nevîlerinin menfaati aynıdır. Arpa ve buğdaya gelince bunların menfaatleri birbirine yakındır ki o da bu iki nesne ile insanın azıklanır olmalarıdır.
Cins, kendisinden elde edilmiş olduğu aslın değişik olmasıyla değişik olur. Tabiî eğer ondan kastedilen amaç aynı değilse... Meselâ muhtelif sınıf maddelerden elde edilen sirkeden kastedilen amaç birdir, o da ekşiliktir. Ekşilik de hem ağaç talaşından elde edilen sirkede, hem de hurmadan elde edilen sirkede mevcûddur. Şu halde sirke, bir cins olmaktadır. Ama kendilerinden kastedilen amaç değişik ise, o zaman değişik cinsler olurlar. Örneğin susamdan, buy tohumundan, marul tohumundan ve pamuk tohumundan sıkılan yağlar gibi. Bunlar muhtelif cinsler sayılırlar. Bunların el be el olduktan sonra farklı miktarlarda biribirleriyle satılmaları sahih olur. Çünkü yağ her ne kadar aynı ise de kullanım amacı ve de aslı muhteliftir. Şeker kamışından, pancardan ve bal arısından elde edilen bal da yağ gibidir. Bal ve şekere gelince bunlar iki ayrı cinstirler. Bunun açıklaması, yakında ilgili bahiste gelecektir.
Şafiîler dediler ki: İki yiyecek maddesi arasındaki cins birliği, ikisinin hakikî bir iştirâkla müşterek oldukları özel bir isimlerinin bulunmasıdır. Yani Hind buğdayı, Avusturalya buğdayı gibi hakikatlerinin bir olmasıdır. Bunlar, hakiki bir iştirâkla müştereken buğday ismini almaktadırlar. Ama isim, buğdaya nisbetle tahıl gibi genel bir isim olursa, o zaman aynı cins olmaz. Zîrâ tahıl ismi darı ve diğer sınıfları da kapsar. Aynı şekilde tahıl kelimesine lafzî iştirak ile katılan şeyleri de kapsar. Örneğin yeşil battih (karpuz) ve sarı battih (kavun) nevîleri için battih kelimesinin isim olarak kullanılması gibi. Bu iştirak, lafzîdir. Bunlar, hakikatleri muhtelif olduğu için İki ayrı cinstirler.
(164) Şafiîler dediler ki: Ölçekle satılan şeylerde muteber olan, Hicâzh-ların adetidir. Hicâzlılar, Mekke, Medine, Yemâme ile buralara bağlı Tâif, Cidde, Hayber ve Yenbu gibi kasaba sakinleridir. Diğer insanlar bilâhare tartı veya sayı ile satmış olsalar da, Hicâzlıların ölçekle satmış oldukları şeyler, ölcekliktirler. Rasûlullah (s.a.v.) zamanında ölçeklenen şeylerin ölçü ve ayarı, ölçektir. Bilâhare başka ölçeklerle ölçeklenseler bile bu hüküm değişmez. Yine o zaman tartılan şeylerin ölçü ve ayarı, bilâhare insanlar bu âdeti değiştirmiş olsalar bile, tartıdır. Peygamber (s.a.v.) zamanında bilinmeyen veya Hicaz mıntıkası dışında kullanılan veyahut Hicaz´da kullanılıp da ba-zan ölçeklenen bazan da tartılan şeylere gelince, satılan şey cirim bakımından normal hurma tanesinden büyükse, onun Ölçüsü tartı olur. Ceviz ve yumurta gibi. Çünkü o zaman Hicaz´da hurmadan iri şeyler için ölçek kullanılmazdı. Ama satılan şey hurmayla eşit irilikte veya ondan daha ufaksa, onun için satış esnasında yörenin âdeti geçerli olur. Badem, fındık, fıstık gibi.
Bununla da öğrenmiş oluyoruz ^ölçeklik şeyler, tartıyla biribirleriyle satılamaz (mübadele edilemez) lar. Tartıhk şeyler de, ölçekle biribirleriyle satılamaz (mübadele edilemez) lar. Ölçekle satılan şeyler, ölçek bakımından biribirlerine eşit olduklarında, tartılarının biribirlerinden farklı olmasının bir sakıncası olmaz. Aynı şekilde tartı ile satılan şeyler, tartı bakımından biribirlerine eşit olduklarında ölçeklerinin biribirlerinden farklı olmasının bir sakıncası olmaz.
Hanbelîler dediler ki: Tartıyla satılan şeylerde muteber olan, Peygamber (s.a.v.) zamanındaki Mekkelilerin örfüdür. Onların tartıyla satmakta oldukları şeyler, bilâhare insanlar tarafından değiştirilmiş te olsa tartılıktır. Ölçekle satılan şeylerde muteber olan, Medîne ahâlisinin örfüdür. Zîrâ Abdülmelik İbn Umeyr, Peygamber (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Ölçek, Medîne ölçeğidir, mîzan da Mekke mizanıdır.[13]
Şu halde Rasûlullah (s.a.v.) zamanında Medine´de ölçekle satılan şeyleri aynı cinsten oldukları takdirde farklı ölçeklerle biribirleriyle satmak haramdır. Tartıyla satılan şeyler de bu hükme tâbidir. O zamanlar bilinmeyen şeylerde ise muteber olan, bu şeylerin satılmakta oldukları yörenin örfüdür. Hadîs-i şerif, altınla gümüşün tartıyla, arpayla hurmanın da ölçekle satıldıklarını açıklamaktadır. Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki:
Altın altın ile, tartısı tartısına; arpa arpayla iki müddü iki müd ile, hurma hurmayla iki müddü iki müd ile (satılır). Kim arttırır veya fazla alırsa ribâ yapmiş Olur.[14]
Bununla, arpa, un ve diğer tahıllar, kireç, alçı, aynı şekilde hurma çağlası, taze hurma ve diğer hurma çeşitleri, kuru üzüm de böyledir fıstık, fındık, badem, innap, kuru kayısı, zeytin, tuz ölçekle satılan şeylerdendirler. Süt, zeytinyağı, sirke, tereyağı, diğer yağlar ve bal gibi sıvılar da böyledir. Bazıları balı, tartıyla satılan şeylerden saymışlardır. Bu saydıklarımızın tümü, her ne kadar insanlar bunları tartı veya sayı ile satmayı örf hâline ge-tirmişlerse de, ölçekle satılan şeylerdir..
Altın, gümüş, bakır, demir, kurşun, civa, keten, pamuk, ipek, ibrişim, yün, yapağı eğrilmiş olsun olmasın, inci, cam, ilâç olarak yenilen kilermeni, et, iç yağı, mum, safran, aspur, alaçehre, peynir, üzüm ve kaymak, tartıyla satılan şeylerdendirler. Ekmek de öyle. Ancak ufalanıp incecik parçalar hâline gelmişse, ölçekle satılır. Bazıları yağın tartıyla satılmasının mubah olacağını söylemişlerdir. Tartı veya ölçekle satılmayan şeylere gelince, örnek olarak şunları sayabiliriz: Kumaş, hayvan, ceviz, yumurta, nar, acur, salatalık, diğer yeşillikler, baklalar, elma, armut, ayva, şeftali ve bütün meyveler.
Hanefîler dediler ki: Ölçeklik ve tartılık şeylerde ihtilâf edilmiştir. Bazıları bu hususta esas olarak örfün kabul edileceğini söylemişlerdir. İnsanlar bir şeyi ölçekle satmayı örf hâline getirirlerse, o şey ölçeklik olur. Bir şeyi de tartıyla satmayı örf hâline getirirlerse, o şey tartılık olur. Şeriat koyucu onun ölçeklik ve tartılık olmasına dâir bir nass koysa da, koymasa da bu hüküm böyledir. Şeriat koyucu hadîste anılan gıda maddesi çeşitlerinin Ölçeklik olduklarını nassla belirtmiştir. Çünkü o zamanın Örfüne göre altın ve gümüş tartılık şeylerdendiler. İnsanlar bunu değiştirerek gıda maddelerini tartıyla, altın ve gümüşü de sayıyla satsalardı, şeriat koyucu bunu muteber kabul edecek; gıda maddelerini tartılık, altını da sayılık şeyler olarak kabul edecekti. Bazıları derler ki: Ölçeklik ve tartılık şeyleri bilmede esas, şeriat koyucunun nassıdir. Ölçek olarak biribirlerinden fazla olmalarım haram kıldığı şeyler, insanlar tarafından ölçekten başka şeylerle satıisalar dahi devamlı ölçeklik olurlar. Buğday, arpa, hurma ve tuz gibi. Tartı olarak biribirlerinden fazla olmalarını haram kıldığı şeyler, tartılık olurlar. Altın ve gümüş gibi müslümanların asr-ı saadetteki âdetleri de peygamberin nassı gibidir. Hakkında nass bulunmayan ve asr-ı saadette durumu bilinmeyen şeylere gelince, bunlarda ölçü, insanların örfüdür. Mezhebin meşhur görüşü, bu İkincisidir. Bazıları, birinci görüşü tercih etmişlerdir. Konunun formülüne en yakın ve hükmü tatbik etmede en kolay olan da odur.
Dan, mısır, yonca, sütleğen gibi ölçekle satılan her şey ve insanların ölçekle satmayı örf haline getirdikleri her sınıf tahıl, ki bunları tartıyla satmayı örf haline getirdiklerinde bunlar tartılık olurlar hadîste anılan buğday ve arpaya kıyaslanırlar. Üzüm, elma, incir, kuru üzüm, armut, ceviz, badem gibi tartıyla satılan şeyler, hurma üzerine kıyaslanırlar.
Mâlikîler dediler ki: İçine ribâ giren cinsin bazısının bazısıyla satılması, ancak şerîatte belirtilen biçimde muteber olur. O da şöyle olur: Tahıllar, ölçekle satılır. Nakidler, et, yağ, bal ve nebatî yağlar tartı ile satılırlar. Eşit miktarda olsalar bile buğdayın buğdayla tartı ile satılması caiz olmaz. Nitekim altının altınla veya yağın yağla veya balın balla ölçekle satılması da caiz olmaz. Ölçü ve tartı âletinin, müd, sa\vesak gibi şer´î ölçü ve tartılara denk olması şart değildir. Fazla veya noksan olarak şer´î ölçü ve tartılara uymasalar bile, insanlar tarafından ölçü ve tartı âleti olarak kullanılmaları âdet hâline getirilmiş olalı, âletleri kullanmak da yeterli olur.
Soğan, sarımsak, tuz ve baharatta olduğu gibi şerîatte, şu ölçekle, şu da tartıyla satılacak diye hakkında bir hüküm bulunmayan şeylerde misil-lik, tartıyla olsun ölçekle olsun miktarını bilmede insanların örfüne göre muteber olur.
İnsanların âdeti bir şeyi ölçek veya tartıyla satmak olduğunda, bir şeyi tartması, ya da ölçeklemesi imkânsız olursa; meselâ sefer hâlinde olduğu için ölçek veya tartı bulamazsa, araştırması mümkünse miktarı bilmek için gereken araştırmayı yapması sahih olur.