- Tabuları Tartışmak Bizde Ne Zaman?

Adsense kodları


Tabuları Tartışmak Bizde Ne Zaman?

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Sun 21 November 2010, 02:42 pm GMT +0200
Tabuları Tartışmak Bizde Ne Zaman?

Ahmet Taşgetiren


"Tabu", Durkheim sosyolojisinden siyaset alanına girmiş bir terimdir. Klan'ın tanrısı olarak kabul edilen "Totem"le ilgili yasaklar "tabu" diye adlandırılmıştır. Toteme dokunmak, totem hakkında ileri geri konuşmak, toteme karşı saygısızca davranmak vs. "tabu" sayılmıştır. "Tabu"ları yapanlar, Klan yönetimi tarafından büyük cezalara çarptırılmışlardır. Daha sonra bu terim, sistemlerin yasakları için de kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle kapalı, katı rejimlerde belli konular "totem"leştirilmiş ve onlar etrafında bir "tabular ağı" oluşturulmuştur.

"Tabu", Türkiye gündemine neden girmiştir? Ülkemizde böyle bir tabulaştırma mekanizması işlemekte midir?

Türkiye, asrın ilk çeyreği içerisinde köklü yapı değişikliği geçiren bir ülkedir. Toplum, aşağı yukarı bin yıllık bir gelişim seyrinden koparılmak ve yeni bir mecraya akıtılmak istenmiştir. Bunun adı "devrim"dir.

Ancak devrim, dünyanın bir çok ülkesinde halkın geniş katılımıyla gerçekleştiği halde ülkemizde, sınırlı bir gücün önderlik ettiği "elit hareketi" biçiminde ortaya çıkmıştır. Diğer ifadeyle "halka rağmen"dir. Ya da "tepeden inme"dir. Bunu, devrimin önderleri de ifade etmişler, hatta devrimin ilk dönemlerinde "zaruri" olduğunu bile belirtmişlerdir. Hesap, devrimlerin kısa sürede oturacağı, halk tarafından kabul edileceği ve devrimci sürecin normal hayat haline geleceği şeklindedir.

Bu sürecin ne kadar devam edeceği konusunda bir takvim yoktur. Onun için devrimle gelen ilk yılların "tabular ağı" içinde geçmesi normaldir. Öyle de olmuştur. O dönemde devrimlere karşı en küçük kusur işleyenler "tabular ağı"na takılmışlardır. Bunların içinde geniş halk kütleleri vardır. Kimi provokasyon kokan sosyal hadiseler içinde tabular ağı, ilkel çağların kurban sunaklarına dönmüştür. Devrim ve tabu ağı öylesine bir çark oluşturmuştur ki, millî mücadele günlerindeki dava arkadaşları bile adeta giyotin önünden dönmüşlerdir. Sebep, tabular karşısında yeterli hassasiyeti göstermemeleridir. Ya da tabuları bekleyenlerin o kanaate varmış olmalarıdır. Devrime adapte olamayan bir Meclis toptan yenilenmiş, millî mücadeleyi veren kadro büyük nisbette devre dışı bırakılmıştır.

Bu, nereye kadar böyle devam etmiştir? Aslında bu soru makuldür. Çünkü, bir devrim sürecinin ilelebet devam etmesi mümkün değildir. Ya belirli bir süre içinde halka malolur ve sakin, durulmuş bir mahiyet kazanır; ya da hayat dışına itilir. Türkiye'de bu süreç için ikisi de gerçekleşmemiştir. Ne halkla devrim şartları bütünleşmiş, yani devrimler halka malolup sistem durulmuştur; ne de devrimler belirli bir takvim içinde halka malolmayışı kendileri için bir güvensizlik kabul edip hayat dışına çıkmışlardır. Halk devrimler istikametinde değiştirilememiştir. Devrimci çizgi de, halkı biçimlerdirme iddiasından vazgeçmemiştir. İşte bu, belirli bir süreç içinde sonuçlanması gereken devrim ortamını, kalıcı bir ortam haline getirmiş, yani "sürekli devrim" türünde, bir sosyal vasat oluşmuştur. Bunun anlamı nedir? Bunun anlamı, toplumun sürekli tabular ağının kuşattığı bir ortamda soluk almaya çabalaması demektir. Kendiliğinden ortaya koyacağı her davranışta hangi tabuya toslayacağını düşünüp tedirgin olması demektir. İlan edilmemiş bir sıkıyönetim halidir bu. (Türkiyenin 63 yıl içinde 25 yılını yani tüm Cumhuriyet tarihinin yüzde 40'ını sıkıyönetimle geçirdiğini de hatırlayınız.)1 Kendini gözaltında hissetmesidir toplumun. Adeta üstte, devrim adına toplumu sürekli gözetleyen birileri vardır ve toplum ellerini, ayaklarını, gözlerini, ne yapacağını bilememekte, beyninin içinin okunmasından endişe duymaktadır. Türkiye'de yaşanan bu mudur? Evet budur. Belki tasvir edemediğimiz boyutlarıyla Türkiye gerçeği budur. Halkın en masum isteklerinin önüne çıkarılan "devrimlere aykırılık" engeli karşısında başka türlü düşünmek mümkün mü? Başörtüsü neden devrimlere tosluyor acaba? Üniversitelerde öğrencilerin mescid istekleri neden "Atatürk Türkiyesi"ne aykırı bulunuyor? Neden Ayasofya kilitlidir? Neden Bulgaristan'daki Türk'ün inanç hürriyetlerini korumaya soyunan Türkiye iktidarlarının, Türkiye'de inanç hürriyetlerini gerçek boyutlarıyla getirmeye güçleri yetmemektedir? Neden bir kısım insanlar, sadece taşıdıkları inançlar sebebiyle askerî liselerden, harb okullarından, hatta askerlik hizmetinden kovulmaktadır? Neden bir kişinin bakanken hanımını örtmesi, Cumhurbaşkanıyken cuma namazına gitmesi saldırı hedefi olmaktadır? Neden inançlarına göre örtünen müslüman kadın, "cumhuriyet ve Atatürk Türkiyesi" ile çelişir bulunmaktadır?

Türkiye tabular düzeni içindedir hâlâ.

Bunu halk hissediyor. Gözleme bakın, anlarsınız bu tedirginliği. Kimileri hakkında konuşurken sesler biraz kısılıyorsa, "Aman birileri duyabilir" gibi bir tedirginlik gelip çörekleniyorsa sohbetlere, halk tabuların terörü altında demektir. Ve bu gerçektir Türkiye için.

Tabular düzeni, o düzenin yürütücüleri için de bir gerçektir. Onlar da farkındadır nasıl bir düzeni beklediklerinin... Halk nasıl tedirginse, bunlar da öylesine "kulağı kirişte insanlar"dır. Halkınki tedirginlikse, bunlarınki korkudur. Halktan korku. Hem halka hakimdirler, hem de korkunun mahkumu. Atom bombası üzerine oturmuş gibi hissederler kendilerini. "Ya patlarsa" korkusu; yürekleri sarmıştır. Onun için polis düzeni amansızca işler. Sistemin güdücüleri, adamlarının her birinin eline bir tabular şablonu vermişlerdir. O şablona uyan her konuşma, her davranış, her yazı fişlenir. Her toparlanış mimlenir. Şabloncular meydanda kol gezer. Basında köşeleri vardır. Yüksek perdeden jurnaller uçururlar. Üniversitede baraj kapakları onların elindedir. Kimin yükselip kimin eleneceğini onlar belirler. Siyasette bile onların şablonları revaçtadır. Halkın kendi kendini yönetmesi ilkesi bile, belli yere kadar geçerlidir. Ondan sonrası, o şablonların alanıdır. "Çoğunluk diktası" terimi, şablon ölçülerine uymayan halk hareketlerini yargılamak için icad edilmiştir. Evet, tabular düzeninin yürütücüleri de farkındadır gayr-ı tabiî bir düzeni yürüttüklerinin...

Tabular düzeni yasalara yansımış, kişilerle bütünleşmiş ve kurumlar halinde organize olmuştur. Halka mal olmasa bile, zaman içinde "Başkanın adamları" türünden bir sosyal birikim sağlamıştır. Menfaatleri, tabular düzeniyle bütünleşen bir kesimdir bu. İmalatçısı, toptancısı, perakendecisi, işportacısı ile komple bir menfaat şebekesi halindedirler. Bunlar için tabuların, çağın gerçekleri ile uyuşup uyuşmaması önemli değildir. Tabuları savunmak bir tür çıkar savunmasıdır. Onun için, önlerinde sürekli başına vurulacak birileri bulunmalı, bunların elinde de, kendilerine başa vurma hakkı tanıyan bir düzenin patronluğu olmalı. Bu şartlar hiç değişmemeli. Dünya değişse bile.

Dünya gerçekten değişiyor ve ne garip, bizdeki şartlar hiç mi hiç değişmiyor. Sovyetler Birliği, artık Gulag'lardan utanmaya başladı ve aşağı yukarı bizimle aynı dönemde geçirdiği devrimi rektifiyeye soktu. Hatta rektifiyeden de öte bir şey Sovyetler'de yaşanan. Bir motor güç değişimi... Devrimin liderleri dahil, eleştirilmeyen insan yok. Müessese yok. İlke yok. Doğu Avrupa'da yarım yüz yıllık tabular yerle bir oldu. Bütün Doğu blokunda ateist propagandayla boğazlanmak istenen din, evet bütün çarpıklıklarıyla Hristiyanlık, adeta bir yeni baharı yaşıyor. Rusya, Hristiyanlığın ülkeye girişinin bininci yılını kutluyor. Doğu Avrupa'da kilise mumlarıyla bir dinî isyan gözlemleniyor tabulaşmış yönetimlere, liderlere, ilkelere karşı... Bir rahatlama seziliyor Doğu liderlerinin gözlerinde. İnsan yüzüne bakabileceklerine inanıyorlar artık. Din konusunda rahatlamışlar.

Fikir özgürlüğü konusunda rahatlamışlar. Şu andaki temel tabuları milliyetler... Korkuları orada. Ama, çarpık bir sistemi beklediklerinin farkındalar farklı milletler karşısında. Bir Azerîye neden hükmettiklerini, kendi içlerine izah edemedikleri her hallerinden belli. Bir Özbek'e, bir Kırım Tatarına, bir Kafkaslıya, bir Kırgız'a... Bir Litvanyalı, Estonyalı, Letonyalıya... O konu, kendi tabiî mecrasında hallolmadan Sovyet sistemi tam rahatlığa kavuşamaz. Bunu biliyor Sovyet patronları. Çünkü tabulu sistem, gergin bir sistemdir. Tedirgin bir sistemdir. Sovyet sistemi er geç, milliyetler konusunda da tabularından vazgeçecek. Çünkü girdiği süreç bunu zaruri kılıyor.

Ya Türkiye ne olacak? Tabularıyla tedirgin bir hayata devam mı edecek? Dünyadaki değişimden hiç etkilenmeyecek mi? Birileri, hep halkı dize getirme çığlıkları atacak, halkı devrim şablonuna göre biçimlendirme projeleri üretecek, şablona uymayanlara ölümlerden ölüm mü beğendirecek? Birileri hep korkular mı üretecek? Ve halk, sosyal gelişmesine konulmuş bir ambargodan ne zaman kurtulabileceğini düşünüp, her çıkışında bünyesine daha kalın çemberlerin geçirildiğini mi hissedecek? Halk ve sistem ne zaman bir heyecan bütünlüğüne kavuşup, ülkenin ve kendi ülkesiyle birlikte bir koca dünyanın ayağa kalkış mücadelesini başlatacak? Ne zaman?

Türkiye'nin bir dezavantajı var. O da, Sovyetler'de tabuların kaldırılma sürecini hızlandıran beynelmilel konjonktürün Türkiye'de tabuların sürmesinden yana ağırlık koymasıdır. Garip bir çelişki ama gerçek budur. Türkiye'de sistemin bu şekilde teşekkülüne katkıda bulunan Batı dünyası, ülkemiz şartlarında böyle bir gerilim yaşanacağını bilmekteydi. Ama onların da düşüncesi, bin yıldır, kendileriyle inanç ve şahsiyet kavgası veren milletin, kendi içinden çıkan ekiplerce kontrol edilmesi ve bu özelliklerinden arındırılması idi. Eğer sistemle halk, uzunca bir boğuşma sürecine sokulabilirse, Batı karşısında çok önemli bir engel devre dışı bırakılmış olacaktı. Sistem halkla, halk da sistemle boğuşacak, bu arada ne halk, ne de onun biçimlendireceği siyasî otorite, Batı'ya karşı bir ideal mücadelesi veremeyecekti. Öyleyse Batı, böyle bir yapılanışı teşvik etmeli, bunu sağlayanlara güç vermeli iktidar tutkusu ile halk tedirginliğini sistemin başındakilerde ikinci bir kişilik haline dönüştürmeli ve zaman içinde halkla sistemin güdücüleri arasında onarılmaz kopuşlar meydana getirmeli... Batı'nın bu hesabında başarılı olduğu teslim edilmelidir. Bu öyle bir başarıdır ki, sonuçları bugünlere kadar uzanmıştır. Türkiye'deki tabular ağının, hâlâ yırtılmamış olmasında Sovyetler'de tabuların çözülmesini teşvik eden Batı'nın bizde bu ağları örüyor olmasının büyük tesiri vardır. Onun için şu anda, tabular düzenini güçlendirmek için sık sık Batılı mahfillerden sinyaller alınır. Avrupalı olmak, tabular düzeninin bir kılıfıdır adeta. Halkın inançları istikametindeki bir gelişme, Avrupalılık duvarına çarpar ve parçalanır. "Avrupa ülkedeki islamî gelişmelerden tedirgindir! Ayasofya açılırsa Avrupalı dostlarımız hiç mi hiç yüzümüze bakmazlar! Avrupalı olmak için kadın-erkek ilişkilerinde şablon şöyle olmalıdır!" Ve daha neler neler... Böylece halk karşısında tabular düzeni, sadece onu bekleyen yerli güçlerden değil, bizzat Batılı çevrelerden de destek alır. Doğu Avrupa yarım asırlık bir çemberi yırtarken, Türkiye'nin tabularını tartışamamasının önemli bir sebebi budur. Bir kısım yüzleri nasırlaşmış çevrelerin, dünyadaki değişime baka baka "Başörtüsü yasağını sürdürmekte direnmesi", işte taa Batı'da üslenen ağababalarından aldıkları cesaret sebebiyledir. Ne de olsa Sam Amcaları, sistemi korumak için Bayan Aquino'ya paraşütçü birlikleri gönderebilmektedir. Ya da Çin usûlü ezme yapmak her zaman mümkündür. Tank, meydan ve ikisi arasında insan cesedinden ne şahane (!) hamburger olur tabucu zihniyet için... İstiklal Mahkemeleri rüyalarıyla... Takrir-i Sükun hayalleriyle karışık olarak...

Ama bu yol sıhhatli bir yol değildir. Gulag, Sovyet sisteminin yüreğinde bir yaraydı. Soljenitsin bir yaraydı. Saharov bir yaraydı. Bu yara, yıllar yılı işledi durdu Sovyet toplumunu ve işte Gorbaçov'da patladı. Şimdi Sovyet toplumu sistem olarak rahatlama peşinde. Bu, bir çıkış kapısıdır aklı olana. "Bu halkı, er-geç kendi şablonuma benzeteceğim" inadının, tüm ülkeye ödettiği bedel ortada. Bizden sonra iki kere yıkılan toplumlar, birer dünya gücü haline geldiler. Halklarıyla barışık bir sistem oluşturdular çünkü. Bu bir özeleştiri imkanıdır düşünebilene. Halkla barışık bir sistemin yolunu açmak zamanıdır. Tabulardan kurtulmak zamanıdır. Ama bunu, tabuları halka karşı bir silah gibi kullananlar yapmazlar. Hiçbir zaman. Halkın inanç ve siyasî şuur dokusu çözecek bu dilemmayı...

Dipnotlar: 1) Zafer Üskül, Siyaset ve Asker, Afa Yay. İstanbul, 1989, s.23.