- Tabiin Ve Tebei Tabiin Devri

Adsense kodları


Tabiin Ve Tebei Tabiin Devri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Fri 10 August 2012, 09:44 am GMT +0200
TABİÎN VE TEBE-İ TABİÎN DEVRİ

Hulefa-i Raşidin'den sonra hilafet Ümeyye oğullarının eline geçti ve bir sultanlık hâline geldi. Hilâfetin mahiyeti ve muhtevası, İslâmî siyasetin hikmetine ve Hz. Peygamber'den beri gelen uygulamaya tamamı ile ya­bancı pek çok şey katılarak değişti. Bu husus­ta, halife seçiminde tatbik edilen usûlden ha­lifelerin yaşayış tarzlarına, Beytülmal'in kul­lanımından fikir hürriyeti üzerindeki baskıya, müşavere usûlünün kaldırılmasından adlî ba­ğımsızlığın son bulmasına, kavmiyetçiliğin hortlamasından hukukun üstünlüğünün rafa kaldırılmasına kadar pek çok şey sayılabilir. Bütün bu değişiklikler Hz. Ali'nin vefatından sonra seri bir şekilde gerçekleşti ve hilafet statüsünü karaladı, uygulamada saltanata da­ha çok benzer hâle geldi. Kararlarda daha çok bir keyfilik görülüyor ve fevkalâde lüks bir yaşantı sürülüyordu. Bu yeni yöneticiler siya­seti, din ve ahkâmın üzerine çıkararak ve siyasî ikbâl ve maksatları için Şeriat'in hu­dutlarını aştılar.

Gerçi bütün bunlar siyasî sahada cereyan edi­yordu. Gerileme genellikle yönetici sınıfı ve daha çok üst mevkideki memurları tehdit edi­yordu. Ümeyye oğullarının siyasette oyna­dıkları rol, dini aynı samimiyet ve gayretle yaşamaya devam eden halkı başlangıçta etki­lemiyordu. Yöneticileri de içine alan birkaç ferdî olay hariç, adalet sistemi mâkul bir se­viyede muhafaza edildi. Halk arasındaki ihtilâflar âdil ve insaflı kadılar tarafından hal­ledildi. Hatta bu yöneticiler bile hiç olmazsa halk içindeyken şeriat'in açık ve kesin emir­lerine ve Kur'ân ve Sünnet'in emirlerine ters hareket edemiyorlardı. Siyasî destek kazan­mak için dinî hükümlere itibar etmek ve hal­ka Allah'ın ve Rasûl'ünün adıyla müracaat etmek zorundaydılar. Bu, sultanların baskıcı idareleri altında dahi, İslâm'ın ve hayat tarzının gücünü gösteren açık bir delildir.

îbn-i Haldun'un ifadeleriyle "Daha sonra ha­lifeliğin nasıl saltanat otoritesine dönüştüğü gösterildi. Bununla beraber dinin emirlerini yerine getirmek yolunu araştırmaktan, hak ve adalet üzere hareket etmekten ibaret olan ha­lifeliğin mânası baki kalmış, ancak yasakçı­dan ibaret olan dinde değişiklik husule gel­miştir. Bundan sonra ise halifelik asabîyyet, yani kuvvetle korunmaktan ve kılıç kullan­maktan ibaret olmuştur. Muaviye ile Mervan, Mervan'ın oğlu Abdülmelik ve Abbasiler ha­lifeliğinin İlk çağından Reşid'in son gününe kadar ve oğullarından bazıları devrinden, ha­lifeliğin hâli anlattığımız gibi idi. Bunlardan sonra halifeliğin mânası ortadan kayboydu, halifeliğin ancak adı kaldı. İdare bütün manasıyla hükümdarlık şeklini aldı. Tagal-lüp, yani kuvvet ve şiddetle elde tutmak, idare etmek son haddini buldu, kahretmekten, şehvet ve lezzetler içine dalmaktan ibaret olan maksatlara alet edildi. Abdülmelik oğul­larının ve Abbasilerden Reşid'den sonra hü­kümet sürenlerin hali işte böyle idi. Arap asa-biyyeti mevcut olduğu için halifeliğin adı baki kaldı. Halifelik ile hükümdarlık her iki devlette birbirine karışmış bir halde idi.

"Son derece açıktır ki devlet ilk önce ancak halifelik şeklinde olup, hükümdarlık/sultanlık şeklinden uzaktı. Sonradan halifelik ile hü­kümdarlığın mânası birbirine karıştı. Üçüncü devirde ise büsbütün hükümdarlık şeklini aldı. Çünkü hilafet asabiyyeti, yani halifeliği koruyan kuvvet ortadan kalkmış, yerine hü­kümdarlık asabiyyeti türemişti." (Mukaddi­me).

Bununla beraber, Beni Ümeyye'nin kara bu­lutları arasında bir parlak yıldız vardı. Bu Ömer b. Abdülaziz'in kısa hükümdarlık dev­ridir. O Raşid Halifelerinki gibi sâde ve basit bir hayat sürdü. Takvayı kendi şahsî hayatın­da uyguladı; doğruluk ve adaleti tekrar tesis etti. Sultan ailesine Beytülmaldan tahsis edi­len malları geri aldı. Gerçekte onun dönemi Hulefa-ı Raşid'in hilafetine bir ek gibidir. O, gökyüzünü aydınlatan bir ışık misali parla-masıyla insanların net olarak İslâm'ın doğru yolunu görmelerim sağladı; halk korku ve en­dişeden uzak o yoldan gitti.

Minberden şöyle hitabetti:

"Ey insanlar! Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Zira Allah korkusu her şeyden hayır­lıdır. Bütün iyiliklerin anahtarıdır. Ahiretiniz için çalışınız. Allahu Teâlâ, ahireti için çalı­şanın dünyasını da mamur eder. İç âleminizi mâmur ediniz ki, Allah dış dünyanızı ıslâh et­sin. Devamlı ölümü hatırlayınız. Gelip çat­madan Önce Ölüm için hazırlıklı olunuz. Hz. Âdem'den bu güne kadar gelip geçmiş ecda­dınızı düşününüz. Hepsinin ölüm hayatına nasıl daldıklarını görünüz. Bu ümmet, Rabbı, Peygamberi ve kitabı konusunuda ihtilâfa düşmez. İhtilâflar ise hep mal ve makam için oldu. Ben vallahi haklı kişinin hakkını asla kısmadığım gibi, hakkı olmayana da asla ver­meyeceğim (dedi ve sesini yükselterek de­vam etti). Ey İnsanlar! Allah'a itaat edene ita­at etmek gerektir. Allah'a isyan edene itaat edilmez. Allah'a itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz. Allah'a isyan ettiğim anda bana itaat etmeyiniz." (İbn el-Cevzî).

Halife olur olmaz bütün saltanat usûllerini bir çırpıda kaldırdı. Dedelerinin ve babasının tu­tumunu tamamen terketti ve yepyeni bir ha­yat tarzı seçti, yani ilk dört halifenin hayat tarzını. Bundan başka, elinde bulunan ve gay­ri meşru usûllerle iktisap edildiklerine inandı­ğı bütün mal, mülk ve servetin, hatta hanımı­nın mücevherlerini bile, beytülmale iade etti. Senede 40 bin dinar gelir getiren emlâk ve arazisinden sadece yıllık iradı 400 dinar olanı kendine alıkoydu ve "ancak bu, meşru şekil­de elime geçmiş emlâktir" dedi. Hatta geçimi için dahi olsa Beytülmaldan hiçbir şey alma­dı. Dar imkânları ile yaşadı.

Ömer b. Abdülaziz, hilafetinin ilk günlerinde yaptığı ilk icraatlardan ve en önemlilerinden birisi de Ümeyye oğullarının ve özellikle Ab­dülmelik oğulannın ellerindeki mallan devlet hazinesine iade etmesidir. Ömer bu malları "mezâlim" yani zulümle elegeçirilmiş mallar diye anardı.

Rivayet edilir ki Hıms'tan bir zımmî gelerek, "Ey mü'minlerin emiri! Senden Allah'ın ki­tabı ile hükmetmeni istiyorum" dedi. Halife hangi konuda hüküm istediğini sorduğunda adam Abbas b. Velid b. Abdülmelik'in arazi­lerini gasbettiğini söyledi. Abbas orada otu­ruyordu. Halife ona "Abbas, sen ne diyor­sun?" diye sordu. O, arazilerin kendine "emi-rülmü'minîn Velid b. Abdülmelik tarafından verildiğini" söyledi ve bu husustaki belgeyi gösterdi. Halife zımmiye "buna ne dersin?" diye sorunca adam: "Ey Mü'minlerin emiri, ben senden Yüce Allah'ın kitabına göre hü­küm vermeni istemiştim." dedi. Halife "Evet, Allah'ın emirleri, Velid bin Abdülmelik'in belgesinden uyulmaya daha uygundur. Abbas! Ona arazilerini geri ver!" dedi. Arazi zımmîye geri verildi.

Aynı şekilde, Hınıs'taki bazı kişilere ait bir kaç dükkân, babası Velid bin Abdülmelik ta­rafından Rauf'a verilmişti. Buna dair bir bel­ge de düzenlenmişti. Hıms'lılar Ömer b. Abdülaziz'e gelerek dükkânların iadesini istedi­ler. Rauf da Velid'in yazısı uyarınca o dük­kânların kendisine ait olduğunu iddia etti. Ömer "belgen geçerli olamaz, çünkü dükkân­lar onlara ait. Hemen iade et!" dedi. Rauf, Hıms yolunda adamları tehdit etti. Bunun üzerine Ömer oradaki güvenlik kuvvetlerinin kumandanına Rauf'a gitmesini ve dükkânlan iadeyi reddettiği takdirde başını kesmesini emretti. Rauf bundan haberdar olunca, hemen Hıms'a dönerek dükkânlan sahiplerine iade etti.

İnsanlar arazilerini ve diğer mallannı geri al­mak için akın akın Ömer'e geldiler. Ömer, Mervan oğullannın âmir ve memurları tara­fından gayri meşru yollarla alman mallan asıl sahiplerine teslim ettikten sonra derhal "Ha­nedan ve ümerâdan her kimin şikâyeti varsa, istediği gibi dâva edebilir. Malından, mül­künden birşeyler gaspedildiğini İspat edene bunlar iade edilecektir" şeklinde ilânda bu­lundu.

Onun mesuliyet duygusunun genişliğini anla­mak için şu misâl kâfi gelir. Selefi Süleyman bin Abdülmelik'in defni sırasında onun çok üzgün olduğunu gördüler. Halk buna hayret etti. Zira beklemediği, ümit etmediği halde hükümdar olmuştu. Üzüntüsünün sebebini sordular. "Doğudan batıya kadar yayılmış bu­lunan Ümmet-i Muhammed'den biri çıkar da hakkının benden isterse, ben de bunu ödeye-mezsem, o zaman hâlim nice olur?" dedi (İb-nü'l-Esîr, c. IV). Hanımı şöyle anlatmıştır: "Çoğu defa Ömer b. Abdülaziz'İ, odasında seccadesinin başında ağlarken görürdüm. Ni­çin ağladığını sorduğumda şöyle cevap verir­di: 'Ümmetin işlerini omuzlarıma aldım. Dü­şünüyorum da onlann arasında aç olanı var, parasız pulsuz olanı var. Hastası, mazlumu ve yoksulu var. Sebepli-sebepsiz hapiste bulu­nanları var, zayıfı var, zengini var. Çoluk ço­cuk sahibi olup da fakru zaruret içinde olanlar var. Hülâsa memleketin her tarafında bin-bir hâlde olan insanlar var. Biliyorum ki Rab-bim kıyamet gününde hepsinin hesabını ben­den soracaktır. Dâvalanna ne şekilde baktığı­mı nasıl anlatacağım? Rasûlullah "ümme­timin işlerini nasıl idare ettin?" diye sorarsa, korkarım ki bu dâva aleyhimde neticelene. İşte bu korkunun şiddetinden ağlamaktayım." (İbnü'l-Esîr, c. IV).

Zâlim ve zorba idarecileri, valileri azlederek yerlerine iyilerini tayin etti. Bütün gayri meş­ru vergileri ortadan kaldırmakla kalmadı, ay­nı zamanda Ümeyye oğulları devrinde haksız olarak alınmış bulunanların da sahiplerine ia­desi hususunda emirler verdi. İslâm'a giren kimselerden cizye alınmaması ni kararlaştır­dı. Kadı ve valilere kesin emirlerle, hiçbir müslüman veya zımmîye dayak atılamayaca­ğını ve kırbaçlanamayacağım tekrar tekrar hatırlattı. Kendisine sorulmadan ve izni alın­madan hiçbir had cezasının infazına teşebbüs edilmemesini emretti. (Tarih-i Taberi, c. V, sh. 314-321; İbnü'1-Esir, c. IV, sh. 158-163).

Abbasiler devrindeki yönetim şekli ve duru­mu Emevilerden farklı değildi. Sadece şu farkla ki, öncekiler Roma İmparatorlarını tak­lit ederken Abbasiler İran Kisralarım taklit ettiler. Selefleri gibi şûra sistemini askıya alarak heva ve heveslerine göre hükmettiler. Selefleri gibi lüks bir yaşantıya daldılar ve kendi çıkarları için halkın arazilerine el koy­dular. Adalet sistemini de altüst ettiler. Kendi işlerine gelen şekilde hüküm verdiler, hudu-dullaha ve Kitâbûllah'a dikkat etmediler (el-Hatib, Tarih-i Bağdad. c. X, Taşköprüzâde, Miftahü's-Saâde, c. II).

Fakat daha sonra, güttükleri yanlış politikala­rı ve idarede ehliyetsiz oluşları sebebiyle yö­netim ile ilgi meselelerinin kontrolü İranlı kumandan ve valilerin eline geçti ve Araplar çaresiz kaldı. Abbasilerin son halifeleri İran­lıların elinde kukla haline gelmişti. Bu yüz­den hükümetin durumu gittikçe kötüleşti.

Bununla beraber, hilafetin bu durumu ve siyasî değişiklikler sonunda İslâmî devlet ni­zamının tamamıyla ortadan kalkarak yok ola­cağı, bir daha böyle bir nizamı gerçekleştir­meyi kimsenin aklından geçirmeyeceği şek­lindeki bir düşünce de baştan başa hatalıdır. Bazı kimseler tarihî hâdiseleri gayet yüzeysel bir dikkatle İncelerler ve "İslâm ancak otuz sene devam etmiş ve bitmiştir!" türünden he­men hükümlerini verirler. Halbuki meselenin aslı ve hakikati tamamen başkadır.

İslâmî sistem hakkındaki bu üstünkörü görüş safi peşinfikjrliliktir. İleriki sayfalarda da gö­rüleceği gibi herhangi bir kesin temele veya tarihî delile dayanmamaktadır.