hafiza aise
Tue 18 September 2012, 11:18 am GMT +0200
TABANCAYLA BABASI İÇİN YASİN OKUTAN EVLAD
Uzun zamandır camisinde müezzin yoktu. Bu yüzden kendi açar, kendi kapardı camiyi. Cemaat de bundan üzülür, niçin bir müezzin tayin edilmediğini merak edip dururdu. Bir gün imamın yanında bir müezzin göründü. Vehbi Bey buna sevinmiş, imamı tebrik de etmişti:
– Gözünüz aydın olsun, hocaefendi, nihayet müezzinin de tayin olmuş!
İmam efendi biraz tereddütlü. Tebessüm ederek cevap verdi:
– Bu müezzin tayinle gelen müezzinlerden değil. Şefkat silahıyla teslim aldığımız müezzinlerden! O bize ateşli silahını çekti, biz de ona şefkat silahımızı çektik. Önce o bizi, sonra da biz onu teslim aldık.
Şimdi de müezzinliğimizi yapacak kadar bize bağlanmış bulunuyor!
Vehbi Bey bundan bir şey anlamamış, açıklama istemişti. İmam efendi olayı şöyle anlattı:
– Bir sabah alacakaranlıkta camiyi kapadım, evime gitmek üzere avludan çıkarken bir ses ansızın beni yerime mıhladı:
– Hocaefendi, kıpırdama, eller yukarı. Yoksa kurşunu yersin!
Baktım, karanlıkta seçemediğim bir şahıs, tabancasını bana çevirmiş, işaretler ediyor:
– Şu yana doğru yürü!
Ellerim başımda, istediği yöne doğru yürüyerek nihayet mezarlığa çıktım, beni mezarlıkta vurmayı düşünen birinin arkamda olduğunu düşünerek iyice korktum. Geriden gelen komutla mezarlıkta bir hayli dolaştığımız halde bir yerde karar kılamayınca arkama bakmadan seslendim, “Neden dolaştırıp duruyorsun.” dedim.
Cevap enteresandı:
– Ben, cemaatinden çok sevdiğin falan adamın oğluyum, babamın mezarını arıyorum, demez mi?
Hem şaşırdım, hem de biraz rahatladım:
– Babanın mezarı burası değil, işte şurasıdır, diyerek aradığı mezarın başına geldim. Arkamdan yeni bir komut geldi:
– Bulunduğun yere çök ve bir Yasin oku! Şaşkınlığım bir hayli artmış halde Yasin’i okudum, merhumun ruhuna bağışladım. Bu sırada göz ucuyla arkama baktığımda beni tehdit eden gencin, tabancasını cebine koymuş, ağladığını gördüm. Yasin bittikten sonra bana işaret etti:
– Sen vazifeni yaptın, buyur git!
– Hayır, dedim, seni bırakıp da asla gitmem. Bu işin sırrı nedir, bilmeliyim?
Ağlaması hıçkırıklarla yükseldi. Neden sonra kendine geldi. Başladı durumunu anlatmaya:
– Ben, ne yazık ki içki bağımlısıyım. Bu gece yine içmiştim, rüyamda babamı gördüm, bana sitem etti:
– Sen nasıl evlatsın, senden ayrılalı bunca zaman oldu, hiç bir hediyeni almadım, reva mı? dedi. Ben de uyanınca seni düşündüm, babam için bir Yasin okutmak istedim. Sağ ol, sen vazifeni yaptın. Şimdi beni kendi halime bırak. Ben çamura düşmüşün biriyim!
– Hayır, dedim, sen çamura düşmüş biri değilsin. Öyle olsa bile altın yere düşmekle değerinden bir şey kaybetmez. Sadece çamurunu silip altınını meydana çıkarmak gerekir. Haydi gir koluma, seni eve götüreyim, dedim.
Tereddüt etti, ısrar ettim, alıp birlikte eve geldik. Kendisini hep hor hakir görüyor, ilgi gösterilmeye değmeyen biri olarak kabul ediyordu. Ben ise tam aksini savundum.
Öyle babadan kötü evlad meydana gelmez, her şeyin bir vakti var, işte o vakit gelmiştir, dönüş zamanıdır, dedim. Böylece samimi bir dostluk kurduk. Bu dostluk öylesine gelişti ki, dostumun oğlu, işte gördüğünüz gibi camimize müezzin olacak hale geldi. Bu, elbette fahri müezzin. Resmî müezzinin tayini henüz yapılmadı.
ahmet şahin