- Sürpriz

Adsense kodları


Sürpriz

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sat 19 May 2012, 02:30 pm GMT +0200
3- Sürpriz

Sürpriz, düşmanın, saldırıya karşı etkili ted­birler alamayacağı ve hazırlıksız olacağı bir yer ve zaman durumu oluşturmak demektir. Sürpriz, savaş araçları yardımıyla yapılan gizli harekâtlar veya mümkün olan her ara­cın yardımıyla yapılan şok harekâtları yoluy­la gerçekleştirilir. Askerî planlara ve yapılan harekâta girişmeden evvel planların ve tasa­rıların düşman tarafından bilinmesine asla izin verilmemelidir.

Sürpriz birçok şeyle bağlantılı olabilir, düş­mana beklenmedik bir zamanda saldırmak ya da beklenmedik bir kuvvetle saldırmak gi­bi. Bütün muhtemel sürpriz unsurlarının bir bileşimi olabilir. Stratejik hareketlerle oldu­ğu gibi bir harp hilesine dayanabilir. Zaman sürprizi, hücum yeri sürprizi, materyal sürp­rizi veya yeni savaş araçları sürprizi olabilir. Sürprizin ana faktörleri gizlilik, orijinallik ve sürattir. Sürpriz unsuru ayrıca strateji ve taktiklerde başarılı bir şekilde kullanılabilir. Sürprizin stratejik metodları, düşmanın müt­tefikleriyle gizli politik paktlara girişmekten, yeni silahları veya yeni hücum ya da savun­ma tekniklerini veya yeni taktik harekâtları devreye sokmaya kadar değişir. Bununla be­raber, gizlilik, Özgünlük ve sürat sürpriz un surunun kullanılmasında anahtar faktörler dir.

Peygamber , askerî harekâtlarda sürprizin öneminin tamamen bilincindeydi; çünkü sürpriz düşmana karşı çabuk bir zaferi ga­rantilemekle kalmıyor, kutsal kabul ettiği in­san hayatı kaybının az olmasına da yardım ediyordu. Ve askerî harekâtlarını gizli tutmak için ne zaman herhangi bir düşmana doğru ilerlese asla hedefini açıkça bildirmezdi. Ka'b b. Melik şöyle rivayet etmiştir: "Rasulullah  ne zaman herhangi bir savaşa karar ver­se, genellikle hedefini gizli tutar ve iyice açık-lamazdı." Rasulullah  bütün savaş hazırlıklarında ve askerî harekâtlarında gizliliği sağlamak için mümkün olan bütün tedbir­leri alırdı. Seriyyelerin komutanlarına bütün plan ve niyetlerini kendi adamlarından bile gizli tutmaları konusunda kesin emirler ver-mİştİ. Savaş meselelerini, askerî hareketleri­ni ve böyle konulardaki tedbir ve vasıtaları­nı gizli tutan komutanın başarılı olacağı bu­nun için söylenmiştir. Askerî standartlara gö­re gizlilik askerî başarı için esastır.

Rasulullah 'ın bütün askerî planlarının ve hareketlerinin güvenliği için ve onların giz­liliğini korumak için bir dizi tedbir alması ge­rekiyordu. Bu epeyce zor bir işti, çünkü müs-Iümanların arasına bir kısım münafıklar ka­rışmıştı ve yahudüerle Kureyş hesabına çalı­şıyorlardı. Bununla beraber, Rasulullah elinden geleni yaptı ve Allah'ın yardımıyla, savaş hazırlıkları, askerî harekâtlar konula­rında gizliliği sağlama ve korumayı başardı ve düşman nadiren asıl harekâttan evvel her­hangi bir bilgi elde edebildi. Müslümanların planlan ya da niyetleri konusunda askerî bil­gilerin önceden düşman eline geçtiği tek bir olay bile yoktu. Diğer taraftan, düşmanın ta­sarladıkları, planları, birliklerinin güç ve si­lahlan hakkındaki bilgiler düşmandan ha­bersiz elde edilirdi, etkin tedbirler alınırdı.

Rasulullah 'ın bütün askerî harekâtlarda-ki başarısının bir sırrı da müslümanlar top­raklarına girip kendilerini hazırlıksız ve yar­dımsız yakalayıncaya kadar düşmanların onun planlarını ya da niyetlerini asla öğre-nememesiydi. Bu sebeple askerî meselelerde-ki gizliliğin sürdürülmesine çok büyük ön­celik tanınmıştı. Rasulullah 'ın kendi bir­liklerinin selâmet ve güvenliği için ve düşman kuvvetlerine karşı kolay ve çabuk bir galibi­yet için bu gizlilik şarttı. Müslümanlara ya iyi ve doğru söz söylemeleri ya da susmaları tavsiye edilmişti: "Ey inananlar, Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin." (33: 70). Bu yaklaşım onları manevî zararlardan olduğu kadar askerî zararlardan da korumak için ta­sarlanmıştı. Bâtıl şeyler konuşarak ruhî ha­yatlarını ifsad etmeye yatkınlık kazanacakları gibi askerî sırlar konusunda laf kaçırıp ordunun ve devletin güvenliğini tehlikeye de düşürebilirlerdi. Müslümanlara bütün yap­tıkları işler ve söylediklerinin Allah tarafın­dan bilindiği söylenmişti; bu nedenle, konu­şurken sözlerine dikkat etmeleri gerekiyor­du: "(İnsan), hiçbir söz söylemez ki yanın­da (onu) gözetleyen, dediklerini zapteden (bir melek) hazır bulunmasın." (50: 18).

Peygamber  gereksiz konuşmadan kaçın­manın ve sükutun faziletini pek çok vurgu­ladı. Abdullah b. Amr, Rasulullah 'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Sükunetini mu­hafaza eden kimse selâmette olur." Şunları da söylemiştir: "Eğer birisi bana çenelerinin arasındakinden ve bacaklarının arasındakîn-den garanti verirse, ben de ona Cennet ga­rantisi veririm." Ebu Hureyre, Rasulullah 'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Bir adamın ayağından çok dili yüzünden ayağı kayar?' (Mişkât). Ayrıca, Allah'a ve ahiret gü­nüne iman eden kimsenin ya hayır konuşma­sı ya da susması gerektiği söylenmiştir. Kur'an-ı Kerîm müslümanları hak ve ema­netlerini korumaları konusunda açıkça uyar­maktadır: "Ey inananlar, Allah'a ve Rasu-lü'ne hainlik etmeyin; bile bile kendi ema­netlerinize hainlik etmiş olursunuz." (8: 27). Düşmanın kötü emellerine karşı müslüman-ların ve Medine'nin korunması ve güvenliği için yapılan planların özel bir önem taşıdığı devirler İslâm tarihinin çok kritik zamanla­rıydı. Böyle şartlar altında Rasulullah 'a sadakat ve bağlılığın temin edilmesi ve ko­runması açık bir zaruretti. Bu ayette müs-lümanlara, Allah'a ve Rasulü'ne sadakat ve bağlılığın temin edilmesine ve korunmasına (îslâm Devleti'ne sadakat ve bağlılık da de­nebilir) çok özel bir dikkat göstermeleri söy­leniyor. Rasulullah @ şu sözlerle bu nokta­ya işaret ediyor: "Emaneti korumayanın imanı yoktur ve verdiği sözde durmayanın di­ni yoktur." Aynı zamanda şöyle demiştir: "Müslüman, elinden ve dilinden müslüman-ların emin olduğu kişidir."

Savaş stratejisinin ve askerî operasyonlarının gizliliğini temin etmedeki bu titizlik ve ted­birlerin ışığı altında, Peygamber  çoğun­lukla her sahada düşmanına sürpriz yapabil­di. Onlara, hemen hemen her büyük karşı­laşmada savaş taktikleri ve savaş stratejisi hu­suslarında sürpriz yaptı. Bedir Savaşandan önce civar arazilere ve düşman topraklarına dokuz devriye gönderildi ve çoğunluğunda düşmana sürpriz yapılarak başarıyla dönül­dü. Bu küçük seferlerin dördüne Rasulullah 'ın kendisi komuta etti. El-Ebvâ seferin­de, Rasulullah  Benî Damre ile tarafsızlık antlaşması ve el-Uşeyre seferinde Be­nî Mudlic'le dostluk antlaşması yapınca, Ku-reyş üzerine stratejik bir zafer kazanmış ol­du. Rasulullah  Bedir Savaşı sırasında planları hususunda gizliliği tam manasıyla temin etti ve niyetleri hakkında düşmanı şüp­hede bıraktı. Sonra da düşmandan evvel ses­sizce Bedir Vadisi'ne gelip, vadinin su kuyu­larını ele geçirerek çarpışma için en uygun yeri seçti ve böylece taktik bir zafer kazan­dı. Yine Uhud'da da düşmana sürpriz yap­tı. Kayalıklar arasından zor bir rota izleye­rek savaş alanına vardı ve düşman hatlarıy­la Uhud dağı arasında müstahkem bir mev-kiye yerleşti. Bunu düşman ancak müslü-man ordu dağın yanında yerleştikten sonra farkedebildi. Rasulullah 'ın bu stratejik hareketi düşmanın planlarını boşa çıkardı ve süvarilerinin rolünü hemen hemen sıfıra in­dirdi.

Kureyş, Uhud'daki zaferini tamamlayama-dan tereddüt içinde geri döndü ve Mekke yo­lundayken ancak müslümanları yok etmele­ri gerektiğini farkedebildi. Bu sırada, Rasu­lullah , savaşın aldığı vaziyeti civardaki Arap ve Yahudi kabilelerinin tavırlarıyla bağ­lantılı olarak değerlendirdi ve Kureyş'in za­ferini tamamlamak üzere geri dönebileceğin­den korktu. Bu sebeple, Rasulullah  ertesi günü ashabını tekrar topladı ve 450 kişilik bir kuvvetle Medine'den 10 mil mesafedeki Hamra el-Esed'e doğru yürüdü. Rasulullah 'ın yüzü, alt dudağı ve sağ omuzu yara­lanmıştı, fakat o yaralarına aldırmaksızın düşmanı takibe koyuldu. Hamra el-Esed'de gece konakladı ve 500 yerde çok uzaklardan görülebilecek şekilde ateşler yaktı. Kureyş1 in lideri Ebu Süfyan Medine'ye saldırmayı düşünüyordu, fakat müslüman kuvvetlerinin kendilerini takip ettiğini duyunca ve gece ya­nan ateşlerin çokluğunu öğrenince müslü-manlann birçok asker topladığını zannede­rek sessizce Mekke'ye geri döndü. Böylece Rasulullah 'ın bu taktik sürpriz hareketi Uhud'un ağır ve tehlikeli durumunu kurtar­dı.

Uhud Savaşı'ndan dönerken Ebu Süfyan, Peygamber la Bedir'de tekrar karşılaşa­cağını söylemişti. Bunun üzerine, Rasulullah  1500 kişiyle Bedir'e geldi ve burada sekiz gün bekledi. Fakat Ebu Süfyan, müslüman kuvvetlerini haber alınca korkarak 2000 ki­şilik ordusuyla Mekke'ye geri döndü. Bu da Rasulullah 'ın taktik bir zaferiydi. Söz ve­rilen yere gelerek Kureyş'e sürpriz yapmıştı. Kureyş, bu yere kadar gelemedi bile ve Merru'z-Zehrân denilen yerden geri döndü.

Ahzab Savaşı'nda Rasulullah  hem stra­tejik, hem de taktik avantajlar kazandı. Düş­manları, hem onların müttefikleriyle antlaş­ma müzakerelerine girişerek ve hem de Arap­lar arasında bilinmeyen bir savaş metodu olan hendekler kazarak gerçekleştirdiği ye­ni müdafaa stratejisiyle şaşırttı. Kureyş ve müttefikleri 10.000 ila 12.000 kişilik bir or­duyla müslümanları ebediyyen yok etmeye kararlı olarak Medine'ye yürüdüklerinde kendilerini müslümanlardan ayıran derin ve dar bir hendekle karşılaşarak şaşırıp kaldı­lar. Böyle bir durum onlar için çok büyük bir sürprizdi, çünkü bu savunma şekli Ara­bistan'da daha evvel hiç kullanılmamıştı. Müslümanlar gece gündüz çok sıkı çalışmış­lar ve birkaç gün içinde hendeği kazmışlar-dı. Düşman şaşırıp kaldı ve hüsrana uğradı, çünkü hendeği geçememişler ve askerî hare­kâtları sadece karşılıklı mızrak ve ok atışı bi­çimine dönüşmüştü.

Bu taktik sürprizle birlikte Rasulullah , ay­rıca, düşmanın müttefiklerinden birine antlaşma teklif ederek birbirleri hakkında şüp­heye ve güvensizliğe düşmelerini sağladı; bu stratejik hareket de aralarında karışıklık çı­kardı. Kureyş ve müttefikleri, Benî Kureyza'-nın müslümanlarla olan antlaşmasına ihanet etmesine çok sevindiler ve maneviyatları art­tı. İşte bu kritik zamanda, Rasulullah  düş­manı bölmek ve birbirleri hakkında şüphe­ye düşmelerini sağlamak için bir plan tasar­ladı. Düşmanın kuşatması uzayıp müttefik­leri sabırsızlanmaya başlayınca, Rasulullah , Benî Gatafan'a bir elçi göndererek, çe­kilip gitmeleri karşılığında onlara Medine-nin toplam mahsulünün üçte birini vermeyi teklif etti. Bu büyük bir kurnazlığa dayanan çok iyi tasarlanmış bir plandı. Bu teklif Ga-tafanhlann zihinlerinde boş bir ümit doğur­du. Ve böyle bir ümitte onların savaşa olan şevk ve kararlılıklarını gevşetti. Yalnızca ba­zı barış müzakereleri yapıldı, fakat belirgin bir sonuca da ulaşılmadı, çünkü herhangi bir barış antlaşması imzalanmadı.Bununla be­raber bu teşebbüs işe yaradı ve zaten taham­mülsüzlük ve sabırsızlık belirtileri göstermeye başlayan Benî Gatafan artık savaştan çekil­mek için bahane arıyordu.

Bu sırada, İslâm'ı kabul eden, düşman saf-larındaki Nuaym b. Mes'ud, etrafındakiler­den habersiz Rasulullah 'a gelerek İslâm'ı kabul ettiğini bildirdi. Rasulullah  ona: "Sen bizim aramızdan bir kişisin. Ama gü­cün yeterse, düşmanın bize karşı savaşmama­sı için propaganda yap, çünkü harp hiledir." buyurdu. Bunun üzerine Nuaym, Benî Ku-rayza'ya vardı. Onun yahudilerle arası iyiy­di ve onlar Nuaym'ı halâ müşrik sanıyordu. Onlara şunları söyledi: "Kureyş ve Gatafan sizin gibi değildir; toprak sizin toprağınız, mallarınız, kadınlarınız ve çocuklarınız bu­rada bulunuyor; siz bunları bırakıp başka ye­re gidemezsiniz. Şimdi Kureyş ve öatafan, Muhammed ve etrafındakilerle çarpışmaya geldiler. Siz de açıkça görmektesiniz ki, on­ların karıları, çocukları ve mallan başka yer­dedir, sizin gibi değillerdir. Bir şey ele geçi­rirlerse onu alırlar, aksi olursa kalkıp gider­ler. Sizinle Muhammed'in arasını boş bıra-

kırlar ve sizi kendi halinize terkederler. Böy­le olursa ona güç yetiremezsiniz. Bunun için onların ileri gelenlerinden rehin olmadıkça harbe katılmayınız. Bu rehineler, Muham­med ile yapılacak savaşta elinizde bir güvence olurlar ve onlar harbi yanda bırakıp gide­mezler." Yahudiler için bu parlak bir fikirdi.

Nuaym b. Mes'ud daha sonra da Kureyş'in yanına vararak şunları söyledi: "Size olan sevgimi ve Muhammed'e olan kin ve düş­manlığımı bilirsiniz. Bana bir haber ulaştı ve onu size söylemeyi kendime bir vazife bildim. Fakat bunu bir sır olarak tutmalısınız." Bu kabul eailince, anlatmaya devam etti: "Söz­lerime dikkat edin. Kurayza yahudileri Ma-hammed'le olan ahdlerini bozmaktan piş­man oldular ve Muhammed'e şöyle haber gönderdiler: 'Kureyş ve Gatafan ileri gelen­lerinden bazılarını ele geçirip sana verelim, sen de onların kafalarını kesersin. Sonra da geri kalanları mahvetmen için biz sana katı­lırız." Muhammed de onların bu teklifini kar bul etti; bu yüzden, eğer yahudiler size gelip sizden rehineler İsterlerse, onlara tek bir adam bile vermeyin." Sonra Gatafan'a var­dı. Onlara da tıpkı Kureyş'e anlattıklarını ulaştırdı. Böylece Ebu Süfyan ve Benî öata-fan, Benî Kurayza'ya Rasulullah 'a karşı kendileriyle birlikte çarpışmaları için haber gönderince, Benî Kurayza, 'hep beraber Mu­hammed'in işini bitirinceye kadar ellerinde bir güvence olarak tutacakları rehineler al­madan Muhammed'le savaşmayacakları' ce­vabım verdi; çünkü savaş aleyhlerine gelişir­se, Kureyş ve Ğatafan'ın ülkelerine geri dö­nerek kendilerini yalnız bırakmasından kor­kuyorlardı. Bu cevap, Nuaym b. Mes'ud'un Kureyş ve Gatafan'a anlattığı hikayeyi doğ­rulamış oldu ve onlar da Benî Kurayza'ya re­hine vermeyi reddettiler. Bunun üzerine Be­nî Kurayza da Muhammed'e karşı savaşma­yı reddetti. Böylece de aralarında şüphe ve güvensizlik ortaya çıktı ve ittifakları bozul­du. Bunların da ötesinde, şiddetli soğuk bir gecede Allah büyük bir fırtına gönderdi. Bu fırtına düşmanın son direncini de kırdı. Er­tesi gece, kuşatmadan yaklaşık bir ay sonra sessizce çekip gittiler. (İbn İshak, İbn Hi-şâm). Rasulullah 'ın stratejik ve taktik ha­reketleri düşmanlarına tesir etti, askerlerinin maneviyatlarını yıkıp çarpışmak için şevk ve kararlılıklarını söndürdü ve sonunda hava­nın da muhalefeti onları kaçıp gitmeye zor­ladı.

Hudeybİye seferi, Rasulullah  için müstes­na bir harekâttı. Bu olay, Rasulullah  için, Kureyş'in o zaman idrak edemediği bir stra­tejik zaferdi. Sonuçta barış, müslümanlara, Mekke halkıyla serbestçe karşılaşıp görüş ay­rılıklarını tartışma ve İslâm hakkındaki şüp­heleri ve yanlış anlaşılmaları giderme fırsatı kazandırdı. İki şehir arasında iki yönlü bir trafik başlattı ve önceki dönemlerde kinden çok daha fazla sayıda insan İslâm dinini ka­bul etti. Hatta, önceki 20 yılda müslüman olanlardan daha fazlası bu iki yılda müslü­man oldu. Bu olay, Rasulullah 'ın Kureyş üzerine gerçek bir stratejik ve taktik zaferiydi ve Arap Yanmadası'nda Rasulullah 'ın statüsünü ve pozisyonunu tamamen değiştir­di: Kur'an-ı Kerim, bu antlaşmayı şu sözler­le tanımlıyor: "Biz sana apaçık bir fetih ver­dik." (48: 1).

Hayber Seferi'nde, Rasulullah, çok süratli hareket etti ve Medine ile Hayber arasında­ki 100 millik mesafeyi 6 günde katetti. Hay­ber yahudileri, bir sabah tarlalarına gitmek üzere kalelerinden çıkarken karşılarında İs­lâm ordularım görünce tam bir sürprize uğ­ramışlardı. Kalelerine doğru koşarak, "İşte Muhammed ve ordusu!" diye bağırmaya başladılar. Rasulullah  bunu işitince, şöy­le dedi: "Hayber'in işi bitti, biz ne zaman düşman topraklarına girersek, o düşmanın kaderi mahvolmaktır!' (Muhammed Huseyn Heykel, The Life of Muhammed, sf. 367). Sonra da kalelerine hücum ederek teker te­ker hepsini ele geçirdi.

Rasulullah, Benî Gatafan'la Hayber ya-hudilerinin arasını kesip müdahale edince ve Benî Gatafan'ın müttefikleri olan Hayber ya-hudilerine katılmalarını engelleyince, düşmanları üzerine bir başka taktik zafer kaydetmiş oldu. Medine'den yürüyüp yola çık­tığında Ğatafan ile Hayber arasında Recî de­nilen yerde konakladı. Benî Ğatafan, İslâm-ın kuvvetlerinin hareketlerini öğrenmek üzere geldiğinde, kadınlarının ve çocuklarının güvenliğinden korktu ve müslümanlara karşı Hayber yahudilerine yardım etme planları­nı değiştirdi. Rasulullah 'ın bu ustaca ha­reketi Hayber seferinde kendisine karşı çar­pışmak üzere iki müttefikin birleşmesini ön­ledi. Aynı, şekilde, Rasulullah , 10.000 ki­şinin başında Mekke'ye geldiğinde de onla­rı hazırlıksız ve adeta bir panik içinde yaka­ladı ve Mekkeliler çarpışmadan teslim oldu­lar. Rasulullah , Mekke'ye yürümeye niyet ettiğinde bunu gizli tuttu ve aksi istikamete hakiki bir seriyye gönderdi ki düşman böy­lece onun Suriye tarafına yürümeyi planla­dığım düşünebilirdi. Suriye yönünde, Medi­ne'ye yaklaşık 30 mil mesafede bir yer olan Batnu İdem tarafından Ebu Katade komu­tası altında küçük bir seriyyeyi bu gayeyle göndermişti. Bu seriyyenin asıl amacı, insan­lara, özellikle de Kureyş'e Peygamber 'ın çıkacağı seferin Suriye yönüne olduğu izle­nimini vermekti.

Mekke seferinde, diğer seferlerde olduğu gi­bi, asgarî can kaybıyla (zafer) avantajı elde etmeye yardım eden sürpriz unsurunu ger­çekleştirmek için gizlilik çok sıkı korundu. Rasulullah  bu seferin gizliliği için çok özel tedbirler aldı, çünkü Mekke, Arapların en önemli merkeziydi ve bu şehirde savaşmak yasaklanmıştı. O burayı savaşmadan ve kan dökmeden ele geçirmek istiyordu. Bu gaye­ye erişmenin tek mümkün yolu Mekke'ye farkedilmeden varmak ve Mekkelilerİ hazır­lıksız yakalamaktı. Peygamber  bu seferi planlarken, bu seferdeki sürpriz ve gizliliğin önemini gösteren bir olay cereyan etti. Ra­sulullah 'ın sahabelerinden Hâtıb b. Ebî Belte'a, Kureyş'e, Muhammed 'ın üzerle­rine yürüyeceğini bildiren bir mektup yazdı. Bu mektubu, Muhammed b. Cafer'in Mu-zeyne'den olduğunu ileri sürdüğü, bir kadı­na verdi. Mektubu Kureyş'e götürmesi karşılığında para alan kadın, yola koyuldu. Ra-sulullah , Hâtıb'ın bu işini Cebrail 'dan öğrendi ve Ali ile Zübeyr'i mektubu almala­rı talimatıyla kadının peşine gönderdi. Ka­dını Benû Ebu Ahmed'in el-Huleyke'sinde yakaladılar. Devesinden indirip eşyalarını aradılar, fakat bir şey bulamadılar. Ali, 'ne Rasulullah 'ın ne de kendilerinin yanılmış olamayacağına' yemin etti ve kadına eğer mektubu çıkarmazsa üzerini soyup arayacak­larını söyledi. Bunun üzerine kadın saç Ör­gülerini çözerek mektubu (bir başka rivaye­te göre uçkurundan) çıkarıp verdi. Ali, mek­tubu Peygamber 'a götürdü.

Rasulullah  Hatıb'ı çağırarak, bu işi niye yaptığını sordu. J-Iatib, şu cevabı verdi: "Ben Kureyş asıllı değilim, onlara sonradan katıl­mış, yani kölelikten gelmiş biriyim. Halbu­ki, sizin çevrenizdeki öbür muhacirlerin her birinin Kureyş'de akrabaları var. Ailesi ve ço­cukları orada bulunanları bu akrabaları hi­maye eder, mallarını korur. Benimse orada bir yakınım yok ki, orada bulunan ev halkı­mı korusun. Bunu yapmakla onlar nezdin-de, yakınlarımı korumaları için bir hatır yap­mış olacağımı umdum. Yoksa ben bunu yap­makla haşa dinimden dönmüş değilim. İs­lâm'dan sonra da asla küfre rıza göster­mem." Ömer, onun bir münafık olduğunu söyleyip kafasını kesmek istedi, fakat Rasu­lullah: "O Bedir'de bulunmuş bir kişidir. Ne bilirsin, belki de Allah Bedir mücahitle­rini tamamen serbest bırakmış; 'sizi tama­men affettim, istediğinizi yapın' demiştir." buyurdu. Ve bu hadise üzerine Cenab-ı Hak şu ayetleri inzal etti: "Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kim­seleri dost edinmeyin. Onlar size gelen ger­çeği inkâr ettikleri, Rabbiniz Allah'a inan­dığınızdan dolayı Rasulü ve sizi (yurdunuz­dan sürüp) çıkardıkları halde siz onlara sev­gi (belirtecek mektup) ulaştırıyorsunuz. Eğer benim yolumda savaşmak ve benim rızamı kazanmak için çıktınızsa içinizde onlara sevgi (mi) gizliyorsunuz? Oysa ben sizin gizledi­ğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur. Onlar sizi ele geçirseler, size düş­man olurlar, size ellerini, dillerini kötülükle uzatırlar ve isterler ki inkâr edesiniz. Kıya­met günü akrabalarınız ve çocuklarınız size fayda vermez. (Allah) aranızı ayırır. AlUrn yaptıklarınızı görmektedir..." (60: 1-4).

Peygamber , çıkacağı seferin hedefi konu­sunda kendine çok yakın olanlar hariç saha­belerine bile bahsetmedi. Böylece, değişik ro­talar izledikten sonra, aniden Mekke önle­rinde belirdi. Mekkelİlerin teslim olmaktan başka yapacakları bir şey yoktu. 10.000 ki­şilik bir kuvvetle karşılaşmak için bütünüy­le hazırlıksızdılar. Ve Rasulullah , Kureyş-le çarpışmadan amacını gerçekleştirdi. Mek­ke'nin düşmesinden sonra, Rasulullah 'la Kureyş arasındaki mücadeleyi yalnızca sey­retmekle yetinen yüzlerce ve binlerce insan, İslâm dininin hak olduğuna ikna oldu ve İs­lâm'a sarıldı. Bu zafer, Rasulullah 'ın kuv­vetlerinin gücü, sürat ve sürpriz unsurlarının bir kombinasyonu sonucudur. Kureyş, bek­lemediği bir zamanda, kısa sürede toplaya­bileceğini hayal bile edemeyeceği büyüklük­te bir kuvvetle Rasulullah 'ın aniden be­lirmesiyle büyük bir sürprizle karşılaştı. Yal­nızca birkaç yıl önce, onun şehrini muhasa­ra ettiklerinde topu topu en fazla 30001 sa­vaşçı çıkarabilmişti. Onu, Kureyş'in karşısı­na çıkmaya ne güçlerinin yeteceği, ne de ce­saret edebileceği 10.000 kişilik bir ordunun başında görmek çok hayret vericiydi.

Tebük Seferi, Rasulullah 'ın birçok sonuç­lara yol açan büyük bir stratejik hareketiy­di. Büyük müslüman ordusundan epeyce korkan ve çok etkilenen Araplara Medine İs­lâm Devleti'nin müthiş gücünü gösterdi bu sefer. Bu hareket ayrıca Roma İmparatorlu1 ğuna ve Medine'ye saldırmayı planlayan di­ğer güçlere, Medine'de kurulan İslâm devle­tinin kendini korumak ve ilâ-yi kelimetullah uğruna bütün tehlikelere göğüs gererek her şeylerini feda etmeye hazır olduğunu göste­ren bir işaretti. Aslında, Tebük seferi, bütün komşu devletlerin hakikaten yıkılmalarından önce müslümanlar üzerindeki emellerini, şevk ve güçlerini politik olarak öldürdü. Zi­hinlerinde yerleşen Medine'nin sürekli büyü­yen güç ve kudretinin korkusu artık onlara bir realite, ve hakiki tehlike olarak görünme-yo başladı.

Dahası, bu sefer Medine lehine başka stra­tejik sonuçlar da doğurdu. Rasulullah @, Te-bük'te kaldığı kısa süre esnasında bu bölge­deki birçok hıristiyan liderle ve diğer lider­lerle dostluk paktları yaptı. Esas gayesi İs­lâm devletinin bu taraftaki sınırlarında gü­venliği sağlamaktı ve bunu da başarıyla ger­çekleştirdi. Eyle Meliki Yuhanne, Rasulullah 'a bağlılığını bildirdi. Rasulullah  ayrı­ca Cerbâ ve Ezruh halkıyla barış antlaşması yaptı, onlara yazılı eman verdi. Dumah emiri de savaşmaksızın müslümanlara boyun eğ­di. Böylece Tebük seferi askerî bir harekât­tan ziyade politik bir harekât oldu; Arap ve hıristiyan liderlerle yapılan barış ve dostluk antlaşmaları İslâm Devleti'nin hudutlarını kuvvetlendirdi ve sağlamlaştırdı. Rasulullah  Arabistan sınırlarının güvenliğini sağladı ve Arabistanla komşu Bizans gücü arasında bir tampon bölge meydana getirdi.

Rasulullah 'ın kendisi (11 büyük seferden başka) 17 gazve yaptı ve bunların dokuzun­da ya alışılmadık rotalar izleyerek, ya gece yol alıp gündüz saklanarak, ya da yalnızca süratiyle, düşmana sürpriz yaptı; Benî Sü-leym, Dumetu'l-Cendel, Zatu'r-Rikâ, Benu Lihyan, Benu Kureyza gazvelerinde olduğu gibi. Ve sahabelerden komutanlar tayin edi­lerek 51 seriyye yapıldı ve bunlardan 22'sinde düşmana sürpriz yapıldı. Turebe'ye, el-Meyfe'ye, Yemn ve Cebar'a, el-Kedid'e, Be­nu Amir'e, Zâtu Etlâh'a, el-Fedek'e, Benu Temim'e, Katan'a, et-Taraf a, Benû Kilâb'a, el-Kureta'ya, el-Is'a, Husmâ'ya, Vadi el-Kurâ'ya vs. yapılan seriyyeler bunlar arasın­dadır. Seriyyelerin bir çoğunda Rasulullah  sefere çıkanlara düşmana karşı sürpriz bir hücum düzenlemelerini emretti. Onlara ba­zen gece yol alıp, gündüz saklanmaları tali­matı verdi. Bazen de onlara çok süratli yol almalarını tembih etti.