rabia
Mon 17 May 2010, 02:08 pm GMT +0200
Sürgün
Evinin penceresinden, bahçedeki gülleri seyrederken, zihni epeyce uzaklara gitmişti. Bir memleketini düşündü bir de bulunduğu yeri... Aradaki uzaklık, dört bin kilometreye yakındı.
Kat kat olmuş hüzünlerin, kendisini daha da derinden sarstığını fark etti. İç içe geçmiş halkalar gibi bir hüzünden başka bir hüzne giriyordu. Eylül ayında olduğunu hatırladı. Doğadaki canlılar ömrün faniliğini söylüyorlardı. Ağaçların başında kalan tek tük sararmış yaprakları düşündü.
"Bu dünyada her canlı gurbet hayatı yaşıyor", diye mırıldandı.
Vatanından, sevdiklerinden ayrı kalması ona, bir gün dünya yurdundan da ayrılacağını hatırlatıyordu.
"Bu senenin güzünde iç içe ve daha derinden bir hüzün yaşıyorum", dedi.
O böyle düşünürken kapının zili duyuldu. Kendini toparladı, kapıyı açtı. Karşısında başı yazmalı, saçları ağarmış bir kadın duruyordu.
-Siz Türk müsünüz? dedi kadın.
Genç adam şaşırdı. Çünkü burası Türkiye değildi.
-Türkçe konuşan birisinin burada ne işi olabilir? diye düşündü. Neden sonra:
-Evet, Türküm!... diyebildi.
İstanbul'dan mı geldiniz? diye sordu kadın.
-İstanbul'dan geldim ama İstanbullu değilim dedi genç adam. Gurbette hissettiği hüzün duygularından sıyrıldı. Bir an için kendini akrabalarının yanında hissetti. Karşısında duran kadına:
-Siz Türkçe'yi nereden biliyorsunuz? Türk müsünüz? diye sordu.
-Evet, Türk'üm! diye cevap verdi kadın. -Türkiye'nin neresinden?
-Karadeniz'den balam (1)
-Karadeniz'in neresinden?
-Kırım'dan...
Genç adam, tekrar sordu:
-Kırım mı dediniz?...
-Evet, dedi yaşlı kadın... Karadeniz'in gerdanında inci gibi salınan yarım ada var ya, işte oradan...
Genç adam gözlerini kısıp, bakışlarını yukarıya doğru dikti. Belli ki, Kırım'ı gözünün önüne getirmeye çalışıyordu. Neden sonra:
-Hımm!... Kırım ha!... dedi. Fakat sizi, Özbekler'den daha rahat anlıyorum...
-Elbette balam, dedi yaşlı kadın ve devam etti. Kırım, Türkiye'nin en son kırıma uğradığı yerdir. Sivastopol (2) önünde Osmanlı gemilerinin beklediğini, babalarımız daha dün gibi hatırlıyor.... Ama kırılmalar bizim zamanımızda başladı. Bir anda, sudan çıkmış balığa döndük. Sınırlar kapandı, çaresiz kaldık.
Ağıtlar yaktık, deniz ufkuna baktık, hicran ve ümit duygularıyla yatıp kalktık. Ama ne bir selam ne bir haber aldık. Ondan sonra bir daha birbirimizi göremedik...
Duyduklarına inanamayan genç adam, şaşkınlık içinde:
-Siz nerede oturuyorsunuz teyze? diye sordu.
Kadın, işaret parmağıyla az ötedeki avlulu evi göstererek:
-Şu gördüğün evde oturuyorum balam, dedi.
Genç adam, yaşlı kadına tez ısındı, yabancılık hissetmedi.
Kırım sözü, adamın beyninde şimşek gibi parlamıştı. Ard arda gelen sorular, kafasında adeta bir ağ oluşturmuştu. Merakını yenemeyip sordu:
-Sizin adınız ne teyze? -Neriman, balam...
-Neriman teyze, kimlerle kalıyorsunuz burada?
-Bizim horanta (3) kalabalıktır balam... Benden başka burada kızım, damadım ve iki de torunum var.
Neriman teyze, genç adamın tekrar soru sormasına fırsat vermeden, ona bir teklifte bulundu:
-Balam, bu akşam seni bize bekliyoruz. Akşam yemeğini birlikte yeriz. Böylece ev halkıyla da tanışmış olursun, tamam mı?
Genç adam heyecanlandı. Kelimeler diline dolaştı, gırtlağında düğümlendi. Merakı iyice arttı. "Hayır" demek istemiyordu. "Evet" dese ayıp mı olurdu? Kafasında o anda birçok soru dolaştı ve sonunda kararını verdi:
-Tamam Neriman teyze, akşam size geleceğim...
Neriman teyze, yitirdiği çocuğunu bulmuş bir annenin sevinciyle, etrafına gülücükler dağıtarak evine döndü.
Genç adam, evde tekrar yalnız kalmıştı. Kendi kendine yüksek sesle şöyle dedi:
-Ey rahmeti bol Allah'ım!... Şu gurbet ilde, dilimi konuşan bir insana beni komşu ettiğin için sana ne kadar şükretsem azdır!...
Oturduğu yerden kalktı ve pencere kenarına gitti. Bir süre, dışarıdaki hazan vurmuş manzarayı seyretti.
Akşamın alaca karanlığı düşmüştü. Genç adam, oturduğu apartmandan indi. Yayaların kullandığı dar, bozuk ve karanlık yola girdi. Gideceği yer birkaç yüz metreden fazla değildi. Onun için acele etmeden, emin adımlarla yürüdü.
Tirşe maviye boyanmış, büyükçe bir kapının önünde durdu. Bu kadar büyük bir kapı ancak kalede olabilirdi. Demirden yapılmış, çift kanatlı ve birkaç sürgüsü olan dev bir kapıydı bu... Bahçeli, avlulu, müstakil bir ev kapısı olduğu belliydi. Ne duvardan atlamak mümkündü ne de kapıdan... Kendi kendine mırıldandı:
-Düşmanı büyük olmayanın kapısı büyük olmaz. Kimlerden korunmak için yapıldı acaba?
Yoksa sokaklar hırsız mı üretiyor?...
Neden sonra toparlandı, zile bastı... Çok geçmeden avludan yürüme ve konuşma sesleri duyuldu. Kapının arkasına birisi gelmişti. Demir sürgüleri açmaya çalışıyordu. Açılan her bir sürgü, çekiçle demir kapıyı dövüyormuş gibi ses çıkarıyordu.
Sürgüler, birbiri ardına açıldı, son olarak da kapı aralandı. Genç adam dışarıda, kapının yan tarafında, biraz çekingen biraz da merakla bekliyordu. Kapının arkasında kimin olduğu belli değildi.
Kapı açılır açılmaz bir kurt köpeği zıpkın gibi dışarı fırladı. Adam, korkudan donakaldı.
Köpek, çok yırtıcı ve ürkütücü görünüyordu. Saldırmamıştı ama karşısına geçip durmadan havlıyordu. Köpek ne saldırıyor ne de adamın bir yere kımıldamasına izin veriyordu.
Genç adam, köpeğin karşısında çaresizlik içinde beklerken, kapıda Neriman teyze belirdi. Onun görünmesi adama rahat bir nefes aldırttı.
Neriman teyze, köpeğin havlamaya devam ettiğini görünce:
-Similov sus! dedi.
Köpek sustu, kuyruğunu arka ayaklarının arasına kıstırıp, başını içeri çekerek geri döndü.
-Parçalayacak diye korktum Neriman teyze!... dedi adam.
-Parçalamaz, korkma! Bu, eğitilmiş bir köpek. Belleğindeki komutları unutmaması için yılda iki kez eğitim merkezine götürüyoruz, dedi Neriman teyze.
Neriman teyzenin konuşması genç adamın dikkatini çekti. Genç adam, bilgili ve kültürlü bir insanla karşı karşıya olduğunu fark etti.
Birlikte içeriye girdiler. Burası geniş bir avluydu. Dış kapıdan, içerideki giriş kapısına kadar olan avlu betondan yapılmıştı. Böylece, giriş çıkışlarda çamura, toza bulaşmamış oluyorlardı.
Ortalık, iyiden iyiye kararmıştı. Hep birlikte içeri girdiler. Masa kurulmuştu. Baş köşeye misafiri oturtmuşlardı.
Adam, kendisine gösterilen ilgiden hem memnun hem de mahcuptu.
Neriman teyze ise, üzerindeki aşçı önlüğüyle ortalıkta dört dönüyordu. Herkes masaya oturmuştu, o ayaktaydı.
Adam:
-Neriman teyze siz oturmadınız!... dedi.
-Ben aşçı başıyım, oturmayacağım, dedi Neriman teyze. Arkasından ev halkını tanıttı:
-Bu benim tek çocuğum ve tek kızım... Bu damadım... Bunlar da iki erkek torunum...
Adam, bu tanışma faslından memnun kalmıştı. Sohbet ortamının oluşması için fırsat kolluyor-du.
Neriman teyzenin damadına sordu:
-Siz ne iş yapıyorsunuz?
-Çalışmıyorum
-Peki sizin aileniz de Kırım'da mı doğmuşlar?...
-Hayır! Benim ailem Rus... Annemin annesi
Kırım Tatarı imiş...
-İyi ama siz hepiniz Tatarca konuşuyorsunuz!...
-Sovyetler dağıldıktan sonra Neriman teyzeniz, evde Rusça konuşmayı yasakladı. Horanta'ya, Tatarca konuşma zorunluluğu getirdi. Onun sayesinde, tek tük kelimeden başka bir şey bilmediğimiz ana dilimizi öğrendik.
Damadın, "ana dilimizi..." sözünde apayrı bir sıcaklık hissetti genç adam.
-Sizin ana diliniz Tatarca değil ama!... dedi.
-Ben kendimi Tatar kabul ediyorum ve ana dilim de Tatarca'dır dedi damat.
Genç adam, üzerindeki misafir çekingenliğini atmış görünüyordu. Tekrar sordu:
-Sizin adınız ne?
-Remzi.
Remzi ismini duyunca şaşırdı. Birkaç kez tekrarladı:
-Remzi, Remzi... Remzi haa!... Vay canına!... Türk ismi bu!...
Damadın, kendini Tatar olarak kabul ettiği belliydi. Genç adam damada, Kırım'ı görüp görmediğini soracaktı ki, Neriman teyze, elinde tepsiyle çıkageldi.
Nefis bir yemek kokusu bütün odayı kaplamıştı. Genç adam sordu:
-Neriman teyze bu ne yemeği?
-Bu Tatar yemeği balam! Biz bunun adına "çibörek" deriz. Bir taraftan yemek yiyorlar, bir taraftan da sohbet ediyorlardı. Masanın kenarında sessiz sakin oturan evin kızı:
-Ben çay suyu koyayım, diye kalktı. Neriman teyze söze karıştı:
-Sen otur balam! Bugün bütün işleri ben yapacağım! Genç adam şaşırdı:
-Bugün bütün işleri neden siz yapacaksınız Neriman teyze? diye sordu.
-Türkiye'den gelen bir insana hizmet etmek sevaptır da ondan... dedi yaşlı kadın. Bu söz karşısında, genç adamın gözleri doldu.
Kırım'ın meşhur "çiböreğini" hep birlikte yediler.
Genç adamın aklı, Neriman teyzedeydi. Görünüşüyle, konuşmasıyla, hareketleriyle tam bir Osmanlı kadınıydı Neriman teyze. Kırım'da doğmuştu ve daha da önemlisi Kırım sürgününü yaşamıştı. Genç adam, bu tarihi sürgünün canlı tanığını bulmuştu. Yüreğinin kıpırdadığını fark etti. Mutfakla sofra arasında mekik dokuyan Neriman teyzeye seslendi:
-Neriman teyze!... Gel hele şöyle yanıma!... Kırım sürgününü anlat biraz!... Neriman teyzenin benzi atmıştı. Ne zaman Kırım sürgününden söz açılsa hep böyle olurdu. Genç adamın teklifine Neriman teyze, kısık ve ürkek bir sesle cevap verdi:
-Çay suyunu koyup geliyorum!
Genç adam, yaşlı kadının anlatacaklarını merakla bekliyordu.
Neriman teyze, başında erguvan renkli yazması ve üzerinde aşçı önlüğüyle gelip masanın bir köşesine ilişmek istedi. Bu hareket genç adamın gözünden kaçmadı.
-Neriman teyze, yanımdaki sandalyeye gelir misiniz şöyle!... dedi.
Kadın, rahatsızlık veririm düşüncesiyle önce gelmek istemedi.
-Burası iyi balam!... dedi.
Genç adam ısrar etti:
-Neriman teyze, ne olur beni kırma!...
Kadın mahcup bir tavırla gelip genç adamın yanına oturdu.
Genç adam, Neriman teyzeyi daha yakından süzdü. Tarihi hüzünleri yaşamışlığın işareti olan yüzündeki kırışıklıklar, yakından bakınca daha da belirginleşiyordu.
Genç adam, asıl konuyu açmak için bir bahane arıyordu
-Kırım'da şu anda durumlar nasıl acaba? dedi.
Yaşlı kadın başını yavaşça kaldırdı, yüzünü, eliyle sıvazladıktan sonra, bakışlarını genç adamın yüzüne mıhladı ve Karadeniz insanını andırır bir aksanla:
-Ahval yahşi de olsa, yaman da olsa vatan daa, vatan!... dedi.
Genç adam, Neriman teyzenin bam teline dokunmuştu sanki. Kadının hissettiği gurbet ve hasret karşısında, kendi gurbetini unutmuştu.
-Kırım sürgününü hatırlar mısınız Neriman teyze?... dedi.
Kadın, bir süre durakladı ve kalkıp odaya gitti.
Genç adam, bu hareketin nedenini dü_ündü. İçinden:
-Acaba yanlış bir şey mi yaptım? diye geçirdi.
O böyle düşünürken, Neriman teyze, bohçayla çıkageldi. Elindeki bohçayı, masanın üzerine koydu.
Geç adamın merakı büsbütün artmıştı. Acaba önünde duran bohçanın içinde ne vardı?
Neriman teyze, bir komutan ciddiyetiyle:
-Aç balam! dedi.
Genç adam, kendini toparladı ve önünde duran bohçaya dikkatle tekrar baktı. Sonra da heyecandan titreyen elleriyle, bohçayı tuttu, özenle açtı. Büyükçe bir Kur'an-ı Kerim çıktı. Genç adam Kur'an-ı Kerim'in, birkaç sayfasına göz attı.
Sofrada bulunan herkesin meraklı bakışları adamın üzerine çevrilmişti. Çıt yoktu. Herkes nefesini tutmuş adamı izliyordu. Genç adam, önünde açılı duran sayfaya, büyüteçle bakar gibi biraz yaklaştı, sonra uzaklaştı ve anladığım ifade eder bir tavırla dudaklarını büzüştürerek başını salladı:
-Harika bir sülüs yazı!... dedi.
Osmanlı'nın, kitaplardan cami duvarlarına kadar hayatın değişik karelerinde kullandığı bu kıvrak, estetik ve yumuşak yazı tarzını hangi kalem yazmış olabilirdi? Sonra bu kitap buraya nereden gelmişti? Komünist bir idare böyle bir kitaba niçin ilişmemişti? Kafasında, buna benzer bir sürü soru adeta bir yumak oluşturmuştu.
Genç adam, kafasındaki sorulara cevap ararken, Neriman teyzenin sorusuyla kendine gelebildi:
-Anlayabildin mi balam?
Genç adam:
-Anladım Neriman teyze!... dedi.
-Bu Kur'an-ı Kerim'i nereden aldınız?
Neriman teyzenin anlatacağı her şey bu soruda gizliydi.
-Balam!... dedi. Kırım sürgünü başladığında, takvimler 18 Mayıs 1944'ü gösteriyordu. Ben o zamanlar, 18 yaşına gelmiş gelinlik bir kızdım... dedikten sonra sözünü yarıda bırakıp yutkundu.Sonra da yazmasının ucundan tutarak gözünden süzülen birkaç damlayı silmeye çalıştı.
Genç adam tekrar sordu:
-Sürgün sırasında eşyalarınızı alabildiniz mi bari?
Neriman teyze, adamın elindeki Kur'an-ı Ke-rim'i göstererek:
-Birçokları sadece yastık kılıfları alabildi. Ben ise, annemden kalma bu Kur'an-ı Kerim'i alıp getirebildim. Stalin'in askerleri elimden almak istediler; "öldürürüz!..." dediler ama bırakmadım.
Genç adam terlediğini fark etti. Kırım sürgününden elbette haberi vardı... Türkiye'de iken birçok kimseden defalarca dinlemişti ama bu kez dinlediği, sürgünün canlı tanığıydı. Neriman teyze, duyduklarını değil, yaşadıklarını ve gördüklerini anlatıyordu.
Genç adam, tarihi hatırladı. Bir gecede yurtlarından sürgün edilen insanlar ne yapabilirlerdi? Tren vagonlarına sürüler gibi doldurulan, sonra da sürü kadar kıymet verilmeden telef edilen insanlar değil miydi bunlar? Ölenlerin, tren istasyonlarında boylu boyunca uzatılıp, kalanların Ural Dağları'na ve Sibirya'ya götürüldüğü bir yolculukta hayatta kalan olmuş mudur? Olmuşsa bile yaşamak denir miydi buna?
Genç adam, Neriman teyzeye:
-Kırım'a tekrar dönmeyi düşünmüyor musunuz? Dedi.
-Düşünmez miyiz balam!... Benim en büyük arzum Kırım'da ölmek!... Vatansızlığın ne demek olduğunu sen bize sor!... Kırım bizim canımız!... Kırk beş yıldır Sibirya'da, Urallar'da hep Kırım'ı sayıkladık!... Kırım, rüyalarımızdan hiçbir zaman çıkmadı. İki sene önce güç bela bir ev yeri alabildik ama ev yapacak imkanımız yok!... Buradaki şu kocaman evi satsak, elimizdeki para, oradaki evin duvarını örmeye yetmez!... Ama ne olursa olsun, bu yaz göçü saracağız Kırım'a!... Vardığımızda duvarını örersek, seneye de çatısını çatarız!... Bir kış, soğuk altında geçmiş olur o kadar!... Sürgünde yaşadıklarımızdan daha ağır olacak değil ya!...
Neriman teyze, sürgün zamanını yeniden yaşıyordu sanki... Anlatırken zaman zaman yutkunuyor, söyleyecekleri gırtlağında düğümleniyordu. Onun susmasıyla, odayı derin bir sessizlik kapladı. Masa basında bulunan herkes, cenaze evine taziyeye gelmiş gibi boyunlarını bükmüş, odanın derin sessizliğini soluyordu.
Neriman teyze, masanın ucunda oturan damadına:
-Remzi, Kırım'ı göster bu balaya, dedi.
Remzi, cam vitrine doğru yöneldi ve vitrinin en üst rafından bir tomar kartpostalı getirip Neriman teyzeye verdi. Neriman teyze, onlarca kartpostal ve resim üzerinde Kırım'ı ve Kırım'ın tarihini özetliyor gibiydi. Bir kartpostal üzerinde dikkatle durdu. Sanki resmin üzerinde bir tanıdığını arıyor gibiydi.
-Bak, dedi. Burasını biliyor musun? -Hayır, dedi genç adam.
-Burası Bahçesaray, dedi. Yani Kırım Hanlığı'nın başkenti... Bu cami de o zamandan kalma...
Dikkatlice eğilip baktı genç adam... Caminin bahçesindeki rengarenk gülleri seyrederken çok uzaklara gitmişti. Gözlerinin dolmasına engel olamadı ve cebinden çıkardığı bir mendille göz yaşlarını sildi.
Bu durum Neriman teyzenin gözünden kaçmadı.
-Ne oldu balam!...
-Hiç, dedi genç adam. Gülleri gördüm de ona ağlıyorum...
-Bunca yıldır ölenlerimize ve sürgünümüze ağladık ama güllere bakıp da ağlayanı görmemiştim.
Genç adam ne diyeceğini şaşırmıştı. Kendi kendine :
-İçimden geçenleri söylesem, Neriman teyze anlar mı acaba? dedi. Sizin sürgününüze yıllarca biz de ağladık. Ama o gözyaşları yıllardan beri Kırım'da yeni gülleri, taze sürgünleri sulamış. Kırım'ın gülleri solmamış demek ki, desem anlar mı acaba? Taze sürgünler, yeni bir gül devrini müjdeliyor, desem anlar mı?...
Zihnini allak bullak eden bu yolculuktan sıyrılıp:
-Benimki garip bir teselli, bağışla Neriman teyze, dedi.
Neriman teyze, bardaklara çay dolduruyordu. -Burada çayı piyale'de (4) içerler ama biz bardakta içeriz sizin gibi... dedi. Kadının çay doldurmasını fırsat bilen genç adam:
-Kırım'da bir köşkünüz olsa ne kadar güzel olurdu değil mi? dedi.
Adamın sözü biter bitmez, Neriman teyzenin hıçkırığı duyuldu.
Genç adam, olup bitenlere bir anlam veremedi. Söylediği söz, iyi niyet temennisinden başka bir şey değildi. O halde niçin ağlıyordu Neriman teyze?...
Bir şey söyleyemedi... Konuşmak işin birkaç kez yutkundu ama beceremedi... Belli ki, biraz da korkmuştu...
Neriman teyze sarsıla sarsıla ağlıyordu... Neden sonra durdu ve derin bir iç çekerek anlatmaya başladı:
-Benim ağlamamı ayıplama balam!... Seni Allah konuşturuyor!... Bizim, Kırım'da köşkümüz, daha doğrusu konağımız var... Babamın babası, Kırım Hanlığı'nda görevi olan, itibarlı bir kimseymiş. Bahçesaray (5) da en büyük konak bizimdi. Bizi, o konaktan çıkarıp sürgün ettiler!... Kırk beş sene sonra Kırım'a gittiğimde, Konağımızda bir Rus ailenin yaşadığını gördüm! Bu göz neler gördü balam!... Değil buradaki bir tanecik evimizi, bu mahalleyi satsak, oradaki konağı satın alamayız!...
Neriman teyzenin üzüntüsünden kaynaklanan yorgunluk, yüzüne vurmuştu. Genç adam, yaşlı kadını daha fazla yormak istemedi. Masanın üzerinde duran Kırım kartpostallarını aldı. Bahçesaraydaki caminin bahçesinde açan güllere tekrar baktı. Neriman teyzeye dönüp:
-İzninizle ben gideyim, dedi.
Karanlık sokaktan evine dönünce, kendini zaman tünelinden çıkmış gibi hissetti. Evinin kapısını içeriden kapattı, başını tavana dikip ellerini açarak, şöyle yalvardı:
-Bu büyük sürgünü yaşayanların, yeni çıkan sürgünlerini de büyük eyle Allah'ım!...
Garip, yurdundan yuvasından uzak kalan, dostundan ahbabından ayrı düşen değildir. 0; yaşadığı dünya, içinde bulunduğu toplum itibariyle halinden, yolundan anlaşılmayan; yüksek idealleri, ötelere ait düşünceleri, başkaları uğruna şahsi zevklerinden fedakarlığı ve fevkelade himmet ve azmiyle, kendi toplumunun kanunlarıyla sık sık zıtlaşıp çakışan, çevresi tarafından yadırganıp irdelenen ve davranışlarıyla garipsenen insandır.
1)Kınm Tatarcası'nda "çocuğum, yavrum, evladım" anlamlarına gelen bir kelime.
2)Kırım'ın, denizle kıyısı olan büyük bir şehri. 3)Kırım Tatarcası'nda "aile" anlamına gelen bir kelime.
4)Orta Asya Türklerinin çay içerken kullandıkları seramikten yapılma, kulpsuz fincan.
5)Kırım Hanlığı 'nın bulunduğu şehir.
Alıntı
Evinin penceresinden, bahçedeki gülleri seyrederken, zihni epeyce uzaklara gitmişti. Bir memleketini düşündü bir de bulunduğu yeri... Aradaki uzaklık, dört bin kilometreye yakındı.
Kat kat olmuş hüzünlerin, kendisini daha da derinden sarstığını fark etti. İç içe geçmiş halkalar gibi bir hüzünden başka bir hüzne giriyordu. Eylül ayında olduğunu hatırladı. Doğadaki canlılar ömrün faniliğini söylüyorlardı. Ağaçların başında kalan tek tük sararmış yaprakları düşündü.
"Bu dünyada her canlı gurbet hayatı yaşıyor", diye mırıldandı.
Vatanından, sevdiklerinden ayrı kalması ona, bir gün dünya yurdundan da ayrılacağını hatırlatıyordu.
"Bu senenin güzünde iç içe ve daha derinden bir hüzün yaşıyorum", dedi.
O böyle düşünürken kapının zili duyuldu. Kendini toparladı, kapıyı açtı. Karşısında başı yazmalı, saçları ağarmış bir kadın duruyordu.
-Siz Türk müsünüz? dedi kadın.
Genç adam şaşırdı. Çünkü burası Türkiye değildi.
-Türkçe konuşan birisinin burada ne işi olabilir? diye düşündü. Neden sonra:
-Evet, Türküm!... diyebildi.
İstanbul'dan mı geldiniz? diye sordu kadın.
-İstanbul'dan geldim ama İstanbullu değilim dedi genç adam. Gurbette hissettiği hüzün duygularından sıyrıldı. Bir an için kendini akrabalarının yanında hissetti. Karşısında duran kadına:
-Siz Türkçe'yi nereden biliyorsunuz? Türk müsünüz? diye sordu.
-Evet, Türk'üm! diye cevap verdi kadın. -Türkiye'nin neresinden?
-Karadeniz'den balam (1)
-Karadeniz'in neresinden?
-Kırım'dan...
Genç adam, tekrar sordu:
-Kırım mı dediniz?...
-Evet, dedi yaşlı kadın... Karadeniz'in gerdanında inci gibi salınan yarım ada var ya, işte oradan...
Genç adam gözlerini kısıp, bakışlarını yukarıya doğru dikti. Belli ki, Kırım'ı gözünün önüne getirmeye çalışıyordu. Neden sonra:
-Hımm!... Kırım ha!... dedi. Fakat sizi, Özbekler'den daha rahat anlıyorum...
-Elbette balam, dedi yaşlı kadın ve devam etti. Kırım, Türkiye'nin en son kırıma uğradığı yerdir. Sivastopol (2) önünde Osmanlı gemilerinin beklediğini, babalarımız daha dün gibi hatırlıyor.... Ama kırılmalar bizim zamanımızda başladı. Bir anda, sudan çıkmış balığa döndük. Sınırlar kapandı, çaresiz kaldık.
Ağıtlar yaktık, deniz ufkuna baktık, hicran ve ümit duygularıyla yatıp kalktık. Ama ne bir selam ne bir haber aldık. Ondan sonra bir daha birbirimizi göremedik...
Duyduklarına inanamayan genç adam, şaşkınlık içinde:
-Siz nerede oturuyorsunuz teyze? diye sordu.
Kadın, işaret parmağıyla az ötedeki avlulu evi göstererek:
-Şu gördüğün evde oturuyorum balam, dedi.
Genç adam, yaşlı kadına tez ısındı, yabancılık hissetmedi.
Kırım sözü, adamın beyninde şimşek gibi parlamıştı. Ard arda gelen sorular, kafasında adeta bir ağ oluşturmuştu. Merakını yenemeyip sordu:
-Sizin adınız ne teyze? -Neriman, balam...
-Neriman teyze, kimlerle kalıyorsunuz burada?
-Bizim horanta (3) kalabalıktır balam... Benden başka burada kızım, damadım ve iki de torunum var.
Neriman teyze, genç adamın tekrar soru sormasına fırsat vermeden, ona bir teklifte bulundu:
-Balam, bu akşam seni bize bekliyoruz. Akşam yemeğini birlikte yeriz. Böylece ev halkıyla da tanışmış olursun, tamam mı?
Genç adam heyecanlandı. Kelimeler diline dolaştı, gırtlağında düğümlendi. Merakı iyice arttı. "Hayır" demek istemiyordu. "Evet" dese ayıp mı olurdu? Kafasında o anda birçok soru dolaştı ve sonunda kararını verdi:
-Tamam Neriman teyze, akşam size geleceğim...
Neriman teyze, yitirdiği çocuğunu bulmuş bir annenin sevinciyle, etrafına gülücükler dağıtarak evine döndü.
Genç adam, evde tekrar yalnız kalmıştı. Kendi kendine yüksek sesle şöyle dedi:
-Ey rahmeti bol Allah'ım!... Şu gurbet ilde, dilimi konuşan bir insana beni komşu ettiğin için sana ne kadar şükretsem azdır!...
Oturduğu yerden kalktı ve pencere kenarına gitti. Bir süre, dışarıdaki hazan vurmuş manzarayı seyretti.
Akşamın alaca karanlığı düşmüştü. Genç adam, oturduğu apartmandan indi. Yayaların kullandığı dar, bozuk ve karanlık yola girdi. Gideceği yer birkaç yüz metreden fazla değildi. Onun için acele etmeden, emin adımlarla yürüdü.
Tirşe maviye boyanmış, büyükçe bir kapının önünde durdu. Bu kadar büyük bir kapı ancak kalede olabilirdi. Demirden yapılmış, çift kanatlı ve birkaç sürgüsü olan dev bir kapıydı bu... Bahçeli, avlulu, müstakil bir ev kapısı olduğu belliydi. Ne duvardan atlamak mümkündü ne de kapıdan... Kendi kendine mırıldandı:
-Düşmanı büyük olmayanın kapısı büyük olmaz. Kimlerden korunmak için yapıldı acaba?
Yoksa sokaklar hırsız mı üretiyor?...
Neden sonra toparlandı, zile bastı... Çok geçmeden avludan yürüme ve konuşma sesleri duyuldu. Kapının arkasına birisi gelmişti. Demir sürgüleri açmaya çalışıyordu. Açılan her bir sürgü, çekiçle demir kapıyı dövüyormuş gibi ses çıkarıyordu.
Sürgüler, birbiri ardına açıldı, son olarak da kapı aralandı. Genç adam dışarıda, kapının yan tarafında, biraz çekingen biraz da merakla bekliyordu. Kapının arkasında kimin olduğu belli değildi.
Kapı açılır açılmaz bir kurt köpeği zıpkın gibi dışarı fırladı. Adam, korkudan donakaldı.
Köpek, çok yırtıcı ve ürkütücü görünüyordu. Saldırmamıştı ama karşısına geçip durmadan havlıyordu. Köpek ne saldırıyor ne de adamın bir yere kımıldamasına izin veriyordu.
Genç adam, köpeğin karşısında çaresizlik içinde beklerken, kapıda Neriman teyze belirdi. Onun görünmesi adama rahat bir nefes aldırttı.
Neriman teyze, köpeğin havlamaya devam ettiğini görünce:
-Similov sus! dedi.
Köpek sustu, kuyruğunu arka ayaklarının arasına kıstırıp, başını içeri çekerek geri döndü.
-Parçalayacak diye korktum Neriman teyze!... dedi adam.
-Parçalamaz, korkma! Bu, eğitilmiş bir köpek. Belleğindeki komutları unutmaması için yılda iki kez eğitim merkezine götürüyoruz, dedi Neriman teyze.
Neriman teyzenin konuşması genç adamın dikkatini çekti. Genç adam, bilgili ve kültürlü bir insanla karşı karşıya olduğunu fark etti.
Birlikte içeriye girdiler. Burası geniş bir avluydu. Dış kapıdan, içerideki giriş kapısına kadar olan avlu betondan yapılmıştı. Böylece, giriş çıkışlarda çamura, toza bulaşmamış oluyorlardı.
Ortalık, iyiden iyiye kararmıştı. Hep birlikte içeri girdiler. Masa kurulmuştu. Baş köşeye misafiri oturtmuşlardı.
Adam, kendisine gösterilen ilgiden hem memnun hem de mahcuptu.
Neriman teyze ise, üzerindeki aşçı önlüğüyle ortalıkta dört dönüyordu. Herkes masaya oturmuştu, o ayaktaydı.
Adam:
-Neriman teyze siz oturmadınız!... dedi.
-Ben aşçı başıyım, oturmayacağım, dedi Neriman teyze. Arkasından ev halkını tanıttı:
-Bu benim tek çocuğum ve tek kızım... Bu damadım... Bunlar da iki erkek torunum...
Adam, bu tanışma faslından memnun kalmıştı. Sohbet ortamının oluşması için fırsat kolluyor-du.
Neriman teyzenin damadına sordu:
-Siz ne iş yapıyorsunuz?
-Çalışmıyorum
-Peki sizin aileniz de Kırım'da mı doğmuşlar?...
-Hayır! Benim ailem Rus... Annemin annesi
Kırım Tatarı imiş...
-İyi ama siz hepiniz Tatarca konuşuyorsunuz!...
-Sovyetler dağıldıktan sonra Neriman teyzeniz, evde Rusça konuşmayı yasakladı. Horanta'ya, Tatarca konuşma zorunluluğu getirdi. Onun sayesinde, tek tük kelimeden başka bir şey bilmediğimiz ana dilimizi öğrendik.
Damadın, "ana dilimizi..." sözünde apayrı bir sıcaklık hissetti genç adam.
-Sizin ana diliniz Tatarca değil ama!... dedi.
-Ben kendimi Tatar kabul ediyorum ve ana dilim de Tatarca'dır dedi damat.
Genç adam, üzerindeki misafir çekingenliğini atmış görünüyordu. Tekrar sordu:
-Sizin adınız ne?
-Remzi.
Remzi ismini duyunca şaşırdı. Birkaç kez tekrarladı:
-Remzi, Remzi... Remzi haa!... Vay canına!... Türk ismi bu!...
Damadın, kendini Tatar olarak kabul ettiği belliydi. Genç adam damada, Kırım'ı görüp görmediğini soracaktı ki, Neriman teyze, elinde tepsiyle çıkageldi.
Nefis bir yemek kokusu bütün odayı kaplamıştı. Genç adam sordu:
-Neriman teyze bu ne yemeği?
-Bu Tatar yemeği balam! Biz bunun adına "çibörek" deriz. Bir taraftan yemek yiyorlar, bir taraftan da sohbet ediyorlardı. Masanın kenarında sessiz sakin oturan evin kızı:
-Ben çay suyu koyayım, diye kalktı. Neriman teyze söze karıştı:
-Sen otur balam! Bugün bütün işleri ben yapacağım! Genç adam şaşırdı:
-Bugün bütün işleri neden siz yapacaksınız Neriman teyze? diye sordu.
-Türkiye'den gelen bir insana hizmet etmek sevaptır da ondan... dedi yaşlı kadın. Bu söz karşısında, genç adamın gözleri doldu.
Kırım'ın meşhur "çiböreğini" hep birlikte yediler.
Genç adamın aklı, Neriman teyzedeydi. Görünüşüyle, konuşmasıyla, hareketleriyle tam bir Osmanlı kadınıydı Neriman teyze. Kırım'da doğmuştu ve daha da önemlisi Kırım sürgününü yaşamıştı. Genç adam, bu tarihi sürgünün canlı tanığını bulmuştu. Yüreğinin kıpırdadığını fark etti. Mutfakla sofra arasında mekik dokuyan Neriman teyzeye seslendi:
-Neriman teyze!... Gel hele şöyle yanıma!... Kırım sürgününü anlat biraz!... Neriman teyzenin benzi atmıştı. Ne zaman Kırım sürgününden söz açılsa hep böyle olurdu. Genç adamın teklifine Neriman teyze, kısık ve ürkek bir sesle cevap verdi:
-Çay suyunu koyup geliyorum!
Genç adam, yaşlı kadının anlatacaklarını merakla bekliyordu.
Neriman teyze, başında erguvan renkli yazması ve üzerinde aşçı önlüğüyle gelip masanın bir köşesine ilişmek istedi. Bu hareket genç adamın gözünden kaçmadı.
-Neriman teyze, yanımdaki sandalyeye gelir misiniz şöyle!... dedi.
Kadın, rahatsızlık veririm düşüncesiyle önce gelmek istemedi.
-Burası iyi balam!... dedi.
Genç adam ısrar etti:
-Neriman teyze, ne olur beni kırma!...
Kadın mahcup bir tavırla gelip genç adamın yanına oturdu.
Genç adam, Neriman teyzeyi daha yakından süzdü. Tarihi hüzünleri yaşamışlığın işareti olan yüzündeki kırışıklıklar, yakından bakınca daha da belirginleşiyordu.
Genç adam, asıl konuyu açmak için bir bahane arıyordu
-Kırım'da şu anda durumlar nasıl acaba? dedi.
Yaşlı kadın başını yavaşça kaldırdı, yüzünü, eliyle sıvazladıktan sonra, bakışlarını genç adamın yüzüne mıhladı ve Karadeniz insanını andırır bir aksanla:
-Ahval yahşi de olsa, yaman da olsa vatan daa, vatan!... dedi.
Genç adam, Neriman teyzenin bam teline dokunmuştu sanki. Kadının hissettiği gurbet ve hasret karşısında, kendi gurbetini unutmuştu.
-Kırım sürgününü hatırlar mısınız Neriman teyze?... dedi.
Kadın, bir süre durakladı ve kalkıp odaya gitti.
Genç adam, bu hareketin nedenini dü_ündü. İçinden:
-Acaba yanlış bir şey mi yaptım? diye geçirdi.
O böyle düşünürken, Neriman teyze, bohçayla çıkageldi. Elindeki bohçayı, masanın üzerine koydu.
Geç adamın merakı büsbütün artmıştı. Acaba önünde duran bohçanın içinde ne vardı?
Neriman teyze, bir komutan ciddiyetiyle:
-Aç balam! dedi.
Genç adam, kendini toparladı ve önünde duran bohçaya dikkatle tekrar baktı. Sonra da heyecandan titreyen elleriyle, bohçayı tuttu, özenle açtı. Büyükçe bir Kur'an-ı Kerim çıktı. Genç adam Kur'an-ı Kerim'in, birkaç sayfasına göz attı.
Sofrada bulunan herkesin meraklı bakışları adamın üzerine çevrilmişti. Çıt yoktu. Herkes nefesini tutmuş adamı izliyordu. Genç adam, önünde açılı duran sayfaya, büyüteçle bakar gibi biraz yaklaştı, sonra uzaklaştı ve anladığım ifade eder bir tavırla dudaklarını büzüştürerek başını salladı:
-Harika bir sülüs yazı!... dedi.
Osmanlı'nın, kitaplardan cami duvarlarına kadar hayatın değişik karelerinde kullandığı bu kıvrak, estetik ve yumuşak yazı tarzını hangi kalem yazmış olabilirdi? Sonra bu kitap buraya nereden gelmişti? Komünist bir idare böyle bir kitaba niçin ilişmemişti? Kafasında, buna benzer bir sürü soru adeta bir yumak oluşturmuştu.
Genç adam, kafasındaki sorulara cevap ararken, Neriman teyzenin sorusuyla kendine gelebildi:
-Anlayabildin mi balam?
Genç adam:
-Anladım Neriman teyze!... dedi.
-Bu Kur'an-ı Kerim'i nereden aldınız?
Neriman teyzenin anlatacağı her şey bu soruda gizliydi.
-Balam!... dedi. Kırım sürgünü başladığında, takvimler 18 Mayıs 1944'ü gösteriyordu. Ben o zamanlar, 18 yaşına gelmiş gelinlik bir kızdım... dedikten sonra sözünü yarıda bırakıp yutkundu.Sonra da yazmasının ucundan tutarak gözünden süzülen birkaç damlayı silmeye çalıştı.
Genç adam tekrar sordu:
-Sürgün sırasında eşyalarınızı alabildiniz mi bari?
Neriman teyze, adamın elindeki Kur'an-ı Ke-rim'i göstererek:
-Birçokları sadece yastık kılıfları alabildi. Ben ise, annemden kalma bu Kur'an-ı Kerim'i alıp getirebildim. Stalin'in askerleri elimden almak istediler; "öldürürüz!..." dediler ama bırakmadım.
Genç adam terlediğini fark etti. Kırım sürgününden elbette haberi vardı... Türkiye'de iken birçok kimseden defalarca dinlemişti ama bu kez dinlediği, sürgünün canlı tanığıydı. Neriman teyze, duyduklarını değil, yaşadıklarını ve gördüklerini anlatıyordu.
Genç adam, tarihi hatırladı. Bir gecede yurtlarından sürgün edilen insanlar ne yapabilirlerdi? Tren vagonlarına sürüler gibi doldurulan, sonra da sürü kadar kıymet verilmeden telef edilen insanlar değil miydi bunlar? Ölenlerin, tren istasyonlarında boylu boyunca uzatılıp, kalanların Ural Dağları'na ve Sibirya'ya götürüldüğü bir yolculukta hayatta kalan olmuş mudur? Olmuşsa bile yaşamak denir miydi buna?
Genç adam, Neriman teyzeye:
-Kırım'a tekrar dönmeyi düşünmüyor musunuz? Dedi.
-Düşünmez miyiz balam!... Benim en büyük arzum Kırım'da ölmek!... Vatansızlığın ne demek olduğunu sen bize sor!... Kırım bizim canımız!... Kırk beş yıldır Sibirya'da, Urallar'da hep Kırım'ı sayıkladık!... Kırım, rüyalarımızdan hiçbir zaman çıkmadı. İki sene önce güç bela bir ev yeri alabildik ama ev yapacak imkanımız yok!... Buradaki şu kocaman evi satsak, elimizdeki para, oradaki evin duvarını örmeye yetmez!... Ama ne olursa olsun, bu yaz göçü saracağız Kırım'a!... Vardığımızda duvarını örersek, seneye de çatısını çatarız!... Bir kış, soğuk altında geçmiş olur o kadar!... Sürgünde yaşadıklarımızdan daha ağır olacak değil ya!...
Neriman teyze, sürgün zamanını yeniden yaşıyordu sanki... Anlatırken zaman zaman yutkunuyor, söyleyecekleri gırtlağında düğümleniyordu. Onun susmasıyla, odayı derin bir sessizlik kapladı. Masa basında bulunan herkes, cenaze evine taziyeye gelmiş gibi boyunlarını bükmüş, odanın derin sessizliğini soluyordu.
Neriman teyze, masanın ucunda oturan damadına:
-Remzi, Kırım'ı göster bu balaya, dedi.
Remzi, cam vitrine doğru yöneldi ve vitrinin en üst rafından bir tomar kartpostalı getirip Neriman teyzeye verdi. Neriman teyze, onlarca kartpostal ve resim üzerinde Kırım'ı ve Kırım'ın tarihini özetliyor gibiydi. Bir kartpostal üzerinde dikkatle durdu. Sanki resmin üzerinde bir tanıdığını arıyor gibiydi.
-Bak, dedi. Burasını biliyor musun? -Hayır, dedi genç adam.
-Burası Bahçesaray, dedi. Yani Kırım Hanlığı'nın başkenti... Bu cami de o zamandan kalma...
Dikkatlice eğilip baktı genç adam... Caminin bahçesindeki rengarenk gülleri seyrederken çok uzaklara gitmişti. Gözlerinin dolmasına engel olamadı ve cebinden çıkardığı bir mendille göz yaşlarını sildi.
Bu durum Neriman teyzenin gözünden kaçmadı.
-Ne oldu balam!...
-Hiç, dedi genç adam. Gülleri gördüm de ona ağlıyorum...
-Bunca yıldır ölenlerimize ve sürgünümüze ağladık ama güllere bakıp da ağlayanı görmemiştim.
Genç adam ne diyeceğini şaşırmıştı. Kendi kendine :
-İçimden geçenleri söylesem, Neriman teyze anlar mı acaba? dedi. Sizin sürgününüze yıllarca biz de ağladık. Ama o gözyaşları yıllardan beri Kırım'da yeni gülleri, taze sürgünleri sulamış. Kırım'ın gülleri solmamış demek ki, desem anlar mı acaba? Taze sürgünler, yeni bir gül devrini müjdeliyor, desem anlar mı?...
Zihnini allak bullak eden bu yolculuktan sıyrılıp:
-Benimki garip bir teselli, bağışla Neriman teyze, dedi.
Neriman teyze, bardaklara çay dolduruyordu. -Burada çayı piyale'de (4) içerler ama biz bardakta içeriz sizin gibi... dedi. Kadının çay doldurmasını fırsat bilen genç adam:
-Kırım'da bir köşkünüz olsa ne kadar güzel olurdu değil mi? dedi.
Adamın sözü biter bitmez, Neriman teyzenin hıçkırığı duyuldu.
Genç adam, olup bitenlere bir anlam veremedi. Söylediği söz, iyi niyet temennisinden başka bir şey değildi. O halde niçin ağlıyordu Neriman teyze?...
Bir şey söyleyemedi... Konuşmak işin birkaç kez yutkundu ama beceremedi... Belli ki, biraz da korkmuştu...
Neriman teyze sarsıla sarsıla ağlıyordu... Neden sonra durdu ve derin bir iç çekerek anlatmaya başladı:
-Benim ağlamamı ayıplama balam!... Seni Allah konuşturuyor!... Bizim, Kırım'da köşkümüz, daha doğrusu konağımız var... Babamın babası, Kırım Hanlığı'nda görevi olan, itibarlı bir kimseymiş. Bahçesaray (5) da en büyük konak bizimdi. Bizi, o konaktan çıkarıp sürgün ettiler!... Kırk beş sene sonra Kırım'a gittiğimde, Konağımızda bir Rus ailenin yaşadığını gördüm! Bu göz neler gördü balam!... Değil buradaki bir tanecik evimizi, bu mahalleyi satsak, oradaki konağı satın alamayız!...
Neriman teyzenin üzüntüsünden kaynaklanan yorgunluk, yüzüne vurmuştu. Genç adam, yaşlı kadını daha fazla yormak istemedi. Masanın üzerinde duran Kırım kartpostallarını aldı. Bahçesaraydaki caminin bahçesinde açan güllere tekrar baktı. Neriman teyzeye dönüp:
-İzninizle ben gideyim, dedi.
Karanlık sokaktan evine dönünce, kendini zaman tünelinden çıkmış gibi hissetti. Evinin kapısını içeriden kapattı, başını tavana dikip ellerini açarak, şöyle yalvardı:
-Bu büyük sürgünü yaşayanların, yeni çıkan sürgünlerini de büyük eyle Allah'ım!...
Garip, yurdundan yuvasından uzak kalan, dostundan ahbabından ayrı düşen değildir. 0; yaşadığı dünya, içinde bulunduğu toplum itibariyle halinden, yolundan anlaşılmayan; yüksek idealleri, ötelere ait düşünceleri, başkaları uğruna şahsi zevklerinden fedakarlığı ve fevkelade himmet ve azmiyle, kendi toplumunun kanunlarıyla sık sık zıtlaşıp çakışan, çevresi tarafından yadırganıp irdelenen ve davranışlarıyla garipsenen insandır.
1)Kınm Tatarcası'nda "çocuğum, yavrum, evladım" anlamlarına gelen bir kelime.
2)Kırım'ın, denizle kıyısı olan büyük bir şehri. 3)Kırım Tatarcası'nda "aile" anlamına gelen bir kelime.
4)Orta Asya Türklerinin çay içerken kullandıkları seramikten yapılma, kulpsuz fincan.
5)Kırım Hanlığı 'nın bulunduğu şehir.
Alıntı