reyyan
Mon 6 September 2010, 07:07 pm GMT +0200
Sünnetin Hücciyeti ve Teşri'î Değeri
Yrd. Doç. Cüneyt Eren
[Sünnetin Hücciyetini işleyen yazımızın geçen bölümünde Kur’ân’ın, Hz. Peygamber ve Sünnetine verdiği önem, âyetlerden delillerle işlenmişti. Bu kısımda ise aynı konu bu kez, sadece hadislere yer verilerek işlenmeye çalışılacak. Peygamber Efendimiz’in –şüphesiz Rabbimiz’in izin ve emriyle- kendi sünnetini ümmetine nasıl takdim ettiğini göreceğiz.]
b) Sünnetin Hücciyyetine Dair Sünnetten deliller
Sünnetin hüccet olduğuna, Kur’an-ı Kerim’de yer verildiği gibi, Hz. Peygamber (sav) de sünnetinin ehemmiyetini vurgulamış, ümmetinin sünnete sahip çıkması gerektiğini anlatmıştır. Bununla alakalı pek çok hadis vardır ve hadis âlimleri bunları hadis kitaplarında özenle bir araya getirmişlerdir. Biz burada, öncelikle ilgili pek çok hadisten birkaç tanesini zikredecek, ardından da sünnetin Kur’an karşısındaki durumunu işlemeye çalışacağız.
Bu hadislerden bir tanesinin meali şöyledir:
"Bana, Kur’ân-ı Kerim ve onun bir misli (hüccet olmada eş değer bir benzeri) daha verilmiştir. Karnı tok vaziyette koltuğunda oturarak, ‘sadece şu Kur’ân'a sarılınız; içinde helal olarak gördüğünüz şeyleri helal sayın, haram olarak gördüğünüzü de haram kabul edin’ diyecek bazı kimselerin gelmesi yakınlaşmıştır. Şüphesiz Allah Resûlünün haram kıldığı şey, Allah’ın haram kılması demektir." 1
Aynı muhtevaya sahip bir başka hadis de Mikdâm b. Ma'dîkerib (radıyallahu anh) tarafından rivayet edilmiştir. 2
Büyük tefsir âlimi İmam Kurtubi bu hadislerin anlaşılmasıyla ilgili bir iki ihtimali sıralar: "Bana Kur’ân ve benzeri verildi "sözünün iki anlamı vardır. İlki okunan zahiri vahiy (yani Kur’an), ikincisi, okunmayan gizli vahiy yani sünnet. Diğer bir ihtimal ise, Kur’ân okunan zahiri vahiy ve onun benzeri hükmünde kitapta bulunanları açıklama izni. Dolayısıyla Kur’ân’ın emirlerine uymak nasıl vacip ise sünnetin emirlerine de uymak vaciptir, sonucuna ulaşır. 3
Sünnetin hücciyetine işaret eden benzeri hadisler oldukça fazladır. Resûlüllah (s.a.v), Kur’an ve sünnetin ehemmiyetini beraberce vurguladığı bir hadislerinde, "Size Allah’ın kitabı ve Resûlünun sünneti olmak üzere iki şey bıraktım. Onlara sıkı sıkı sarıldığınız müddetçe ebediyyen sapıklığa düşmezsiniz" buyurur.4
Aynı mealde bir başka hadisi de biraz daha uzunca Yezid b. Erkam (radıyallahu anh) naklediyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Size, uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür. İlki, Allah'ın Kitabı'dır. Semâdan arza uzatılmış bir ip durumundadır. (Diğeri de) kendi neslim, Ehl-i Beytim'dir. Bu iki şey, cennette Kevser havuzunun başında bana gelip (hakkınızda bilgi verinceye kadar) birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Öyleyse bunlar hakkında, ardımdan bana nasıl bir halef olacağınızı siz düşünün."5
Bu hadisin diğer bir varyantını İmam Malik rivayet eder. Onun rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah'ın Kitab'ı ve Resûlünün sünneti".6
Bir başka hadiste Ebu Musa (r.a) anlatıyor: "Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdu ki: "Benim misalimle Cenab-ı Hakk'ın benimle göndermiş bulunduğu şeyin misâli şu adamın misali gibidir: "Bir adam kendi kavmine gelip: "Ben gözlerimle düşman ordusunu gördüm, tehlikeyi haber veriyorum, tedbir alın!" der. Kavminden bir kısmı tavsiyesine uyup, geceleyin, telaşa düşmeden oradan uzaklaşır. Bir kısmı da bu haberciyi yalanlar ve yerinden ayrılmaz. Ancak sabahleyin ordu onları yakalar ve imha eder. İşte bu temsil bana itaat edip getirdiklerime uyanlarla, bana isyan edip Cenab-ı Hakk'tan getirdiklerimi tekzip edip yalanlayanları göstermektedir." 7
Pek çok hadiste de Resûl-i Ekrem Efendimiz, kendisine itaati Allah'a itaatle denk saymıştır. Buhari'nin Ebu Hureyre kanalıyla tahric ettiği hadiste Resûlüllah (s.a.v) "Diretenler dışında ümmetimin hepsi cennete girecektir. Kendilerine: ‘Direten kimdir ey Allah’ın Resûlü?’ denildiğinde: ‘Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş ve kim de bana isyan ederse Allah'a isyan etmiş olur." 8 buyurmuştur.
Ebu Hüreyre’nin diğer bir riayetinde Efendimizin şöyle buyurduğu nakledilir: "Kim bana itaat ederse, muhakkak ki Allah'a itaat etmiştir. Kim de bana isyan ederse muhakkak ki Allah'a isyan etmiştir."
Sünnetine tabi olmanın nesiller boyu önemine dikkat çeken Allah Resûlü, Ümmetimin fesadı zamanında sünnetime, sımsıkı sarılana yüz şehid sevabı verilir."9 buyurmuşlardır.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Kur’an ve Sünnetin önemine daima dikkat çekmiştir. Bir keresinde namaz kıldırdıktan sonra yaptığı, veda konuşmasına benzer bir vaazı Irbâz b. Sâriye (r.a) aktarıyor: "Bir gün Resûlüllah (s.a.v) bize namaz kıldırdı. Sonra yüzünü cemaate çevirerek çok beliğ, çok mânidar bir vaazda bulundu. Öyle ki dinleyenlerin gözleri yaşla, kalpleri de heyecanla doldu. Cemaatten biri: ‘Ey Allah'ın Resûlü, sanki bu, bir veda konuşmasıdır, bize ne tavsiye ediyorsunuz?’ dedi. ‘Size, buyurdu, Allah'a karşı takvada bulunmanızı, başınızda Habeşli bir köle olsa bile emirlerini dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Zira, sizden hayatta kalanlar benden sonra nice ihtilaflar görecek. Öyle ise size sünnetimi ve hidayet üzere olan Hulefâ-i Râşidîn'in sünnetini hatırlatırım; bunlara uyun ve sımsıkı sarılın. Sonradan çıkarılan şeylere karşı da son derece dikkatli ve uyanık olun. Zira (sünnette bulunana zıt olarak) her yeni çıkarılan şey bir bid'attır, her bid'at de dalalettir, sapıklıktır." 10 Bu hadisin Ebu Dâvud rivayetinin baş kısmında şu ziyâde vardır: "Haberiniz olsun, bana Kitap ve bir o kadar da (sünnet) verildi." Rivayetin gerisi yukarıdaki mânada devam eder. Sonunda şu ziyade mevcuttur: "Haberiniz olsun (Kur'ân'da zikri geçmeyen) ehlî eşeğin eti de size helâl değildir, vahşi hayvanlardan parçalayıcı dişi (köpek dişi) olanlar, keza muâhedeli olanların yitikleri de haramdır. Ancak eşya sâhibi, ihtiyacı olmadığı için, kasten terketmişse o müstesna. Bir kimse bir kavme uğradığı zaman, ona ikram etmek, o kavme vazife olur. Şayet ikram etmezlerse, o kimse, hak ettiği ikramın mislince onları cezalandırır."
Resul-i Ekrem Efendimiz’den dersini tam alan sahabe sünnete tam riayet etmiştir. Onlar da sünnetin önemine dikkat çekmişlerdir. Örnek olarak bir-iki tanesini nakledelim: Ömer Ibnu'l-Hattâb (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre o şöyle buyurmuştur: "Gecesi gündüz gibi olan çok aydınlık İslâm üzere terk edildiniz. Çöldeki bedevîlerin ve mahalle mekteplerindeki çocukların dini üzere olun. (yet ve hadisten öğretilenleri olduğu gibi takib edin, kendinizden katıp karıştırmadan taklid edin.) 11
İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh) hazretleri de şöyle der: "Bir yol takip etmek isteyen, bu yolu, ölmüş olanların yolundan seçsin. Zira hayatta olanların fitnesinden emin olunamaz. Ölmüş olanlar ise Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Ashâbıdırlar. Onlar bu ümmetin en efdalidir. Kalpçe en temizleri, ilimce en derînleri, amelce en ihlaslıları yine onlardır. Allah, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sohbeti ve dininin yerleşmesi için onları seçmiştir. Öyleyse sizler onların üstünlüğünü idrak edin, onların yolundan gidin, elinizden geldikçe onların ahlâkını ve yaşayış tarzlarını kendinize örnek kılın. Zira onlar en doğru yolda idiler.12
Bir başka zaman da İbn Mes'ud (r.a) da şöyle demiştir: "Muhakkak ki, en güzel söz Allah'ın kitabıdır. En güzel yol da Muhammed (s.a.s)'in yoludur. İşlerin en kötüsü de dine aykırı olarak sonradan çıkarılanıdır."13
Sünnetin dindeki ehemmiyetine dair hadisler, elbetteki bu kadarla sınırlı değildir. Örnek olması açısından naklettiğimiz bu hadislerle iktifa ediyoruz. Bundan sonra, Sünnetin Kur’an’a karşı durumunu değerlendirmeye çalışacağız.
“Bana, Kur’ân-ı Kerim ve onun bir misli (hüccet olmada eş değer bir benzeri) daha verilmiştir. Karnı tok vaziyette koltuğunda oturarak, ‘Sadece şu Kur’ân'a sarılınız; içinde helal olarak gördüğünüz şeyleri helal sayın, haram olarak gördüğünüzü de haram kabul edin’ diyecek bazı kimselerin gelmesi yakınlaşmıştır. Şüphesiz Allah Resûlünün haram kıldığı şey, Allah’ın haram kılması demektir.”
Sünnet’in Kur’ân’ı Beyan Etmesi
Sünnetin hüccet olduğuna bir başka delil de Sünnetin Kur’ân’ın bir nevi tefsiri olması özelliğidir. Kur’ân-ı Kerim bir takım genel metodlar ve küllî kaideler getirmiştir. Nitekim dinin özellikle ibadet ve muamelata bakan büyük bir kısmı sünnet yorumuyla sekillenmiştir. İmam Nevevî (ö.676/1277) bu hususta, "Muhakkak ki bizim dinimiz Kitab-ı Aziz ve rivayet olunan sünnetler üzerine bina edilmiştir. Fıkhî ahkâmın bir çoğu sünnetlerle yapılanmıştır. Füruatla ilgili âyetlerin pek çoğu mücmel olup, açıklamaları muhkemattan olan sünnetlerdedir."14 der.
Kur’ân’da yer alan nasların bazı hususiyetleri vardır.
Birincisi: net olarak belirlenmiş, kesinliği şüphe götürmez hükümlerdir: Namaz kılma, oruç tutma, zekat verme vb. ibadetlerin farziyeti ile şarap, leş, kan, domuz eti vb. şeylerin yenilmesinin haram olması bu neviden sayılır. Sünnetin bu tür hükümlere herhangi bir açıklama veya yorum getirme ihtiyacı yoktur. Belki bu hükümleri destekler mahiyette teşvik edici ve vurgulayıcı beyanda bulunabilir.
İkincisi: Kur’an-ı Kerim’in, farziyetini bildirip tatbik keyfiyetini Resûlüne bırakmış olduğu hükümler: Bu çeşit hükümler daha çok kapalı ifadelerle gelmiş olduğundan sünnet bu noktada sadece tavzih rolü oynar. Mücmel15 örneğinde olduğu gibi sünnetin açıklaması olmaksızın namazın vakitleri, şartları, erkanı, farzları ve adabı; ve yine orucun, haccın ve zekatın şekli, hangi maldan ne kadar verileceği gibi ayrıntılar anlaşılamazdı. Hatta bu babtan olmak üzere tâbiînin büyük âlimi Mekhûl (ö.113/731) "Sünnet Kur’ân'a kâdi'dir." yani Kur’ân sünnetin açıklamasına ihtiyaç duyar demiştir. 16
Kur’ân’da yer alan âmm17 nasların tahsis edilerek keyfiyetini, çoğu ahad olan hadisler açıklamaktadır. Yani onun izahı olmadan o ayetlerin anlaşılması mümkün olamaz. Vücub, nedb, irşad şeklindeki emir çeşitleri, nehy nevileri, hak ve hadleri, mahlukatın yekdiğerlerine karşı lazım gelen hükümleri ve emsali âyetlerin ahkamı bu cümledendir. Allah’ın Resûlünden bir nass olmadıkça yahut ümmetini onun tefsirine irşad edecek bir delâlet vârid olmadıkça, bu hususlarda hiç kimsenin söz söylemesi caiz olamaz."18
Durum hac, oruç, zekat vb., dinin temeli saydığımız diğer ibadetler içinde aynıdır. Ayrıca muamelatdan sayılan hudud'un detayları hadisler olmaksızın anlaşılamaz. İşte bütün bu ayrıntıları bize açıklayan mutlak19 lafızları takyid20 edici sünnetdir.
Bir örnek olarak ‘Muharremat’la ilgili ayeti incelemek istiyoruz: yet-i kerime’de Allahu Taâlâ nikahla alınması haram olanları beyan etmiştir: "Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt kızkardeşleriniz, kayınvalideleriniz, kendileriyle zifafa girdiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. -Eğer onlarla (nikâhlanıp da) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur.- Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı. Ancak daha önce geçen geçmiştir…"21 . (Yani, bu âyet inmeden yapılanları Allah affeder.)
Nikahla alınması haram olup âyette zikredilen sınıflar şunlardır:
Kayıtsız şartsız kadınların, yani ister kendisiyle zifafa girmiş olunsun ve ister zifafa girilmesin nikahlı hanımlarınızın anneleri (kayınvalideler). Kendisiyle birleştiğiniz hanımlarınızdan olma umumiyetle himayenizdeki üvey kızlarınız. (Eğer anneleri ile cinsi temasta bulunmamış iseniz üvey kızlarınızla evlenmenizde bir mahzur yoktur.)
Sulbunüzden bizzat ve dolaylı olarak gelen oğullarınızın eşleri olan gelinleriniz ki, bütün torunların eşlerini de kapsar. ("sülbünüzden" kaydı ile, üvey oğullar ve evlatlıklar bu hükümden çıkarılmıştır.)
İki kızkardeşle bir arada evlenmeniz.
Ama dikkat edilecek olursa âyette zikri geçmeyen muharremattan başka sınıflar da bulunmaktadır. Bunlar bir kızla halasını, bir kızla teyzesini aynı nikah altında bulundurmak ile ra’da yoluyla olan yasaktır.
İşte Kur’ân’ın açıklamayıp sustuğu bu sınıfları sünnet tafsil etmektedir. Elmalılı merhum ilgili âyetin tefsirinde şöyle der:
"Gerçi birşeyin bildirildiği yerde bazı şeyleri zikretmemek hasr (daraltma) ifade ederse de delalet-i iltizamiyye (Bir lafzın vaz olunduğu mânânın lazımına yani o mânâ ile beraber bulunması zaruri olan diğer bir mânâya delaleti) ile işaret bulununca diğer mânâların düşmesi söz konusu olamaz. Gerçekten Hz. Peygamber (s.a.v.) bu işareti veya bu kapalılığı açıklamak için "Nesebden haram olanların hepsi, süt emmeden de haram olur." buyurmuştur.
Nasların keyfiyetini, çoğu âhâd olan hadisler açıklamaktadır. Yani hadislerin izahı
olmadan o ayetlerin anlaşılması mümkün olamaz.
Bundan dolayı burada "o ikisine mukayese et" meâlinde bir işaret ve îcaz (kısaltma) bulunduğu ve bu şekilde buraya kadar neseb ile yedi, süt emmeden de yedi olmak üzere toplam olarak on dört nikahı düşmeyen kadın sayılmış olduğu unutulmamalıdır."
Bunun için Hz. Peygamber (s.a.v.) meşhur bir hadisinde buyurmuştur ki: "Bir kadın ne halasının, ne teyzesinin ne kardeşin kızının ne kızkardeşinin kızının üzerine nikah olunmaz", ancak eski devirlerde geçmiş olanlar başka. Onlardan dolayı sorumluluk yoktur. Bu durumda sünnet mücmel olan âyetin tafsilini yaparak yeni bir hüküm tesis etmiş olmaktadır.
Üçüncüsü: Hakkında herhangi bir nass olmayıp sadece Resûlüllah’ın sünnetiyle beyan edilmiş hükümlerdir: Bu tür sünnet Kur’ân’ın kabul veya red beyanı bulunmadığı bir hususta yeni bir hüküm getiren sünnettir. Haram kılınmış yırtıcı hayvanların etlerinin yenmesi bu kabildendir. Ebu Sa’lebe kanalıyla rivayet edilen bir hadiste "Parçalayıcı dişi bulunan her yırtıcı hayvanın yenilmesi haramdır." denilmektedir. Ve yine "Hayızlı kadın orucu kaza eder ama namazı kaza etmez." hadisi de bu çeşit sünnete örnek olabilir.
Hadis-i şeriflerin bir kısmı tevatüren nakledilmiş ise de hadislerin hepsi her zaman bu şarta ulaşamamıştır. Bir kısmı da ‘ahad’ rivayetle bize gelmişlerdir. Şartlarını haiz olduğu sürece ‘ahad’ hadislerle de amel edilir. İmam Buhari, bu kanaattedir. Sahih’inde ahad haberlerin delil olması ile ilgili açtığı babta 9, Tevbe:122 âyetini göstererek ahad haberle amel edilebileceği ve onun hüccet olduğunu söyler. Zira âyette gecen "Taife" kelimesi bir ve daha çok sayı ifade etmektedir. Bu tefsir İbn Abbas'tan da nakledilmiştir. 23
Benzeri bir kanaati İbn Hazm da paylaşır. Bu ayeti delil getirerek Ahad haberlerle amel edilebileceğini söyler.24
Ahad hadislerle amel edileceğine dair bir örnek, Buhari’nin Abdullah ibn Ömer (r.a.)’dan rivayet ettiği kıblenin tahvili ile ilgili hadistir. İmam Şafiî bu hadis ile ilgili yorumunda "Kuba ehli daha önce Beytu'l Makdis yönüne doğru namaz kılıyorlardı. Kendilerine bir sahabenin kıblenin Kabe'ye doğru olacağını haber vermesi ile Kabe'ye yöneldiler. Şayet ahad hadis hüccet olmasaydı üzerlerine farz olan eski kıblelerini değiştirmezlerdi" der. 25
Yukarıda zikredilen hadisler ve Hulefa-ı Râşidîn’in uygulamaları göstermektedir ki, Kur’ân ve Hadis şer’î bir hükmün aydınlatılması adına birbirlerini tamamlayan iki unsurdur. Hüküm önce Kur’ân’da aranır, bulunamadığı takdirde sünnete müracaat edilir ve onunla amel edilir.
Yrd. Doç. Cüneyt Eren
[Sünnetin Hücciyetini işleyen yazımızın geçen bölümünde Kur’ân’ın, Hz. Peygamber ve Sünnetine verdiği önem, âyetlerden delillerle işlenmişti. Bu kısımda ise aynı konu bu kez, sadece hadislere yer verilerek işlenmeye çalışılacak. Peygamber Efendimiz’in –şüphesiz Rabbimiz’in izin ve emriyle- kendi sünnetini ümmetine nasıl takdim ettiğini göreceğiz.]
b) Sünnetin Hücciyyetine Dair Sünnetten deliller
Sünnetin hüccet olduğuna, Kur’an-ı Kerim’de yer verildiği gibi, Hz. Peygamber (sav) de sünnetinin ehemmiyetini vurgulamış, ümmetinin sünnete sahip çıkması gerektiğini anlatmıştır. Bununla alakalı pek çok hadis vardır ve hadis âlimleri bunları hadis kitaplarında özenle bir araya getirmişlerdir. Biz burada, öncelikle ilgili pek çok hadisten birkaç tanesini zikredecek, ardından da sünnetin Kur’an karşısındaki durumunu işlemeye çalışacağız.
Bu hadislerden bir tanesinin meali şöyledir:
"Bana, Kur’ân-ı Kerim ve onun bir misli (hüccet olmada eş değer bir benzeri) daha verilmiştir. Karnı tok vaziyette koltuğunda oturarak, ‘sadece şu Kur’ân'a sarılınız; içinde helal olarak gördüğünüz şeyleri helal sayın, haram olarak gördüğünüzü de haram kabul edin’ diyecek bazı kimselerin gelmesi yakınlaşmıştır. Şüphesiz Allah Resûlünün haram kıldığı şey, Allah’ın haram kılması demektir." 1
Aynı muhtevaya sahip bir başka hadis de Mikdâm b. Ma'dîkerib (radıyallahu anh) tarafından rivayet edilmiştir. 2
Büyük tefsir âlimi İmam Kurtubi bu hadislerin anlaşılmasıyla ilgili bir iki ihtimali sıralar: "Bana Kur’ân ve benzeri verildi "sözünün iki anlamı vardır. İlki okunan zahiri vahiy (yani Kur’an), ikincisi, okunmayan gizli vahiy yani sünnet. Diğer bir ihtimal ise, Kur’ân okunan zahiri vahiy ve onun benzeri hükmünde kitapta bulunanları açıklama izni. Dolayısıyla Kur’ân’ın emirlerine uymak nasıl vacip ise sünnetin emirlerine de uymak vaciptir, sonucuna ulaşır. 3
Sünnetin hücciyetine işaret eden benzeri hadisler oldukça fazladır. Resûlüllah (s.a.v), Kur’an ve sünnetin ehemmiyetini beraberce vurguladığı bir hadislerinde, "Size Allah’ın kitabı ve Resûlünun sünneti olmak üzere iki şey bıraktım. Onlara sıkı sıkı sarıldığınız müddetçe ebediyyen sapıklığa düşmezsiniz" buyurur.4
Aynı mealde bir başka hadisi de biraz daha uzunca Yezid b. Erkam (radıyallahu anh) naklediyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Size, uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür. İlki, Allah'ın Kitabı'dır. Semâdan arza uzatılmış bir ip durumundadır. (Diğeri de) kendi neslim, Ehl-i Beytim'dir. Bu iki şey, cennette Kevser havuzunun başında bana gelip (hakkınızda bilgi verinceye kadar) birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Öyleyse bunlar hakkında, ardımdan bana nasıl bir halef olacağınızı siz düşünün."5
Bu hadisin diğer bir varyantını İmam Malik rivayet eder. Onun rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah'ın Kitab'ı ve Resûlünün sünneti".6
Bir başka hadiste Ebu Musa (r.a) anlatıyor: "Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdu ki: "Benim misalimle Cenab-ı Hakk'ın benimle göndermiş bulunduğu şeyin misâli şu adamın misali gibidir: "Bir adam kendi kavmine gelip: "Ben gözlerimle düşman ordusunu gördüm, tehlikeyi haber veriyorum, tedbir alın!" der. Kavminden bir kısmı tavsiyesine uyup, geceleyin, telaşa düşmeden oradan uzaklaşır. Bir kısmı da bu haberciyi yalanlar ve yerinden ayrılmaz. Ancak sabahleyin ordu onları yakalar ve imha eder. İşte bu temsil bana itaat edip getirdiklerime uyanlarla, bana isyan edip Cenab-ı Hakk'tan getirdiklerimi tekzip edip yalanlayanları göstermektedir." 7
Pek çok hadiste de Resûl-i Ekrem Efendimiz, kendisine itaati Allah'a itaatle denk saymıştır. Buhari'nin Ebu Hureyre kanalıyla tahric ettiği hadiste Resûlüllah (s.a.v) "Diretenler dışında ümmetimin hepsi cennete girecektir. Kendilerine: ‘Direten kimdir ey Allah’ın Resûlü?’ denildiğinde: ‘Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş ve kim de bana isyan ederse Allah'a isyan etmiş olur." 8 buyurmuştur.
Ebu Hüreyre’nin diğer bir riayetinde Efendimizin şöyle buyurduğu nakledilir: "Kim bana itaat ederse, muhakkak ki Allah'a itaat etmiştir. Kim de bana isyan ederse muhakkak ki Allah'a isyan etmiştir."
Sünnetine tabi olmanın nesiller boyu önemine dikkat çeken Allah Resûlü, Ümmetimin fesadı zamanında sünnetime, sımsıkı sarılana yüz şehid sevabı verilir."9 buyurmuşlardır.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Kur’an ve Sünnetin önemine daima dikkat çekmiştir. Bir keresinde namaz kıldırdıktan sonra yaptığı, veda konuşmasına benzer bir vaazı Irbâz b. Sâriye (r.a) aktarıyor: "Bir gün Resûlüllah (s.a.v) bize namaz kıldırdı. Sonra yüzünü cemaate çevirerek çok beliğ, çok mânidar bir vaazda bulundu. Öyle ki dinleyenlerin gözleri yaşla, kalpleri de heyecanla doldu. Cemaatten biri: ‘Ey Allah'ın Resûlü, sanki bu, bir veda konuşmasıdır, bize ne tavsiye ediyorsunuz?’ dedi. ‘Size, buyurdu, Allah'a karşı takvada bulunmanızı, başınızda Habeşli bir köle olsa bile emirlerini dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Zira, sizden hayatta kalanlar benden sonra nice ihtilaflar görecek. Öyle ise size sünnetimi ve hidayet üzere olan Hulefâ-i Râşidîn'in sünnetini hatırlatırım; bunlara uyun ve sımsıkı sarılın. Sonradan çıkarılan şeylere karşı da son derece dikkatli ve uyanık olun. Zira (sünnette bulunana zıt olarak) her yeni çıkarılan şey bir bid'attır, her bid'at de dalalettir, sapıklıktır." 10 Bu hadisin Ebu Dâvud rivayetinin baş kısmında şu ziyâde vardır: "Haberiniz olsun, bana Kitap ve bir o kadar da (sünnet) verildi." Rivayetin gerisi yukarıdaki mânada devam eder. Sonunda şu ziyade mevcuttur: "Haberiniz olsun (Kur'ân'da zikri geçmeyen) ehlî eşeğin eti de size helâl değildir, vahşi hayvanlardan parçalayıcı dişi (köpek dişi) olanlar, keza muâhedeli olanların yitikleri de haramdır. Ancak eşya sâhibi, ihtiyacı olmadığı için, kasten terketmişse o müstesna. Bir kimse bir kavme uğradığı zaman, ona ikram etmek, o kavme vazife olur. Şayet ikram etmezlerse, o kimse, hak ettiği ikramın mislince onları cezalandırır."
Resul-i Ekrem Efendimiz’den dersini tam alan sahabe sünnete tam riayet etmiştir. Onlar da sünnetin önemine dikkat çekmişlerdir. Örnek olarak bir-iki tanesini nakledelim: Ömer Ibnu'l-Hattâb (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre o şöyle buyurmuştur: "Gecesi gündüz gibi olan çok aydınlık İslâm üzere terk edildiniz. Çöldeki bedevîlerin ve mahalle mekteplerindeki çocukların dini üzere olun. (yet ve hadisten öğretilenleri olduğu gibi takib edin, kendinizden katıp karıştırmadan taklid edin.) 11
İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh) hazretleri de şöyle der: "Bir yol takip etmek isteyen, bu yolu, ölmüş olanların yolundan seçsin. Zira hayatta olanların fitnesinden emin olunamaz. Ölmüş olanlar ise Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Ashâbıdırlar. Onlar bu ümmetin en efdalidir. Kalpçe en temizleri, ilimce en derînleri, amelce en ihlaslıları yine onlardır. Allah, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sohbeti ve dininin yerleşmesi için onları seçmiştir. Öyleyse sizler onların üstünlüğünü idrak edin, onların yolundan gidin, elinizden geldikçe onların ahlâkını ve yaşayış tarzlarını kendinize örnek kılın. Zira onlar en doğru yolda idiler.12
Bir başka zaman da İbn Mes'ud (r.a) da şöyle demiştir: "Muhakkak ki, en güzel söz Allah'ın kitabıdır. En güzel yol da Muhammed (s.a.s)'in yoludur. İşlerin en kötüsü de dine aykırı olarak sonradan çıkarılanıdır."13
Sünnetin dindeki ehemmiyetine dair hadisler, elbetteki bu kadarla sınırlı değildir. Örnek olması açısından naklettiğimiz bu hadislerle iktifa ediyoruz. Bundan sonra, Sünnetin Kur’an’a karşı durumunu değerlendirmeye çalışacağız.
“Bana, Kur’ân-ı Kerim ve onun bir misli (hüccet olmada eş değer bir benzeri) daha verilmiştir. Karnı tok vaziyette koltuğunda oturarak, ‘Sadece şu Kur’ân'a sarılınız; içinde helal olarak gördüğünüz şeyleri helal sayın, haram olarak gördüğünüzü de haram kabul edin’ diyecek bazı kimselerin gelmesi yakınlaşmıştır. Şüphesiz Allah Resûlünün haram kıldığı şey, Allah’ın haram kılması demektir.”
Sünnet’in Kur’ân’ı Beyan Etmesi
Sünnetin hüccet olduğuna bir başka delil de Sünnetin Kur’ân’ın bir nevi tefsiri olması özelliğidir. Kur’ân-ı Kerim bir takım genel metodlar ve küllî kaideler getirmiştir. Nitekim dinin özellikle ibadet ve muamelata bakan büyük bir kısmı sünnet yorumuyla sekillenmiştir. İmam Nevevî (ö.676/1277) bu hususta, "Muhakkak ki bizim dinimiz Kitab-ı Aziz ve rivayet olunan sünnetler üzerine bina edilmiştir. Fıkhî ahkâmın bir çoğu sünnetlerle yapılanmıştır. Füruatla ilgili âyetlerin pek çoğu mücmel olup, açıklamaları muhkemattan olan sünnetlerdedir."14 der.
Kur’ân’da yer alan nasların bazı hususiyetleri vardır.
Birincisi: net olarak belirlenmiş, kesinliği şüphe götürmez hükümlerdir: Namaz kılma, oruç tutma, zekat verme vb. ibadetlerin farziyeti ile şarap, leş, kan, domuz eti vb. şeylerin yenilmesinin haram olması bu neviden sayılır. Sünnetin bu tür hükümlere herhangi bir açıklama veya yorum getirme ihtiyacı yoktur. Belki bu hükümleri destekler mahiyette teşvik edici ve vurgulayıcı beyanda bulunabilir.
İkincisi: Kur’an-ı Kerim’in, farziyetini bildirip tatbik keyfiyetini Resûlüne bırakmış olduğu hükümler: Bu çeşit hükümler daha çok kapalı ifadelerle gelmiş olduğundan sünnet bu noktada sadece tavzih rolü oynar. Mücmel15 örneğinde olduğu gibi sünnetin açıklaması olmaksızın namazın vakitleri, şartları, erkanı, farzları ve adabı; ve yine orucun, haccın ve zekatın şekli, hangi maldan ne kadar verileceği gibi ayrıntılar anlaşılamazdı. Hatta bu babtan olmak üzere tâbiînin büyük âlimi Mekhûl (ö.113/731) "Sünnet Kur’ân'a kâdi'dir." yani Kur’ân sünnetin açıklamasına ihtiyaç duyar demiştir. 16
Kur’ân’da yer alan âmm17 nasların tahsis edilerek keyfiyetini, çoğu ahad olan hadisler açıklamaktadır. Yani onun izahı olmadan o ayetlerin anlaşılması mümkün olamaz. Vücub, nedb, irşad şeklindeki emir çeşitleri, nehy nevileri, hak ve hadleri, mahlukatın yekdiğerlerine karşı lazım gelen hükümleri ve emsali âyetlerin ahkamı bu cümledendir. Allah’ın Resûlünden bir nass olmadıkça yahut ümmetini onun tefsirine irşad edecek bir delâlet vârid olmadıkça, bu hususlarda hiç kimsenin söz söylemesi caiz olamaz."18
Durum hac, oruç, zekat vb., dinin temeli saydığımız diğer ibadetler içinde aynıdır. Ayrıca muamelatdan sayılan hudud'un detayları hadisler olmaksızın anlaşılamaz. İşte bütün bu ayrıntıları bize açıklayan mutlak19 lafızları takyid20 edici sünnetdir.
Bir örnek olarak ‘Muharremat’la ilgili ayeti incelemek istiyoruz: yet-i kerime’de Allahu Taâlâ nikahla alınması haram olanları beyan etmiştir: "Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt kızkardeşleriniz, kayınvalideleriniz, kendileriyle zifafa girdiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. -Eğer onlarla (nikâhlanıp da) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur.- Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı. Ancak daha önce geçen geçmiştir…"21 . (Yani, bu âyet inmeden yapılanları Allah affeder.)
Nikahla alınması haram olup âyette zikredilen sınıflar şunlardır:
Kayıtsız şartsız kadınların, yani ister kendisiyle zifafa girmiş olunsun ve ister zifafa girilmesin nikahlı hanımlarınızın anneleri (kayınvalideler). Kendisiyle birleştiğiniz hanımlarınızdan olma umumiyetle himayenizdeki üvey kızlarınız. (Eğer anneleri ile cinsi temasta bulunmamış iseniz üvey kızlarınızla evlenmenizde bir mahzur yoktur.)
Sulbunüzden bizzat ve dolaylı olarak gelen oğullarınızın eşleri olan gelinleriniz ki, bütün torunların eşlerini de kapsar. ("sülbünüzden" kaydı ile, üvey oğullar ve evlatlıklar bu hükümden çıkarılmıştır.)
İki kızkardeşle bir arada evlenmeniz.
Ama dikkat edilecek olursa âyette zikri geçmeyen muharremattan başka sınıflar da bulunmaktadır. Bunlar bir kızla halasını, bir kızla teyzesini aynı nikah altında bulundurmak ile ra’da yoluyla olan yasaktır.
İşte Kur’ân’ın açıklamayıp sustuğu bu sınıfları sünnet tafsil etmektedir. Elmalılı merhum ilgili âyetin tefsirinde şöyle der:
"Gerçi birşeyin bildirildiği yerde bazı şeyleri zikretmemek hasr (daraltma) ifade ederse de delalet-i iltizamiyye (Bir lafzın vaz olunduğu mânânın lazımına yani o mânâ ile beraber bulunması zaruri olan diğer bir mânâya delaleti) ile işaret bulununca diğer mânâların düşmesi söz konusu olamaz. Gerçekten Hz. Peygamber (s.a.v.) bu işareti veya bu kapalılığı açıklamak için "Nesebden haram olanların hepsi, süt emmeden de haram olur." buyurmuştur.
Nasların keyfiyetini, çoğu âhâd olan hadisler açıklamaktadır. Yani hadislerin izahı
olmadan o ayetlerin anlaşılması mümkün olamaz.
Bundan dolayı burada "o ikisine mukayese et" meâlinde bir işaret ve îcaz (kısaltma) bulunduğu ve bu şekilde buraya kadar neseb ile yedi, süt emmeden de yedi olmak üzere toplam olarak on dört nikahı düşmeyen kadın sayılmış olduğu unutulmamalıdır."
Bunun için Hz. Peygamber (s.a.v.) meşhur bir hadisinde buyurmuştur ki: "Bir kadın ne halasının, ne teyzesinin ne kardeşin kızının ne kızkardeşinin kızının üzerine nikah olunmaz", ancak eski devirlerde geçmiş olanlar başka. Onlardan dolayı sorumluluk yoktur. Bu durumda sünnet mücmel olan âyetin tafsilini yaparak yeni bir hüküm tesis etmiş olmaktadır.
Üçüncüsü: Hakkında herhangi bir nass olmayıp sadece Resûlüllah’ın sünnetiyle beyan edilmiş hükümlerdir: Bu tür sünnet Kur’ân’ın kabul veya red beyanı bulunmadığı bir hususta yeni bir hüküm getiren sünnettir. Haram kılınmış yırtıcı hayvanların etlerinin yenmesi bu kabildendir. Ebu Sa’lebe kanalıyla rivayet edilen bir hadiste "Parçalayıcı dişi bulunan her yırtıcı hayvanın yenilmesi haramdır." denilmektedir. Ve yine "Hayızlı kadın orucu kaza eder ama namazı kaza etmez." hadisi de bu çeşit sünnete örnek olabilir.
Hadis-i şeriflerin bir kısmı tevatüren nakledilmiş ise de hadislerin hepsi her zaman bu şarta ulaşamamıştır. Bir kısmı da ‘ahad’ rivayetle bize gelmişlerdir. Şartlarını haiz olduğu sürece ‘ahad’ hadislerle de amel edilir. İmam Buhari, bu kanaattedir. Sahih’inde ahad haberlerin delil olması ile ilgili açtığı babta 9, Tevbe:122 âyetini göstererek ahad haberle amel edilebileceği ve onun hüccet olduğunu söyler. Zira âyette gecen "Taife" kelimesi bir ve daha çok sayı ifade etmektedir. Bu tefsir İbn Abbas'tan da nakledilmiştir. 23
Benzeri bir kanaati İbn Hazm da paylaşır. Bu ayeti delil getirerek Ahad haberlerle amel edilebileceğini söyler.24
Ahad hadislerle amel edileceğine dair bir örnek, Buhari’nin Abdullah ibn Ömer (r.a.)’dan rivayet ettiği kıblenin tahvili ile ilgili hadistir. İmam Şafiî bu hadis ile ilgili yorumunda "Kuba ehli daha önce Beytu'l Makdis yönüne doğru namaz kılıyorlardı. Kendilerine bir sahabenin kıblenin Kabe'ye doğru olacağını haber vermesi ile Kabe'ye yöneldiler. Şayet ahad hadis hüccet olmasaydı üzerlerine farz olan eski kıblelerini değiştirmezlerdi" der. 25
Yukarıda zikredilen hadisler ve Hulefa-ı Râşidîn’in uygulamaları göstermektedir ki, Kur’ân ve Hadis şer’î bir hükmün aydınlatılması adına birbirlerini tamamlayan iki unsurdur. Hüküm önce Kur’ân’da aranır, bulunamadığı takdirde sünnete müracaat edilir ve onunla amel edilir.