sidretül münteha
Mon 13 June 2011, 02:36 pm GMT +0200
VI. Sünnetin Genel Esaslara Arzı
Bu ölçü gerçekte sünnetin Kur'an'a ve mütevatir sünnete arzını oluşturan bir ve ikinci ölçüler içinde mütalaa edilebilir. Çünkü kitap ve sünnet İslâm dininin iki aslî kaynağı olup, icma, kıyas, -delil sayanlar için- sahabe uygulaması neticesi itibariyle bu ikisine dayanan delillerdir. Çünkü icma ekseriya bu ikisi ile sabit olan bir konuda olur. Kıyas da bu ikisi ile sabit olan bir hüküm esas alınarak yapılır. Kendisinde ihtilaf olunmayan sahabe uygulaması da çok kerre bir âyet veya hadisin genel anlamına dayanır.
Ancak bizim burada "teşriî kaynak" ile "genel esaslar"ı birbirinden ayırmamız gerekir. Teşriî kaynak, bize hayatın bütün alanlarında ihtiyaç duyduğumuz bağlayıcı nasları verir. Genel esaslar ise şer'î naslardan çıkarılan, dinin özü ve genel maksatları ile uyuşan küllî kaidelerdir. Bazan teşriî nas, özel bir hüküm hakkında veya belirli bir olayla ilgili gelmiş olabilir. Ancak şeriatın ifadesine küllî bir bakışla baktığımız zaman söz konusu hüküm veya olayla ilgili olarak gelen mânayı teyit ettiği anlaşılır. Bu sebeple de fakihler onu sadece bu konuya tahsis etmeyip birçok hüküm veya olayı içeren genel bir esas kabul etmişlerdir.
Teşriî kaynak ile genel esaslar arasındaki farkı açıklamak için maksadımızı ortaya koyan şu örneği verebiliriz:
Yüce Allah:
"Allah'tan başkasına tapanların ilahlarına sövmeyin; onlar da düşmanlıkları dolayısı ile ve bilmeden Allah'a söverler" [1357] buyurmaktadır. Bu âyetten anlaşılan, kafirlerin ilahlarına sövmenin menedildiği hükmüdür. Bu, nasdan anlaşılan açık ve belirgin bir mânadır. Ancak fakihler âyetten bunun dışında daha geniş mânalar çıkarmışlardır. Şöyle ki:
Allah, kafirlerin ilahlarına sövmeyi, onların Allah'a sövmemeleri amacıyla yasak etmiştir. Burada Allah'a sövmek gibi büyük bir günaha meydan vermemek için kafirlerin ilahlarına sövmek gibi mubah bir şey yasaklanmıştır.
Böylece fakihler âyeti "seddü'z-zerâî" diye isimlendirdikleri bir esasa kaynak kılmışlar ve mefsedete götüren mubah ve mendup her şeyin, onu mubah dairesinden çıkarıp haram dairesine dahil edeceğini söylemişlerdir.
Bu örnekte fakihlerin düşüncelerinin derinliğini, hüküm çıkarmadaki dikkatlerini dinî hükümlere ve onların maksatlarına bakışlarındaki kapsamlılığı görmekteyiz.
Bu ölçüde, kendileri ile bazı âhâd hadislerin reddedildiği kaidelerin çoğunun daha önceki ölçülerde geçtiğini göreceğiz. Ancak burada onlara bakışımız bir başka açıdan olacaktır. Bununla beraber her aslı âyet ve hadisten dayandığı dinî kaynağa dayandırmamız da mümkündür. Fakat bu, konuyu teknik yönden bölümlere ayırmak için bunları ayrı başlıklar halinde ele almamıza mâni değildir. Sözgelimi fakihlerin bu asıl gerçekte Allah'ın kitabından bir âyet ve Resûlullah'ın sünnetinden bir hadis olduğu halde, bu hadis serî bir esasa veya dinî bir kaideye aykırıdır dediklerini görmekteyiz.
Aslında bu, fakihlerin ittifakla kabul ettikleri bir ölçü değildir. Meselâ İbn Hazm'a göre bir hadisin isnadı sahih ise onu red veya ona muhalefet caiz değildir. Aynı şekilde İbn Kayyım da "Musarrat hadisi'nden söz ederken:
Bu hadis dinî asıl ve kaidelere uygundur. Eğer hadis dinî asıllara muhalif olacak olsa diğerleri gibi o da bizzat asıl olur" [1358] demektedir. Herhalde bütün muhaddislerin tutumu:
Hadisin isnadı sahih olduğu zaman, daha önce de geçtiği üzere reddedilmeyeceği yönünde olmalıdır.
Böylece her ne kadar İmam Mâlik bu ölçü ile amel etme konusunda mütereddid ise de Mâlikîlerin bu ölçüyü önemli saydıkları ve onu makbul bir asıl kabul ettikleri ortaya çıkıyor.
Ebu Bekir İbnü'l-Arabî haber-i vahidin dinî kaidelerden birine aykırı olduğu zaman onunla amel edilip edilmeyeceğinden bahsederken Ebu Hanife'nin onunla amel edilmeyeceğini, Şafiî'nin ise edilebileceğini söylediklerini nakleder. İmam Mâlik'in ise bu konuda tereddüt içinde olduğunu, onun meşhur olan ve kendisi ile amel edilen görüşünün ise böyle bir hadisi başka bir kaide destekliyorsa -araya tarzı alışverişte olduğu gibi- amel edilebileceğini; köpeğin ağzını sokması sebebiyle kapların yıkanması hususunda olduğu gibi tek başına kalırsa terkedileceğini nakletmektedir [1359].
Biz burada kitap ve sünnette zikrolunan delillerin tümünden çıkarılmış genel kaide ve amaçlardan özet olarak söz edeceğiz.
Şerî delillerin tümüne muttali olan, -her ne kadar bunlar, gözetimleri farklı ve önem durumları çeşitli ise debunların muayyen maksatları gözetmek için geldiklerini anlar. Din koyucusunun gözettiği söz konusu maksatlar:
Dini, nefsi, aklı, nesli ve malı muhafazadır. Bu muhafaza zaruriyyat, ihtiyaçlar, tahsiniyyat olmak üzere üç derecededir.
Zaruriyyat: Terkedildiğinde dünya ve ahiret hayatı için doğru olmayan, ibadet, âdet, muamelât ve suçlar konusunda gözetilmesi, din ve dünya maslahatını karşılamak için yapılması gereken- şeylerdir.
İbadetler hususunda kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak vs. âdetlerde yemek, giyinmek, barınmak gibi nefsi ve aklı muhafaza etmek; muamelât konusunda malları bedelli veya bedelsiz satış, mal, menfaat vs. hakkında akid yapmak suretiyle malı korumak ve nesli muhafaza etmek; suçlar konusunda ise kısası uygulamak ve hırsızlıkta haddi uygulamak gibi hususlar zaruriyyattandır [1360].
İhtiyaçlara gelince:
Bunlara, rahata kavuşma ve çok kere istenileni terke neden olan, zorluk ve meşakkate götüren durumu ortadan kaldırma yönünden ihtiyaç vardır. Bunlar gözetilmediği zaman genel olarak mükellef zorluk ve meşakkate düşer. Fakat bu sıkıntı ve zorluk, genel maslahatları ortadan kaldıracak dereceye varmaz [1361].
Bunlar da ibadet, muamelât, âdet ve suçlarda geçerlidir.
İbadetlerde hastalık ve yolculuk gibi meşakkat ortaya çıkması halinde duruma göre hafifletici ruhsatlar tanıma; âdetlerde avlanma ve mümin kadınlarla evlenme gibi şeyleri mubah görme; muamelât konusunda: borçlanma, sulama vb. şeyler ve suçlar hususunda öç almaya, kasâmeye, âkileye diyet koymaya hükmetme bunlardan bazılarıdır [1362].
Tahsiniyyâta gelince: o, uygun olan güzel âdetleri almak, akl-ı selimin nefret ettiği kirli hallerden korunmak anlamına gelmektedir. Bu, güzel ahlâk konularını kapsar. İbadetlerde necaseti giderme, avret yerlerini örtme, nafile sadakalar, âdetlerde yeme-içme âdabı, muamelatta necis şeyleri satmaktan alıkoyma ve suçlarda köle karşılığında hür bir kişiyi öldürmeyi menetme bunlardan bazılarıdır.
Şarîin, bu maksatları gözettiği ve onlara derece derece ihtimam gösterdiği bilinmektedir. Bu maksatlardan her birini dinin bir temel kuralı saymak mümkündür. Dini, nefsi, aklı, nesli ve malı muhafazanın bu asıllardan olduğunda şüphe yoktur.
Burada Kur'an ve sünnette zikredilen ve fakihlerin dinî hükümleri inceleme ve onların bütünü üzerinde akıl yürütme suretiyle çıkardıkları başka temel kaideler de vardır. İleride kitap ve sünnette bulunan bu temel kaidelerden birkaçını zikredeceğiz. Burada hepsini ele almamız ise mümkün değildir. Bu nedenle aşağıda zikredeceğimiz kaideler sadece bir örnek kabilindendir.
Köpeğin avının temiz olması: Allah Teâlâ:
"Onların sizin için yakaladıklarını yiyiniz" [1363] buyurmuştur.
Bu, kesin hükümlerden biridir. İmam Mâlik bununla köpeğin ağzını sokması dolayısıyla kapların yedi kere yıkanmasına dair hadisi reddederek:
"Bu hadis rivayet edilmiştir. Onun hakikati nedir, bilmiyorum" demiştir. Nitekim o, bu hadisin zayıf olduğunu belirterek:
"Köpeğin avladığı yenirken salyası nasıl mekruh görülür?" demiştir [1364].
İmam Mâlik, yukarıda verdiğimiz âyetin, köpeğin avladığı avın helal olduğuna delalet ettiği kanaatindedir. Bu av, köpeğin onu yakalaması anında salyanın kendisine bulaşmasından kurtulamaz. Bu da söz konusu salyanın pis olmadığına delildir. Ayrıca Hz. Peygamber köpeğin tuttuğu yeri yıkamayı emretmemiştir. Bu durumda Hz. Peygamber, köpeğin avı tutması anındaki salyası ile kaba bulaşan aynı olduğu halde kaba ağzını sokması olayında o sözü nasıl söylemiş olabilir?
Ebu Bekir İbnü'l-Arabî, bu meseleyi zikrettikten sonra bu hadisin iki temel kurala aykırı olduğunu söylemiştir:
Birincisi "köpeklerin avladıklarının yenilmesine dair" Mâide sûresinin 4. âyeti; ikincisi ise "temizliğin illetinin diri olmak" olduğu, bunun da köpekte mevcut olmasıdır [1365].
Gerçekte burada hadisin âyete aykırı olması söz konusu değildir. Zira âyet köpeğin avını yemek konusundadır. Bu ise, ağzını kaba sokmasından tamamen ayrı bir konudur. O, avını tutmak için ağzını kaba sokmalı ki bu meselenin aynı konu olduğu söylenebilsin.
Bu hadis sahih olup âyetle aralarını telif mümkün olduğu sürece reddine hükmedilemez. Burada ise aralarında temelde ihtilaf yoktur. Söz konusu iki nas ile de kendi konusunda en ufak bir tenakuz söz konusu olmaksızın amel etmek mümkündür. Buradaki şüphe dinî bir hükümde aklı hakem kılmaktan doğmaktadır. Eğer din bütünüyle akla dayansaydı Hz. Ali'nin dediği gibi mestlerin altını meshetmek üstünü meshetmekten daha doğru olurdu. Halbuki dinî hükümlerin çoğu kulluk esasına dayanmakta olup, bu konularda akıl yürütmeye gerek yoktur.
İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır: Yüce Allah:
"İnsan için ancak çalıştığı vardır" [1366] buyurmaktadır.
Bu âyet, insana âhirette ancak dünyada yaptığı amelin fayda sağlayacağını ve yine ancak dünyada yaptığının zarar vereceğini teyit etmektedir. Dolayısıyla insan, âhirette, sadece dünyada işlediği hayır ve şer şeklindeki fiillerden dolayı hesaba çekilecektir.
İmam Mâlik bu kaideye dayanarak:
"Ölen bir kimse adına velisinin oruç tutabileceği ile ilgili hadisi, Kur'an'da yer alan küllî bir kaideye aykırı olması dolayısıyla reddetmiştir [1367]. Şatıbî bu hadis hakkındaki görüşleri genişçe açıkladıktan sonra; az olmakla beraber şeriatta kesin olarak sabit olan kaidelere aykırı bazı hadislerin mevcut olduğu; ancak bunların lafzî veya manevî tevatür derecesine ulaşamadıkları, dolayısıyla zannî bir delil ile kat'î delile karşı konulamayacağı sonucuna ulaşmıştır [1368].
Demek ki onlar, bunu Kur'an'a dayanması sebebiyle kesin kabul ediyorlar. Nitekim onlara göre başkası yerine oruç tutup, haccetme konusundaki hadis haber-i vahiddir. Dolayısıyla zan ifade etmektedir. Zan ifade eden haber ise kesin delile karşı koyamaz. Bu durumda da reddedilmesi gerekir.
İbn Hazm gibi, isnadı sahih haber-i vahidi kitap, mütevatir ve meşhur hadis gibi kesin delil kabul edenlere gelince; bunlar hadisi âyetin umûm mânasını tahsis edici saymışlar ve hiç kimseye söz konusu hadise muhalefet etmenin caiz olmadığını söylemişlerdir. Böylece sahih hadisi Kur'an gibi kendisine baş vurulacak bir asıl kabul etmişlerdir. Bu durumda âyet ile hadis arasında herhangi bir aykırılık söz konusu olmaz [1369].
Gerçekte burada söz konusu âyet ile hadis arasında bir tearuz bulunmamakta, sadece dış görünüşte bir aykırılık söz konusudur. Çünkü âyet bu hadisle tahsis edilmemiş olsaydı, "İnsanoğlu öldüğü zaman üç şey dışında amel defteri kapanır. Bu üç amel sadaka-i cariye, kendisinden faydalalan ilim ve kendisine dua eden evlat" [1370] hadisi ile tahsis olunacaktı. Şüphesiz ki saîih evladın duası bir insanın doğrudan fiili değildir. Durum böyle olunca âyette kastedilen insanın bizzat kendisinin yaptığı iş değil, daha genel bir ifadedir. Çünkü evlat da bir yönüyle onun çalışması kapsamındadır ve ebeveynine dua ettiği zaman sevabın onlara ulaşması umulur. Aynı şekilde onlar namına oruç tuttuğu zaman bu onlara vasıl olur. Böylece hadis ile âyet arasında herhangi bir çelişki söz konusu olmaz.
[1357] el-En'am: 4/108.
[1358] İbn Kayyım, İ'lâmu'l-muvakkiîn, II, 38.
[1359] Şatıbı, el-Muvafakât, ll, 24.
[1360] Şatıbî, a.e., II, 10.
[1361] Şatıbî, a.e., II, 10-11.
[1362] Şatıbî, a.e..1 II. 10-11.
[1363] el-Mâide: 5/4.
[1364] Şatıbî, el-Muvafakâî, II, 21.
[1365] Şatıbî, a.e., II, 24.
[1366] en-Necm: 53/39.
[1367] Şatıbî, a.g.e., III, 22.
[1368] Şatıbî, a.e., II, 228-240.
[1369] İbn Hazm, el-İhkâm, IV, 720.
[1370] Müslim, Vasiyyet, 14; Ebû Dâvûd, Vasaya, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36; Nesâî, Vasaya, 8.