Eslemnur
Wed 29 September 2010, 01:14 am GMT +0200
2. Sünneti Resûlullâh
koyduğu usul gereğince, islâmı, Arap ülkesinde geçerli kılmıştır. İslârnî tasavvuru amelî olarak ortaya koymuştur. Bu tasavvur gereğince bir camia teşkil etmiştir. Bu camiayı tanzim ederek bir devlet kurmuştur. Bu devletin muhtelif şubelerini ortaya çıkarmış ve bunların plânlarını çizmiştir. Bu işlerin Sünneti Resûlullâh olduğu elbette ki malûmdur. Bunların yardımı ile Kur'an-ı Kerimin hidayetleri belirmiştir. Ve Kur'an-ı Kerim'in bu hidayet ışığı altında bu işlerin amelî vaziyetleri tatbik sahasına girmiştir. İşte bu düsturu gözönünde bulundurarak, biz de İslâmî düsturun (kanun) son şeklini (Precedents) dikkate alıp bu düsturî rivayetlere (Convensions of the Constitution) çok büyük meseleleri halletmiş bulunuyoruz.
Buna göre, bizim kabul ettiğimiz kanun için, Sünnet ikinci mühim kaynaktır. Fakat maalesef bu hususun ehemmiyetini küçümsemek için, bir zümre bunun kanunî Hüccet (Legol Sanction) olmasını önlemek istemektedirler. Bu kimseler bu hususun ehemmiyetini yalnız inkâr etmekle kalmıyorlar, aynı zamanda kamuoyunu da bu esasa karşı gelmek için hazırlıyorlar. Bu bakımdan, biz burada Sünnetin asla. vazgeçilemiyecek bir Hüccet (delil) olduğunu açıklamak zorunda bulunuyoruz.
İşte bu[77] bir tarihî hakikattir ki, Nebî Sallallahü aleyhi ve Sellem'e nübüvvet verildikten sonra, kendilerine Hak Taalâ tarafından Kur'an-ı Kerim nazil oldu. Fakat iş Kur'an-ı Kerim'in nüzulü ile kalmadı. Dünya çapında bir rehberliği temsil eden bir islâm topluluğu meydana getirildi. Yeni bir medeniyet nizamı ortaya çıkıp yeni bir rejim ile hükümet oluştu. Şimdi ortaya şöyle bir sual çıkmaktadır: Hazret-i Muhammed Sallallahü aleyhi ve Sellem Kur'an-ı Kerim'i elde ettikten sonra başka ne gibi işler yapmıştır? Nasıl bir nizam meydana getirmiştir? Acaba sadece Peygamberlik vasfı ile diğer peygamberler gibi Kur'an-ı Kerim'de bahsedilen Hakkın rızasını talep etmekten başka bir şey yapmış mıdır? Yoksa peygamberlik hususiyeti gereğince Kur'an-ı Kerim'i duyurduktan sonra iş bitmiş midir? Acaba Kur'an-ı Kerimin öğretisine bağlı olarak kendi söz ve fiilini, Müslümanlar için bir dayanak ve bir delil olarak koymuş mudur, yoksa koymamış mıdır? Birinci şıkkı kabul edersek, Sünnetin de Kur'an-ı Kerim'le birlikte dayanak ve delil olduğuna inanmaktan başka çaremiz yoktur. İkinci hususu kabul edersek, Sünneti de ayrı bir kanun ve bir nizam olarak kabul etmemiz gerekir. Başka bir şekil olamaz ve olmasına da imkân yoktur.
Kur'an-ı Kerime ait bulunan hususlarda şu husus tamamen açıktır ki, Hazret-i Muhammed sallallahü aley-hi ve sellem yalnız mektup dağıtan postacı hükmünde değildir. O, Hak Taalâ tarafından gönderilmiş bulunan bir rehber, bir hâkim ve bir muallimdir.
Bundan dolayı ona itaat etmek, onun yolundan gitmek Müslümanlara farz ve elzemdir. O'nun yaşayışı bütün iman ehlf için bir örnek ve bir nümunedir. Her hususta ve her yönde "memurun minallah" tır. Mekkede iken İslâmı kabul edenler arasında kendilerini bir Lider olarak ortaya atmadı. Neûzü billah bu liderlik mansıbını da ortaya koymak istemedi. Böyle olsaydı Medineye hicret etmezlerdi. Medineye yerleştikten sonra, orada bir islâm hükümeti kurdular. Çünkü emir böyle idi. O zaman Muhacirler ve Ansar ile muhtelif mevzularda müşaverede bulundu. Muhacirler ile Ansar İslâm hükümeti kurulunca Hazret-i Resulü Ekrem Muhammed Mustafa Sallallahü aleyhi ve Sellemi kurulmuş oran devletin basına getirdiler O'nu memleket idaresinin başkanı (Sadr), umumî kadı (Genel hâkim) ve orduların başkumandanı olmasını istediler. Kur'an-ı Kerim, Zatı Saadetlerinin bütün bu hususiyetlerinin hududunu ve ölçüsünü tayin etmiştir. Mansıbı nübüvvetin yanı başında bunlara da yer vermiştir. Şu noktaya da dikkat etmek gerekir ki, akılca kabul edilen bu husus yani bir peygamberin yalnız ve sadece Allahın Kelâmını okumaktan başka vazifesi olmayıp bundan başka daha birçok işleri de olduğunu inkâr etmek mümkün değildir. Bir peygamber Allahın kelâmını duyurduğu müddetçe peygamberlik vasfını haizdir. Bunun dışında alelade bir insandır. Alelade insanlar gibi hareket eder. Böyle olmakla beraber yine kendileri bizatihi insanlar için bir örnek ve bir numune insandır, İslâmın başından günümüze kadar müslümanlar arasında ittifakla Hazret-i Muhammed sallallahü aleyhi ve sellemin en mükemmel bir Örnek ve bir emsalsiz numune olduğu kabul edilmiştir. Her zaman ve mekânda ittiba edilmesi vacip ve itaat edilmesi farz olarak inanılmıştır. O'nun emirlerine uymanın ve nehyettiklerinden (yasakladıklarından) uzaklaşmanın bir saadet vesilesi olduğuna canü gönülden inanılmıştır. Hattâ herhangi bir gayrı -müslim âlim bir kimse bile, Müslümanların peygamberlerinin daima emir ve (yasaklarına) nehyine inandıklarını ve onun Sünnetini kendilerine örnek aldıklarını inkâr edemez. Ve hattâ bu gayrı müslimler bile İslâmm ikinci kaynağının Kur'an-ı Kerim'den sonra Resulü Ekremin Sünneti olduğuna kanaat getirmişlerdir. Şimdi hiç bir kimse kalkıp da itiraz edemez ki, İslâm kanunlarının esası ve İslâm nizamının temeli Sünnetin haricinden başka bir şeye dayanır. Şimdi şöyle bir şey düşünmek imkansız bir şey oluyor: Resulü Ekrem sadece Kur'an-ı Kerimi okumak ve okutmakla kalmış ve Kur'an'ın tâlimini (öğretisini) kendi davranışlarına örnek tutmamıştır. Belki Kur'an-ı Kerim 'in tâlimini kendi davranışlarına örnek tutmakla ancak peygamberlik vazifesini tamamlamıştır. Buna göre Zat-ı Saadetlerinin tavrı ve hareketlerinin bir bütün olarak. Kur'an-ı Kerimin amelî cephesinden başka bir şey olmadığına kanaat getirmek icabediyor. Birinci şekil düşünülürse, o zaman Hazret-i Resulü Ekremin mübarek sözleri islâm'ın kendisinden başka bir şey olamaz. İkinci şekle göre düşündüğümüz zaman, Fahri Kâinat Efendimizin, o büyük dâvasını Kur'an-ı Kerim ile ispat etmiş olduğu anlaşılır.
Kur'an-ı Kerim, Zat-ı Saadetlerinin mevkisini tayin etmiş ve Risâlet vazifesini nasıl yapacağını da bildirmiştir.