- Şufa hakkında sıra

Adsense kodları


Şufa hakkında sıra

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Mon 4 April 2011, 05:17 pm GMT +0200
Şufa Hakkında Sıra:




Şufa hakkı sırasıyla satılık malda hissesi bulunan, satılık malda hakkı bulunan, satılık mala komşu olan kimsenindir: Satılık malda hissesi bulunan kimsenin o mal üzerinde şufa hakkı vardır. Bu hususda Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:   "Şufa hakkı, payını

ayırmayan ortağındır.[7] Satılık malda hakkı bulunan kimsenin o malda şufa hakkı vardır. Bu hususda Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Evin komşusu ev ve arazi üzerinde şufa hakkı sahibi olmada daha fazla hak sahibidir. Eğer kendisiyle diğer hisse sahibinin yolları aynı ise ve kendisi hazır değilse, gelmesi beklenir [8]

Komşunun da mal üzerinde şufa hakkı vardır. Bunun sebebi evvelki sayfalarda anlatılmıştı. Ayrıca bu hususda Hz. Peygamber (sas) buyurmuştur:"Komşu yakınlığı sebebiyle şufa hakkı sahipliğinde daha fazla hak sahibidir."[9]

Bütün bunlardan ayrı olarak; şufa hakkı ateş tutuşturmak, toz vurkmak, duvar yükseltmek gibi komşuya gelecek zararları önlemek aksadıyla sabit olmuştur. Şufa hakkı yukarıda naklettiğimiz sıraya göre vâcib olur. Bu hususda Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Ortak kullanma hakkı bulunandan, kullanma hakkı bulunan da diğerlerinden daha fazla hak sahibidir." Başka bir rivayette de; "Kullanım hakkı bulunan, komşudan daha fazla hak sahibidir, "denilmektedir. Yabancı bir şahsın sonradan gelip ortaklık malın bir kısmını sahiplenmeye kalkması halinde o mala ortak olan kimseyi daha fazla zarara sokacağından dolayı, şufa hakkı evvelâ ona, sonra o malda kullanma hakkı bulunana, sonra da komşuya tanınmıştır. Ortak hem kullanma hakkına sahip olanla, hem de komşuyla mâna bakımından ve daha çok bakımdan müşterek olduğu için şufa hakkı sahibi olmada ilk sıradadır. Kullanma hakkına sahip olan da mâna bakımından ve daha fazlasına ortak olduğundan dolayı şufa sebebi kuvvetli olduğu için ikinci derecede öncelikli olur. Akarın ortağı, başka bir şahsın gelip o akarda kendisine ortak olmasından zarar görmeyecekse, kendisi yol sayılır ve bu defa kullanma hakkına sahip olan kimse şufa hakkı sahibi olarak akan alır. O da başka şahsın gelip o akarda kendisine ortak olmasından zarar görmeyecekse, yok sayılır ve o akan şufa hakkı sahibi olarak komşu olan şahıs satın alır. Komşudan kasıt; kapısı başka sokağa açılsa da; akarı, satılan akara bitişik bulunan kimsedir. Çünkü anlattığımız mânalardan dolayı, komşusu olduğu akann satılması durumunda mutazarrır olacak olan kendisidir.

Ebû Yûsuf dan gelen bir rivayette şöyle denilmektedir; "Akann ortağı varken şufa hakkı sahipliğinde akar üzerinde ortak kullanma hakkı bulunan ve komşunun hakkı olmaz. Ortak, başka bir şahsın gelip o akardaki ortaklık hisseyi satın alacak olduğunda kendisi mutazarnr olmasa bile,  o ikisi şufa hakkına sahib olamazlar. Çünkü ortak, o ikisini şuf a hakkından hacbetmiş (menetmiş) tir. Tıpkı miras hacbında olduğu gibi, o varken o ikisi şuf a hakkına sahib olamazlar."

Biz zahir kavlin açıklamasını yapmıştık. Çünkü bu üç kişi şuf a hakkı sahibi olma sebebinde eşittirler. Ancak ortak -anlattığımız sebepden dolayı- öncelik hakkına sahip olmuştur. Ortak, o akardaki ortaklık hisseye başkasının gelip sahip olması halinde mutazarrır olmayacaksa, şufa hakkı sahipliği o ikisi hakkında işlerlik kazanır. Çünkü artık mâni ortadan kalkmıştır. Rehin karşılığında verilen borç, rehincinin hakkından feragat etmesi durumunda rehin karşılığı olmaksızın verilen borç bir mania örneğidir. Satılan maldaki hak, herkese açık olmayan hususi yoldur. İçinden gemilerin geçmediği hususi nehirdir.

Şuf adarlar birden fazla olunca, şufa komşusu olan akar onların sayılarına göre taksim edilir: Meselâ üç kişinin ortaklaşa sahip olduğu bir ev var; bunlardan biri evin yarısına, diğeri üçde birine, üçüncüsü de altıda birine sahiptir. Üç ortakdan biri kendi hissesini sattığında gerideki iki ortak bu ev üzerinde eşit derecede şufa hakkına sahip olurlar. Çünkü her ikisinin şufa hakkı sahipliği sebebi eşittir ki, o sebep de, o evdeki hisselerin bitişikliğidir. Bilindiği gibi şufa hakkı sahiplerinden sadece biri talepde bulunacak olursa, evin tamamını alır. Bu da onların şufa sebebinde eşit olmalarını ispatlamaktadır.

Aynı şekilde şufa mânası da onları kapsamaktadır ki, o mâna da başkasının gelip ortaklık hisseyi satm alması durumunda ortağa rahatsızlık vermesidir. Bu sebeple ortaklık hisseleri farklı da olsa, ortaklar şufa hakkı sahipliğinde eşit haklara sahiptirler. Keza, o iki ortağın ortaklık evinin iki komşusu olur da, bu komşulardan birinin evi o eve üç tarafdan bitişik, diğerininki ise, sadece bir tarafdan bitişik olursa, bu iki komşu da şufa hakkı sahipliğinde eşit hakka sahip olurlar. Çünkü yabancı bir şahsın gelip o evi satın alması halinde, ikisi de aynı derecede mutazarrır olurlar. Ve şufa sebebinde her ikisi de eşit durumdadırlar.

Şufa hakkı sahibi satışdan haberdar olduğu zaman hemen o meclisde satılan akarı istediğine şâhid tutmalıdır: Hemen bulunulan bu talebe taleb-i müvasebe de denilir. Bu hususda Hz. Peygamber (sas) şöyle   buyurmuştur:     "Şufa   hakkı,   kendisini   hemen    taleb  eden "Şufa devenin bukağısı gibidir. Onu bağlarsan durur. Aksi halde gideı [10] İmam Muhammed'den gelen bir rivayette anlatıldığına göre, şufa talebinde bulunma hakkı; şufa hakkı sahibinin şufa konusu olan akarın atıldığı haberini aldığı meclisle mukayyeddir. Haberi aldığı meclisde bulunduğu müddetçe şufa talebinde bulunma hakkı devam eder. Çünkü bu bir mülk etme işidir; inceden inceye düşünmeyi gerektirir. O meclisde iken kabul muhayyerliği ve buna benzer şufa hakkı sahipliğinden yüz çevirdiğine delalet eden bir şey yapmadıkça şufa talebinde bulunma hakkı devam eder.

Mümkün iken şâhid tutmayanın şufa hakkı bâtıl olur: Çünkü böyle davranması onun şufa hakkından vazgeçtiğinin delilidir. Ama o esnada Allah (cc) a hamd eder, tespihde bulunur, yani 'sübhânallah' der veya selâm verir yahut aksıran bir kimseye 'yerhamukellah' derse, şufa hakkı bâtıl olmaz. Çünkü böyle kelimeleri söylemesi, onun şufa hakkından vazgeçtiğine delalet etmez. Akarı kimin satın aldığını, kaça satıldığını, bedelin mahiyetini sorması gibi bir fasıla koyması da şufa hakkını iptal etmez. Çünkü bu sualleri sorması onun o akara talib olduğunu gösterir. Cumadan sonraki veya öğle farzından evvelki dört rek'atlik sünnet namazı kılmakta iken satış haberini duyar da bu namazını tamamlarsa, şufa hakkı yine bâtıl olmaz. Ama diğer sünnetleri kılmakta iken bu haberi alır ve iki rek'attan fazla kılarsa, şufa talebinde bulunma hakkı bâtıl olur.

Sonra şunu da belirtelim ki, satış haberini âdil bir adam veya durumu kapalı iki adam yahut bir erkek iki kadın verdiği zaman; şufa hakkı sahibinin hemen şufa talebinde bulunması gerekir. İmameyn'e göre ise, haber gerçek oldukdan sonra, haberci hür de olsa, köle de olsa; erkek, kadın veya çocuk da olsa; haber verildiğinde şufa hakkı sahibinin hemen talepte bulunması gerekir. Bununla alâkalı açıklamaların tamamı ınşâallah  vekâlet  bahsinde verilecektir. Muteber olan şâhid getirmek değil, talepde bulunmaktır. Şâhid getirmek sadece şufa hakkını isbat içindir. Eğer müşteri şufa hakkı sahibinin şufa talebinde bulunduğunu doğrularsa, şâhid getirmeye ihtiyacı kalmaz.

Satılan akar henüz mal sahibinin elinde bulunuyorsa; şufa hakkı sahibi mal sahibine karşı ya da müşteriye karşı veya akarın yanında şâhid tutar: Buna taleb-i takrir denir. Çünkü şuf a hakkı sahibi taleb-i müsavebede bulunduğuna dair şâhid getirme imkânını elde edemeyebilir. Çünkü taleb-i müsavebenin satış haberi alınır alınmaz, yapılması gerekir. O imkân bulunamayınca şufa hakkını taleb ettiğini kadı huzurunda ispatlamak için bu ikinci talepde bulunması gerekir. Satılık mal daha henüz satıcının elinde ise, satıcı artık onu müşteriye teslim etmez. Şufa hakkı sahibi isterse müşteriye karşı şâhid tutar. Çünkü onlardan her biri onun hasmıdırlar. Satıcı el ile, yani akan elinde tuttuğu, müşteri de o akan mülk edinmek istediği için onun hasmıdırlar. Dilerse, şufa hakkı onunla ilintili olduğu için, satılan akamı yanında şâhid tutarak şöyle der; "Falan adam şu evi satmıştır. (Böyle derken de, dört bir yandan evin sınırlarım belirler). Ben bu evin şufa hakkı sahibiyim, şufa hakkını taleb ettim, şimdi de taleb ediyorum. Bu hususda bana şâhid olun."

Eğer satıcı evi müşteriye teslim etmişse, ona karşı şâhid tutması caiz değildir. Çünkü onun için ortada bir hasım kalmamıştır. Şâhid tutsa da artık onun için şufa hakkı sabit olmaz.

Şufa dâvasını geciktirmekle bu hak düşmez: Ebû Yûsuf dan gelen bir rivayette şöyle denilmektedir; bu dâvayı bir veya iki celse geciktirmekle, yani duruşmaya katılmazsa; dâva düşer. Yine Ebû Yûsuf a göre bu dâvayı üç gün geciktirirse, dâva düşer. Çünkü bu, onun bu dâvadan vazgeçtiğini gösterir. İmam Muhammed bu müddeti bir ay olarak takdir etmiştir. Tasarruflan bozulacağından dolayı, şufa talebinin geciktirilmesi halinde müşteri mutazarrır olur. İmam Muhammed bunu bir ay olarak takdir etmiştir; çünkü bu vâdenin en kısası, âcilin de en geçidir. İmameyn'in söylemek istedikleri; şufa talebinde mazeretsiz olarak bulunulmamasıdır. Ebû Hanîfe'nin geciktirme sebebiyle şufa dâvasının sakıt olmayacağına dair olan görüşünün gerekçesi şöyledir; bu bir haktır ve sabit olmuştur.  Diğer haklarda da olduğu gibi, geciktirme sebebiyle sakıt olmaz. Müşterinin zarannın kadıya müracaatla telâfisi mümkündür. Bu durumda kadı müşteriye bedeli ödemesi için şufa hakkı sahibine bir müddet verir. Bu müddet içinde ödemezse, şufa hakkı ortadan kalkar.

El- Hidaye adlı eserde 'fetva Ebû Hanîfe'nin kavline göredir' denmiştir. El- Muhit adlı eserde ise, şöyle denilmiştir; 'fetva İmameyn'in kavline göre verilmiştir ki, müşterinin zarara girmesine mâni olunsun. Çünkü şufa hakkı sahibi bazan gizlenebilir ve kadı'nın huzuruna getirilmesine imkân bulunamaz. Bu durumda müşterinin zararı İmameyn'in kavline göre hareket edilerek önlenmiş olur.

Şufa hakkı sahibi hâkim önünde bu hakkını taleb edince, hâkim dâvâlıya sorar. Dâvâlı şufa hakkı sahibinin şuf aya sebep olan mülkünün varlığını itiraf ederse veya dâvâlı aleyhine şâhid getirirse veyahut dâvâlı kendisinden yemin etmesi istendiğinde bilmediği gerekçesiyle çekin irse; şufa hakkı sahibinin mülkü sabit olur: Hâkimin karışıklık ve benzerlikler sebebiyle iltibasa mâni olmak için davacıya evin yerini ve sınırlarım ve -sebepler muhtelif olabileceğinden dolayı- o evi hakediş sebebini sormalıdır. Davacı bunlan açıklar ve; 'bitişikdeki evimin varlığı sebebiyle bu evin şufa hakkı sahibiyim' derse, dâvası sahih olur. Bazıları kendi evinin sınırlarını da belirtmesinin şart olduğunu söylemişlerdir.

Bundan sonra kadı dâvâlıya sorar; eğer davalı şufa hakkı sahibinin şufa hakkına dayanak teşkil eden mülkünün varlığını itiraf ederse, artık beyyineye gerek kalmaz. Ama itiraf etmezse, o zaman davacı olan şufa hakkı sahibinden beyyine talebinde bulunur. Çünkü elde bulundurmak, bir malda hak sahibi olmak için yeterli sebep değildir. Eğer davacı beyyine getirirse, hakkı sabit olur. Aksi halde dâvâlı (müşteri) dan şuf aya sebep olan o evin davacıya âit olduğunu bilmediğine dair Allah (cc) adına yemin etmesi istenir. Şayet bunu ikrar ederse, dâvayı kaybeder. Ama davacının iddiasını reddedip inkâr ederse, bu defa davacıdan, müşteriden şufa sebebi olan o evin kendisine âit olduğunu bildiğine dair yemin etmesi istenir. Çünkü bu fiil başkasının yapmış olduğu bir iştir. Yeminden çekinirse, o ev müşterinin mülkiyetinde sabit olur. Sonra kadı ondan o evi satın alıp almadığım sorar; satın   aldığını itiraf eder veya aleyhinde bir beyyine ortaya konulursa, şuf a hakkı sabit olur. Aksi halde müşteriden o evi satın almadığına veya şuf a talebinde bulunanın o yerde şuf a hakkının bulunmadığına dair yemin etmesi istenir. Bu hususda kat'î yemin eder. Çünkü yapılan işi o yapmıştır. Yeminden çekinirse, şuf a hakkı sahibi evin bedelini halihazırda getirmemiş olsa bile, lehine karar verilir. İmam Muhammed'in El- Asi adlı eserinde böyle denmiştir. Çünkü bedeli, mülkiyet kendisine intikal edince vermesi gerekir. Mülkiyetin intikali de bu durumda ancak mahkeme kararıyla olur. Şu halde mahkeme karan verilmeden evvel bedeli hazırlayıp getirmesi gerekmez. Nitekim satışdan evvel müşterinin de bedeli hazırlayıp vermesi gerekmez. Hasan'ın Ebû Hanîfe'den gelen rivayetine göre; bedeli hazırlayıp getirmedikçe, kadı onun lehine karar veremez. Zira olabilir ki müflisdir ve lehine hüküm verilince de, müşteri mutazarrır olur. Bu İmam Muhammed'den rivayet edilmiştir.

Kadı şufa hakkı sahibi lehinde karar verip akan müşteriden alınca, şufa hakkı sahibi için o akarda görme ve ayıp muhayyerliği gibi alış veriş ahkâmı sabit olur. Çünkü şufa yoluyla almak da satın alma yoluyla almak gibidir. Zira bunda da bir mal karşılığında başka bir mal alınmaktadır. Ama şart koşulmadığı için şufa hakkı sahibi lehinde vâde ve şart muhayyerliği sabit olmaz.

Akar satıcının elinde olduğu zaman şufa hakkı sahibi davacı olur: Çünkü açıkladığımız gibi o, satıcının hasmıdır. Ancak kadı ileri sürülen delilleri sadece müşterinin huzurunda dinler ve sonra da satışı fesheder. Zararı da satıcıya âit kılar: Çünkü akar henüz satıcının elindedir ama mülkiyeti müşteriye aittir. Kadı bu akann müşteriye verilmesine hükmeder. Bu sebeple ikisinin de kadı huzurunda bulunmalan şarttır. Ama müşterinin akan teslim almasından sonra durum farklı olur. Çünkü satıcı artık yabancı bir şahıs gibi olur. Akan satıcıdan alırsa, akid değişir ve şufa hakkı sahibi o akarı satıcıdan almış gibi olur. Bu sebeple zarar satıcıya âit olur. Ama şufa hakkı sahibi o akan teslim almasından sonra müşterinin kendisinden alırsa, zarar müşteriye âit olur. Çünkü akarı teslim almış olmakla, müşterinin o akar üzerinde mülkiyeti tamamlanmış olur.

Şufa hakkı sahibi parayı hazırlamamış olsa bile, davacı olmak   vardır. Kadı  onunlehine hüküm verince de   parayı laması gerekir: Evvelki kısımlarda bundan bahsetmiştik.

Bir malı satın almaya vekil olan onu müvekkiline teslim dinceye kadar şuf ada davacı olur: Zira vekâlet bahsinde de inşâallah anlatılacağı gibi- akdin hukuku vekile râci olur. Şufa da akdin haklarındandır. Ama vekil satın aldığını müvekkile teslim edince, artık o mal üzerinde yetkisi ve mülkiyeti kalmaz. Bu sebeple müvekkilin kendisi artık hasım olur.

Şufa hakkı sahibinin akara verilmiş olan bedel misliyattan ise, mislini;   kıyemiyattan ise kıymetini ödemesi gerekir: Çünkü kadı ilk akid sebebiyle şufa hakkı sahibi lehine hükmetmiştir. Böyle olunca da ilk akid sebebiyle vâcib olan (bedelin  ödenmesi) şufa hakkı sahibinin üzerine vâcib   olur. Zımmî bir kimse içki veya domuz karşılığında bir ev satın alırsa, şufa hakkı sahibi de zımmî ise, o evi o içkinin misliyle alır. Çünkü  içki   misliyattandır. Veya domuz karşılığında satın alınmışsa, domuzun   kıymetini    vererek    alır.   Çünkü   domuz  kıyemiyattandır, misliyattan değildir. Eğer şufa hakkı sahibi müslüman ise; o evi içki veya domuz ile satın alınmışsa ikisinden   birinin tamamının kıymeti karşılığında   alır. Domuz kıyemiyattan olduğu için kıymetini vermesi gerekir.   İçkiye gelince; müslüman onu mülk edinmekten menedilmiş olduğu  için   mislini ödemesi mümkün değildir. Bu sebeple ödemesi kıymete dönüşür.

Satıcı müşteriden fiatın bir kısmım indirmişse. bu miktar  hakkı sahibinden düşer: Evvelce de anlatıldığı gibi, bu indirim  aslına iltihak etmektedir. Fiatın yarısını indirmiş ve arkasından  ger yarısını da bağişlamışsa, şufa hakkı sahibi son yarısı acılığında  satın alır: Çünkü satıcı fiatın ilk yansım indirmekle, bu ilk

ahi akdİn aSlma İltİhak eder' Bu sebeble ufa hakkı sahibinin akan ır en fiatm yansım ödemesi gerekir. Satıcı ikinci yarıyı da indirince, bu indirmek olur, ama fiatın tamamı düşmez. Bilindiği gibi akdin ıken satıcı  fiatın tamamını düşürse bile, şufa hakkı sahibi fiatın

mım ödemekten muaf olmaz. Çünkü   fiatm tamamının indirilmesi akdin aslına iltihak etmez; aksine bu bir hibe olur. Ama şuf a hakkı sahibi fıattan muaf olmaz.

Müşterinin fiat arttırması şuf a hakkı sahibini bağlamaz: Zira ihtimal ki, satıcı ile müşteri şuf a hakkı sahibine zarar vermek için anlaşmışlardır. Ama fıat indirimi yapmak böyle değildir. Çünkü bu şuf a hakkı sahibinin faydasınadır.

Fiat hususunda anlaşmazlığa düşüldüğünde söz müşterinindir. Delil getirmek de, şuf a hakkı sahibine aittir: Zira şuf a hakkı sahibi bedelin en azını öderken, o akarda hak sahibi olduğunu iddia etmektedir. Delili ortaya koyan davacı (şufa hakkı sahibi) dır, müşteri de bunu inkâr ediyor. Bu durumda yemin etmesiyle birlikde müşterinin sözü doğru kabul edilir. [11]



[8] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/35-39.

[9] Bu Hadisi Beyhakî ve Abdürrezzak rivayet etmiştir

[10] Bu hadîsi Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî ve İbn. Mâce rivayet etmiştir

[11] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/39-42.