reyyan
Thu 28 October 2010, 12:51 pm GMT +0200
SU, SAKİ
Dr. Senai Demirci
Fuzulî, ünlü Su Kasidesinin berceste mısrasında, Sevgilinin dudağına tüm varlığıyla sakilik etme arzusunu ifade eder. Dest-bûsi arzusuyla ölürsem ger dostlar/Kuze eylen toprağım sunun anınla yare su
Sevgilinin elini öpmeden ölürsem eğer, toprağımdan testi eyleyin Sevgiliye onunla su sunun. İnsanların suya bir pet şişede paketlenmiş olarak muhatap olmadığı dönemlerde, su sunmanın özel bir ayin özelliği vardı. Çeşmelerin şehrin merkezine hükmettiği çağlarda, hayatın bir şadırvandan şırıl şırıl dökülür gibi ete-kemiğe değdiği zamanlarda, suyu dağıtan da, suyu içen de bir eşsiz lûtfa muhatap olduklarını, bitimsiz bir ihsan denizinin orta yerinde bulunduklarını gayet iyi bilirlerdi. Su bir materyal değildi, bir iletişim iksiriydi; su satılık değildi, ölülerin ruhlarına değesice mücessem ve akışkan bir şefkatti. Onun içindir ki, suyu ya da içeceği sunmak, çok özel, çok özenli bir tabirle ifade edilirdi. O zamanlar su sunan sâkîler, ihtimal ki şairler kadar muteberdi, çünkü tıpkı bir şair gibi, göklü olan ve illâ ki kasden, lûtfen indirilen suyu, topraktan testilerinde cisimleştiriyor, elle tutulur, gözle görülür, tadılabilir kılıyorlardı. Değil mi ki, şair de, göklü olan manayı yerli olan kelamın içinde tutmaya, manaya biçim vermeye çalışıyor, sâkî de göklü olan ve biri yanıcı (hidrojen) biri yakıcı (oksijen) iki ateş arasından gönderilen suyu da avucundan insan dudağına doğru yudum yudum kafiyeleştiriyor, elinde sunduğunun elinde olmadan geldiğini biliyor, hissediyor. Ve tıpkı şiir gibi su da dudağa değdiğinde bir varoluşu ateşliyor, içe doğru ilerleyen hayat ateşini harlıyor, tâ ruhlara değen yumuşacık bir lûtfu besliyor. Hal böyle olunca, Fuzulînin bir şairken nihayet şiiriyle ulaşamadığı sevgiliye bir sâkinin elinde testi olarak varmayı umması hiç de şaşılası değildir. Şair suyu şiirleştirip okuyanın dudağına ve dimağına değdirirken, şiiri ve anlamı da su gibi billurlaştırarak sâkînin eline vermiştir Su Kasidesinde...
Buradan bakınca, Fuzulînin suyu anlamlandırmada bir adım öte geçmek isteği aşikâr olur. Fuzulînin derdi suyu tasvir etmek değildir, suyun kıvrımlarında Resûlullah aşkına yer bulmak, suyun hallerinden kendi ruh hallerini rasad etmektir. Fuzulînin derdi suyu içmek de değildir; suyun taşıdığı ve elçilik ettiğine kalbini değdirmektir. Su Kasidesini sürekli canlı ve diri tutan şiirin içinde hâlâ daha akıp duran su olduğu gibi, kasidenin kalbimizde hemen yer bulmasını ve ruhumuzda aşina bir serinlik oluşturmasını sağlayan da suyun yüzüne yüklenen, suyun özünde keşfedilen aşk ve hasret şerbetidir. Günlük hayatımızda nasıl herşey bir suyun içinde buluşup kaynaşıp eriyip öyle dilimize geliyorsa, aşkın ve şefkatin, merhametin ve lûtfun derin iç çekişleri suyun içinde kıvamlanır, nefeslenir, ısınır.
Güzel olanı suyun da En Sevgilinin bize kendini anlatma vesilesi olmasıdır. Fuzulî, suyun akışında nasıl En Sevgiliye elçilik eden Resûle(asm) götüren yolu arıyorsa, En Sevgili de ruhlara ab-ı hayat olan kelâmında su üzerine konuşuyor, su üzerinde tecelli ettiğini beyan ediyor. Böylece suyun da bir elçi olduğunu, tıpkı suyu sunan sâki gibi sâkilik ettiğini kavrıyoruz. Su, Resûlullahın muhabbetini bize sunan sâkidir, Rahmanın rahmetini bize indirme vesilesi eylediği elçidir.
Kurânda hele de yağmurun görünüşte düşüyor olduğu halde, illâ indiriliyor diye tasvir edilişi, suda kendi başımıza erişemeyeceğimiz, kendi elimizle ulaşamayacağımız bir sır olduğunun habercisidir. Zira bir şey indiriliyor ise, bizden yukarıda, elimizden ötede, kazanabileceğimizin ilerisinde demektir. Zira suyun bizzat kendisine erişmek onu bize su etmeye yetmiyor: Su bize nimet ediliyor, su bizim için rahmete dönüştürülüyor. İndirilen ile kastedilen su değil, suyla gelen, suya tecelli eden, suyun elçilik ettiği, suyun sâkilik ettiğidir. Öyle olmalı ki, su bile özündeki pâklığını tarik-i Ahmed-i Muhtarın (asm) yoluna girmeye borçludur Su Kasidesinin şiir pınarında: Rûşen kılmak için tînet-i pâkini ehl-i aleme/İktidâ kılmış tarik-ı Ahmed-i Muhtare su. Bu beyte göre âlemde hiçbir şey kendi doğasından dolayı temiz ya da güzel değildir; ancak ona yüklenen ilâhî emirle bu sıfatı kazanır. Değil mi ki, su bile güyâ özünde paklığın simgesiyken, paklığını Resulullahın(asm) yoluna girmekle kazanıyor. Gerçekten de Resûle(asm) ittiba niyetimiz olmasa, dünyanın bütün suları bizi pâk eylemeye yetmez! Hakikat-i hâlde, suyla değil Resûlle(asm) abdest alıyoruz biz..
Nitekim, suyun doğası da, suya atfettiğimiz bütün olumlu sıfatları inkâr eder, asıl sahibine iade eder, üzerinde olan güzelliği sahiplenmez, kaynağına işaret eder. Su hayat verir diyenlere inat su hayatsızdır. Herşey rengini sudan alır göründüğü halde, su renksizdir. Su güzel kokuları taşıdığı halde, kokusuzdur. Herşey biçimini suyun varlığına borçlu gibi göründüğü halde, su biçimsizdir, ele avuca gelmez. Tatlar suda buluştuğu halde, su tatsız tuzsuzdur. Su bu haliyle, sadece bir elçi, bir sâkî olduğunu anlatır. Bende gördüğünüz benden değil, bende bulduğunuz bana ait değil, bende tattığınız benim değil. der, su akıp giderken yanımızdan ya da damağımıza dokunup bedenimize süzülürken.
Tıpkı çeşmelerin şehrin merkezine hükmettiği çağlarda, hayatın bir şadırvandan şırıl şırıl dökülür gibi ete-kemiğe değdiği zamanlarda, suyu dağıtanın da, suyu içenin de bir eşsiz lûtfa muhatap olduklarını, bitimsiz bir ihsan denizinin orta yerinde bulunduklarını bilmeleri gibi..
Su iddiasız ve mutevazi bir sâkidir. En başta rahmetin serin dokunuşunu kalbimize taşıyan bir elçidir. Ve her zaman esmâ-i hüsnânın semâsından damağımıza indirilen bir kudsî yağmurdur.
Fuzulî gibi bizim de Sevgilinin elini öpmek arzusuyla öleceğimiz kesin Zira şu fani dünya hayatında gölgelerden ötesi yok Öyleyse, bir toprak testi olan bedenimizde şimdilik ağırladığımız kalbimize su misali doldurabildiğimiz kadar esmâ tecellisi dolduralım. Böylece hali hazırda bir kabir olan gövdemizden dost dudaklara hakikat busesi gönderebiliriz. Şimdi, burada
Suskun bir sâki gibi yudumlayın suyunuzu.