- Strateji Ve Taktikler

Adsense kodları


Strateji Ve Taktikler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Mon 21 May 2012, 05:26 pm GMT +0200
2- Strateji Ve Taktikler

Rasulullah savaş stratejisini, taktik hare­kâtları ve askerî operasyonları planlayarak, İslâm'da askerlik ilminin pratik olarak ilk öğreticisi olmuştur. Planladıklarını büyük bir kesinlik ve başarı ile yerine getirip hedefle­rine ulaşarak, düşmanlarıyla ustalıkla ve akıllıca savaşmış ve onların maneviyatını, as­kerî gücünü yok ederek bütün cephelerde ye­nilgiye uğratmıştır. Düşmanın plan ve tak­tiklerini altetmek için kendi savaş stratejisi­ni geliştirmiş, taktik manevralarda yine ken­dine ait teknikleri uygulamıştır. Hz. Peygam­ber'ın yaptığı bütün stratejik manevralar ve taktik operasyonlar gerçeklere dayanıyor, zaman ve yerin pratik gereklerine göre hik­metli ve akıllıca yerine getiriliyordu. Bedir, Uhud, Huneyn ve Ahzab savaşlarında oldu­ğu gibi düşmanları onun stratejik manevra­larının çok büyük baskısı altında kaldı. Ve bazılarında da bu düşmanlar maneviyatla­rını tamamen yitirdiler; Mekke'nin fethi sı­rasında Kureyşlilere olduğu gibi düşmanın bütün arzu ve hükümleri bütünüyle yıkıldı. Rasulullah'ın savaş strateji ve taktikleri düşmanın anlama melekesinin çok üzerinde idi. Düşmana stratejik hareketleriyle her sa­vaşta sürpriz yapmış ve savaşlarında bir stra­tejiyi asla iki kere kullanmamıştır. Bedİr'de savaş düzeniyle düşmanını şaşırtmış, Uhud-da ordusunun, arkadan okçularla destekle­nen müdafaa safları İle düşmanını baskı al­tına almış ve Ahzab savaşında uyguladığı ye­ni savunma tekniğiyle düşmanı tam mana­sıyla saf dışı bırakmıştı.

Rasulullah düşmanlarına karşı bütün sa­vaş stratejisi unsurlarını tam manasıyla ve başarı ile kullanmaya muktedirdi ve onlara nadiren karşı koyma fırsatı verdi. Daima bü­yük bir gizlilik içinde taarruz etti ve savaş alanına gereğince yerleşmeden düşman onun niyetini asla öğrenemedi. 11 büyük ve 17 küçük sefere çıktı ve büyük seferlerin sekizin­de ve küçük seferlerinde taarruz üstünlüğü onundu ve insiyatif de her zaman onun elin­deydi. Düşmanın mevkisinin tabiatı icabı iş­lerin zorlaştığı Taif seferi bunlara istisna teş­kil eder. Düşmanın müslümanların üzerine yürüdüğü Bedir, Uhud ve Ahzab savaşların­da bile asıl insiyatif hep Rasulullah tara­fında olmuştu. Onun üstün ve etkili taktik hareketleri düşmanı genelde karışıklığa ve bozulmaya sürüklemişti.

Hz. Muhammed, aynı zamanda savaş ve seferlerinde sürpriz, sürat ve hareket esnek­liği unsurlarından da çok başarılı bir şekil­de faydalanmıştı. Düşmanları çoğu zaman onu aniden kapılarında görmüş, şaşkınlık içinde yakalanmıştı. Harekâtlarını düşman­dan gizli tutmak maksadıyla, niyeti hususun­da düşmanın kafasını karıştırmak için kar­maşık ve hatta bazen ters yönde rotalar izle­di. Büyük seferlerinden altısında düşman onun kuvvetlerini gördüğünde şaşırıp kal­mıştı. Tarlalarına bakmak üzere dışarı çık­makta olan Hayber çiftçileri Rasulullah'ın askerlerini görünce geri koşarak "Muham­med geldi" diye bağırmaya başlamışlardı. Ve küçük seferlerinin dokuzunda düşmanı ta­mamen savaşa hazırlıksız bir vaziyette yaka­lamıştı. Onun düşmanı hazırlıksız yakalama­daki başarısı o kadar şaşırtıcı idi ki, 17 kü­çük seferinden yalnızca dördünde ufak çap­lı çarpışma olmuş ve büyük seferlerinde de yalnızca altısında gerçek anlamda savaş mey­dana gelmişti.

Hz. Muhammed seçtiği liderler komuta­sında sayıları 15 ile 3000 kişi arasında deği­şen savaşçıları (seriyye) ülkenin değişik yer­lerine 50 kez göndermişti. Bu seriyyelerin ço­ğunluğunda düşman hazırlıksız yakalanmış, bunlardan bir kısmında düşman biraz çarpış­mış ve kuşatmaya uğramış ya da çarpışma­dan sonra kaçmış, fakat çoğu kez hemen pa­niğe kapılarak silahlarını bırakıp kaçmıştı. Bu seriyyelerin 22'sinde düşmana tam bir sürpriz yapılmış ve düşman direnemeden bozgun halinde kaçmış ya da kuşatılmıştı. 9 seriyyede çarpışma olmuş, fakat hiçbirisin­de çarpışma büyük boyutlara ulaşmamıştı. [Mûte savaşında, Hz. Peygamber'ın bir el­çisini katleden el-Gassanî'ye karşı gerçek bir savaş olmuştu.

Bütün bu sefer ve savaşlar Hz. Muhammed tarafından büyük bir ustalıkla ve en az can ve mal kaybıyla gerçekleştirilmişti. En ağır kayıp Uhud savaşında olmuştu, 70 kişi şehid olmuş ve 40 kişi de yaralanmıştı. Be-dir'de müslümanların kaybı, düşmanın 70 ölü, 70 yaralısına karşı 22 olmuştu. Ahzab savaşında, düşmanın 10 kaybına karşılık müslümanların kaybı altı kişi idi. Hayber1 de, müslümanlar, düşmanın 93 kaybına kar­şılık 18 kişi kaybetmişlerdi. Mûte'de düşma­nın tespit edilemeyen kaybına karşılık müs­lümanlar 12 şehid vermişti. Huneyn'de, düş­manın 71 kaybına karşılık, müslümanlar al­tı kayıp vermiş; Taif'de müslümanların kay­bı 13 olmuştu.

7 büyük savaşta düşman 286 kişi, müslüman­lar ise 136 kişi kaybetmişti. Küçük savaşlar­da ve seferlerde müslümanlar 119 ve düşman 473 kişi kaybetmişti; bu suretle Rasulullah ve kâfirler arasındaki sekiz yıllık savaş­larda her iki tarafın toplam kaybı 1.014 (256 müslüman ve 759 düşman) kişi olmuştu. Başka bir deyişle, tarihte ilk defa tüm Arap Yarımadası'nda barış ve düzen 1014 can kay­bıyla sağlanmış oluyordu.

Hz. Muhammed'ın ana prensibi asgari can kaybıyla amacına ulaşmak idi. Ve her se­ferde, askerî karşılaşmalardan kaçınmak için özel tedbirler aldı ve anlaşmazlığı çarpışma olmadan gidermek için elinden geleni yaptı. ° ancak bütün diğer alternatifler başarısız kalınca savaşa girişti. Ve hatta savaşta bile adamlarına yalnızca kendilerine karşı aktif olarak çarpışanları öldürmelerini emretti. Savaş alanında direnmekten vazgeçenler, öl-dürülmeyip savaş esiri olarak alındılar.

Hz- Muhammed aynı zamanda düşma-nm maneviyatını bozmak ve onların savaş karar ve isteklerini kırmak İçin stratejik ma­nevralardan faydalandı. Ahzab Savaşı'nda kuşatma uzayıp, Benî Kurayza da müslü-manlarla olan antlaşmalarını bozarak düş-: mana katılınca, Peygamber ustaca bir plan düşündü. Kuşatmadaki Kureyş'in müt­tefiki olan Benî Gatafan'a barış teklif etti. Bu onların kalplerinde ümit hâsıl etti ye sa­vaşa isteklerinin ve itimatlarının kırılması­nın pratik başlangıcı oldu. Barış teşebbüsü gerçekleşmeyip, yalnızca bir teklif olarak kal­masına rağmen, bundan sonra Benî Gatafan hiçbir zaman savaşa niyet etmedi. Hz. Mu­hammed  iki rakip ordunun birleşmesini önlemek konusunda çok becerikliydi ve eğer olur da birleşirlerse onları bölmeye çalışır­dı. Onun vasıtasıyla aralarında bir entrika çe­virdi, Kureyş ile Benî Kureyzalıların kafala­rına birbirleri hakkında şüphe ve korkuyu yerleştirmeyi başardı.

Hayber'e yaptığı seferde, Rasulullah Hay­ber yahudilerinin (antlaşmah) tarafları olan kuvvetlerinin yolunu keserek, onlara katıl­malarını başarıyla önledi. Benî Gatafan ken­di evleri ve aileleri için korkuya kapıldı ve Rasul'ın onlara saldıracağını zannettiler. Bu yüzden kendi topraklarında kaldılar ve yurt­larından çıkarak Hayber'deki müttefikleri­ne yardıma gitmeye asla cesaret edemediler. Böylece Hz. Muhammed, Benî Gatafan-dan gelecek herhangi bir saldırı korkusu ol­maksızın Hayber yahudileri ile uğraşabildi. Onun Tebük seferi de kendi yönünden mu­azzam bir stratejik manevraydı. Bu sefer müslümanların büyük cesaret ve kuvvetini göstermekle kalmadı; aynı zamanda onların sınırlarını gerçek mütecavizlerden veya düş­manlık yapmaya niyet edenlerden korumak ve müdafaa etmek konusunda ne kadar ateşli ve kararlı olduklarını da gösterdi. Bu olay ay­rıca Arap Yarımadası çevresindeki Romalı­lara ve diğer güçlere Yarımadada halkının güvenlik ve emniyetini koruyabilecek kadar güçlü ve kuvvetli bir devletin kurulduğuna dair bir işaretti. Bu sefer, tam zamanında ya­pılmış, yerinde bir stratejik hareketti ve ülke içinde olduğu kadar ülke dışında da geniş politik ve askerî etkiler oluşturmuştu. Tebük seferi, Yarımada dahilinde, aslında sayıları epeyce azalmış olan diğer Arap kabilelerine bundan böyle zayıf ve korunmasız kervan­lara ve kabilelere yaptıkları haksız baskın ve yağmalara ve ülkedeki diğer insanlara eziyet etmeye devam edemeyeceklerini gösterdi. Bu suretle, bu harekât sınırların yabancı işgal­cilere karşı güvenliğinin sağlanmasına ve İs­lâm devletinin sınırları dahilinde barışın te­sis edilmesine yardım etti.

Muhammed aynı zamanda barışta oldu­ğu gibi savaşta da zor durumlar karşısında metanet ve kararlılığını gösterdi. Benî Kay-nuka, Benî Nadir ve Benî Kurayza yahudİle-ri Rasulullah  ile olan antlaşmalarını kri­tik zamanlarda bozduklarında ve yine Ku-reyş, Hudeybiye Antlaşması'nı bozduğunda bunlara karşı gösterdiği keskin ve zamanın­da reaksiyonlarla Muhammed kararlılık ve metanetini açıkça ortaya koymuştur. İs­lâm devlet başkanının bir elçisini öldüren el-Gassan'ı cezalandırmak için Tebük'e bir se­fer düzenlenmişti. Aynı şekilde, müslüman-larla olan antlaşma maddelerini bozan veya ülkede gayri meşru davranışlara girişen ka­bilelere karşı kesin ve kararlı hareketler ya­pılmıştı.

Peygamber hiçbir zaman paniğe kapılma­mış veya hiçbir ümitsizlik alameti gösterme­miştir, hatta savaşın haddinden fazla artan baskısı altında kaldığında bile. Uhud sava­şında, onun özellikle verdiği emirleri unuta­rak okçular yerlerini terkedince düşman bü­tün yönlerden saldırdı, İslâm ordusu karışık­lık ve bozgun halinde ricat etmeye başladı. Fakat o, her zaman olduğu gibi soğukkanlı­lığını ve kendine güvenini muhafaza etti, as­kerlerini çağırdı ve onları yüreklendirdi, böy­lece onlar Peygamber'ın etrafında halka oldular ve düşman geri sürülünceye kadar ce­saretle çarpıştılar. Aynı şey Hüneyn'de de ya­şandı; ricat eden orduyu tekrar toparlayıp sa­vaşı kazanmak üzere olan düşmana, karşı-saldırıyı başlatan yine Muhammed'in kendine güveni ve kararlılığı olmuştur.

Peygamber'im kendi şehri ve halkının gü­venliği için düşman ve arazi yapısı hakkın­da çeşitli biçimlerde bilgi edle etmek üzere düzenlediği keşif seferleri onun hüner, zekâ ve askerî dehasının bir örneğini teşkil eder­ler. O, düşman hakkında bilgi edinebiliyor­du, ancak kendisi nadiren zamanından ev­vel işe yarar bilginin düşmana sızmasına en­gel olamamıştı. Başarıları, onun Medine için güçlü bir savunma sistemi oluşturmasına im­kân tanıyan etkin gazve sisteminin bir sonu­cuydu. Muhammad 'ın askerî lider olarak büyüklüğünün bir delili de, askerî istihbaratı kurması ve bundan düşman hakkında işe ya­rar bilgileri elde etmek ve yine güvenlik mak­sadıyla olduğu kadar, yeni kurulan İslâm devletinin varlığını korumak maksadıyla düşmanın maneviyatını kırmak için etkili bir şekilde faydalanmasıdır.

Hz. Muhammed askerî öğretimi, askerî talim ve terbiyenin esası olarak kabul ediyor­du. Düşmanın hareketleri, insan ve silah gü­cü, savaş planları, askerî hedefleri, savaş tak­tikleri vs. hakkında bilgi elde etmek maksa­dıyla askeri amaç için iyi eğitilmiş sürekli bîr grup insana sahip olmak gerekiyordu. Aynı zamanda düşmanın plan ve stratejilerine kar­şı müslümanların gerekli tedbirleri alabilme­lerini sağlamak için bu bilginin zamanında elde edilmesi gerekiyordu. Ayrıca gelen bil­giyi yorumlamak için müslümanların bu ko­nuda eğitilmiş kişilere ihtiyaçları vardı. Bü­tün bu meseleler, gerekli istihbaratı toplaya­bilecek, yorumlayabilecek ve müslümanlann yararına yapılacakları ileri sürebilecek eğitil­miş kişiler gerektiriyordu.

Peygamber Medine'ye gelir gelmez, böy­le bir sistemi örgütlemek için gerekli adım­ları attı. Zaİd b. Harise'ye yahudilerin dilini öğrenmesini buyurdu ve şöyle söyledi: "Kim bir halkın dilini biliyorsa, onlardan yana em­niyettedir.' ' Zaid, Peygamber ona yahudi­lerin dilini öğrenmesini emredince, onların kitaplarını okuduğunu ve dillerini öğrendiğini söylüyor. Peygamber  aynı zamanda şunları da vurgulamıştır: "Kâfirlere karşı mücadele ederken malınızı, ailenizi ve dili­nizi kullanın" Rasulullah 'ın bu hadisi, si­lah ve kanla yapılan savaşla beraber psiko­lojik savaşı da meşrulaştırıyor ve teşvik edi­yor. Bu hadis, m üs 1 umanlara, kâfirlerle sa­vaşırken dilleri ve hayatları ile psikolojik sa­vaş vasıtalarından faydalanmalarını tembih ediyor. Müslümanlar, düşmana karşı dilleriy­le ve silahlarıyla savaş tekniklerini öğrenmeye kendi adamlarını teşvik etmelidirler. îslâm-da şu üç tür mücadele ve fedakârlık şekille­rinin tümü cihad olarak kabul edilir: Canla ve vücutla savaşmak dosdoğru ve dolaysız bir cihaddır; mal ile mücadeleye katılmak dolay­lı bir cihad şeklidir, çünkü o, müslümanla-rın silah ve araçlar satın alarak İslâm asker­lerini düşmanla savaşmak üzere teçhiz etme­lerine imkân sağlar; sözle mücadele etmek de cihaddır, çünkü böylece düşmana karşı münakaşa etmeye, deliller göstermeye ve on­ların planlarını etkisiz kılıp, mücadele azim­lerini kırmaya imkân hasıl olur. Peygamber @ bir şair olan Hasan b. Sabit'e şunları buyurmuştur: "Ey Hasan! Sen düşmanlarla sa­vaş, Cebrail seninle beraberdir. Benim adam­larım silahla savaşırken, sen sözle savaş." O, aynı zamanda "Bir müslüman kılıcıyla ve di­liyle savaşır." demiştir. Kur'an-ı Kerim bu mücadelenin önemini şu sözlerle vurgular: "Gerek hafif, gerek ağır olarak (şartlarından dolayı savaş size kolay da gelse, ağır da gel­se; binekli de olsanız, yaya da olsanız; teç­hizatınız hafif de olsa, ağır da olsa; sağlam da olsanız, hasta da olsanız, hangi halde bu­lunursanız bulunun) hep birlikte savaşa çı­kın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolun­da cihad edin. Eğer billirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır." (9: 41); "Allah'a ve Rasu-lü'ne inanırsanız, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz bu sizin için en iyi yoldur!' (61: 11) Mal ile açıkça cihad, dilleriyle olduğu gibi silahlarıyla da savaşan insanların eğitim ve teçhizat gider­lerini karşılamayı kapsar. Peygamber bu tekniği çok ustaca kullanmıştır. Bir keresin­de şöyle demiştir: "Düşmanı savaşa başlamadan (yani askerleri ve silahlarıyla) evvel ona üstün gelen komutan başarılı olur?' Şüp­hesiz sözlerle yapılan psikolojik savaşın mu­harebenin sonucu üzerine büyük etkisi var­dır. Bu tür savaş, savaşçıların çeşitli şekiller­de kalplerine tesir ederek çarpışma için he­ves ve kararlılıklarını etkiler. Bu tür uygula­malarda yaygın olarak kullanılan yollardan biri de, askerlere, güzel kadınların icra ettiği nefse hoş gelen müzik sağlamaktır. Bu yol Kureyşliler tarafından kullanılmıştır, fakat onun tesiri geçici ve önemsizdir. Bu tekniğin en iyi ve ilmî kullanılış şekli askerlerin zihin­lerine ve kalplerine tesir etmektir. Kendi adamlarını, davalarının doğru olduğuna ik­na ederek, onlara gerçek ve hakiki bir akti-vite kazandırmak ve düşman tarafına, tar­tışma ve propagandalarla kendi yollarının beyhudeliğini ispatlayarak ve böylece onla­rın çarpışma heves ve psikolojilerini zayıfla­tarak maneviyatlarını yok etmektir.

Rasulullah bu tekniklerin bazılarım yap­tığı savaş'rrda düşmanlarına karşı kullanmış­tır. Kureyş, Medine'de Muhammed'a ve müminlere eziyet etmek ve onları yağmala­mak için hücumlarını başlatınca, o istihba­rat sistemini sağlam bir temel üzerinde teş­kilatlandırdı. Düşmanın kuvveti, niyetleri ve hareketleri hakkında güvenilir bilgi elde et­mek için çevre arazilere ve düşman arazile­rine sık sık keşif seferler yapıldı. Bu seferle­re çıkanlara bazen belirli rotaları İzlemek ve belirli düşman hedefleriyle karşılaşmak ve belirli konularda bilgi toplamak üzere özel talimatlar veriliyordu.Bazen de belirli bir he­def tespit edilerek, bu konuda genel talimat­lar veriliyordu. Her büyük seferden önce ve sefer sırasında Muhammed düşmanın as­kerî planları, kuvvetleri vs. hakkında daha fazla bilgi toplamak üzere düşman kampla­rına ya da düşman topraklarına casuslar gönderirdi. Peygamber bu adamlara ve ge­nelde diğer insanlara düşman hakkında her­hangi bir istihbarat elde ederlerse onu çev­reye yaymadan uygun değerlendirme için gö­revli mercilere getirmeleri gerektiği konusun­da kesin talimat vermişti. Kur'an-ı Kerim, müslümanları şu sözlerle uyarıyor: "Onla­ra güven veya korkuya dair bir haber gelse onu yayarlar. Halbuki onu peygambere ve aralarında yetkili kişilere götürselerdi, içle­rinden işin içyüzünü araştırıp çıkanlar, onun ne olduğunu (haberin neye delâlet ettiğini) bilirlerdi. Eğer size Allah'ın lütfü ve rahme­ti olmasaydı, pek azınız bir yana, şeytana uyardınız." (4: 83)

Bedir savaşından önce, Muhammed  Tal-ha b. Ubeydullah ve Said İbn Zaid'i, 'Ebu Süfyan'ın kervanı hakkında bilgi toplamak üzere gönderdi. Bu adamlar gerekli bilgiyi el­de ederek Medine'ye döndüler ve bu bilgiyi Muhammed 'a verdiler. O, askerleriyle Be-dir'e doğru yürüdü, fakat yine Ali b. Ebu Ta-lib, Zübeyr b. el Avvam ve Sa'd b. Ebu Vak-kas'ı birkaç adamla birlikte, Kureyş ve ordu­su hakkında daha ayrıntılı haber için önden gönderdi. Kureyş'in yakınlarında bulunan iki çocuktan gerekli istihbarat elde edildi. Bu ço­cuklara Muhammed tarafından, Kureyş'in yiyecek için her gün kaç hayvan kestiği so­rulunca, çocuklar şöyle cevapladılar: "Bir gün dokuz, bir gün on hayvan". Bunun üze­rine Peygamber , onların sayılarının do­kuz yüz ile bin kişi arasında olduğunu söy­ledi. Sonra bu çocuklara, rakip orduda Mek­ke liderlerinden hangilerinin bulunduğunu sordu. Çocuklar bütün Mekke liderlerinin isimlerini saydılar. Peygamberimiz şöyle dedi: "Mekke üzerinize ciğerparelerini sal­mış." (İbn İshak, sf. 295). Bu gerçekten müs-lümanlara, düşmanın bütün gücünü topla­yarak geldiğim ve bu işi birtirmeye niyetli ol­duklarını haber veren bir uyarıydı. Öyleyse tüm güçlerini harekete geçirmek ve Allah'ın düşmanlarına karşı kanlarının son damlası­na kadar çarpışmaya olan heves ve kararlı­lıklarını artırmaları açık bir mecburiyet ol­muştu.

Uhud Savaşı gününden önce, Rasulullah Medine'ye saldırmaya hazırlanan Kureyş'in askerî hazırlıkları, teçhizatları ve kuvvetleri hakkında, Mekke'deki adamı Abbas'tan is­tihbarat aldı. Bunun üzerine Rasulullah düşmanın hareketlerini izlemeleri için Enes ve Munis isminde iki adam gönderdi. O za­man Hubab b. el-Münzir adlı bir başka ca­sus da düşman hakkında zaten elde edilmiş İstihbaratın doğruluğunu teyid etmek üzere gönderilmişti. Aynı şekilde, Ahzab savaşın­dan evvel, Rasulullah her zamanki kay­nakları vasıtasıyla istihbarat elde etmiş ve böylesine büyük bir kuvvete karşı Medine'­nin savunulması konusunda ashabıyla isti­şare etmişti. Neticede şehrin çevresine hen­dek kazılmasına karar verildi. Savaş esnasın­da, birbirlerine niyetleri hakkında şüphe pey­dan ederek İttifak etmiş düşman kuvvetleri­ni bölmeyi başardı ve müttefiklerden biri olan Benî Gatafan'a kendisiyle barış yapma ümidi vererek, onun savaşma hevesini kırdı. Böylece, hareketli manevralar vasıtasıyla, Peygamber Kureyş ile Benî Kureyza yahu-dilerinin arasını bölmeyi, bir diğer taraftan da yine Kureyş ile Benî Gatafan arasında ay­rılık meydana getirmeyi başardı. Vefatından kısa bir süre önce Muhammed 30.000 ki­şiden meydana gelen müslüman ordusuna Usame b. Zeyd'i komutan tayin etti ve Bizans üzerine yürümelerini emretti. Komutana, be­raberinde rehberler alması ve ordusuyla düş­man üzerine hareket etmeden-önce casuslar ve öncüler göndermesi hususunda özel tali­matlar verdi.

Hz. Peygamber aynı zamanda Medine çevresinde yaşayan ve müslümanlar ile Ku­reyş arasında mücadelede tarafsız kalmayı ta-ahhüd etmiş olan birçok kabile ile karşılıklı barış antlaşmalarına girdi. Bu antlaşmaların bir kısmı karşılıklı müdafaa hususunda bir kısmı dostça komşuluk ilişkileri için ve bir kısmı da yalnızca tarafsızlık için idi. Her ha­lükarda, böyle stratejik tedbirlerin büyük yardımı dokunmuştur, özellikle müslüman­lar çok zayıf oldukları zamanlarda. Ve her­hangi bir kabile tarafından yapılan dostluk veya tarafsızlık işareti hüsn-ü kabul görmüş­tü. Mekke Savaşı, askerî bir zaferden ziyade Kureyş'e karşı elde edilmiş psikolojik bir za­fer oldu. Mekke seferi düşmanın çarpışma hevesini ve çarpışma ruhunu tam manasıyla çökertti ve Peygamber 'ın şu duası yerine geldi; "Ey Rabbim! Biz onları aniden yaka­layıncaya kadar bu sırrı gizli tut!" Kureyşli-ler, onun Suriye'ye yürümeyi planladığını zannettler. Onun bir başka hadisi de bu sa­vaşa tamamen uyuyor: "Allah, düşmanımın kalbine bir ay boyunca korku hasıl ederek bana yardımını ve zaferi verdi."

Yahudi Benî Kurayza kabileleri güç ve kuv­vetlerinin büyüklüğüne rağmen, korkuların­dan dolayı Rasulullah'a karşı dövüşeme­diler. Kur'an-ı Kerim onların bu ruhî halle­rinden şu sözlerle bahsediyor: "Kitap sahip­lerinden inkâr edenleri, ilk sürgünde yurtla­rından O çıkardı. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendi­lerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Allah, onlara ummadıkları yerden geldi, yü­reklerine korku saldı; öyle ki evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle harap edi­yorlardı. Ey akıl sahipleri ibret alın." (59: 2). Ve yine Ahzab Suresi'nde şunları okuyoruz: "Allah, Kitap ehlinden kâfirleri destekleyen (Kurayza yahudi)leri kalelerinden indirmiş, kalplerine korku salmıştı; onların kimini öl­dürüyor, kimini de esir alıyordunuz." (33: 26). Bu iki ayet, Muhammed @'m kuvvet­lerinin korkusundan hareketsiz kalmış ve ona karşı hiçbir çarpışmaya girişmeyen yahudi-ler hakkında idi. Müşriklerin durumundan bahseden bir başka ayet vardır: "Rabbin me­leklere vahyediyordu ki: 'Ben sizinleyim, ina­nanları destekleyin. Ben inkâr edenlerin yü­reklerine korku salacağım; vurun (onların) boyunların(ın) üstüne, vurun onların her parmağına' " (8: 12).

Müşriklerin psikolojik durumu zayıftı, çün­kü onlar yanlış ve bâtıl amaçlar için savaşı­yorlardı. Rasulullah @'ın mesajı onların hepsine, uğruna savaştıkları şeyin tıpkı bir Örümcek ağı gibi zayıf ve temelsiz olduğu­nu açıkça gösterdi. Halbuki, müslümanların gayesi tek Allah'tan başkasını ilâh edinme­mek ve yalnızca O'nun Yolu üzerinde hayat sürmek idi. Bundan daha büyük ve asîl, uğ­runa savaşılacak ne olabilirdi ki! Üstelik, Muhammed @'ın istihbarat servisi o kadar etkili ve süratli idi ki o, düşmanın her hare­ketinden haberdardı ve onların çarpışmaya tamamıyla hazırlıksız oldukları bir zaman­da ve yerde, onları vuruyordu. Peygamber @ düşman arasında yaşayan adamları vasıtasıy­la ve yine her seferde önden gönderdiği ke­şif kollan vasıtasıyla düşmanın plan ve kuv­vetlerini anlayabilecek istihbaratı elde etti. Bunun da ötesinde düşmanın gece ve gün­düz hareketleri hakkında sürekli istihbarat temin eden düzenli bir keşif ve gözleme sis­temi vardır.

Diğer taraftan, müşrikler müslümanların sır­larını nadiren elde edebiliyorlardı. Bu sırlar bazan o kadar dikkatli saklanıyordu ki se­fere çıkan ordunun (veya seriyye) komutam bile, tesbit edilen yer ve zamanda talimatı okuyuncaya kadar, hedeften habersiz olabi­liyordu. Meselâ Abdullah b. Cahş el-Esedî'nin seriyyesinde böyle olmuştu. Onun eline, görevine dair talimatlar içeren bir mek­tup verilmiş ve iki günlük yol almadan mek­tubu açmaması emredilmişti. Hatta bazen müslüman kuvvetlerinin en önde gelen kişi­leri bile hedeften habersiz olabiliyor ve an­cak düşmanın yakınına gelince hedef onla­ra bildiriliyordu; meselâ Mekke seferinde ol­duğu gibi. Bu tedbirler, düşman hazırlıksız, şaşırmış bir vaziyette yakalanabilsin diye, gözetilen hedef hakkında gizliliği tesis etmek için almıyordu. İslâm, bu meseleye ciddiyet­le eğilmiş ve bağlılarına güvenlik konuların­da çok dikkatli olmalarını emretmişti, "Ey inananlar! Allah'a ve Rasulü'ne karşı hain­lik etmeyin, size güvenilen şeylere bile bile hiyanet etmiş olursunuz!' (8: 27). Ve Lokman Suresi'nde: "İnsanlardan kimi var ki, bilgi­sizce (insanları) Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için (masal, hikâye gi­bi) eğlence (türünden boş) sözleri satın alır­lar. İşte onlara küçük düşürücü bir azap var­dır." (31: 6) buyurulmaktadır. Bu suretle Kur'an-ı Kerim, bilmeden önemli güvenlik konularını dışarı sızdırarak orduya, hatta devlete tamiri mümkün olmayan hasarlar verdirebilecek bütün boş ve gereksiz konuşmalan yasaklıyor ve mahkum ediyor. Kur'an-ı Kerim aynı zamanda düşmana doğ­ru ilerleyen müslümanlara şöyle tavsiyelerde bulunuyor: "Ey inananlar, (uyanık bulunup) korunma tedbirlerinizi alın, bölük bölük ya da birlikte savaşa gidin." (4: 71).

Peygamber, aynı zamanda düşmana bil­gi sızmasının önlenmesi meselesini çok cid­di ele almıştır. Bir hadiste şöyle demiştir: "Verilen sırrı tutamayan kişinin imanı yok­tur ve verdiği sözü tutmayanın dini yoktur." Ayrıca şunu da söylemiştir: "Allah'a ve Ahi-ret Günü'ne iman eden ya güzel söz söyle­meli ya da susmalıdır!' Bir başka defa da şunları söylemiştir: "Müslüman elinden ve dilinden emin olunan kişidir" Şu da rivayet edilmiştir: "Savaş konusunda (ve askerî ope­rasyonlar) sır tutamayan, başarıya ulaşa­maz" Bu suretle Peygamber  halkına giz­liliğin önemini iyice vurgulamış ve devlet me­seleleri ve askerî bilgiler hususunda gizliliği korumak için çok sert tedbirler almıştı. Pey­gamber'ın gözünde askerî istihbaratın önemini, müslümanlarm şehirlerine taarruz edeceği konusunda Kureyş liderlerine yazıl­mış gizli bir mektupla Mekke'ye giden bir ka­dını yakalamak için Hz. Ali ve Hz. Zübeyr'i gönderirken onlara verdiği sert emirler, or­taya koymaktadır. Bu kadın durdurulmuş ve mektup ortaya çıkartılmıştı. Eğer bu kadın sessizce Mekke'ye gitmiş olsaydı, Kureyş'in alarma geçeceği ve sonuçlarının büyük za­rarlara sebebiyet vereceği açıktır.

Rasulullah'ın düşmandan bilgi alıp, on­lara hiç bilgi sızdırmamasına imkân veren şeyler işte bu tedbirlerdi. Düşmanları, taar­ruzda olsun, savunmada olsun hiçbir zaman onun savaş stratejisini önceden öğrenemedi ve yalnızca, onun askerî hareketlerine baka­rak hedefini tahmin etmeye bırakıldılar. Her savaşta onun stratejisi farklıydı ve aynı tak­tik harekâtları ya da savaş düzenini asla iki kere uygulamadı. Allah Rasulü mümkün olan bütün vasıtalarla İslâm devletinin men­faatlerini korumak için elinden geleni yaptı ve tedbir konusundaki hassasiyetini şu sözlerle bildirdi: "Allah için korunanlara Allah rahmet eder. İnsanlara karşı korunan kim­seye Allah tarafından büyük mükâfat veri­lecektir.' '