- S.Saki(h.z) ile röpörtaj

Adsense kodları


S.Saki(h.z) ile röpörtaj

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
SevD@_GüLü
Wed 6 July 2011, 09:17 am GMT +0200
                       S.Saki(h.z) ile röpörtaj

- Seyyidim, Seyyid Abdulbaki Hz.lerinin Türk-i Cumhuriyetlere ve Türk-i illere olan ziyaretinden bahsedebilir misiniz?
- Benim şahsi inancım Türk-i Cumhuriyetlere yapılan seferde tüm o sadatlarla görüştü. Kesinlikle her yerde oldu ve bir kere şahit oldum. Birgün Şah-ı Abdulhalık-ıl Gücdivani Hz.lerinin türbesindeydik. Türbenin etrafında bir kez dönerken , herhalde farkında olmadan sırtım merkada gelmiş, nasıl gelmiş, ben de bilmiyorum. Babam beni hemen çağırdı, dedi:
“Sırtını merkada dönme.”
Bu halimi düzeltmeye çalışırken , bu seferde sırtım Seyyid Abdulbaki Hz.lerine geldi. Herneyse , ben anladım ki, kesinlikle onların hepsiyle buluştular. Bazı kimseler var anlatılamıyor. Nasıl ki, suyun tadı nasıldır?sorusuna cevap veremiyor ancak suyu içerek anlıyorsak, gerçekten de orda bazı yaşanan hadiseler söylenilmiyor, yaşamak lazım . Oraya gidenlerin hepsine ve hangisinden sorarsan sor, bence bu cevabı verirler. Yani kelimelerle ifade edilemiyor.
Şah-ı Abdulhalık-ıl Gücdivani Hz.lerinin merkadında benim içimde acaip bir sıkıntı vardı. Bakıyorduk insanlar hep ağlıyor, mahsun bir halde ve bizde acaip bir tutkunluk vardı. Şah-ı Nakşibendi (k.s.)’ın türbesine gittik , geceydi. Yine aynı acaip haller burda da devam etti. Tabii rabıtadayız, bir an gözümü açtım. Bir baktım, sanki Seyyid Abdulbaki Hz.leri Seyyid Fevzeddin’in kafasını elinin arasına almış , O’nu havaya kaldırmış gibi gördüm. Daha ben Fatiha duymadan gözümü tekrar kapattım, bir baktım bu sefer ellerinin arasında ben varım. Gerek Seyyid Fevzeddin’in gerekse bizim sakal koyuşumuz bu topraklarda ve Seyyid Abdulbaki Hz.lerinin elleri arasında gerçekleşti. Çok değişik bir haldi, anlatılamıyor, hem de anlatamayız da . Ordaki insanlara da sorarsan hepsinde bir haller oldu ama, kimse ne olduğunu gerçek manada bilmediği kanaatindeyim.
Seyyid Fevzeddin dedi ki :
“Ben Şah-ı Nakşibendi Türbesine kadar, kesinlikle sakal koymak gibi düşünce kalbimde yoktu. Her ne olduysa orda oldu.”
Hakikaten orda çok değişik oldu, benim sakalım da o zaman bırakıldı. Sanki fırtınadan önceki bir sessizlik vardı. Tabii bu mesele biraz değişik, derin belki müsadesi yok, ancak bu kadarını söyleyebildik.
- Peki Seyyidim , Türk-i Cumhuriyetlerde insanlar Seyyid Abdulbaki Hz.lerinin nasıl karşıladılar?
- Ordaki insanlar Sadatları görünce , sanki babaları kaybolmuş, bekledikleri bir baba gelmiş gibi karşıladılar. Kesinlikle ne biz, ne de ordaki insanlar birbirimize yabancılık çekmedik. Zaten müminler kardeştir ve öyle öz kardeş olarak kaynaştık. Çünkü öz kardeşiz, anadan babadan öz kardeşiz . Yetmiş senedir aramızda bağ kalmadığı halde , sanki bir saniyelik bir bağ kaybolmuş gibi hissettik. Onlar da sofidirler ve Nakşibendi Tarikatına mensuplar ama , tabii ilim olmadığı için hep kulaktan duyma ile adaplarını muhafaza edebilmişler, yapabildikleri kadar yapmaya çalışmışlar.
Bir gece bir yerde misafir kaldık. O gece kalktılar, o gece sabaha kadar o insanlar yatmadı keyften ve muhabbetten. O gece koyun kestiler, yemek yaptılar, sabah namazından sonra yedirdiler ve sonra bizi yolcu ettiler. Biz ayrıldığımız zamanda hepsi ağladılar, küçük çocukları bile... Kelimenin tam anlamıyla mükemmel bir misafirperverlik ve çok değişik haller diyarı idi.
- Seyyidim, Türk-i illeri ziyaretin akabinde Menzil’deki Merkad’ın yapısı Türk-i imari tarzına dönüştürüldü, bizi bu konuda aydınlatır mısınız?
- Biz de onu hissettik. Zaten o geziden sonra peşpeşe kararlar gelmeye başladı. Camii olsun, merkad olsun yoğun bir inşaat faaliyeti başladı. Tabii bu bizim zahiri gördüklerimiz, zahiri yorumumuz ve manevi yorumunu bilmiyoruz. Zahiren baktığımızda Kasr-i Arifan Menzil’e dönüşmüş.
Biliyorsunuz Gavs Hz.lerinin zamanında yapılan camii, Seyda Hz.leri döneminde hemen hemen onun iki misli büyütüldü. Gerçekten de sürekli katlamalı gidiyor. Gerçi bunlar ölçü değil . Bu tür katlamalı imar faaliyetlerine bakarak bu büyüklüklerden bahsetmek nefsimizin hoşuna gidebilir. Bunlar zahiri yöndür. Yine söylediğim gibi , kendi kendimizi tatmin ediyoruz. Seyda Hz.lerinin vefatı da bütün sofiler için büyük bir nasihat olmuştu. İnşAllah hepimiz en güzel tarzda yararlanırız.
- Seyyidim , Seyda Hz.lerinin bıraktığı camii tamamen yıkılarak yerine daha büyük kapasitede camii inşa edilirken , sadece Seyda Hz.lerinden hatıra kalan minareye dokunulmayıp muhafazaya alındı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz ?
- Seyda Hazretlerini bize hatırlatması gereken sadece minare olmamalıdır. Bakın iki sene evvel umredeyken , ondan önce Seyyid Abdulbaki Hz.leri bana bir tesbih verdi. Bu tesbihle Hazret Muhammed  Diyauddin vird çekmiş. Tesbih Hazretin dedesine (Şeyh Abdurrahman-i Tahi’ye) verilmiş. Şeyh Abdurrahman-i Tahi’den de babama geçmiş ve babam da bana verdi. O tesbih, nasıl olduysa Mekke’de kayboldu. Sürekli taşıdığım tesbihi kaybedince çok üzüldüm. Hatta beni endişe de aldı. Belki tarikattan merdud edilirim diye. Hem korku hem de üzüntüyü bir arada yaşıyordum. Durumu Dayıma söyledim:
“- Vallahi tesbihi kaybettim, ben mahvoldum. En iyisi burda bizi affederse affeder. Kabe’nin yanında işi bitirelim.”
Dayım Seyyid Abdulbaki Hz.lerine hal meselemi anlatınca, babam bana gülümseyerek baktı ve beni yanına çağırdı. Dedi ki :
“- Bunlar dünya malıdır, fanidir. Bunlarla kafanı meşgul ederek zaman kaybetmeye değmez. Maksat o tesbihi Allah’a götürmektir. Nihayetinde o bir ağaçtır. Onun manevi ve bir yadigar yönü var ama, gaye değildir. Tesbih, Allah’a ulaşmada bir vasıtadır.”
Nasıl biz diyoruz ki ; bize minareyi bıraktılar, ya da Gavs Hz.leri mihrabını bıraktı, veyahut da Seyda Hz.leri içerdeki merkadı bıraktı. Oysa bunlar belki bizim açımızdan nefsimizi tatmin etmek , belki onlar açısından da hediyeleri kalsın diyedir. Netice itibariyle gerek Gavs Hz.leri gerekse Seyda Hz.lerinin en büyük eserleri , işte bu cemiyet, bu hatmeler, bu irşad faaliyetleridir. Yani biz bunlarla sadatları hatırlamamız lazım. Bir minareyle, bir mihrabla hatırlarsak çok yanlış yapmış oluruz. Çünkü , zahirde gördüğümüz eserler fani olan ve geçicidirler. Fakat baki olanlar bu yapılan ameller , hatmeler, vird’ler ve bu irşadlardır.
Bence Gavs Hz.lerini, Seyda Hz.lerini ve bütün sadatları gerek hatmede ve gerekse vird’lerde hatırlamamız lazım. Bu tür amellerde hatırladığımız zaman ebedül ebed onlarla beraber oluruz. Eğer bir minareyle, bir mihrabla ve bir camii ile hatırlarsak, en fazla yüz sene hatırlarda kalır . Bugün Şah-ı Nakşibendi (k.s.)’ın neyi kalmışdı ki? Gittik o sadatların merkadlarını gördük ama , biz onları hiç görmeden de hatırlayamadık mı? Onun için yapacağımız amellerle hatırlamak en güzeli . Zahiri görüntülere saplanmamalıyız. Tabii bunu ısrarla söylememden maksat, gerçekten de ihtiyaç hissediyorum ve kitabda da yazılırsa bazı insanlar kendinden bir örnek çıkarırlar. Çünkü , biraz itiraz edildi ama, kimse hakikatini düşünemedi.
Sanki , Seyda Hz.lerinin temeli ile Gavs Hz.lerinin temeli aynı değilmiş.Bence camiin temelleri daha da büyütüldü. Hatta Seyda Hz.leri vefat ederken, Seyyid Abdulbaki Hz.leri hepimizi topladı ve bütün aileye dedi ki :
“- Seyda Hz.lerinin temellerini bu şekilde bırakmıyacağız. Çok çok büyütmek zorundayız. Onun için bana yardımcı olacaksınız...”
Tabii temeller her yönüyle çok çok büyütüldü. Buna katkıda bulunmamız lazım, kendimiz için.
Hz. İbrahim (A.S.)’ı ateşe attıkları zaman kertenkelenin iki çeşidi var; birisi su döktü , birisi de üfürdü.Hz. İbrahim (A.S.) o su dökene dedı ki :
“- O koca dağ gibi ateşe senin o damlacık suyun neye yarar ki ? Fakat ben senin dostun olduğunu bileyim.”
Öbür üfürene de dedi ki ;
“- Ya zaten ateş dağ gibi üfürsen ne olur ki ? Ben de senin düşmanın oldum.”
Bu misalden hareketle bizim burda katkımız şu olacak :
Bu yolu bilelim , sevelim.
Bu yolu seviyoruz, bu yolu biliyoruz diyebilmeyi muhakkak istemişler. Bizim katkımız başka ne olabilir ki?
Onun için minareye takılmamamız lazım . Hatta Seyda Hz.lerinin şahsına takılmamak gerekir. Bunlar istedikleri şeyler değil. Fakat davalarına, şeriata ve adaplarına takılmamız lazım. Çünkü, Sevgilinin sevgilisi sevgilidir. Yani onun sevgilisi bize sevgili olmalıdır. Madem ki, O sevgili ise sevgilisini de sevmemiz şart. Sadece onu sevmekle bu iş bitmez. Kelimenin tam anlamıyla esas olan sevgiliyi sevmemiz lazım ki saplantılardan kurtulabilelim.
Gerçekte bize bırakılan miras yollarıdır.O yollarına ram olmalıyız. Hakiki manada manevi mirasa sahip çıkmalı ve adaplara çok riayetle çok faydalar elde edebiliriz.Bütün bunlar hepimiz için musavidir. İlk müracaat edeceğimiz kapı şeriattır, ondan sonra ise adaptır. Gavs Hz.lerini ve Seyda Hz.lerini seveceksen şahsı için değil, yolu için seveceksin. Seyyid Abdulbaki Hz.lerini seveceksen , seni o yola götüreceği, o maksadına ulaştıracağı için seveceksin ki, o zaman hakikatı bulabilesin . Neyi ararsanız , mürşidinizi arayın , bulmaya çalışın. Keramettir,şudur, budur vs.bunlarla oyalanmayın . Onları bilmiyen insanlar bu tür saplantıların peşine düşsün. Bizim kesinlikle peşine düşmememiz gerekir.Hepimiz bu zatların evladıyız.Evet biz zahiri evladıyız ama , o da önemli değil, o da fanidir. Gerçek evlatları sofilerdir.
Madem ki , hepimiz onların evladıyız, miraslarına sahip çıkmalıyız. Onların mirasları da demin de söylediğimiz gibi bu yoldur.
- Seyyidim , Seyyid Abdulbaki Hz.lerini Türk-i Cumhuriyetlerde sadatları ziyareti ardından Umre yolculuğuna çıkmasını nasıl izah edebilirsiniz?
- Şunu öncelikle belirteyim ki Umre’nin ilki farzdır. Hac da ilki farz olup, öbürleri sünnettir.
Bu Umre , Türk-i Cumhuriyetlerdeki sadatların mekanlarına gitmemizden değişik bir ziyaret değildi. Bence yükünü hafifletmek ve bu yürüyüşü teyid etmektir. Ve edildi...
Şahsi kanaatim odur ki, hem Resulüllah’dan olsun hem de Sadatlardan olsun bazı anlatamıyacağım durumlar teyid edildi ve her tarafta da kabul gördü.
Bu zatların kerametlerini söylemek çok abestir. Tabii bazı haller bizi tatmin ediyor. Orda birgün benim gördüğüm bir olay oldu. Teravihleri kılıyorduk. Rükn-i Yemani ile Hz.İsmail hücresi tarafından Seyyid Abdulbaki Hz.lerinin tam arkasındaydım. İnan ki, babamı Kâbe kadar büyük gördüm. Büyüdü, büyüdü, büyüdü...akıl sır ermiyor.Ve orda ertesi gün hatır almaya gittik. Yine orda aynı patlama oldu bana . Daha fazla anlatmam zor , bilmiyorum, sadece bu yürüyüşü teyidi diyebilirim. Gerek Kâbe’de gerekse Ravza’da ne olduğunu anlıyamıyacağımız, aynı Buhara’da gördüğümüz ya da görülenlerin aynı benzerlerini hissettik ve yaşadık . Hissedilen ve yaşanılan hallerin izahını bilmiyoruz, sadece bildiğimiz şu var; şeriata ve âdâba çok önem veriyorlar. Tabii bu da bizim için büyüklüklerinin göstergesi oluyor.
- Seyyidim, Seyda Hz.leri döneminde sanki muhabbet daha ağırlıkta görülüyordu. Bu dönem için ne buyurursunuz?
_ Gavs Hz.leri zamanında muhabbet daha da zirvedeydi. Seyda Hz.lerinden sonra , artık Seyyid Abdulbaki Hz.leri döneminde emeklemeyi bitirdik. Onun için memeği emziği ve sütü bıraktık, ve yürümeğe başladık. İlim, akıl ve zikir ön plana çıktı. Çünkü, hep muhabbetle olmaz. Muhabbet nereye kadar götürür? Ama ilimle, akılla ve zikirle gittiğin zaman bu ebedül ebeddir. Seyyid Abdulbaki Hz.leri, şimdi bunu kısa zamanda vermeye başladı. Artık yürüyün , yeter o kadar keyf yaptınız, şimdi çalışma zamanıdır diyor adeta... Zaten muhabbetten maksat da bunların hasıl olmasıdır. Demek ki , bunun zamanı gelmişdir ki, gerek zikir , gerekse şeriat üzerinde olsun çok duruluyor. Tabii ki öbür sadatlarda yaptılar ama , o gün için muhabbet daha ağırlıklı olması gerekiyormuş demek . Bizim hastalığımıza göre tedavi veriliyormuş. Bugün demek ki, ilaç buymuş. Onun için niye o eski muhabbet yoktur dediğimiz zaman , kendimizde bir eksiklik arayalım . Acaba hep o eski muhabbetle mi yürümemiz lazım? Biraz zor, artık olgunlaşma dönemindeyiz. Çünkü, olgunlaşmaya ihtiyacımız var. Şartlar ve ortam onu gerektiriyor, muhabbet gerekmez kanaatindeyim.
- Seyyidim , Seyyid Abdulbaki Hz.leri ilim hayatını nasıl bitirdi ?
- Gavs Hz.lerinden okudu. Değişik yerlerde okudu. Molla Dervişin yanında da okudu.
- Seyyidim, Seyyid Abdulbaki Hz.leri hiç sohbet ediyor mu ?
- Bazan münakaşa ve anlaşmazlığın çıktığı durumlarda sohbet ediyor. Sohbeti ağırlıkla şeriat üzerinedir. Sofilere yönelik genellikle mesajı şudur:
“ Bizi her yerde bulamıyabilirsiniz. Fakat öyle bir şey elinize alınız ki nerde olursa olsun, bu da şeriat ve âdâptır. Çünkü şeriat bu yaptığınızın zırhı ve ihatasıdır. Adap ise onun devamını sağlıyor.”
En küçük âdâbsızlıkları dağlar kadar gözümüzde büyütmemiz lazım . Çünkü en küçük âdâbsızlık siyah noktadır. Nakşibendi tarikatı beyaz perde olduğu için , o siyah nokta perde de olduğu zaman, insanın gözü o beyazlığı görmüyor, direk o siyah noktaya ilişiyor. Bu durum tabii olarak zikri ve irşadı engelliyor. Bundan da öte birisinin hidayetine vesile olacaksan olamıyorsun. Yani âdâbsızlıklar o yaptığımız şeriat amellere engel olmaktadır. Hatta namazları gece gündüz kılsan da âdâb yoksa hiçbir kıymeti yoktur. Ne feyzi ne de bereketi olur.
Seyyid Abdulbaki Hz.leri sohbetlerinde bilhassa niyet üzerinde de çok duruyor ve şöyle buyuruyor :
“ Niyetinizi Allah rızası için sürekli kontrol ediniz.”
- Seyyidim, en son ne tavsiye edersiniz ?
- En son Seydamızın tavsiye ettiği şeriatı ve tarikatı tavsiye ederiz. Allah’a kavuşmak istiyorsak, Gavs Hz.lerinin söylediği gibi nefse basmak gerekir. Ümmet-i Muhammediye’nin birlik ve beraberliğini sağlamaya çalışmak görevimiz olmalı. Fitneleri bertaraf etmemiz lazımdır. Resulüllah’ı, Gavs’ı ve Seyda Hz.lerini seviyorsak bu zat’ın peşinden gitmemiz lazımdır. Çünkü , Seyyid Abdülbaki Hz.leri O’nların yollarını idame etmeye çalışıyor. Ona yardımcı olmamız gerekiyor. Tabii burda yardımcı olmak derken, kendi amel ve davranışlarımıza dikkat etmemizi kast ediyorum. Yoksa zahiri yardım değildir. İyimiz Allah katında en takva olanımızdır. Kısacası İSLAMİYETdiyor ve tavsiye ediyoruz