sumeyye
Sat 24 July 2010, 02:57 pm GMT +0200
Söz İle Sükut Arasında
Ölçülmemiş olan bir kumaş nasıl biçilemezse, ölçülüp tartılmayan bir söz de söylenemez. Doğru ve yanlışı düşünerek konuşanlar, hazırcevapcılardan daha iyidir. Söz insanın kişiliğinde bir olgunluk ölçüsüdür. Sözle kendini küçültme.
Sükût etmek ve güzel ahlak; Efendimiz (A.S.)’ın ifadesiyle ibadet... Yine O’nun ifadesiyle “Allah’a ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin veya sükût etsin.”
Bir başka sözleri şöyle: “İnsanlar üç kısımdır. Bir kısmı kârda, bir kısmı selâmette ve bir kısmı helâktedir. Kârda olanlar, Allah’ı zikredenlerdir. Selâmette olanlar, dillerine sahip olanlardır. Helâke gidenler ise, yanlış ve boş söze dalanlardır.”
Söz ve sükût, insanı ya kurtuluşa ya da helâke götüren iki önemli unsur. “Ya hayır söylemek veya susmak”la ikaz edilen insanın yıkıcı zaafları olan yalan, gıybet, nifak, riyâ, fuhuş, husumet, malâyani, alay, iftira ve çekememezliğin aracı dildir.
İnsan, kendisini ilgilendirmeyen, kendisine lazım olmayan ve fayda sağlamayan sözlerle, hem nefsini hem de neslini fesada vermektedir.
Allah dostlarını, Allah’ın dostu olma makamına yükselten en büyük sır dilden geçiyor.
Kalbi öldüren de, diri tutan da dildir. Fudayl b. İyaz’ın dediği gibi; “çok konuşmak, çok yemek, çok uyumak kalbi öldürür.” Aklı ele veren dil değil midir? Abdullah Ensarî ne güzel söylemiş: “Kişinin sözü amelinden çok olursa, aklı noksandır.”
Az konuşmak ve öz konuşmak...
Esas olan budur. Nefesleri, nefis için değil Allah için tüketmek kâmil insanların işi. Hz. Ebubekir (R.A.), “güzel ve özlü konuşmanın sırrı, boş sözleri terk etmektir.” diyor.
Önderlerin önderi, bu konuda ne kadar çok uyarmış: “Dört şey vardır ki, bunları taşıyan kimse münafıklık alameti taşımış olur: Kendine emanet verilince ihanet etmek, konuşunca yalan söylemek, söz verince sözünde durmamak, tartışmada haddi aşmak.”
Dil emanet değil mi? Ah Dil!.. İnsan ne çekiyorsa onun yüzünden. Haddi aşan konuşmalar yapan, yapamayacağı şeyler için söz veren, insanların arasını açan, devletleri yıkan, karışıklıklar çıkartan, sahip olamadığımız dilimiz değil mi?
Rabbimiz, Kitab-ı Mübin’de kullarını uyarıyor: “Ey inananlar! Yapmadığınız/yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz? Yapmadığınız/yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında en tiksinti verici şeydir. (Sâf/2-3)” Demek ki, Rabbimiz’in üzerimize inen gazabına sebep de dil. Ya o sonsuz rahmet sahibinin rahmeti gazabını geçmeseydi, ne olurdu halimiz?..
Doğru sözlü olmak, doğruyu söylemek, en büyük erdem. Müminlik vasfı... “Ey iman edenler! Allahtan korkun ve doğru söz söyleyin ki, Allah amellerinizi düzeltsin, günahlarınızı mağfiret etsin. (Ahzab/70)” İşte kurtuluşun şifresi... İbn-i Abbas (R.A.), belki de bunun için “insan için en zararlı şey çok söylemektir.” demiştir.
"Düşünmeden konuşmanın cezası, sonradan düşünmeye mahkum olmaktır.” diyen insanla; “akıllı bir adam her şeyin farkına varır, budala bir adam ise her hususta fikrini söyler.” diyen insan, kim bilir hangi duygular içerisindeydiler?
Allah’ın yardımının insandan kesilmesi kadar korkunç bir şey olabilir mi? Maruf-u Kerhî (K.S.)’ye kulak verin o halde: “Kulun lüzumsuz sözlere dalması, Allah’ın yardımının ondan kesilmiş olmasındandır.” diyor. Amr b. As (R.A.)’ın söylediği de farklı değil: “Söz ilaç gibidir. Gereği kadar sarfedilirse fayda verir. Gereksiz olanı zarara sebeptir.”
Ebu Derda (R.A.) ne güzel demiş: “Allah nezdinde müminin en güzel uzvu dilidir; mümin cennete diliyle girer. Allah katında kâfirin en kötü organı da dildir; çünkü kâfir dili sebebiyle ateşe düşer.”
İbrahim b. Edhem (R.A.)’ın tesbitine ne dersiniz: “Konuşmak, ahmak insanın budalalığını, akıllı ve işini bilen insanın beceriksizliğini ortaya koyar.” Çevremiz ahmaklarla mı dolu akıllılarla mı? Her gün konuşanlar, günde 24 saat onlarca kanalla aile hayatımızı, evimizi, ehlimizi, neslimizi ve nefsimizi fesada verenler için Ziya Paşa’nın şu beyti güzel cevap değil mi?
“Onlar ki, verir lâf ile dünyaya nizamat
Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde.”
Ölçü belli... Çok sözün vurulacağı mihenk ve benimsenme ölçüsü, Abdurrahman Daranî (K.S.) Hazretleri’nce şöyle dile getirilmiş: “Bazen gönlüme kimi toplulukların hikmetli sözleri dökülür. Fakat ben onları şu iki adil şahide sormadan benimsemem: Allah’ın Kitabı, Rasul’ün sünneti.”
Allah dostlarının ölçüsü budur. İmam-ı Şafii (Rh.A.)’de şöyle demiştir: “Hadis-i şerife muvafık olmayan sözlerimi duvara çarpınız.”
Sükût, sözün bittiği nokta... İlahi feyzin sağnak sağnak inmeye başladığı dönem. Kalbin ötelerin ötesine geçtiği; ruhun seyr-i sülûka hazırlandığı, nefs-i râziyeye ulaştığı, kendinden geçtiği zirve noktası. O noktada söz yok, söze hacet yok. Dünya o noktaya ulaşanların ayakları altında değersiz bir meta. Onun için konuşmaya nefes tüketmeye, kavga etmeye değer mi?
İmam Tâki (Rh.A.) bu yüzden demiştir ki: “Çok konuşmamak nurdur, aynı zamanda zühdün ve veranın en yükseğidir.”
Bişr-ı Hâfi (K.S.) ile bitirelim: “Sayfalarınıza ne yazdığınıza dikkat ediniz. Çünkü bu Rabbiniz’e karşı okunacaktır. Yazık o kimseye ki, çirkin konuşur. Eğer içinizden biri bir kardeşine içinde çirkin söz bulunan bir yazı gönderirse, şüphesiz hayasızlık olur. Ya Rabbine karşı bunu yapanın hali nicedir?”
Alper Erzurumlu