- Sosyal Münasebetler

Adsense kodları


Sosyal Münasebetler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Wed 29 August 2012, 06:58 am GMT +0200
Sosyal Münasebetler

Hristiyanlığın ırkî ve kavmî sebeplerle başa­rısızlığa uğradığı sosyal ilişkilere İslâm, top­lumda kökten değişikler ve yeni boyutlar ge­tirmiştir. Müslümanlara iyilik ve Allah'ın ya­saklarından sakınma üzerinde yardımlaşma­ları, günah ve düşmanlıkta ise yardımlaşma-maları öğretilmiştir (5:2). Diğer insanlara karşı sorumluluklarının bilincinde olması için fertler arasında sosyal bir bilinç gelişti­rilmiştir. Diğer insanların yaptıklarına aldır-maksızın müslümanların iyi işlerine devam edebilmeleri için sıkı bir eğitim verilmiştir. Bunun sebebi Allah'ın rızası olan amellerde müslümanların beraberce gayret etmesidir (2: 48). Bu amaç için aralarında hayra davet ede­cek, serden nehyedecek bir cemaati eğitmele­ri müslümanlara özellikle vaaz edilmiştir (3:104). Bu onların en önde gelen işleriydi.

Çünkü onlar Allah tarafından insanlara, iyi ve adaletli davranışlarıyla, güzel bir hayatı gösterme vazifesiyle görevlendirilmişlerdi (3:114). Bu vazife gerçek müslümanlara doğ­ru olma ve başkalarını iyiye davet, kötüden nehiy görevini yüklemiştir (9:71 ve 22:41) Bütün bu vasıflar, Müslümanların daima di­ğerlerinden önde olduğu ahlâkî eğitim ve öğ­retimin bir sonucuydu.

İslâm takvayı ve doğruluğu üstünlük ve şeref alâameti sayarak toplumdaki sosyal ilişkile­rin seviyesini yükseltmiştir. İnsanlar arasın­daki renk, ırk, dil ve ulus farklılıklarının in­sanların birbirini tanıması için olduğunu, kü­çümsemesi için olmadığını öğreterek bütün bu farklılıkları ortadan kaldırmıştır (49:13). İslâm insan davranışlarını ve tutumlarını ye­nileyen ve kökünden değiştiren sosyal farklı­lıkları ve üstünlükleri belirleyen diğer sistem ve nizamlardan farklı yepyeni Ölçüler getir­miştir. Köle, hizmetçi, yetim ve miskin her­kesi kanun önünde eşit hâle getirmiş, beşer yapısı kanunları feshetmiştir. Bu açıdan işçi, fakir herkesin toplumdaki değeri ve itibarı artmıştır ki, en güzel örneği günde beş kez camide yöneten-yönetilen, işçi-İşveren, zengin-fakir herkesi Rablerinin Önünde servet, statü ve güçlerini bir kenara bırakarak omuz omuza namaz kılmalarıdır.

Kadınlar da kölelikten kurtarılmış, erkeklerin eşleri olarak onlarla eşit statüye sahip olmuş­lardır. Birbirlerine üstünlükleri olmaksızın kadın ve erkeğe karşılıklı haklar ve görevler verilmiştir (2:228). Kolayda ve zorda yolla­rında başarıyla yürüyebilecekleri şekilde her ikisi de birbirlerine sevgi, merhamet ve şef­kat duygularıyla bağlanmışlardır (30: 21). Kur'ân ayrıca cinsiyet bilimi araştırmacıları­na yeni bölümler açabilecek, erkek ve kadı­nın fizikî ve cinsî ilişkilerinin derinliklerine değinmiştir (2: 223). Erkek ve kadının karşı­lıklı ilişkilerinin yakınlığı, evlilik ilişkilerinin hassasiyetine değinen ayetlerle mükemmel şekilde tanımlanmıştır (2:187). Kadın, mîrası erkekle adalet prensibi üzerinde paylaşır.

(4:7). Ve her ikisinden aile münakaşaları du­rumunda karşılıklı hakemlerle meselelerini halletmeleri istenmiştir (4:35). Fakat her du­rumda karı ve kocaya meselelerini eşitlik ve adaletle çözümlemeleri öğretilmiştir (2:236).

İslâm ayrıca aile fertlerinin genel olarak sos­yal ilişkilerini geliştirecek temelleri atmıştır. Ana ve babaya karşı samimi ve hürmetkar ol­mak başta gelmektedir. Bütün insanlara her durumda ana-babalarına karşı son derece saygılı ve müşfik olmaları öğretilmiştir. (17:23-24; 31:14 ve 46:15) Buna benzer mu­amelenin akrabalara da gösterilmesi tavsiye edilmiştir (17:26, 2:83 ve 4:36). Akrabalara karşı cömert olmak ve iyilik yapmak İslâm'da büyük faziletlerden sayılmıştır (16:90). Aynı şekilde hiçbir gelir kaynağı ve desteği olmayan miskin ve fakirlere de cö­mert olmak tavsiye edilmiştir (17:26, 2:83, 2:177 ve 4:36). Gerçekte İslâm, insana yakın olan, özellikle komşu, hizmetçi ve seyahat esnasında karşılaştıklarına kısaca toplumun bütün üyelerine cömertlikle beraber sevgi ve şefkat ile muameleyi tavsiye eder (2:177; 4:36). Başkalarına nâzik ve şefkatle davran­mak ve yalnızca Allah'ın rızâsını gözeterek muhtaç kimselerin ihtiyaçlarını karşılamada cömert olmak her Müslümanın dinî bir göre­vi addedilmiştir.

Bu ruh, insan ilişkilerine yeni bir boyut ka­zandırırken, toplumun sağlam temeller üzeri­ne inşasını temin etmektedir. İnsanlar iyi İş­lerde birbirlerine ve özellikle toplumun zayıf ve yardımsız kesimine cömertçe yardımcı olurlar. Bu kardeşlik ruhu bütün alanlardaki insan ilişkilerini kuşatır; birbirleriyle karşı­laştıklarında selâmlaşırlar. Diğer insanlara gülümseyerek selâm vermek her müminin ahlâkî görevidir (24: 27 ve 24: 61). Genel olarak Müslümanların herkese nâzik ve açık olarak konuşmaları öğretilmiştir. Bu selam­laşmalar ile karşı tarafa manen iyi dilek ruhu yansıtılır. Dünyevî mânada hiçbir şahsî tat­min yoktur. Fakat Allah'ın nazarında olduğu gibi hayatın ve maksatların saflığı ve nezaheti vardır. (A. Yusuf Ali, The Holy Qur'an, Not: 3043 s. 917). Bu samimi ve muhlisâne kardeşlik hisleri toplumun bütün fertleri ara­sında birlik, beraberlik ve şefkat ruhunu orta­ya çıkarır. Onlar "kenetlenmiş bir yapı gibi saf (61:4) bağlamışlardır. Bu bağlılık, de­vamlı bir inkılâb ve ilerleme ruhunu meyda­na getirir.

İktisadî temellerini kuvvetlendirmek için İslâm servetin hayır yolunda harcanmasını teşvik eder, cimriliği ise çirkin görür. Böyle­likle hem fakirlere yardım eder, hem de in­sanların tüketim ve yatırımlarım karşılaması açısından servetin mâkul seviyede akımım ve dolaşımını sağlar (59:7).

Cömertlik ve infâk etme teşvik edilmesine rağmen, savurganlık kötü görülmüş ve iki aşırı uç arasında orta ve dengeli bir yol seçil­mesi tavsiye edilmiştir (25:67). Allah'ın ger­çek kulları, harcamada bulunurken terazinin göstergesini tam ortada tutarlar. Ne gerekli harcamaların sınırını aşarak israfta bulunur­lar, ne de servet biriktirip yığmak için acına­cak durumlara düşerler; yalnız tutumludurlar. Hz. Peygamber'i ve müminleri, zevk ve şehvetlerini tatminde alabildiğine harcayan zenginlerle, paralarını hayırlı yerlere kısan cimrilerden ayıran niteliklerden biri de buy­du. İslâm'a göre şunlar israf kabul edilmekte­dir: a) Gayrimeşrû yerlerde en küçük miktar­da da olsa harcamada bulunmak; b) MEşrû yollarda kendi kaynaklarının dışına taşmak, ya da zevki için harcamada bulunmak ve; c) Allah için değil de gösteriş için infakta bu­lunmak. Diğer yandan, kendisinin ve ailesi­nin ihtiyaçları için kendi mevkii ve imkânları ölçüsünde harcamada bulunmamak veya ha­yırlı işler için parayı kısmak ise cimriliktir. İslâm'ın öngördüğü yol, terazinin göstergesi­ni ortada tutmaktır. Bu konuda Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Yaşayışta itidal üzere olmak hikmet işaretidir." (Müsned-i Ahmed, Taberanî).

Bu âdil denge toplumun her sahada gelişme­sinin ve büvümesinin anahtarıdır. Bir yandan çalışan nüfusa iş sağlarken diğer yandan yatı­rım ve sermayenin metin, fakat makul sevi­yede muhafazasını sağlar. Şayet sermaye sahipleri servetlerini yatırımdan uzak tutmaya yönelirlerse, fazla para ve servetten alınan zekat bu teşebbüslerini engelleyecektir. Sağ­lıklı iktisadî temellere sahip devlette, sosyal ilişkilerin daima sevgi ve saygıya dayalı ola­cağı açıktır. 14oo yıl önce İslâm Peygamberi­nin getirmiş olduğu daimî inkılâbın bir başka faydası da budur. Peygamber, cahiliyye döneminin utanç verici, ahlâk-dışı ve muzır yönlerini tasfiyeyle ahlâkî seviyeyi yükselt­miştir. Her türlü gayrimeşrû münasebeti ve fuhşu yasaklamış (17: 32), açık veya gizli bütün muzır faaliyetleri belirlenmiş olan ağır cezalarla cezalandırmıştır (6: 151; 16: 90; 24:2-4). Hatta iftira ve haksız İthamlar dahi İslâm'da cezalandırılan suçlardandır (24: 4-7). İnsanları gayrimeşrû faaliyetlerden, zarar­lı davranışlardan muhafaza için içki ve ku­mar da İslâm toplumunda yasaklanmıştır (5: 93). Bu yasaklayıcı tedbirleri destekleyen mantıkî deliller belirtilerek, bu gibi şeylerde faydalı yönler olmasına rağmen zararlarının daha çok olduğu vurgulanmıştır. Genel ola­rak fert ve toplum bu gibi hareketleriyle geçi­ci faydalara karşılık çok şeyler kaybetmiştir. Bu gibi geçici ve kısa süreli haz ve mutluluk­lardan sakınmakla insanların gerçek refaha ulaşacakları bildirilmiştir.

Toplumu sağlam temeller üzerine kurmak için Hz. Peygamber, bu iktisadî ve ahlâkî ıslahatlarla birlikte fert ve toplum seviyesin­de bir adalet ve fazilet sistemi kurabilmek için sert tedbirler almıştır. Eğer toplum böy­lesine sağlam temeller üzerine oturtulmazsa uzun ömürlü olamaz. İlk olarak, insanlar ge­rektiğinde ana-babasmm ve akrabalarının, hatta kendi aleyhlerine bile olsa, adalet için hakikatin şahitleri olacak şekilde birleştiril­mişlerdir (6:152; 4:135). Daha sonra, müslümanlara düşmanlarına bile Allah rızası İçin adaletle davranmaları büyük bir önemle öğütl.enmiştir. Müslümanlara dost-düşman, akraba veya yabancı, bütün durumlarda herkese adalet ve eşitlikle muamele etmeleri öğ­retilmiştir (7:29; 16:90). Müslümanlara dai­ma vaadlerine sâdık kalmaları, sözlerini yeri­ne getirmeleri emredilmiştir (5:1). Bu emirler miislüman toplumun adalet ve iyiliği tesis et­mesini ve kendi uygulamalarıyla dost-düş-man, zengin-fakîr, güçlü-zayıf herkesin eşit ve âdil bir şekilde nasıl yönetileceğini göster­miş, insanların kendi âdetlerine göre huzur içinde yaşamalarını mümkün kılmıştır.

İslâm Peygamberi, insanları işte bu tür bir hayat nizamına davet etmiştir. Bu hayat niza­mında evrensel insan kardeşliği uygulama alanı bulur; karşılıklı sevgi ve saygı, dayanış­ma, yüksek ahlâkî ve manevî değerler yerle­rini alır. Erkek ve kadının haklan tam bir adaletle ve eşit olarak saygı görür. Ekonomik sistem hem şahısların hem de toplumun men­faatlerine uygun şekilde en yüksek etkinliğe ulaşır. Doğru ve sağlıklı uygulamalar destek­lenir. Zararlı, rezil ve ahlâksız hareketler bu toplumda yerilir. Kısaca Araplara daimî inkılâbın devamını ve gelişmesini sağlaya­cak, gelecek nesillere onun devredilmesini mümkün kılacak bütün kurallar İslâm Pey­gamberi tarafından tedarik edilmiştir (Ayrın­tılı bilgi için bkz., Sîret Ansiklopedisi, c. I ve c. III).

Rasûlullah (S)'in din anlayışında getirmiş ol­duğu diğer temel ve inkılâbî değişiklik, beşerî fikir ve uygulamaları etkilemiş olan, "din ve dünya hayatı" arasındaki farkın kal­dırılmasıdır. Hz. Peygamber İslâm'da "uhrevî" ve "dünyevî" diye bir ayırımın ol­madığını kesin bir şekilde belirtmiştir. Beşik­ten mezara Allah'ın rızası ve rehberliği altın­da harcanmış bir hayat Allah nazarında en büyük faziletlerden biri olarak kabul edilmiş­tir. Durum böyle olunca inkılâbî bir anlayış insanların tutum ve davranışlarım değiştir­melerinde tarih boyunca çok büyük bir etki yapmıştır.

Bu daimî inkılâb zamanın beşer anlayışına ve eskimiş fikirlerine ebedî bir meydan okuma manasına gelmekteydi. İnsan anlayış ve fikirlerinde İdeolojik olsun tatbikî olsun bu tür bozulmalara daha fazla göz yumulamazdı. Çünkü sırf atalarından kendilerine miras gel­diği için bâtıl ve bozuk fikirlere bağlı kalan toplumlar için bu helak demekti. İslâm nesil­lerin hiçbir mantıkî temele dayanmadan kö­rükörüne izledikleri değer ve inançlara en ufak bir önem vermemiştir. İslâm insanları mantıkî deliller getirmeye davet etmiştir. On­lara aklî deliller getirmekte meydan okumuş getiremeyenleri kendi delillerini dinleyip Hakk'a tâbi olmaya davet etmiştir.

Kur'ân körükörüne inanan, bu tür insanları şöyle zikreder: "Onlara: 'Allah'ın indirdiğine uyun' denildiği zaman onlar, 'Hayır! Biz ata­larımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız' dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğru­yu da bulamamış idiyseler?" (2:170) ve "İb­rahim, babasına ve kavmine: 'Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?' demişti. Dediler ki: 'Biz babalarımı­zı bunlara tapar kimseler bulduk.' (İbrahim:) 'Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sa­pıklık içindesiniz dedi. Dediler ki: 'Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen oyunbazlardan biri misin?' 'Hayır dedi 'Sizin Rabbiniz, ya­rattığı göklerin ve yerin de Rabbidir ve ben buna şahitlik edenlerdenim" (21: 52-56).

Atalarının âdet ve geleneklerine körükörüne iman edenlere Hak yola gelmeleri istendiğin­de: "Onlara 'Allah'ın indirdiğine uyun' den­diğinde: 'Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız' derler...." (31:21; 43:22-24).

Hz. Yusuf arkadaşlarına şöyle demişti: "Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı bir sürü uy­durma rabler mi daha iyidir, yoksa herşeyden üstün tek Allah mı? Allah'ı bırakıp da taptık­larınız, sizin ve atalarınızın adlandırdığı put­lardan başka birşey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah'a aittir..." (12: 39-40).

Hz. Muhammed, Mekke kâfirlerine şöyle seslenmişti: "Bunlar (putlar) sizin ve ataları­nızın taktığı isimlerden başka birşey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusu­na uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rabbleri tarafından yol gösterici gelmiştir." (53:23).

Atalarının veya kendi hevâ ve heveslerini körü körüne takip edenlerin dalâlette olduğu apaçık bir gerçektir. Bütün bunlar eskimiş ve faydasız fikirler olup insana hiçbir şekilde yardım edemez; gerçek ilme ve mantığa da­yanan fikir ve sistemlerle de yanşamazlar. Dolayısıyla bu insanlar hakikate rastladıkla­rında yollarını değiştirirler. Thomas Cariyle şu sözleriyle yegane hayat nizamının kesin başarısını belirtir: "İslâm bütün kavgacı boş tarikatların başını yemiştir ki, zannederim bunda haklı idi. O bir kere daha doğrudan doğruya tabiatın büyük kalbinden çıkmış bir hakikatti. Arap putçulukları, Suriye formülle­ri, hasılı aynı derecede gerçek olmayan bütün şeyler bu ateş önünde yanmaya hazır kuru odun yığınları gibi tutuşmaya mahkûmdur­lar." (Hero Worship and the Heroic in His-tory, Londra, 1911, s. 298).

Kısacası Hz. Peygamber'in başlatmış ol­duğu "daimi inkılâbın" meydan okumasına hiçbir eskimiş fikir, çürümüş felsefe ve bo­zulmuş sistem cevap veremezdi. Zamanla İslâm bütün bâatıl inanışları, eski ve bozul­muş fikirleri bir kenara süpürüp, kendi yeni felsefesinin kuvvetli akıntısı ve hedefiyle in­sanı ilmin ve medeniyetin zirvesine çıkarmış­tır.

Daimî inkılâbın gücünün, canlılığının ve is­tikrarının anahtarı Kur'ân ve onun hakikate ve ilmi araştırmaya verdiği önemdir.