- Sosyal ilişkilerde muaşeret esasları

Adsense kodları


Sosyal ilişkilerde muaşeret esasları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Thu 30 September 2010, 12:48 pm GMT +0200
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM


SOSYAL İLİŞKİLERDE MUAŞERET ESASLARI


I. Kadın-Erkek İlişkilerinde Âdâb
 

A. Erkeğin Erkekle Âdabı
 

Erkeklerin birbirlerinin göbekle diz kapağı arası hariç, be­denlerinin hepsine bakması ve açması halaldir. Bunların dayana­ğı; Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, Huzeyfe'yi mescidde dizi açık olarak görünce, «Dizini kapat. Çünkü orası da avrettir»[180] hadisi ile, Ali (r.a.)'ya» «Dizini açma. Ölü veya diri hiçbir kimsenin dizine bak­ma» mealindeki tavsiyeleridir.[181] Fakat, diz ile göbek arası yerleri açmak veya bakmak kesinlikle haramdır. [182]

 

B- Kadının Kadınla Âdabı
 

Kadın, kadınla beraber olduğu zaman utanıp kapatmaları ge­rekli yer ve halleri, aynen erkeklerde olduğu gibidir. Birbirlerinin dizle göbek arasına bakmaları haram olup, sair bedenlerine (fitne endişesi olmadığı zaman) bakmaları caizdir. Fitneden korkulursa diğer yerlerine de bakmaları caiz olmaz.[183]

 

C- Erkeğin Yabancı Kadınla Âdabı
 

Erkeğe yabancı olan kadın ya hür veya cariye olabilir. Hür ise: Hür kadınların elleri ve yüzleri hariç bedenlerinin tamamı yaban­cı erkeklere nazaran avrettir. Bakılması veya görülecek şekilde açılması caiz değildir.[184]

Göz ansızın ve istemeyerek, bakmak yasak olan bir yere rast gelecek olursa ALLAH teâlâ'nm; «mü'min kadınlara söyle! gözlerini (bakmak caiz olmayan şeylere karşı) kapatsınlar»[185] emri gere­ğince gözü derhal çevirmek şarttır. «Kulak, göz kalp; bunların hepsi yaptıklarından mes'uldürler»[186] âyeti gereğince bakışları tekrarlamak caiz değildir.[187] Çünkü Hz. Peygamber, Ali (k.v.)'ye: «ya Ali bakışı bakışa ekleme, Birincisi senin için (vebal yok ama), ikincisi aleyhinedir»[188] mealindeki hadisi ile Cabir (r.a.)'ın: «Rasûlullahdan ansızın bakışın (hükmünü) sordum da bana der­hal gözümü çevirmemi emretti»[189] hadisi bu konuda diğer deliller­dir.

Müslim'in naklettiğine göre Amr b. As şöyle demiştir: Beni Haşim'den bir topluluk Esma binti Umeyr'in yanına girmişlerdi. Esma O zaman Hz. Ebu Bekir'in nikâhlısı idi. Ebu Beir (r.a.) onla­rı Esma'mn yanında görmekten hoşlanmamış ve durumu Rasûlullah'a şikayet yollu arzetmiş, hayırdan başka da bir şey görmedim demişti. Hz. Peygamber: «Şüphe yok ki ALLAH, Esmâ'yı bundan beri kılmıştır» dedikten sonra minbere çıktı ve: «bugün­den sonra sakın bir adam, yanında bir veya iki kişi olmadan koca­sı evde olmayan kadının yanına girmesin» buyurdu[190] ve birbirine nikahı helal olan kadınlarla erkeklerin halvet halinde kalmaları­nı yasakladı.

Erkekle kadının bir arada, tek başlarına kalmaları zinaya yaklaşmış olmanın en müsait hali olduğu için bu durum, «zinaya yaklaşmayınız»[191] ayet-i kerimesinin de yasakladığı bir konudur. [192]

 

D- Kadının Yabancı Erkekle Âdabı
 

«Bir kadının yabancı bir erkeğe bakması caiz değildir,»[193] di­yenlere karşı, bazı alimlerimiz de yolda yürürken, gösteri esnasın­da ve alışveriş yaparken veya buna benzer ahvalde kadın, erkeğe bakabilir demişler ve genellikle sahihaynda zikredilen Hz. Aişe hadisini delil göstermişlerdir. Şöyle ki: Hicretin yedinci yılında idi. «iki Habeşli Medine'ye gelmiş, bir bayram günü mescidde gös­teri yapıyorlardı. Hz. Aişe de Rasûlullah'm arkasında, usanınca-ya kadar onları seyretti, Hz. Peygamber de O'nu setretmişti...»[194]

Bu görüşün karşısında olanlar da Ümmü Seleme'nin rivayet ettiği şu hadisi görüşlerine esas kabul etmişlerdir: Ümmü Seleme (r.a.) demiştir ki: «Hicap Ayeti geldikten sonra idi. Ben ve Meymu-ne âmâ îbn Mektumla birlikte oturuyorduk. Birde vananıza Rasûlullah (s.a.v.) geldi, bizi onunla bir arada görünce; «perde ar­kasına çekilin» dedi. Biz:

«— Ya Rasûlallah, o âmâ değil mi? Bizi, ne görür, ne de tanır.» dedik. Nebî (s.a.v.):

«— Siz de âmâ mısınız? Onu görmüyor musunuz?» buyur­du.»[195]

Bu hadise göre, kadınların erkeklere bakması, onların göste­rilerini seyretmesi caizdir ama, onlarla bir arada oturup sohbet et-melerLdoğru değildir, hükmü çıkartılabilir. [196]

A) Konuşurken
 
ALLAH teâlâ, kadın-erkek ilişkilerinde adabın en anlamlısına işaretle:

«(Kadınlar) sözü. yumuşak söylemesinler. Sonra kalbinde ma­raz bulunanlar tamaha düşerler. Ağır başlı ve ma'ruf veçhile ko­nuşsunlar.»[197] ayet-i kerimesi ile kadınların dikkatlerini çekmiş­tir. Ayet-i kerimenin devamında da; «İslâm'dan önceki cahiliyye devri kadınlarının yaptıkları gibi sokağa çıkıp süs ve endamlarını göstermemeleri», dolayısıyle erkeklerin arasında hiç ihtiyaç yok­ken dolaşmak suretiyle dikkatlerini çekmemeleri, fitne ve hara­ma sebep teşkil edebileceği için yasaklamıştır. [198]

 B) Süslenirken:
 
Kadın, kocasını memnun etmek için her türlü süs ve ziynetini ona sunabilir. Ancak, kocalardan başkaları için aynı duyguyu aşımak ve gereğini yerine getirmek ise asla caiz görülmez. Zira ALLAH teâlâ: «Ziynetlerinden, görünen kısmı (el ve yüz) hariç (kala­nını) açmasınlar.»[199] ayet-i kerimesiyle bunu yasaklamıştır.

«Ziynetlerinden gizli olanların (başkaları tarafından fark edilip) bilinmesi için ayaklarrını yere vurarak gezmesinler.»[200] Ökçeleri üzerine sertçe basıp kalçalarını ve kaba yerlerini sarsa­rak vücutlarım teşhir etmesinler buyurmuş kadınları, ziynetleri­ni kasten izhar etmekten men'etmiştir.

îbn Abbas (r.a.)'nın anlattığına göre, Cahiliyye devri kadınla­rı erkeklerin arasından geçerken, halhallarımn sesleri işitilsin di­ye ökçelerini yere sert sert vurarak yürürlerdi. Böylece şehvet his­si galip olanları uyarırlar, fitneye sebep olurlardı. ALLAH (c.c.) bu ayet-i kerimesi ile, uyuyan fitneyi uyandıracak olan bu tarz yürüyüşü yasaklamıştır. Çünkü zinyetin sesini işittirmek, açmaktan daha caziptir.[201]

«Kadınlardan, hayızdan ve evlatdan kesilmiş, artık nikâha ümitleri kalmamış (olan ihtiyarlara gelince, gizli) ziynet (mahallerini erkeklere göstermemeleri şartıyle (dış) rubalarını bırak­malarında onlar için bir günah yoktur. (Bununla beraber bundan da sakınmaları (ve örtünmeleri) kendileri için daha hayırlıdır. Aüah (c.c.) hakkıyle işiten ve hakkıyle bilendir.»[202]

Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerimesi ile yaşlanmış, hayız ve nifas-:as kesilmiş olan kadınlara bir kolaylık olsun diye tesettüre riayette kısmen müsamaha etmiş, baş Örtülerinin üzerindeki ve clbab adı verilen (baş) örtülerini açabileceklerini; ziynetlerini or­taya çıkartmamak şartıyle bu halleriyle erkeklerin arasına gire­bileceklerini beyan etmiştir. [203]

 
F. Birbirlerine Mahrem Olanların Âdabı
 

Herhangi (hür) kadın için avret kabul edilip ikinci derecede ziynet yeri olarak nitelenlendirilen, el ve yüzden başka yerlerin —göbekle diz arası hariç— görülmesi caiz olan kimseler, Nûr Sûresi'nde şu şekilde açıklanmıştır:

«Kadınlar ziynet mahallerini; kendi kocalarından, yahut ba­balarından, yahut kendi (öz) oğullarından, yahut kendi birader­lerinden, kocalarının babalarından yahut kendi kadınlarından, yahut sağ ellerinin malik olduğu kimselerden, biraderlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut erkek­likten tamamen kesilmiş olan yaşlı erkeklerden, yahut da henüz, kadınların gizli yerlerine muttali olamamış küçük çocuklardan başkalarına göstermesinler.»[204]

Bu ayette isimleri teker teker sayılan Baba, kardeş, koca, oğul, kardeşlerinin oğulları, müslüman kadınlar, köle ve cariye­ler, çok yaşlı ihtiyarlar ve çok küçük çocuklar kadının mahremle­ridirler. Onların yanında diz ile göbek arası yerlerin haricinde ka­lan kısımların açılması veya görülmesinde bir mahzur yoktur.

Ayette dede, Amca dayı ve kayınpeder zikredilmemiştir. Mü-fessir fakihler bunların da baba gibi düşünülmesi gerektiğini söy­lemişlerdir. Yani nikahlanmaları caiz olmadığı için kadmınmah-remi sayılırlar.

Ayette kayınbirader, amca, dayı, hala ve teyze çocukları da zikredilmiştir. Bunlar nikâh düşen kimseler olduğu için ayetin muhtevasına alınmamışlar ve yabancı erkek mesabesindedirler. Onların, bir kadının el ve yüzünden başka yerlerine bakmaları caiz değildir. [205]

 

Iı. Komşuluk İlişkilerinde Adâb
 

Hz. Peygamber: «Cibril bana komşuyu o kadar tavsiye etti ki, komşuyu komşuya vâris kılacağını zannettim»[206] buyurmuş, komşuluk münasebetlerinin Önemine dikkatleri çekmiştir.

Bu konudaki bir ayette şöyle buyurulmuştur: «ALLAH'a ibadet edin, O'na hiçbir şeyi eş tutmayın, ana ve babaya, akrabaya, ye­timlere, yoksullara, yakın ve uzak komşuya,yakın arkadaşa, yol­da kalmışlara ve sağ elinizin mâlik olduğu kimselere iyilik edin. ALLAH kendini beğenen ve böbürlenen kimseleri asla sevmez.»[207]

Rasûlulah (s.a.v.) bu gerçeği şöyle ifade etmiştir: «Kişinin sa­adetinden birisi de salih bir komşuya sahip olmasıdır.»[208]

Nebî (s.a.v.)'den rivayet edildiğine göre, şöyle buyurmuşlar: «Komşu üçtür. Birincisi, komşuluk hakkı, akrabalık hakkı ve îslâm hakkı olmak üzere üç hakka sahip olan; ikincisi, komşuluk hakkı ve islâm hakkı olmak üzere iki haklı olan; üçüncüsü de, sadece komşuluk hakkı olmak üzere bir hakkı olandır. Ki, bu üçüncüsü müşrik ve ehl-i kitaptan olan komşulardır.»[209]

Hz. Peygamber komşuluk münasebetleriyle imanın ilgisini belirtmiş ve şöyle buyurmuştur: «ALLAH'a ve ahiret gününe ina­nan kimse komşusuna ihsanda bulunsun.»[210]

Başka bir hadis-i şeriflerinde de komşuluk ilişkilerine dikkat etmeyen, onu ihmal edenler için: «Komşusu aç olduğu halde kendi karnını doyuran mü'min değildir.»[211] buyurmuş, vurdum duymazlığın akıbetini beyan etmiştir. Komşusuna iyilik etmesi şöyle dursun aksine, gece gündüz onu rahatsız edip anormal hareketle­riyle korkuya sevkedenler için de: «ALLAH'a veAhiret Gününe ina­nan, komşusuna eziyet etmesin.»[212] buyurmuş ve gerçek iman sa­hibinin komşusuna eziyet etmemesi gerektiğini beyan etmiştir. Diğer bir hadis-i şerifinde de bu gerekliliği yemin ile teyid ederek:

«—ALLAH'a yemin olsun ki, iman etmemiştir» buyurdu ve bu­nu üç defa tekrar etti. Sahabe-i Kiram:

«— Kim ya Rasûlallah?» diye hayretle sordu. Hz. Peygamber:

«— Komşusunun, şerrinden emin olmadığı kimse» buyur­du.[213] Demek ki, bir mü'min, komşusundan her an için.tehlike umuyor, bu korku ile uykusunu kaçırıyor ve rahatsız oluyorsa, o kimse gerçek anlamda iman etmiş değildir. Gerçek mü'min olabil­mesi için yaşayış ve davranışlarına dikkat etmeli, hiçbir şahıs, komşusundan dolayı, malı, canı ve namusu bakımından endişe duymamalıdır. Zâten gerçek manada müslümanın tarifi de öyle değil mi? «Müslüman, diğer müslümanlarm elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir.»[214]

Muaz b. Cebel anlatıyor. Dedik ki: «Ya Rasûlallah, komşunun hakkı nedir?» Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: «Senden, isterse borç vermen, yardım dilerse yardım etmen, ihtiyacı olursa karşı­laman, hastalanırsa ziyaret etmen, ölürse cenazesine iştirak et­men, bir hayırla sevinirse, beraber sevinip tebrik etmen, bir belaya uğrarsa üzüntünü belirtip teselli etmen, tenceren (de pişen)in ko­kusuyla ona eziyet vermemen, veya ondan bir miktar ona da tattır­man, izni olmadan, üstün görünmen yahut rüzgârını kesmen için binanı yükseltmemen, aldığın meyveden ona da vermen, yahut göstermeden gizlice evine götürmen ki çocukları gördüğü zaman isteyip dolayısıyla onlara kızmasın. Çocuğunu elindeki yiyecekle dışarı çıkartmamandır. Size ne söylediğimi anlıyor musunuz? Komşunun hakkını tam olarak ancak ALLAH'ın acıdığı az sayıda kimseler yerine getirebilirler.»[215]

Bu hadis-i şerifte komşuluk adabı ancak özlü olarak anlatıl­mıştır. Bu temel olmakla beraber, buna benzer daha birçok yön­den komşuyu memnun etmek, İslâm'ın meşru' kıldığı ölçüde iyilik etmek elbette ki mümkündür. Bunu sınırlandırmak doğru olamaz. Zaman ve ortamın gerektirdiği,Islâm'm haram ve helal olarak değerlendirdiği esaslara uygun düştüğü ölçüde komşu memmun edilebilir. Meselâ: evinde pişen yemekten bir hisse de ona ayırmak,[216] zaman zaman hediye vermek,[217] hiçbir şey bula­mazsa güler yüzle karşılayıp hal ve hatırını sormak...[218] komşuya yapılabilecek iyiliklerden sayılabilir.

Komşuya yapılabilecek iyiliklerden birisini de Hz. Peygam­ber şöyle belirtmiştir: «Sizden herhangi biriniz, komşusunun merteğini duvarı üzerine koymaktan men'etmesin. Bu konuda izin talebini geri çevirmesin.»[219] Bu tavsiyesiyle Rasûlullah, kom­şuyu kendisinden uzak düşürecek şeyden ve lüzumsuz masrafa sokmaktan alıkoymak istemiş, yakınlıklarının kuvvetlenmesini arzu etmiş olabilir.

Bu konuda Rasûlullah'ın şu tavsiyesi de kaydedilmeye değer: Abdullah'ın oğlu Ca'fer anlatıyor. Babam Ca'fer'in ölüm haberi gelince Rasûlullah (s.a.v.): «Cafer'in ailesine yemek hazırlayın. Çünkü onların başına, kendilerini meşgul edecek bir durum gel­miştir, onlar bunu yapamazlar.»[220] buyurdu. [221]

 
III. Gayri Müslimlerle İlişkilerde Âdâb
 

A- Savaş Halinde İken Uyulması Gerekli Adâb
 

İslâm'ı yaymak, bütün insanlığa tanıtmak ve her toplumun İslâm'a girip seadete ermesi için gayret göstermek (cihad etmek) tüm müslümanların ilahî bir vazifesidir. Zira ALLAH teâlâ: «Yeryü­zünde bir fitne (şirk) kalmayıncaya ve din tamamen ALLAH'ın olup (ondan başkasına ibadet edilmeyinceye) kadar onlarla (müşrik­lerle) savaşınız. Eğer küfürden vazgeçerlerse, ALLAH onları görür (ve ona göre de onları cezalandırır.»[222] ayet-i kerimesi ile cihadı emretmiştir. Ancak her zaman ve her yerde, İslâm'ın genel pren­siplerinden olan «ifrat ve tefritten uzak olma» kaidesinin, Rah­man ve Rahim olan ALLAH teâla, savaşta da tatbikini emretmiş ve Bakara sûresinde:

«Size harp açanlarla, ALLAH yolunda siz de savaşınız. Fakat aşırı gitmeyiniz. Çünkü ALLAH (c.c.) aşın gidenleri asla sevmez»[223] buyurmuştur.

Rasûlullah (s.a.v.)'in, gazalarından birinde katledilmiş bir kadın cesedi görüp kadınların ve çocukların öldürülmesini yasak etmesi de yukarıda belirtilen görüşleri teyid etmektedir.[224]

Anlaşmalara riayet etmek, karşı taraftan anlaşmayı bozma alametleri belirmediği müddetçe sözünde durmak, şayet anlaş­manın bozulması gerekiyorsa, bozma kararını karşı tarafa bildir­mek yine İslâm'ın emrettiği insanlık kurallarındandır. ALLAH teâlâ bu konuyu Enfâl sûresinde:

«Eğer anlaşma yapan bir kavmin hainliğini (anlaşmayı boza­cak bir emare görür) endişeye düşerseniz (seni itham etmemeleri için ahdi bozduğunu onlara bildirerek) eşit olarak sen de anlaşmayı boz. Çünkü ALLAH hainleri asla sevmez.»[225] ayet-i kerimesi ile beyan etmiştir. [226]

 
B- Sulh Halinde İken Uyulması Gerekli Adab
 

Rivayet edildiğine göre Hz. Ebu Bekir'in mutallakası (boşadı-ğı hanımı) Kuteyle, kızı Esmâ'yı ziyaret etmek için gelmiş ve hedi­ye olarak da küpe vs. getirmişti. Kuteyle müşrike olduğu için Esma O'nun hediyelerini kabul etÂıediği gibi eve de sokmak iste­memiş, durumu Rasûlullah (s.a.v.)'e haber vermişti. Ki bu olay üzerine:

«ALLAH (c.r) sizi, sizinle din , ususunda muharebe etmemiş, sizi yurtlarınızdan da çıkartmamış olanlara iyilik ve adaletle mu­amele etmenizden men'etmez. Çünkü ALLAH, adaletle iş görenleri sever.»[227] ayet-i kerimesi nazil olmuştur.[228]

Rasûlullah (s.a.v.)'in hastaları ziyaret edip hidayete ermesine vesile olması ise oldukça ilginç ve tenbih edicidir. Enes (r.a.)'den nakledildiğine göre Nebî (s.a.v.), yahudilerden bir çocuğun (ölüm halinde iken) ziyaretine gitti. Başucunda oturup ona: «müslüman ol» dedi. Bu teklif üzerine çocuk yanında duran babasına bakınca babası ona: «Kasımın babasına itaat et» dedi ve çocuk da müslü­man oldu. Oradan ayrılırken Rasûlulah şöyle diyordu: «Çocuğu ateşten kurtaran ALLAH'a hamd olsun.»[229]

Onlarla ahş-veriş yapmak,[230] konuşurken sakin olmak, anor­mal davranışlarına teenni ve yumuşaklıkla karşılık vermek... Rasûlullah (s.a.v.)'ın bizzat tatbik etmiş olduğu Örnek hareketle-rindendir. Hz. Aişe'nin naklettiğine göre, bir gün yahudilerden beş-on kişilik bir grup Hz. Peygamber'in yanına geldiler. Ve «Essâmü aleyküm» (:ALLAH seni helak etsin) şeklinde selâm verdi­ler. Ben bunu anladım ve «ya Rasûlallah sana "Essâmü Aleyküm" dediler» dedim. Bunun üzerine Rasûlullah: «Yavaş ol ya Aişe, ALLAH bütün işlerde yumuşaklığı sever.» buyurdu. Ben dedim ki:

«Ya Rasûlallah, dediklerini işitmedin mi?» O: «Evet, ben de onlara "ve aleyküm" demiştim ya!» buyurdu.[231] Bu hadise de gösteriyor ki, onların sözden öteye geçmeyen davranışlarına yumuşak mukabele etmek, kızıp Öfkelenmemek sadece islâm'a has âdabından birisidir.

Onlarla alay etmemek, özellikle kızdırmak için inançlara ve mabudlarına hakarette bulunmamak ALLAH teâlâ tarafından emrolunmuş ilahî bir edepdir.

«ALLAH'tan başkasına tapalıların taptıkları şeylere sövmeyiniz. Onlar da karşılık olarak 'biz de seninkine" diyerek Allaha sövmesinler (sövmelerine sebepsiz olursunuz).»[232]

«Bu gün size iyi ve temiz olan şeyler helal kılındı. Kitap ira­den olanların yemeği size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. îman etmiş hür ve iffetli kadınlarla sizden Önce kendılerine kitap verilmiş olanların, zina etmemiş ve gizli dost tutmamış kadınları nikahlamanız da mehirlerini vermeniz şartıyla size helaldir.»[233]

ALLAH teâlâ bu ayet-i kelimesiyle, islâm diyarında ve müslümanlar arasında yaşayan gayr-i müslimlere, müslümanlarla ma­kilerinde geniş müsamaha tanımış; kendileri müslümanlara vermedikleri müddetçe emniyet içerisinde yaşayabileceği­ni beyan etmiştir.

Hz. Aişe validemiz anlatıyor: Bir gün Rasûlullah evde idi Ya­nına birisi yaklaşırken onu gördü ve:

- Şu gelen, kavminin ne kötü adamıdır, dedi. Daha sonra yanına gelen adamı güleryüzle karşıladı ve onun isteğini yerine gesi-rip gönderdi.

Adam sonra yanına gelen adamı güleryüzle karşıladı ve « isteğini yerine getirip gönderdi.

Adam gittikten sonra ben dedim ki:

- Ya Rasûlallah, biraz önce adam hakkında söylemediğin siz bırakmadın, yanına gelince de onu güler yüzle savdın, bu nasıl iş!

Rasûlullah (s.a.v.):

- Ya aişe ALLAH aşırı gidenleri sevmez, buyurdu.

Rasûlullah (s.a.v.)'m, en sevmediği ve kavminin de en şerli in­sanına karşı çıksın göstermiş olduğu ilgi ve ihtiyacını karşılayıp güler yüzle salıvermesi [234]yine islâm'ın vermiş olduğu terbiyenin neticesidir.

islâm Adâbı'nın ön gördüğü ölçüler içerisinde onlarla muaşe­rette bulunup, tahkir ve tezyiften sakınmak da yine ALLAH teâlânın emridir: "Sizinle din hususunda muharebe etmemiş, sizi yurtlarınızdan da çıkartmamış olanlarla iyilik ve adaletle mua­mele etmenizden ALLAH (c.c.) sizi menetmez. Çünkü ALLAH adaletli davrananları sever.»[235] buyurmakla onların her türlü özlük hak­larının muhafazasını istemiştir. [236]

 
IV. Yetim Ve Kimsesizlerle İlişkide Âdâb
 

Yetimler; babalanın kaybetmiş ve henüz bulûğ çağına erme­miş kimseler olarak zayıf ve başkalanmn himayesine muhtaç ço­cuklardır.

ALLAH teâlâ, yetim ve kimsesiz çocuklarla ilgilenmeyi, onların eğitim ve öğretimleriyle meşgul olmayı mü'minlere emretmekte ve şöyle buyurmaktadır:

«Bir de sana yetimleri sorarlar. De ki, onları yararlı ve iyi bir hale getirmek hayırlıdır. Şayet kendileriyle bir arada yaşarsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir. ALLAH (yetimlerin) salahına çalışan­ları, (onların mal ve halinde) fesatlık yapanları da bilir. ALLAH dileseydi sizleri zahmete sokardı. Şüphesiz ALLAH mutlak galip ve hikmet sahibidir.»[237]

Cahiliyye devrinde birçok kimseler, yetimlerin mal ve servet­lerinden faydalanması âdet haline getirmişlerdi. Niceleri de ye­tim kızları malları sebebiyle ya kendilerine yahut da oğullarına nikahlıyorlardı.[238] Öyleleri de vardı ki, koruyucusu olmadığın­dan, malına sahip çıkıp, başkalarına gitmesine mani olmak için yetim kızları elleri altında tutuyorlar; kendileri evlenmediği gibi başkalarıyla evlenmesine de mani oluyorlardı. Üstelik o zavallı­larla hüsn-ü muaşerette de bulunmazlardı.[239] İşte bu ve benzeri daha birçok acıklı olaylar sebebiyle ALLAH teâlâ:

«Yetimlerin mallarını zulüm (ve haksızlıkla) yiyenler, karın­larına ancak ateş dolduruyorlar.»[240] ve: «Yetimlerin mallarına, onlar ergenlik çağına ulaşıncaya kadar en güzel şeklin dışında yaklaşmayınız.»[241] ayet-i kelimeleriyle cahiliyye devrindeyken yapageldikleri bu gibi kötü âdetten mü'minleri men etti.

Bu ayet-i kerime nazil olunca mü'minler, yetimlerin malları­nı kendi mallarına katıp murakabe etmekten, onların iş ve du­rumlarını düzene koymaktan vazgeçtiler. Bu durum ise yetimle­rin aleyhine oluyor, geçim ve yaşayışları gittikçe kötüleşiyordu. Yetimlerin vaziyetlerinin fenalaşması da mü'minlerin ağırına gi­diyor, fakat şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Çünkü mallarını, kendi mallarına katıp işleriyle meşgul olacak olsalar, ALLAH'ın tehdidinden korkuyorlardı. Onları kendi hallerine terk edip ilgilenmeseler, yetimler başıboş olarak kalacaklar ve geçim­leri güçleşecekti. Velhasıl iyice şaşırmışlardı. Bu durumu Rasûlullah (s.a.v.)'e açıp ne yapacaklarım sormaları üzerine mezkûr ayet-i kerime nazil olmuş[242] ve böylece Rahman ve Rahim olan Yüce Mevlâ tarafından, yetimlerin bilgi, edep ve fazilet üzere büyüyüp gelişmeleri, topluma faideli birer eleman olarak katıl­maları için terbiye edilip maslahatlarının gözetilmesi mü'minlere emredilmiştir.[243]

Bununla beraber bir konu mü'minleri hala düşündürmekte idi. O da yetimlerin mallarını kendi mallarına kattıkları zaman acaba, ALLAH'ın azabına duçar olurlar mıydı? Bu konuda da Cenâb-ı Hak:

«Yetim çocukların yiyeceklerini yiyeceğinize, içeceklerini içe­ceğinize katarsanız size bir vebal yoktur. Çünkü onlar, sizin din kardeşlerinizdir. ALLAH sîzlerin niyetlerinim, kimin İslah için ki­min de ifsad ve hainlik için karıştırdığını bilir.»[244]

Yetimlerin malları ile ilgili emr-i ilahî şöyledir:

«Yetimleri evlenme çağına gelinceye kadar deneyiniz. Kendi­lerinde bir olgunlaşma hissettiğiniz zaman mallarını kendilerine hemen teslim ediniz. Büyüyecekler de geri alacaklar diye onları israf edip tez elden yemeyin. Kim zengin ise (yemekten) sakınsın. Fakir olanlar da uygun bir tarzda yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yalılarında şahitler bulundurun. Hesap sorucu olarak ALLAH kâfidir.»[245]

ALLAH teâlâ Fecr sûresinde insanların başına gelen beliyyelere bir sebep olarak: «yetime ikram etmiyorlardı»[246]

Rasûlullah (s.a.v.) de aynı şeyi emretmiş ve: «Yetimin ktzk-tini üzerine alanla ben, kıyamet gününde şöyleyiz» buyurma or­ta parmağı ile yanındakini birleştirmek suretiyle müslümîriin, yetimlere karşı iyiliğe teşvik etmişti.[247]

Kur'ân'da, yetimin eğilim ve bakımı üstlenen kimselerin faziletinden bahsederken ALLAH Teala şöyle buyuruyor: «Onlar yemege olan sevgilerine rağmen onu miskine, yetime ve esire yedirirler.»[248] Yani, kendi ihtiyaçları olmasına rağmen sevdikleri mallardan, gönül hoşluğu ile isteyerek ikramda bulunmaları sebebiyle ALLAH tarafından övülürken; yetimlere yapılacak ikramda takip edilecek adaba da işaret etmiştir. Konunun önemine bindide Rasûlullah'm şahsını misal veren ALLAH teâlâ: «Seni yetim izrsk bulup da barındırmadık mı? (çocukluğunda)yolunu kaybetmiş olarak bulup da yolunh doğrultmadık mı? bir fakir olduğunu bilip de seni zengin kılmadık mı? o halde, sen de yetimi kahretme!»[249] buyurmuştur. [250]

 
V. Fakirlerle İlişkide Âdâb
 

İnsanlar, şekil ve görünüş bakımından birbirlerinden farklı oldukları gibi rızık bakımından da farklı oldukları muhakkaktır. Bu farklılıkları, bir yönden çalışıp kazanabilme yeteneklerine bağlı[251] olmakla beraber, bir yönden de ALLAH teâlânın insanları, fakirlik ve zinginlikleriyle imtihan etmek için[252] özellikle birbi­rinden üstün olarak yaratmasının neticesidir. Cenâb-ı Hak, Kurân-ı Keriminde bu hususu şöyle açıklamaktadır:

«ALLAH, rızık konusunda bir kısmınızı diğerlerinden üstün kılmıştır,»[253] îsrâ sûresinde de:

«Bak ki biz, onları nasıl birbirinden üstün kıldık.»[254]

ALLAH teâlânın zengin kıldığı kimselerin, kendilerine verilmiş olan servetlerinde belli bir oranda sorumlulukları vardır ki, bu­nun birincisi ihtiyaç sahiplerine karşı tutumlarıdır.

«Onların mallarında fakir ve yoksulların hakkı vardır.»[255] buyuran Cenâb-ı Hak, başka bir ayet-i kerimesinde de açıkça:

«Ey iman edenler, dostluk ve şefaatin olmayacağı gün gelme­den önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ediniz. Kâfirler, zalimlerin ta kendileridir»[256] ayeti ve benzeri daha bir­çokları ile fakirlerle ilgilenmeyi, mallarından bir kısmına onları da ortak etmeyi emretmektedir.

ALLAH (c.c), infak konusunda da müslümanlara, kendi nefis ve ailelerini zarara uğratmamaları için gerekli ölçüyü koymuş ve bu münasebetle de:

«Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, tamamen açıp tutum­suz da olma. Yoksa açıkta kalır, pişman olursun»[257] buyurmuş­tur.

«Onlar, sarf ettikleri zaman, ne israf ederler, ne de cimrilik; bu ikisi arasında orta bir yol tutarlar»[258] buyurmuş, mü'minlerin vasıflarından bahisle bu konuda uyulması gereken normal meto­du açıklamıştır.

Malın ne kadarım vermek gerekir? konusuna gelince: Bu ko­nuyu sahabe-i kiram da, Rasûlullah (s.a.v.)'a sormuşlar ve bu soru üzerine ALLAH teâlâ;

«Bir de sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki, afvi (nefsi­nizin ve ehlü iyalinizin havaic-i zaruriyyesine kafi olanından faz­lasını)[259] infak ediniz.»[260] ayet-i celilesini inzal buyurmuş, infak edilecek kısmın, normal ihtiyaçların dışında, fazla olanından ve­rilmesi gerektiğini beyan etmiştir.

«Yakına, düşküne ve yolcuya hakkını ver, fakat elindekini sa­çıp savurma.»[261] emr-i ilahîsi ile infak konusunda bile olsa aşırılı­ğı yasaklamıştır.

«Mallarımızı nerelere sarf edeceğiz ve nereye vaz' edelim?» di­ye Rasûlullah'a soran Amr b. Camuh'un suali üzerine ALLAH teâlâ:

«Ya Muhammed, sana mallarını nerede sarf edeceklerini so­ruyorlar. De ki, sarf edeceğiniz şey (Öncelikle) ana-babanın, akra­banın, yetimlerin, yoksulların, yolcularındır. Her ne hayır işlerse­niz şüphesiz ALLAH, onu "çok iyi bilen (ve mükafatını da veren)dir.»[262] ayet-i kerimesini inzal buyurmuştur.

Aynı konuda Rasûlullah'a sorulan soruya Hz. Peygamber: «İnfak etmeye önce kendi nefsinden başla. Şayet senden artarsa ehline, ailenden artarsa akrabana ver. Akrabandan da bir miktar yine artarsa onu da şöyle yap buyurdu ve önünde, sağında ve so­lunda bulunan muhtaçlara dağıt anlamında işarette bulundu»[263] demiştir.

Her insanın dünya malına karşı zaafiyet duyduğu, her şeyin en iyisi ve en çoğunun kendisinin olmasını isteyeceği ruhî yapısı­nın bir gereğidir. Rasûlullah (s.a.v.) bir hadis-i kutside şöyle be­lirtmiştir: «Şayet insan oğlunun iki vadi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü de ister. İnsan oğlunun karınboşluğunu (aç gözünü) ancak bir avuç toprak doldurur.»[264] ALLAH'ın «infak ediniz» emrine uyarak mü'minin vereceği şey ise bu özelliğine rağmen vermiş ol­duğu ve gönlünden kopandır. Malının en iyisinden vermek ise in-fakm en güzeli, o nisbette de ALLAH'ı çok razı edenidir. ALLAH teâlâ bunu:

«Sevdiğiniz şeyi infak etmedikçe birre (gerçek hayra) ulaşa­mazsınız. Hayırdan neyi infak ederseniz ALLAH onu bilir.»[265] ayet-i kerimesi ile belirtmektedir.

Haram kazançtan verilmeyeceğini de Cenâb-ı Hakk'm: «Ey iman edenler, kazandıklarınızın en temiz ve en güzelle­rinden infak ediniz»[266] ayetinden anlamaktayız.

«Kendinizin, dudak büküp göz yummadan alıcısı olmadığı­nız pek **** ve bayağı şeyleri vermeye kalkmayınız.»[267] ayetiyle de belirtildiği üzere, size verilince tenezzül edip elinizi dahi süreme­yeceğiniz kötü şeyleri vermek sizleri ALLAH'ın rızasına götürmez.

Enes b. Malik (r.a.)'m naklettiğine göre, Ebû Talha, Medi­ne'de ensarm en zenginlerinden idi. Mallarından en çok sevdiği de Mescid-i Nebî'nin karşısında olup her zaman geçerken Rasûlul-lah'm uğrayarak içtiği güzel bir de suyu olan «Beyraha» denilen bahçesi idi. ALLAH teâlâ'nın: «En sevdiklerinizden infak etmedikçe birre ulaşamazsınız.» ayeti nazil olunca Hz. Peygambere geldi ve:

— Ya Rasûlallah, Cenâb-ı Hak, mallarınızın en çok sevmiş ol­duğunuzdan vermedikçe birre ulaşamazsınız, buyuruyor. Benim en çok sevdiğim malım da «Beyraha»dır. O ALLAH rızası için sada­kadır. Ben ALLAH'ın birrine ulaşmak istiyorum dedi. Rasûlullah (s.a.v.) buna çok sevindi ve onu akrabaların arasında taksim et» buyurdu. (Hazin, 1156; Bursavî, Ruhu'l-Beyan 11/63; Zemahşerî, Keşşaf, 1/444,45). ikinci bir örnek de Rebî'dir. Nakledildiğine gö­re, Rebî felce yakalanmıştı. Gelen bir dilenciye —şekeri çok sevdiği için— şeker vermesini hanımına söylemişti. Başka bir zaman da cam tavuk eti istemiş; fakat kırk gün, (nefsine hakim olmuş ol­mak için) hanımından istemedi. Nihayet kırk gün. sonra dayana­mayıp, hanımına canının tavuk eti istediğini söyledi. Hanımı: sübhanallah! ALLAH bunu sana helal kıldığı halde şimdiye kadar neden söylemedin? dedi ve derhal pazara giderek bir tavuk satın aldı, pişirip önüne getirdi. Tam yiyeceği zaman bir dilenci geldi ve «bana tasadduk edin ALLAH da size ziyadesiyle versin» dedi. Rebî, tavuğu yemekten vazgeçerek, hanımına, dilenciye vermesini söy­ledi. Hanımı «ona parasını verelim, gitsin, alsın! sen önündekini ye» demesine rağmen yemeyip parasıyla beraber dilenciye ver­dirtti. (Bursavî, Ruhu'l-Beyan, 11/63, 64).

Ahmed b. Hanbel'in Hz. Aişe'den naklettiğine göre şöyle de­miştir: Bir defa Rasûlullah (s.a.v.)'e bir keler (kertenkele yemeği) getirmişlerdi. Rasûl-i Ekrem'in ali tabı bu müstekreh yemeği ye­mek istemedi. Kimseye de bunu yemeyiniz demedi. Ben: «Ya Rasûlallah, bunu miskinlere yediriniz» dedim. O: «Sakın, kendi-nizin yemediği yemekle fukarayı itam etmeyiniz» buyurdu. (Tec-rid-i Sarih Trc. V/197, 98.)

ALLAH teâlâ dinen gerçek mutlu olanları tavsif ederken:

«Mallarını ALLAH yolunda harcayıp da sonra sarf ettikleri şe­yin arkasından başa kakmayan ve eziyet etmeyenler (yok mu?) , onların Rabları yanında mükafatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur, mahzun da olmazlar»[268] buyurmuş, yaptıkları iyiliğin sonunda verdğini başa kakma ve ezâ yolu ile müslümana sıkıntı vermeyenlerin mükafatını beyan etmiştir.

Sırf menfaat karşılığı yahut da Özel gayelerle yapılan iyilik ve ihsanlar ancak ticaret olarak değerlendirilebilir. Övgüye de layık görülmezler. Yüce ALLAH Müdessir sûresinde, Rasûlullah (s.a.v.)'a, hitapla: «Az bir şey verip de karşılığında çok şey bekleme»[269] ayeti ile ahlakın en şereflisine ve adabın en güzeline işaret etmiş, yapı­lan iyilik karşılığında insanlardan bir menfaat beklenilmemesini emretmiştir.

isteyen kimsenin şahsiyet ve durumu söz konusu olup verme­ye layık görülmemişse; yahut istenilen kimsenin durumu vermek için müsait olmadığından verilmeyecekse (ki her iki hal de normaldır) bu durumda geri çevirme normal bir mazeret ve tatlı bir sözle olmalıdır. Asla kırıcı olmamalıdır. Çünkü ALLAH teâlâ bu ko­nuda da gerekli âdabı:

«Ma'rufbir söz ve mağfiret, hemen arkasından eziyyet tâbi kı­lınacak sadakatan daha hayırlıdır.»[270] ayet-i kerimesi ile beyan etmiştir.

Güzel bir sözün dahi sadaka olduğunu[271] söyleyen Rasûlullah (s.a.v.)'ın şu davranışları bu konuda, tavzih edici bir misal olabilir kanaatindeyim:

Bir gün kendisinden bir şeyler istemek üzere gelen bir dilenci­ye: «Biraz bekle. Bana gelen bir şey olursa sana da vereyim» bu­yurdu ve bekleme esnasında ona şöyle dedi: «Omuzunda bir ip ile ormana gidip odun toplayıp satman, senin için dilenmekten daha hayırlıdır.»[272]

 

İffetli Fakir, İlan Edilmemeli
 

Zekâtın dışındaki sadakalarda gizliliğin evlâ olması: Rasûlul­lah (s.a.v.)'m «Sağ elinin verdiğini sol eli göremeyecek..»[273] şeklin­deki tavsifine uygun düşmektedir.

ALLAH teâlâ, Kur'ân'da gerçek fakirlerden bahsederken onları: «Yapacağınız hayırlar, kendilerini ALLAH yolunda cihada adamış, ALLAH'a itaatten başka bir düşüncesi olmayan, iffetlerin­den dolayı durumlarını kimseye açmazlar, o sebeple de herkes on­ları karnı tok sanarlar. Halbuki, Sen onların yüzünden aç olduk­larını anlayabilirsin, işte onları bulup veriniz. Yaptığınız ve ya­pacağınız hayırlarınızı Allahbilir ve karşılığını eksiksiz olarak verir.»[274] ayetiyle iffetli, onurlu kimseler olarak tanıtmıştır.

Rasûlullah (s.a.v.): «Herkim malını çoğaltmak için insanlar­dan dilenirse —ister az istesin, ister çok— o ancak ateş parçası is­ter.»[275] buyurmuş, muzdar olmadığı halde istemenin cehennem ateşi gibi kötü bir şey olacağını beyan etmiştir.

Başka bir hadislerinde de «Dağdan sırtıyla odun getirip parasıyla geçinmek, dilenmekten daha hayırlıdır.» buyururken şöyle demiştir: «Nefsim yed-i kudretinde olana yemin olsun ki, herhangi birinizin, ipini alıp ormana gitmesi sırtıyla odun getirip satması; bir adama gelip de vereceği yahut vermeyip defedeceği şeyi istemesinden daha hayırlıdır.»[276] Çünkü dilencilerin, ondan-bundan isteye isteye bu dünyada, yüz sulan gidip haya duygulan kalmadığı gibi Rasûlullah'm beyanına göre «kıyamet gününde de yüzlerinde bir parça dahi et kalmayacaktır.»[277]

Dilenebilecek kimseleri Hz. Peygamber şöyle sıralamıştır:

Kabisâ anlatıyor: Birisine kefil olmuştum. Bu sebeple bir şey­ler alabilmek için Rasûlullah'a gelmiştim. Bana, «biraz bekle de bize birşeyler gelirse ondan sana da verelim» buyurdu. Sonra da:

— Ya Kabisâ, şu üç insandan başkasına dilenmek helal ol­maz:

1— Kefalet altına giren kimse ki, kefaletini ödeyinceye kadar dilenmesi helaldir. Sonra bundan vaz geçmelidir.

2— Bir felâkete maruz kalıp da tüm malını kaydeden kimse, geçimini düzene koyana kadar dilenebilir.

3— Fakr-u zarurete duçar olan kimse ki, o da kabilesinden ak­lı başında üç kişinin «falan gerçekten fakirdir» şeklinde şehâdeti ile tesbit edilebilir, ihtiyacını giderinceye kadar dilenmesi helal­dir. Dilenmek için bundan ötesi haramdır. Dilenen onu haram ola­rak yer, buyurdu.[278]


[180] Tirmizî, es-Sünen, K. Edep, 40, 2795. H., V/110.

[181] A.g.e.,XXIII/202.

[182] M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/288.

[183] er-Razî, a.g.e., XXIII/202.

M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/288.

[184] en-Nûr, 24/31.

[185] en-Nûr, 24/31.

[186] el-İsrâ, 17/36.

[187] er-Razî, Tefsiru Kebir, XXIII/203.

[188] Ebu Davud, es-Sünen, K. Nikah, 44, 2149, H., H/610.

[189] Müslim, es-Sahih, K. Âdâb, 10, 2159. H., III/1699.

[190] Müslim, es-Sahih, K. Selâm, 8,2173. H., IV)1711.

[191] el-İsrâ, 17/32.

[192] M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/288-289.

[193] îbnu Kesir, Tefsir, III/283.

[194] Abdullah Ulvan, Terbiyetü'l-Evlâd, 1/521; Hadis için Bkz. Buharı, K. Salât, 69,1/116, 17; Müslim, es-Sahih, K, Salati'l-ıydeyn, 4; 892/18. H.

[195] Ebu Davud, es-Sünen, K. Libas, 37, 4112. H. IV/361.

[196] M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/289-290.

[197] el-Ahzâb, 33/32.

[198] M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/290.

[199] en-Nûr, 24/31.

[200] en-Nur, 24/31.

[201] Kurtubî, a.g.e., XII/237.

[202] en-Nûr, 24/60.

[203] M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/290-291.

[204] en-Nûr, 24/31.

[205] M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/291-292.

[206] Buharı, es-Sahih, K. Edep, 28, VII/78.

[207] en-Nisâ, 4/36.

[208] Buharî, el-Edebu'l-Müfred, bab: 64, s. 54.

[209] el-Heysemi, M. Zevaid, K. Edep, VIII/164.

[210] Buharî, es-Sahih, K, Edep, 31, VII/79; Müslim, es-Sahih, K. İman, 47. H. 1/68.

[211] Buharî, Edebu'l-Müfred, bab: 61, s. 52.

[212] Buharî, es-Sahih, K. Edep, 31, VI/78.

[213] Buharı, es-Sahih, K. Edep, 29, VII/78.

[214] Buharı, a.g.e.,K. îman, 4,1/8.

[215] Kurtubî, el-Cami, V/188'den naklen. Bkz. el-Heysemî, Mecmau'z-Zeva-id, K. Edep VIII/168-170.

[216] Müslim, es-Sahih, K. Birr ve's-Sûa, 42, 2625/141. H., IV/2025.

[217] Buharı, Edebuî-Müfred, Bab: 269, s. 208.

[218] Tirmizî, es-Sünen, K. Birr, 45,1970, H. IV/347.

[219] İbnu Mace, es-Sünen, K. Ahkâm, 15, 2335, 2337. H., 11/783.

[220] Tirmizî, es-Sünen, K, Cenaiz, 21, 998. H. IV/323.

[221] M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/293-295.

[222] el-Enfâl, 8/39; Tefsiri için Bkz. Celaleyn, Tefsir, 1/154.

[223] el-Bakara, 2/190.

[224] Buharî, es-Sahih, K. Cihad ve's-Siyer, 148, IV/21.

[225] el-Enfâl, 8/58; Tefsiri için Bkz. Celaleyn, Tefsir, 1/156.

[226] M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/296-297.

[227] el-Mümtehine, 60/8.

[228] Kurtubî, el-Cami, XVIII/95; er-Razî, Tefsiru Kebir, XXIX/304; îbnu Ke­sir, Tefsir, IV/349; Zemahşerî, Keşşaf, IV/92; vd.

[229] Buharî, es-Sahih, K. Cenaiz, 80,11/97.

[230] Buharî, a.g.e., K Buyu, 99,111/38.

[231] Buharî, a.g.e., K. Edep, 38. VII/80.

[232] el-En'am, 6)108.

[233] el-Maide,5/5.

[234] Buhari, es-Sahih, K. Edep, 38, VII/81.

[235] el-Mümtehine, 60.

[236] M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/297-299.

[237] el-Bakara, 2/220.

[238] er-Razî, Tefsiru Kebir, VI/50; Ehnalıh, Hak Dini, 11/1284.

[239] Elmalilı,a.g.e., 11/1283.

[240] en-Nisâ,4/9.

[241] el-En'âm, 6/152; el-lsrâ, 17/34.

[242] er-Râzî, Tefsiru Kebir, VI/150.

[243] er-Kâzî, a.g.e., VI/51.

[244] el-Bakara, 2/220; Bkz. İbnu Kesir, Tefsir, 1/257.

[245] en-Nisâ, 4/6.

[246] el-Fecr, 89/17.

[247] Buharî, es-Sahih, K. Edep, VII/76.

[248] el-însan, 76/8.

[249] ed-Duha, 93/6-9.

[250] M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/300-302.

[251] en-Necm, 53/39.

[252] el-Mülk, el-Mülk, 67/2; el-Bakara, 2/155

[253] en-Nahl, 16/71.

[254] el-İsrâ, 17/21.

[255] ez-Zariyat, 51/19.

[256] el-Bakara, 2/254.

[257] el-îsrâ, 17/29.

[258] el-Furkan, 25/67.

[259] Elmahlı, Hak Dini, 11/767.

[260] el-Bakara, 2/219.

[261] el-İsrâ, 17/26.

[262] el-Bakara, 2/215.

[263] Müslim, es-Sahih, K. Zekât, 13, 997, H., 11/692, 93.

[264] Müslim, es-Sahih, K. Zekat, 39,1048. H., 11/725.

[265] Âl-i İmran, 3/92.

[266] el-Bakara, 2/267.

[267] el-Bakara, 2/267.

[268] el-Bakara, 2/262.

[269] el-Müddessir, 74/6.

[270] el-Bakara, 2/263.

[271] Buharî, es-Sahih, K Edep, 34, V1I/79.

[272] Benzeri için Bkz. Müslim, es-Sahih, K. Zekât, 36.1044. H., 11/722.

M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/303-307.

[273] Müslim, es-Sahihr K. Zekât, 30,1031. H., 11/715.

[274] el-Bakara, 2/273.

[275] Müslim, es-Sahih, K. Zekât, 35,1041. H., 11/720.

[276] Buharı, es-Sahih, K Vücubu'z-Zekât, 50,11/129.

[277] Müslim, a.g.e., K. Zekât, 35,1040. H., 11/720.

[278] Müslim, es-Sahih, K. Zekât, 35,1044. H., 11/722.

M. Zeki Duman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/307-308.