hafız_32
Wed 29 September 2010, 01:34 pm GMT +0200
İKİNCİ BÖLÜM
SOSYAL HAYATLA İLGİLİ HALK İNANÇLARI
Milâdî VII. Asrın başlarında Hicaz bölgesinde özellikle Mekke çevresinde. Ticarî hayatın vermiş olduğu hareketliliğe rağmen yöreye has bazı halk inançları canlılığım korumaktaydı. Bölge halkı bu inançlarla öyle içice idi ki, bunlar, toplum hayatını düzenleyen sosyal kurallar haline gelmişti.
Hayatın bütün safhalarında şu ya da bu şekilde bir halk inancına rastJamak mümkündür. Ancak bunları tek tek tesbit etmek oldukça güçtür, Biz bunları, ayrıntılara girerek tesbit vetmek yerine, o devrin sosyal hayatında yer etmiş bazı anahtar terim niteliğindeki inançları tesbit edip hadislerle olan münasebetini araştıracağız. Burada Hicaz bölgesindeki îslâm öncesi halk inançları içinde tesbit edebildiklerimizden bazılarını görelim. [248]
A- Teşeüm
Terim olarak "Teşeüm", "şu'm" kökünden türemiş bir kelime olup, uğursuz sayma, uğursuzluğa nisbet etme, kötüye yorma anlamına gelmektedir. Bir insanı uğursuzluğa uğratmaya "şe'm, bunu yapan kimseyede "'Meş um" denir.[249]
Islâmın ortaya çıktığı dönemde Hicaz bölgesinde, Araplar arasında uğursuz sayına inancının etkin bir yeri vardı. Bu inanan Konusu ise çok çeşitliydi. Hemen her konuda buna dair izler görmek mümkündür.[250] Uğursuz kabul edilen herhangi bir inanç öge-ii, bölge halkı tarafından kötü ve çirkin kabul ediliyor, Ondan ızak durulmaya çalışılıyordu. Bunun örneklerine gerek Câhiliye Edebiyatında, gerekse ilgası, ibkası, yahut ıslahı açısından Hz. Peygamberin hadislerinde sıkça rastlanmaktadır.
Uğursuzluk inancına konu olan bazı inanç öğelerine ve hicaz bölgesi halkının bu konudaki inançlarına dair bazı Örnekler verelim. [251]
1. Baykuş Ötmesi
A) Câhiliyede Baykuş Ötmesi İnancı
Baykuş, özellikle geceleri avlanan yırtıcı bir kuştur. Ağaç kovukları, harabeler, kuleler, terkedilmiş kuş yuvaları gibi yerlerde yaşar. Antartika hariç, dünyanın her tarafında bulunur.
Câhiliye Arapları, bu kuşta uğursuzluk görüyorlardı. Onların, bu kuş hakkındaki inançları şöyleydi: Katili bulunmayıp, kısas olunmayan bir maktulün ruhu, baykuş suretine girerek geceleri gelir. "Beni sulayımz, beni sulayınız!....." diye ötermiş. Katili bulunup, kısas olunca uçar gidermiş. [252]Bir Arap şairi bunu şöyle anlatır: "Ey Amr, eğer benim kötülüğümü ve zayıflığımı (tenkid etmeyi) bırakmassan sana öyle bir vururum ki, baykuş sonunda beni sulayın! diye ötmeye başlar. (Yani öldürürüm). [253]
B) Hadislerde Baykuş Ötmesi İnancı:
Baykuş ötmesinin uğursuzluk getireceği inancı, Hz. Peygam-ber'in hadislerinde: "(Eşyada) uğursuzluk yoktur....." [254]ifadeleriyle reddedilmiş, islâm'da yeri olmayan batıl inançlardan sayılmıştır. Çünkü, Kur an ve sünnet, hâdiselerin meydana gelmesinde hakiki failin ALLAH olduğu belirterek [255]daima Tevhid'i savunmuştur. Uğurluluk veya Uğursuzluk düşünceleri, beşeri değerlendirmeler olup, hadiselerin meydana gelmesinin varlıklarının yaratılış özelliklerine veya belli davranış şekillerine bağlanmış Tevhid düşüncesine zıddır.
Baykuşun, aslında katili bulunmayan ve böylece kısas olunmayan bir maktulün ruhunun tecessüm etmiş şekli olarak kabul edilmesi, umûmî manası itibariyle "ruhun bir vücuttan diğerine intikali" demek olan "Tenasüh" inancı ile yakından ilgili olabilir. Menşe' olarak Hintlilere izafe edilen Tenasüh inancını, batılı araştırmacılardan Anz ve Dussaud, Nusayrilerdeki Tenasüh inancının yedi kademesini dikkate alarak, onun menşeinin Bâbil muhiti olduğunu belirtirler.[256] Câhiliye Araplarmın "Atamız ibrahim Peygamber!..." şeklinde devamlı hatırladıkları Hz. ibrahim (a.s)'ın, Bâbil çevresinde yaşadığı ve Bâbil krallarından Nemrud tarafından ateşe atılmak istenmesi [257]hâdiseleri de gözö-nünde alınacak olursa, Tenasüh inancının Hicaz'a da Babil yolu ile geçmiş olabileceği, bu inancın Câhiliye Arablarımn sahip olduğu "Asabiyet" düşüncesiyle de birleşince, hoşa gitmeyen sesiyle baykuşun, kan davalarını körükleyen bir uğursuzluk timsali haline geldiği düşünülebilir. [258]
2. Gûl Ve Gûlyabanıler
A) Câhiliyede Gûl İnancı
Câhiliye Araplarınca, tenha ve ıssız yerlerde bulunduklarına inandıkları, değişik suret ve renkli şekillerde görünerek onlan yoldan saptırıp helak ettiklerini kabul ettikleri, Cin yahut şeytanlardan bir cins olarak bilinen hayali varlıklara "Gûl" denir.[259] Bunların dişilerine ise, "Suulat" adı verilir.[260] Ibn Sikkit (Ö.244/848) "insanı helak eden her şey Gûl'dür." der.[261]
Bunların bir yolcuya görülmesi, uğursuzluk kabul edilirdi.Bu yüzden Câhiliye Arapları, tenha ve ıssız yerlerin tekin olmadığına her an karşılarına bir şeyin (Gûl) çıkabileceğine inandıklarından, bu tür yerlerden geçerken "Bu vadinin sahibine sığmıyorum" diyerek, bir nevi onlardan, zarar vermemeleri için izin isterlerdi.[262] Eğer yolda bir Gûl'a rastlanacak olsa, ne yapılacağı konusundaki inançları ise şöyleydi: "Gûl'a rastlanınca onu bir darbede öldürmek gerekir. Eğer ikinci darbe indirilirse, Gûl tekrar canlanır."
Bir Arap şairi bunu şöyle dile getirir:
"Gûl, bana dedi ki: îkinci defa vur. Ben de ona, yavaş ol, yerinde bekle hele. Zira ben (kılıcımı) kalbe yerleştirirdim."[263]
Bir başka şair el-Behrânî, rastladığı bir Gûl ile mücadelesini şöyle anlatır:
"Ayın son günlerinde, gece zifiri karanlıkta Gûl'e bir darbe in-dirdim, sanki toz duman oluverdi."
îkinci defa darbemi indirmiştim ki, (sanki bir) kuvvet onun ehlini koruyordu da (canlanıverdi). Keşke o sağ elim kurusaydı da (o ikinci darbeye indirmeseydim).[264]
Câhiliye Araplanmn Gûl hakkındaki inançları o kadar ileri gitmiştir ki, hatta Gûl ile evlenenler, onlardan çoluk çocuk sahibi olanların varlığına dahi inanırlardı. Mesala, Amr bin Yerbu' bunlardandı.[265]
Amr bin Yerbu' hakkında şöyle bir rivayet vardır:"Amr bin Yerbu' Gûl ile evlendi. Ondan çocukları oldu. Onun yanında uzun zaman kaldı. Gûl memleketi tarafından şimşek çaktığı zaman, Amr'a şöyle derdi: "Onu bana gösterme (onu benden gizle). Eğer onu bana gösterirsen, çocuklarını bırakır , memleketime -kavmimin bulunduğu yere- doğru uçarım." Bundan böyle ne zaman şimşek çaksa Amr, ridasıyla onun gözünü örter ve ona şimşeğin çakmasını göstermezdi. Derler ki bir defasında Amr bin Yerbu' gaflet etti. Gece şimşek çakmasına rağmen Gülün yüzünü ridasıyla örtmedi o da uçup gitti. Uçarken şöyle diyordu:
"Amr çocuklarım sıkı tut. Ben çakan şimşeğin yeryüzüne kaçan kıvılcımıyım..."[266]
Gûl ile evlenme yani Cinierle evlenme inancı ülkemizde de yaygındır. Ne var ki böyle bir olayı ispat etmek çok güçtür. Cinlerle evlendiğini (Gûl de cin taifesinden kabul edildiğinden o da buna dahildir.) iddia eden kimseler de bunu ispat edememekteler, sadece bir iddiadan ibaret kalmaktadır. Onun için bu tür iddia sahiplerinin ruhi bir rahatsızlıkları olduğu akla gelmektedir.
Türkçemizdi Gûl'e, "Gûlyabani" denildiği gibi, cadı, hortlak da denilir. Bütün bunlar, Gûl cinsinden korkunç yaratıklar kabul edilir.[267] Câhiliye Araplanmn sahip oldukları Gûl inancımn varlığı, Gûlyabani şekliyle hemen aynı kabul edilmiştir. Bunun içindir ki, ıssız, tenha, harabe ve çöplüklerden geçerken, Câhiliye Arapların yapkılarma benzer şekilde "Tu destur!..." denilerek geçilir ve böylece Gûlyabanilerin zarar vermesinden korunulacağına inanılır.[268]
B. Hadislerde "Gûl" İnancı
Câhiliye Arapları arasında yaygın olan "Gûl" inancının Hz. Peygamberin hadislerinde hem müsbet hem de menfi yönleriyle konu edildiğini görmekteyiz. Yani bir kısım hadislerde zahiren "Gûl"ün varlığı kabul ediliyor gibi anlaşılıyor ise de, diğer bir kısım hadislerde onun tamamen reddedildiği ifade edilmektedir. Konu ile ilgili hadislerden örnekler görmeye çalışalım.
Ebû Eyyüb el-Ensari'den yapılan rivayette "Gûl" ile yapılan bir mücadeleden bahsedilmektedir. Ebû Eyyüb el-Ensari'nin içinde hurma bulunan bir duvar bölmesi vardı. "Gûl" gelir ondan alırdı. Bundan Hz. peygambere yakındı. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu: "Git, onu gördüğün zaman, Bismillah, Peygamber'e icabet et! de." Sonra Ebû Eyyüb, "Gûl'u yakaladı. Fakat bir daha dönmeyeceğine yemin etmesi üzerine onu bıraktı. Müteakiben Hz. Peygambere geldi, Rasûlullah ona: "Esirini ne yaptın" diye sordu. Ebû Eyyüb, "bir daha dönmiyeceğine yemin etti" dedi. Rasûlullah o yalan söyledi ve esasen yalan söylemeye de alışıktır." buyurdu. Ebû Eyyüb, "Gûl"ü bir kere daha yakaladı, o bir daha dönmeyeceğine yemin edince, onun serbest bıraktı. Sonra Rasûlullah'a geldiği vakit; "Esirini ne yaptı" diye sordu. Ebû Eyyüb, "bir daha dönmeyeceğine yemin etti. (bıraktım)" dedi. Daha sonra "Gûl'u üçüncü kez yakalayınca, ona "seni Rasulullah'a götürmeden bırakmıyacağım." dedi. Bunun üzerine "Gûl" mukabelede bulundu. "Ben sana bir şey söyleyeceğim... Ayetel kürsi. Evinde bunu oku. Ne şeytan ne de başkası sana yaklaşamaz." Ebû Eyyüb, Hz. Peygambere geldi. Rasûlullah ona: "Esirini ne yaptın?" diye sordu. Ebû Eyyüb, "Gûl"ün dediklerim anlattı.
Rasûlullah: "Doğru söyledi fakat kendisi yalancıdır" buyurdu.[269] Tirmizi'nin (279/892) "Bu hadis hasen-gariptir" diyerek naklettiği bu hadise benzer, çok sayıda hadis nakledilmiştir. Muaz bin Cebel, Ubey bin Ka'b, Ebû Useyd ve Zeyd bin Sâbit'in de bu konuda benzer rivayetleri vardır.[270] Ancak hadis metinleri ayrı ayrı incelendiği zaman farklı ifadelere rastlanmaktadır. Şöyle ki:
Bu rivayetlerden Ebû Eyyüb el-Ensari ile Ebû Useyd'in rivayetlerine de geceleri hurma çalan varlık için "Gûl" tabiri kullanılırken, Muaz bin Cebel bunun için "şeytan" kelimesini kullanmış, Ubey bin Ka'b ise, yeni buluğa ermiş delikanlı biri olduğunu anlatarak ona "Sen Cin misin, insan mısın?" diye sorduğunu, Onun cin olduğunu söylediğini, çalmış olduğu hurmaları elinden almak isteyince, ellerini uzattığında, elinin köpek ayağına benzediğim, üzerindeki tüylerinin de köpek tüyü gibi olduğunu belirtmektedir. Bu konudaki Ebû Hüreyre'nin rivayetinde ise : "Birisi geldi", şeklinde meçhul bir şahıstan bahsedilmektedir.[271] Hadislerde anlatılan ortak konu ise, Biriktirilmiş zekat hurmalarının çalınması, çalanın yakalanarak Rasûlullah'a götürülmek istenmesi sırasında onun, Ayetel-Kürsinin faziletini haber vermesidir.
Tirmizi'nin naklettiği Ebû Eyyüb el-Ensari'nin rivayeti hakkında "Bu hadis Hasen-Garibtir" denilmiştir.[272] "Garip hadislerin ise, metin yönünden tek kalmış, yahut isnadı tek kalmış hadisler olduğunu biliyoruz."[273] "Garip hadisler içinde makbul olanları bulunmakla beraber, ekseriyeti zayıftır. Bu sebebten Tabiiler, Et-bau't-Tabiin ve daha sonraki nesillerin hadiscileri, Garib Hadis-ler'e pek rağbet etmemişlerdir.[274]
Buhari'nin zikrettiği Ebû Hüreyre hadisinin Muallak olduğu[275] hatta Ibn Arabiye göre Munkatı olabileceği ifade edilmiştir.[276] Gerek Muallak ve gerekse Munkatı Hadisler, zayıf hadisler grubundandır.[277]
Hadisin rivayet farkından doğan değişik ifadeler, ravilerin hurmaları çalan hırsızın tayin ve tesbitinde kendi anladıkları gibi olayı aktardıklarım anlıyoruz. Çünkü hurmaları çalan kimine göre, "Gûl" dür. Kimine göre, şeytandır. Kimine göre elleri köpek ayağına benzeyen genç bir delikanlıdır, kimine göre de meçhul bir şahıstır. Bu farklı ifadeler, her ravinin ya kendi hatırladığı veya kafasında Öyle şekillendirdiği bir varlık olarak anlatıldığına işaret etmektedir.
Mezkur hadislerin gerek ifade ettiği manadaki garûbet gerekse sened yönünden illetli olmaları, hatta Buhari'nin naklettiği Ebu Hüreyre rivayetinde hadisin müdreç olduğunu hadis otoritelerinin tesbit etmiş olmaları [278]bu hadisleri daha ihtiyatlı olarak ele almamızı gerektirmektedir.Yine Hz. Peygamber'in"Hastah-ğın bizatihi sirayeti yoktur, eşyada uğursuzluk yoktur, Gûl denilen bir şey de yoktur"[279] Hadisi de, kanaatimizi te'yid etmektedir. Sünnet, Gûl inancını reddetmiştir."
"Güller sizi aldattığı zaman heman ezan okuyunuz."[280] hadisi ise, daha çok sizin zihninize bu tür düşünceler geldiği zaman onların vesvesesinden kurtulmak için ezan okuyarak ALLAH'ı hatırlayınız, onların uyandıracağı kötü duygulardan uzaklasınız manasmdadır. Yoksa Güllerin varlığını kabul etmek değil, bilakis yanlış düşüncelerden doğru düşüncelere bir davet vardır. Bu hadis bize, ülkemizde yaygın olan ve halk arasında Albastı veya Alkarası olarak bilinen ve çok kere de ezan okumakla kendisinden kurtulunduğuna inanılan bir inancı da hatırlatmaktadır.[281]
3. Kadın Ev Ve Atin Uğursuzluğu:
A) Câhiliyede Kadın, Ev Ve Atın Uğursuzluğu İnancı
Bu üç unsurun uğursuz olduğunu veya uğursuzluk kaynağı olduğu hakkında Câhiliye Arapları arasında mevcut bir inancın varlığına net olarak rastlamış değiliz. Ancak bazı karineler ve işaretler, bize bunun vaı*olabileceği ihtimalini gostemektedir. Bununla birlikte ciddi bir araştırmanın gerektiğini de ifade etmek istiyoruz. Biz burada daha çok hadislere konu oluşu itibariyle yaklaşmak istiyoruz. Hadislerde geçtiği şekliyle Hicaz bölgesinde bu üç konuda uğursuzluk inancının varolduğunu ve mahiyetinin nasıl olduğunu görmekteyiz. [282]
B) Hadislerde Kadın, Ev Ve Atın Uğursuzluk İnancı
Kütüb-i Sitte dahil diğer muteber hadis kitaplarında da gördüğümüz gibi, Hz. Peygamber'in Kadın, Ev ve Atın uğursuz oluşu hakkında lehte ve aleyhte pek çok hadisi vardır. Bütün bü hadisler derlenip beraberce müteala edildiği zaman, mevcut hadislerin genel olarak uçana grupta toplandığını görüyoruz:
1. Uğursuzluğun Kadında, Evde ve Atta olduğunu anlatan hadisler.[283]
2. Câhiliye Araplarının, Kadında, Evde ve Atta uğursuzluk olduğuna inandıklarını hikaye edennakleden hadisler[284]
3. Uğursuzluk diye bir şeyin olmadığım anlatarak bunu reddeden hadisler.[285]
Câhiliye döneminde halkın, pek çok şeyler hakkında uğursuz olduğu inancına sahip olduklarını daha önce görmüştük. Ancak, kadmla-Evle ve Atla teşe'üm ettiklerini (Uğursuzluk kabul ettiklerini) anlatan hadislerin manasına işaret ederek Ibn Hacer el-Askalani (Ö.852/1448) şöyle der: "Kadının uğursuzluğu, çocuk doğurmaması, evin uğursuzluğu, kötü komşularının bulunuşu, atın uğursuzluğu ise, üzerine bindirmemesi ve huysuz oluşudur." Böylece adeta Câhiliye halkının bu üç konudaki menfi düşüncelerinin illetini belirtmektedir.[286] Hz. Peygamberin "Uğursuzluğun, Kadında, Evde ve Atta olduğunu"[287] anlatan sözleri, bu üç konuda uğursuzluğun varolduğunu kabul etmek değil, sadece câhiliye halkının o dönemde böyle bir inanca sahip olduklarını nakletmekten ibarettir. Nitekim, Hz. Aişe'nin naklettiği şu olay bunu açıkça ortaya koymaktadır:
Beni Amir'den iki kişi, Hz. Aişe'nin huzuruna gelerek: Ey Aişe, Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber'in: Uğursuzluk, şu üç şeyde: Kadında, Evde ve Attadır "dediğini haber veriyor, ne dersiniz? diye sormuşlardı. Bunun duyunca, Hz. Aişe son derecede kızarak: Katiyyen Resulullah böyle bir şey söylememiştir. O, yalnızca Câhiliye halkının, kadın, ev ve atta uğursuzluk gördüklerini ve öyle inandıklarını bildirmiştir." demiştir.[288] Bu sözleriyle Hz. Aişe, Rasûlullah'm, Câhiliye halkının böyle bir inanca sahip olduklarını hikaye ettiğini ifade etmişlerdir. Ebu Davud et-Tayâlisi (ö.203/818)'nin Müsned'inde, Muhammed bin Raşid'in Mek-hul'den yaptığı şu rivayet ise, konuyu daha değişik zemine çekmektedir.
"Hz. Aişe'ye, Ebû Hureyre, "Rasûlullah'm Uğursuzluğuk, üç şeydedir: Kadında, Evde ve Attadır" buyurduğunu haber veriyor, ne dersiniz diye sormuştu. O, şöyle cevap verdi: "Ebû Hüreyre Rasûlullah'ın huzuruna girdiğinde Rasûlullah: ALLAH Yahudileri kahretsin. Onlar: Uğursuzluk ÜÇ şeydedir: Kadında, Evde ve Attadır" diyorlardı, diye (Yahudilerin inananı) anlatıyordu. Ebû Hüreyre hadisinde baş tarafım ezberleyememiş"[289]
Görülüyor ki Hz. Aişe'nin bu rivayetinde "kadında, evde ve atta uğursuzluk olduğu" inancının Yahudilere ait bir inanç olduğunu, Hz. Peygamberin ise, bunu sadece hikaye ettiği anlaşılmaktadır. Burada karşımıza çıkan problem şudur: Hz. Peygamber'in hikaye tarikiyle naklettiği bu inancın Yahudilere ait bir inanç olduğunu hatırlatarak, insanların bu tür inançlara sahip olmamaları için onları ikaz mı etmiştir, yoksa başka bir gayeye mi matuftur? Bu konuda tam olarak açık bir şey bilmiyoruz. Çünkü ilgili hadislerin vürûd sebebini tam olarak tesbit etmiş değiliz.
Yine îbn Hacer, kil tarikiyle {zayıf bir rivayetle) yaptığı nakilde" Kadında, Evde ve Atta uğursuzluğun olduğunu" Hz. Peygamberin önceleri kabul ettiğini, sonra nazil olan bir ayette bu konudaki hükmün neshedildiğini anlatarak şöyle der: Bu şekilde teşe'üm (uğursuzluk inancı) ilk zamanlardı, sonra şu ayetle nesho-lundu: Ne yerde ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiç bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapda yazılmış olmasın. Doğrusu bu, ALLAH'a kolaydır." [290]Bu nakil ise bize böyle bir inancın, daha önceleri Hz. peygamber tarafından açıklandığını, ancak gelen ayetle nesholunduğunu anlatarak, önceki rivayetlerde geçen bu inancın, Yahudilere has bir inanç olduğu düşüncesini zayıflatıyor ise de, yapılan naklin, kîl tarikıyla olması, meçhûliyet üzerine bir nakil olduğunu göstermesi bakımından, bu nesh olayına itibar edemiyoruz. Bu konuda anlaşılması gereken husus, hiç bir tevcih ve yoruma gitmeden Ahmed bin Hanbel (Ö.241/855)in Müsned'ine aldığı şu hadiste açıklanan huştur: "Üç şey ademoğlunun saadetindendir. Üç şey de ademoğlunun şeka-vetindendir.
Ademoğluna saadet getiren üç şey: Saliha kadın, rahat ev ve iyi binit. Ademoğluna şekavet getiren üç şey de: Kötü kadın, kötü ev ve kötü binittir."[291]
Konu ile ilgili hadisler arasında geçen bir hadis şöyledir: "Bir adam Rasûlullah'a gelerek: Biz bir eve taşındık. Orada mallarımız ve çocuklarımız arttı. Sonra da başka bir eve taşındık orada ise hem sayımız azaldı hem de mallarımız telef oldu. "diye akibe-tin ne olacağı konusunda sorması üzerine, Hz. Peygamber: "Orayı terkedin, bırakın orası kötü bir evdir." buyurmuştur.[292] Ibn Kutey-be (ö.276/888) bu hadis hakkında değerlerdirmede bulunurken: "Rasulullah (s.a) onlara, sadece evlerinden ayrılmalarını emretti. Çünkü onlar o evin havasını ağır buluyorlar ve kendilerine isabet eden musibetlere rağmen sıkıntılı olarak orada oturuyorlardı. Rasulullah (s.a) onlara, o evi terketmelerini emretmişti."[293] şeklinde, onların içinde bulundukları psikolojik durumu dikkate alarak böyle bir emir verdiğine işaret etmektedir. Ibn Hacer (Ö.852/İ448) ise, konuya "Fiillerin isnadının ancak ALLAH'a yapılması gerektiği "düşencesinden hareketle, bu inancın (yani bir şeyi yaratanın Allah olduğu inananın) kalplere yer etmesi için böyle bir emir verdiğine işaret olduğunu, anlatır ve şöyle der: "Peygamberimizin bu emri, Câhiliye halkının tanıdığı uğursuzluk düşüncesine inanmış olmasından dolayı değil, onların bu şekildeki içinde bulundukları evdeki sıkıntıları, Alllah'm onlar hakkındaki takdirine uygundur. Yani onlar orada bu sıkıntıyı zaten çekeceklerdi, Hz. peygam-ber'in onlara evi terketmelerini emretmesi, o evi terkedince dahi, ilâhî hükmün tecelli ettiğini görürlerse sahip oldukları câhiliye inananda ısrar etmemeleri içindir."[294] Böylece onlar anlayacaklardır ki, başımıza ve mallarımıza gelen bu felaket, o evde oturduğumuzdan değil, ALLAH'ın bizim hakkımızdaki ilâhî hükmün tecellisinden dolayıdır.
Bütün bu tevcih ve açıklamalar, temel prensip olarak "Uğursuzluk" düşüncesinin reddedildiğine işaret etmektedir.
At hakkındaki uğursuzluk inancına gelince, onun bizatihi uğursuz oluşundan dolayı değil, huysuz olmasının, sahibini taşımamasının ve kendisiyle cihada çıkılmamasmm hadislerde mecazî olarak anlatılması halidir.[295] Hz. Peygamberin atın lehinde pek çok hadisleri vardır.[296]
[248] Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/371.
[249] Ibn Manzur, Lisanu'l-Amb, XII, 314 vd.; Kamus, III, 488-489.
[250] Müslim, Salat, 93-94/11, 313; Buharı, Megazi, 83/IV, 140; Müsned, VI, 229.
[251] Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/371-372.
[252] Ibn Manzur, Lisan, XII, 624-625; Nevevi,Min/ıac (Şerhu Müslim), XIV, 225.
[253] Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/372.
[254] Müslim, Selam, 102-103/11,1743.
[255] Müslim, Selam, 101/11,1742-1743.
[256] B. Garra De Vaux, "Babil" maddesi, Î.A., XII/1,158-159.
[257] Sargon E., "Babil" maddesi, D.I.A., IV, 392-395.
[258] Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/372-373.
[259] Kamus, II, 307; Alûsî, Bulugu'l-Erab, II, 340; Nevevî, Minhac (Şerhu Müslim), XIV, 216-217.
[260] Nedvi, İslâm Tarihi, I, 304 (Hazırlayan: E. Edib)
[261] îbn Manzur, Lisan, XI, 507.
[262] Ibn îshak, Sire, s. 92; Ibn Hişam, Sire, I, 201; îbn Manzur,a.g.e., XI, 508.
[263] Alusî, Buluğu'1-Erab, II, 343.
[264] Alusî, a.g.e., II, 344.
[265] Alusî, a.g.e., II, 340.
[266] Alusî, a.g.e., II, 340, 341.
[267] Özon,M.N., Osmanlıca Türkçe Sözlük, s. 237.
[268] Türk Edebiyatında da konu edilmiş olan Gulyabaniler hakkında Hz.Rah-mi Gürpınar'ın "Gûlyabani" isimli eserini de hatırlıyoruz.
Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/373-375.
[269] Tirmizi, Sevabu'l-Kur'an, 3/V, 158; Miibarekfuri, Tuhfetü'l-Ahvezi, VIII, 183-184.
[270] Aynî, UmdeM'l-Kari, XII, 144-148.
[271] Aynî, a.g.e., XII, 144,148.
[272] Tirmizî, Sevabu'l-Kur'ân, 3/V, 158.
[273] Uğur, M., Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 102.
[274] Uğur, M., a.g.e, s. 139.
[275] Muallak Hadis: Hadisin baş tarafından bir veya peşpeşe birkaç ravinin ismi söylenmeden, söylenmiyen sonuncu kişinin üst tarafındaki kişiden rivayet edilen hadistir.
[276] Aynî, a.g.e, XII, 144-148.
[277] Uğur, M., a.g.e s. 139.
[278] İbn Hacer, Fethu'l-Barî, IV, 185.
[279] Müslim, Selam, 107-108AI, 1744-1745.
[280] Müsned, II, 305-382.
[281] Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/375-377.
[282] Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/377-378.
[283] Buharî, Cihad, 47/111, 217; Nikah, 7/III, 124; Tıb, 43, 54(VII, 26, 31; Ebu Davud, Tıb, 24/ÎV, 19, Tirmizi, Edeb, 58/IV, 126; Müslim, Selam 115-120; Nesai, Hayl, 5/V, 27.
[284] İbn Mace, Nikah, 55, V, 220.
[285] Buharî, Tıb, 44/111, 27.
[286] İbn Hacer, Fethü'l-Bari, VI, 47.
[287] 31 no'lu dipnotta gösterilen yerler.
[288] Aynî, Umdetü'l-Karî, XI, 396; îbn Kuteybe, Uyunu't-Ahbar, 1147.
[289] Tayalisi, Müsned, 215 nr. 1537; İbn Hacer, Fethü'l-Bari, VI, 47.
[290] Hadid, 57/22.
[291] Müsned)VII,168.
[292] Ebu Davud, Tıb, 20/TV, 19; Muvatta, İstizan, 8/II, 972; Ibn Hacer, Fethu'l Bari, IV, 47; Ibn Kuteybe, Uyunu'l-Ahbar, 1,150.
[293] Ibn Kuteybe, Te'vilü'l-muhtelifi'l-Hadis, s. 144.
[294] Ibn Hacer, a.g.e., VI, 47.
[295] îbn Hacer, Fethu'l-Bari, Vly, 46-47.
[296] Buharî, Cihad, 43-44/111, 215; Müslim, İmaret, 96-100/111, 1492-1494; Tirmizî, Cihad, 10A73, 203; îbn Kuteybe, Uyumu'l-Ahbar, 1,153-154.
Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/378-381.