sidretül münteha
Sat 12 March 2011, 06:05 pm GMT +0200
d- Sonuç
TC'de yaşayan Müslümanların AT gibi bir organizasyona dahil olması meselesi için gerek Kur'ân-ı Kerim'e, gerek hadis-i şeriflere, gerekse bu ikisine dayalı ictihad, kıyas ve yorumlara salt akademik bir bakışla şunlar söylenebilir:
1- Mevcut naslar Türkiye'nin, -eğer varsa- her şeyiyle bir İslâm toplumu olduğunu kabul edenlere hiç bir tevil ve yorum ihtimali bulunmaksızın, bununla asla mümkün olmayacağını sarahaten bildirir. Onlar için artık uzun söze gerek yoktur.
2- Halkının kahir ekseriyeti müslüman olmakla beraber; idare, yasama ve yargı açısından Türkiye zaten bir İslâm ülkesi değildir. Binaenaleyh, AT'na girmesiyle İslâmî açıdan kaybedecek bir şeyi yoktur, diyenlerin olacağı bir gerçektir. Onlar bu görüşlerine şu ifadelerle de destek aramaktadırlar:
Müslümanlar için Avrupalı olmak, AT ile bağlantısız bir Türkiye vatandaşı olmaktan daha kötü değildir. Çünkü Türkiye'de başını örterek üniversiteye giremeyen kızlarımız AT bünyesinde bunu yapabileceklerdir. Müslümanlar dinlerinin diğer gereklerini, davet ve tebliğ görevlerini daha rahat yerine getirebilecekler, lâiklik gerçek anlamıyla işletileceğinden buna kimse karışmayacak, din ve vicdan hürriyeti tam anlamıyla yaşanabilecektir. Hıristiyanlığın skolastik ve gayr-i mantıkî öğretilerinden gına getirmiş ve manevî tatminsizlik içinde kıvranan Avrupalıya dinimizin güzelliklerini anlatma fırsatı bulmuş olacağız. İnançlarından ötürü Türkiye'de baskı ve zülüm gören insanlar, haklarını arayabilecekleri merciler bulacaklardır. Kısaca "Avrupa'yı içten fethetme imkânına kavuşacağız" vs.
İslâm bir bütün olarak değerlendirildiğinde bu görüşlere bütünüyle katılmak mümkün görülmüyor. Çünkü:
a- Her şeye rağmen Türkiye'yi bir Avrupa ülkesinden farksız görmek doğru olmamalıdır. Çünkü:
Türkiye'de halk müslümandır, Avrupa'da değildir. Türkiye'de idare edenlerin bazıları müslüman olduklarını açıkça söylemekte, bir kısmının da en azından diğer dinlerden yana olmadığı bilinmektedir. Avrupa'da durum bunun aksinedir. Türkiye bazı mezheplere, meselâ Şafiîlere göre bir İslâm diyarıdır, topraklar gasp olayı yaşıyor olsa dahi müslümanlarındır, başkalarına verilmesine rıza gösterilemez. Hanefî Mezhebine göre düşünüp, ülkeye idare biçimine bakarak ad verecek müslümanlar açısından bakıldığında ise; Türkiye'de idareyi ve bu idarenin sahiplerini onlar seçmemişlerdir. AT'na girmeyi istemeleri halinde ise Allah (cc)'ın, "velayetinizi vermeyin" dediklerini kendilerine hür iradeleri ile kendileri veli edinmiş olacaklardır.
b- İslâmı ayakta tutan en büyük gücün "Cihad Ruhu" olduğu, müteaddid naslardan anlaşılmaktadır. Bu ruhu yaşamayanlara Kur'ân'ı Kerim tehditler yöneltmekte, çok elim azap ve millet olarak tarihten silinip, yerlerini başkalarına bırakma gibi kötü bir akıbetle va'îd etmektedir. [1153] Cihadı canlı tutmamak, millet olarak kendi kendini tehlikeye atmakla eş anlamlı görülmektedir. [1154] Rasulüllah (sav) cihad yapmadan ve içinde cihad ruhu taşımadan ölenlerin bir çeşit nifak üzere öleceklerini [1155] haber vermiş, "ine alım-satımı yaptığınız, ineklerin kuyruğuna tutunduğunuz, ziraatla yetindiğiniz ve cihadı terkettiğiniz zamon, Allah sizin başınıza öyle bir zillet verir ve düşmanlarınızı size hakim kılar ki, tekrar aslî dininize dönmeden bu zilletten kurtulamazsınız" buyurmuştur. Buna göre AT'na girmek bu zilleti hak etmekten öte, bir an önce gelmesi için çırpınmak demek olarak görülebilir. Türkiye'nin iktisadi şartlarında yaşayan müslümanların, müslümanca kullanılışı belirlenmemiş tekniğin ve medeniyetin birden bire içine düşmekle, bu ruhtan bütün bütün uzaklaşacakları söylenebilir.
c- Yapılacak tebliğ ve davetin kabulünü kolaylaştıracak en önemli unsur, onun güçlüden ve beğenilenden gelmiş olmasıdır. Bu açıdan Türkiye'li Müslümanların AT ülkeleri halklarına anlatacakları fazla bir şeyleri yoktur. Dilencinin öğütlerinde hikmet arayan görülmüş değildir.
d- Yeterli ve sağlam dini eğitimi alma imkânına sahip olmayan Türkiye'li Müslüman, kahir ekseriyeti itibariyle Avrupalı'ya dininin güzelliklerini anlatacak bilgi ve şuur düzeyinde değildir. Bu yüzden etkileyen değil, etkilenen durumuna düşmesi kaçınılmazdır.
e- Maddî açıdan da güçlü olan Avrupalı Yahudi ve Hıristiyanlar AT'na girmemiz halinde yurdumuzun her yöresine kiliseler ve havralar dikme imkanını bulacak ve zaten hiçbir dinle alakası olmayıp, manevî boşluk hisseden ve çoğunluğu teşkil eden vatandaşımıza maddî ihtiyaçlarıyla da ilgilenmek suretiyle kendi dinlerinin propogandasını yapacaklardır.
f- Lâikliğin gerçek anlamıyla işlemesi ve müslümanların bu gün bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi dini faaliyetlerinde bütünüyle serbest bırakılacakları düşüncesi gerçekleşemez görülüyor. Çünkü bu, müslümanların güçlü -yani başkalarına göre tehlikeli- olmasıyla ters orantılı bir şeydir. Statükoyu zorlayacakları her yerde onlara göz açtırılmayacağı görünen bir gerçektir. Batı Trakya mes'elesi ve yine geçen haftalarda Fransa'da biri yıkılan, bir de yapımına müsaade edilmeyen cami olayı bunun canlı kanıtlarındandır.
Dini inançları yüzünden baskı gören, ceza çeken müslümanların bu durumlarında bir değişikliğin olmasını beklemekde, "İnsan Hakları" gibi isimlerle kurulmuş derneklerin, Avrupa ülkeleri basın-yayın organlarının, özellikle de BBC'nin Türkiye'de ilgilendikleri mahkûmlara ve mahkûmiyet sebeplerine göz atıldığında hayal ürünü gibi görünüyor.
3- Mütefekkir bir büyüğümüzün, "İstikbâlde Türkiye bir Avrupa Devletine, Avrupa ise bir İslam devletine gebedir" mealindeki vecizesini, AT'na girmede istekli olmak için bir delil görmek de İslam nokta-ı nazarından doğru olmaz. Önce bunun bir keramet mahsulü ve isabetli bir teşhis ve tespit olduğunu teslim etmek selim akıllar için zor değildir diyebiliriz. Ancak buna rağmen bu ifade AT'na girmeyi öğütlüyor ve teşvik ediyor da değildir. Avrupa'nın bir İslam devletine gebe olması ihtimali ayrı bir şey, Türkiyeli Müslümanların AT ile entegrasyona girmesini istemek ayrı bir şeydir. Yani bu ifade de öncelikle böyle davranmayı gerektirecek bir anlam yoktur. İkinci olarak bu ibare şer'î bir nas değildir. Konuya açıkça ışık tutan şer'i nasların olduğu bir yerde, müslümanın dini emirlerin hiyerarşisine itibar etmesi istenir. "Mevrid-i nasda içtihada mesağ yoktur."
4- Gerçi Müslümanların AT ülkelerinde dini yönden bütün başarısızlığa uğrayacakları ve hiç bir varlık gösteremeyecekleri de kesin değildir. Hatta sözkonusu edilen fetihlerin ve doğumla-nn olması da ihtimal dahilindedir. Ancak delilden kaynaklanmayan ihtimallere göre hareket etmek, genellikle İslâm'ın, özellikle de İslâm hukukunun ruhuna uymayan bir davranış biçimidir.
Ve şu âyet-i kerime bütün bu tespitleri özetler:
"Ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar, sen onların dinine uymadıkça senden asla hoşnut olmazlar. De ki, (gerçek) hidayet Allah (cc)'ın hidayetidir (İslam'dır). Eğer sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, artık Allah (cc)'tan gayri sana ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır." [1156]
Maruzatım bundan ibarettir. Gelme ve dinleme lütfunda bulunan haziruna saygı, şükran ve selâmlarımla... [1157]
[1153] bk.,K.Tevbe: 9/39-43
[1154] bk. Bakara: 2/195.
[1155] Müslim, imara, 33; Makdisî, el-Muharrar, 11/439
[1156] K, Bakara: 2/120.
[1157] Doç. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nün Yayıncılık, İstanbul 1997: 426-430.