- Sonuç Ve Değerlendirme

Adsense kodları


Sonuç Ve Değerlendirme

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
meryem
Sat 12 February 2011, 04:42 pm GMT +0200
Sonuç Ve Değerlendirme

Asıl itibariyle “Velayet” ve “el-Velyü” mastarlarından tü­reyen ve ismri fail anlamında bir sıfatı müşebbehe olan “Velî” kavramı lügatte çeşitli anlamlara gelmektedir.

Bir yağmurun peşinden yağan yağmura denir. Keza bir adamın dostuna, yâr ve arkadaşma/sadîkına velî denir. “O, onun sevgilisi, dostu, arkadaşı, yardım edeni ve yardımcısı manasına”', denilir. “VLY” maddesi, iki veya daha fazla nesnenin aralarına kendilerinden olmayan yabancı bir şey gir­meyecek şekilde peşpeşe meydana gelmeleri manasına vaaz olunmuştur. Bu meydana geliş, istiare tarikiyle mekan yönün­den, nisbet yönünden, din yönünden, arkadaşlık/sadak yönün­den, yardım etme ve itikad yönünden yakınlık manasına da kullanılır.

“Allah Teala'nın isimleri arasında velî, yardım eden de­mektir. Alemin ve mahrukatın işlerini deruhte eden ve onları yerine getiren manasına gelir, denilmiştir. Allah'ın isimlerinden biri de vâli'dir. O da bütün eşyanın mâliki ve mutasarrıfı demektir.

Kavram, yardımcı/nasır, arka/sırt/zahr, yardım­cı/arka çıkan/destekçi/zahîr, müttefik/halîf,

andlaşma/dost/dostluk/hılf, yardımcı/ensâr, yardımcılar/a'vân, sırdaş/velîce kavramları ile de izah edilebilir.

Bütün bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere veli kelimesi, sözlük anlamlarına uygun olarak daha ziyâde bir kimsenin veya bir topluluğun yahut bir milletin menfaatleri ve elde etmek iste­dikleri amaçlar doğrultusunda dînî, siyâsî, içtimaî, maddî, hu­kukî, kısaca her türlü işlerini üzerine alan ve bu konularda tam bir tasarruf hakkına sahip olan idareci, hakim otorite, koruyucu, gözetici, mâlik, yardımcı, sırdaş ve dost anlamlarında kullanılan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kur'an'da aynı kökten türeyerek; köle azad eden ve azad edilen köle manalarına kullanıldığı gibi veli ve efendi anlamla­rına da gelen “Mevlâ” ve onun çoğulu olan mevâlî kelimeleri de kullanılmıştır. Ancak Râğıb el-Isfehânî'nin de belirttiği gibi, Kur'an, velî kelimesini Allah ve kulun ortak sıfatı olarak kul­lanmasına rağmen mevlâ sıfatını yalnız Allah için kullanır.

Mü'minlerin gerek birbirleriyle, gerek başkalarıyla olan sosyal, siyasal, beşerî ve hukukî münasebetlerinin tanzimini konu edinerek Kur'an-ı Ker'im'de sık sık tekrarlanan “Velî” kavramının mahiyetini incelerken bu kavramın asıl menşei olan “Velâayet” kavramını gözardı edemezdik. Zira bütün filologlara göre “Velî” kavramı “el-Velyü” ve “el-Velâyetü” mastarların­dan alınmıştır.

“Velayet” kelimesi lügatte; bir işi üzerine alıp onu ikâme etmek, yardım etmek, sevgi/dostluk ve muhabbet göstermek, yakınlık duymak, hükmü altına almak, tasarrufta bulunmak ve yönetmek manalarına gelen bir mastardır. Nitekim Resûlullah (s.a.v)'in, “Allahım! Bir kimse ümmetimin işlerinden bir işi üstlenir de onlara zorluk gösterirse, sen de ona zorluk göster. Bir kimse ümmetimin işlerinden bir işi üzerine alır da onlara şefkatle muamele ederse, sen de ona şefkatle muamele et.” ha­disinde de bu kelimeden türeyen “VLY”, lâfzı bir işi üstlenmek ve idare etmek anlamında kullanılmıştır.

Vilâyet şeklinde isim olarak kullanıldığında bu kelime; karabet, vasilik, koruyuculuk, yakınlık, emirlik ve bir vâlînin hükmü altına alarak idare ettiği belde anlamına gelir.

Dilciler, “Vav'ın kesrası ve fethası ile velayet; birisine kudret cihetiyle bizatihi söylediğini yaptıran, tuttuğunu kopa-ran/zâbıt ve tasarruf eden, kendinde kullanma hakkı ve selâhiyeti bulunan kimse/ mutasarrıf olmak manasınadır ki âmir/hükümdar/ hüdâvendiğâr olmak demektir. Bazılarına göre bu kelime vav'ın fethası ile zikrolunan 'VLY' maddelerinden masdardır ki dost ve arkadaş/sadik olmak, bir adamın muîn (yardım eden) ve manasınadır ki vâli'nin velayeti altında bulu­nan muayyen bir beldeden ibarettir. Türkçe'de bunun karşılığı olarak vilayet ve eyalet kelimeleri kullanılır. Aynı şekilde bey­lik, hâkimlik ve padişahlık manalarına da gelir.

Bütün bu açıklamalardan yola çıkarak “Velayet” kavra­mının Arap dilinde hem ism-i fail manasıyla dost, yardımcı, müttefik, sırdaş, vâris, vasî, vali, hâkim, koruyucu, gözetici, idareci, sultan, mâlik ve otorite manalarını, hem de egemenlik, güç, kuvvet, kudret ve benzeri gibi isim anlamlarının hepsini içine alan şümullü bir kavram olarak kullanıldığını söyleyebili­riz.

Fıkıh Istılahında velayet; istese de istemese de başkası üzerindeki tasarruf hakkını yerine getirmek, şeklinde tarif

edilmektedir.

Netice itibariyle gerek dilciler, gerek tasavvufcular ve ge­rekse fıkıhcıların yaptıkları tarifler esas alınmış olsun, kavra­mın ıstılahı tanımı yapılırken daha ziyâde kuvvet, bir başkası adına tasarrufta bulunmalardım etme ve otorite anlamının ön plana çıkarıldığını müşahade etmekteyiz. Buna göre velî, uhde­sine verilen konularda her hangi bîr kimseden izin almaksızın tasarruf etme hakkına sahip olan kimse veya kimselerdir.

Şu halde Velayet kavramı, tarihî süreç içerisinde lüğâvî manasına uygun olarak “Bir kimsenin veya bir top­luluğun bir başkasına kendisim ilgilendiren dînî, dünyevî, hukukî, siyâsî, kısaca her konuda tasarruf hakkını devret­mesi ve bu hakkı devralan şahsın, aralarında meydana ge­len hukukî bağa dayanarak kimseden izin alma ihtiyacı duymaksızın bu hakkı kullanması ve onu kendisine tevdi edenler üzerinde, koruma, gözetme, yardım etme, işlerine müdâhele ve üzerine aldığı işi onun adına idare etme bakı­mından tam bir yetkiye sahip olması anlamına terim olmuş­tur, diyebiliriz.

Enfal 72. ve Kehf 44. ayetlerinde geçen kavramın okunu­şu hakkında ihtilâf edilmiş olup ekseri kıraat imamlarının be­nimsediği meşhur ve yaygın olan kıraate göre “el-Velâyetü” şeklinde okunmuş, Ali, Hamza, Kisâî, Yahya İbn Vessâb ve A'meş gibi bazı kıraat imamları tarafından da vav harfinin kesrasıyla “el-Vilâyetü” şeklinde okunmuştur. Buna göre her ne kadar efdâl olan birincisi olsa da, sonuçta büyük bir anlam farkı olmadığından her iki kıraatin de caiz olduğunu söyleyebiliriz. Zira bıranşında uzman ve otorite sayılan alimler tarafından ortaya konan farklı içtihatlarla amel edilmesinde dinen bir sa­kınca görülmemiştir.

Bu kavram, Kur'an'da, iman edip hicret eden ve hicretle birlikte ortaya çıkan nazik ve hassas durumlarda birbirlerine yardım edip barındıranları kavramın içeriği itibariyle birbirle­rinin birinci derecede velileri olduğunu, hicreti terkederek fizikî bakımdan îslam cemiyetine iltihak etmeyen ve onlarla olan ilişkilerini sadece akide bağıyla sınırlandıran mü'minlerin, bu konumlarına paralel olarak sınırlı hallerde velayet haklarının bulunduğunu ifade etmek üzere kullanılmıştır.

Diğer bir ifadeyle bazılarının iddia ettiği gibi, mücerret miras ve ganimet paylaşımı konusundaki sorumluluğu değil, yardım etme, koruyup gözetme, işlerini üstlenme ve müdahale etme gibi manalara kullanıldığını söyleyebiliriz. Değilse, belirli şartlarda yardım ve korumaya müsaade verilmesinin, belirli şartlarda da bu yardım ve korumadan menedilmesinin anlamı ve yukarıdaki kısımlarla bir irtibatı olmayacaktır.

Nitekim ayet; ayet çerçevesi ve siyâk-sibâk çerçevesi ile birlikte düşünüldüğü zaman onları mücerret miras veya ganimet taksimindeki yetki ve sorumluluk/velayet manasına anlamamız mümkün değildir. Enfal suresinde bir biri arkasına sıralanan bu üç ayet, (72,73,74) ganimet ve mîras taksimi konusu da dahil olmak üzere, birbirlerini koruma, gözetme, yardım etme, so­rumluluklarını üstlenme, işlerine müdahale etme, birinin diğeri adına işini üstlenip o işi idare etmesi ve benzeri yönlerden mü'minlerin ancak mü'minleri velî edinebilecekleri, kâfirlerin de sadece birbirlerinin velileri oldukları; mü'minlerin onları hiç bir yönden velî edinemeyecekleri ve gerek dinî, gerekse dünye­vî hakk ve sorumluluklarını onlara tevdi edemeyecekleri vur­gulanmaktadır.

Zira ayetin yer aldığı Enfal suresi, gayri müslimlerle sa­vaş hallerini, savaş stratejilerini, bu gibi durumlarda müslümanların maddi ve manevi bakımdan alması gereken vaziyeti ve nihayet gayr-i müslimler ve gayr-i müslimler arasın­da bulunan müslüman fertlere karşı takınılması gereken tavrı belirlemektedir. Bu tavır ise, müslümanların gayr-i müslimleri veli yani; dost, sırdaş, yardımcı, koruyucu, hâkim vasi tanıyamayacaklarının ve onları işlerine karıştırıp sorumluluklarını onlara tevdi edemeyeceklerinin bilinci içerisinde hareket etme­lerinden ibarettir. Bunun yanısıra sosyal ve fizikî ortam yönün­den onlarla ilişkisini keserek İslam cemiyetine katılıp bu cemi­yetin bir uzvu olma vasfını taşımayan mü'minlerin de smıriı haller ve şartlar dışında velayetlerini, yani koruma, gözetme, yardım etme ve işlerine müdahale etme gibi bir takım sorum­luluklarını üstlenme mecburiyetlerinin bulunmadığının bilinci içerisinde hareket etmeleridir. Aynı zamanda İsİam cemiyetinin mahremiyet arzeden önemli işlerini onlara tevdi etmemeleri de bu tavrın kapsamına dahil edilmelidir.

Kavrama yüklenmesi gereken manayı, ayetin ayet çerçe­vesi, siyâk-sibâk ilişkisi ve Kur'an bütünlüğü içerisinde araştır­dığımızda miras manasını yüklemenin ve özellikle de bu mana­ya tahsis etmenin mümkün olmadığını görürüz. Çünkü bu ayet kendisinden sonraki iki ayetle birlikte düşünülmesi gereken bir ortamda serdedilmekte ve ayetle birlikte düşünülmesi gereken bir ortamda serdedilmekte ve ikisinin muhtevası da kâfirlerle müslümanlar arasındaki dostluk ve yardımlaşmayı reddetmek­tedir. Kaldıki mevzumuz olan “Velayet' ve “Vilâyet” kavramla­rını tahlil ederken bunlara kendisi de miras gibi bir mana ver­memektedir.

Gerek kelimelerin çeşitli cümleier ve mânâ çerçeveleri içindeki lügâvî anlamlarının tespiti, gerek Kur'ânî sistem içeri­sinde kazandıkları yeni mânâların kavranması ve gerekse başlı basma her hangî bir âyetin ifade ettiği mesajı eksiksiz olarak yakalama, hep Kur'ân'ın kendi iç bütünlüğü içerisinde ele alın­dığında mümkün olacaktır. Bu sebeple Kur'ân âyetleri ve bir bütün olarak Kur'ân tefsir edilirken sadece kelime, terkip ve cümle bazındaki lisânı tahliller yeterli değildir. Bunların öte­sinde, Kur'ân'ı bir bütün olarak ele almak ve muayyen konuları bu bütünlük içerisinde incelemek gerekmektedir.

Kur'ân parçaları, birinci dereceden muayyen bir hedef gözettiği gibi, ikinci, üçüncü derecelerde başka gayelere de hizjnet edebilmektedir. Kur'ân'm varlıklara ve hâdiselere bakı­şını yansıtan ifadeler de birbiriyle girift bir mânâ örgüsü içinde sunulmaktadır. Bu itibarla Kur'ân'da velayet ve velî edinme meselelerini kavrayabilmek için sadece bu kavramların geçtiği Kur'ân pasajlarını tek başına ele almak yetmez. Bunun yanında, kavramın Allah'a ve kullara izafe edilerek kullanıldığı bütün ayetleri birlikte değerlendirmek gerekir.

Meseleye bu açıdan baktığımızda, velayet ve onun tü­revleri olan velî ve mevlâ kavramlarının Kur'ân'da her nezzaman kullanılsa, hep dostluk, sırdaş, yardımcı, yardım eden, taraftar, hakim, vâlî, yönetici, koruyucu, sahip ve gözeten, yoigösterici, aydınlatıcı, mürşid, şefaat eden, koruyucu, yücel­ten gibi sıfatlarla birlikte kullanılarak velayetin mutlaka ilişkili olacağı kavramlara dikkat çekilmiş olduğunu görürüz.

Kur'ân, bu anlamları ifade etmek üzere sadece velayet mastarını kullandığı gibi bu kökten gelen velî ve evliya kav­ramlarını kullanırken, aynı anlama gelen “Bitâne” ve “Meveddet” gibi değişik kavramları da kullanır. Keza bu manayı teyid ede­cek biçimde aynı kökten türeyerek; köle azad eden ve azad edilen köle manalarına geldiği gibi veli ve efendi anlamlarına da gelen “Mevlâ” ve onun çoğulu olan mevâlî kelimelerini de kullanır.

Velayet kökünden türeyen velî ve mevlâ gibi kavramların ayetlerde sevkedildikleri manalar dikkate alındığı zaman Kur'an'da; “Velayet” kavramının hangi anlamı ifade etmek üze­re kullanıldığını hiç bir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ortaya çıkmış olur. İşte bu manalar da; yardım etme, hakim olma ve hakim tanıma, gözetme, koruma, sırdaş edinme, taraf­tar tutma, bir kimsenin işini üzerine alıp o işi idare etme ve benzeri anlamlardır.

İslam, normal hallerdeki beşeri münasebetleri tanzim ederken kavramın bütün bu manaları itibariyle müslümanın veli­sinin ancak kendisi gibi müslüman olacağını, gayri İslami un­surların müslümanm velisi olamayacağım ifade etmiştir.

Buna göre ne yahudi ve hristiyanlar ne de onların dışında kalan münafık ve gayr-i müslimleri müslüman, dost ve veli edinemez. Ancak ihtiyaç halinde insanlığın gereği olan güleryüz ve tatlı söz söyleme manasına gelen mudârâ ve şerle­rinden korunmak için içindeki duygu ve düşünceyi saklı tutmak kaydıyla /velayet ve dostluk izharında bulunma anlamına” takiyye yapması caiz görülmüştür.

Diğer taraftan gayr-i müslim unsurlarla velayet ve dost­luk içinde bulunmayı yasaklayan İslam dini şerlerinden emin olunması halinde İslamın ve müslümanlann maslahatına olan konularda savaş halinde olsun, barış halinde olsun, ticaret, ziraat, sanat ve müsbet ilimler arasında yardımlaşmaya, ittifak ve anlaşmaya yapmaya müsaade etmiştir. Aynı şekilde sadece ehl-i kitap kapsamına giren gayr-i müslimlerin yemeklerinden yiyip zina etmemeleri ve iffetli olmaları şartıyla kadınlarını nikâhlamaya müsaade etmiştir. [337]


[337] Mikdat Öccü, Kur’an’da Veli Ve Velayet, Suffe Yayınları, İstanbul, Ocak 1997:144-151.