- Sonsuza çevrilecek bir durum varmı?

Adsense kodları


Sonsuza çevrilecek bir durum varmı?

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ehlidunya
Sat 14 August 2010, 07:53 pm GMT +0200
Mâdem herşey elimizden çıkacak, fâni olup kaybolacak. Acaba elimizdeki herşeyi sonsuza çevirecek bir çare varmı?

'Mâdem herşey elimizden çıkacak, fâni olup kaybolacak. Acaba bâkiye tebdil edip ibkâ etmek çaresi yok mu?' deyip, düşünürken birden semavî Sadâ-yi Kur'ân işitiliyor. Der: 'Evet var. Hem, beş mertebe kârlı bir Sûrette güzel ve rahat bir çaresi var.'

Sual: nedir?

Elcevab: Emaneti, sahib-i hakikîsine satmak.. İşte o satışta, beş derece kâr içinde kâr var.

Birinci kâr: Fâni mal, bekâ bulur. Çünki Kayyûm-u Baki olan Zât-ı Zülcelâl'e verilen ve onun yolunda sarfedilen şu ömr-i zâil, bâkiye İnkılâp eder, bâki meyveler verir. O vakit ömür dakikaları, âdeta tohumlar, çekirdekler hükmünde zâhiren fena bulur, çürür. Fakat Âlem-i bekâda, saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler. Ve Âlem-i berzah'ta ziyadar, mûnis birer manzara olurlar.

İkinci kâr
: Cennet gibi bir fiat veriliyor.

Üçüncü kâr: Her â'zâ ve hasselerin kıymeti, birden bine çıkar. Meselâ: Akıl bir âlettir. Eğer Cenâb-ı Hakk'a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş'ûm ve müz'iç ve muacciz bir âlet olur ki; geçmiş zamanın âlâm-ı hazînânesini ve gelecek zamanın ehvâl-i muhavvifânesini senin bu bîçare başına yükletecek, yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner. İşte bunun içindir ki: Fâsık adam, aklın iz'ac ve tâcizden kurtulmak için, gâliben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikî'sine satılsa ve onun hesabına çalıştırsan; akıl, öyle tılsımlı bir anahtar olur ki: Şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini, Saadet-i ebediyeye müheyya eden bir Mürşid-i Rabbânî derecesine çıkar. Meselâ: Göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakk'a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan; geçici, devamsız Bâzı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîr'ine satsan ve onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan; o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir Mütâlâacısı ve şu âlemdeki Mu'cizat-ı san'at-ı rabbaniyenin bir seyircisi ve şu Küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar. Meselâ: Dildeki kuvve-i zâikayı, Fâtır-ı Hakîm'ine satmazsan, belki nefis hesabına, mide nâmına çalıştırsan; o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzak-ı Kerim'e satsan; o zaman dildeki kuvve-i zâika, Rahmet-i İlâhiye hazinelerinin bir nâzır-i mahiri ve Kudret-i Samedaniyye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.

İşte ey akıl, dikkat et! Meş'um bir âlet nerede... Kâinat anahtarı nerede... Ey göz, güzel bak! Âdi bir kavvâd nerede... Kütüphane-i ilâhînin mütefennin bir nâzırı nerede... Ve ey dil, iyi tad! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede... Hazine-i hâssa-yi Rahmet nâzırı nerede...

Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve âzaları kıyas etsen anlarsın ki: Hakikaten mü'min Cennet'e lâyık ve kâfir Cehennem'e muvafık bir mâhiyet kesbeder. Ve onların herbiri, öyle bir kıymet almalarının sebebi: Mü'min, îmanıyla Hâlıkının emanetini, onun namına ve izni dairesinde istimal etmesidir. Ve kâfir, hıyânet edip nesf-i emmâre hesabına çalıştırmasıdır.

Dördüncü Kâr: İnsan zaîftir, belaları çok. Fâkirdir, ihtiyacı pek ziyâde. Âcizdir, hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâl'e dayanıp tevekkül etmezse ve îtimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azâb içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş veya canavar eder.

Beşinci kâr:
Bütün o âza ve âletlerin ibâdeti ve tesbihâtı ve o yüksek ücretleri, en muhtaç olduğun bir zamanda, Cennet yemişleri Sûretinde sana verileceğine; ehl-i zevk ve keşif ve ehl-i ihtisas ve müşahede ittifak etmişler.

İşte bu beş mertebe kârlı ticareti yapmazsan, şu kârlardan mahrumiyetten başka, beş derece hasâret içinde hasârete düşeceksin.

Birinci hasâret :
O kadar sevdiğin mal ve evlâd ve perestiş ettiğin nefis ve hevâ ve meftun olduğun gençlik ve hayat zayi olup kaybolacak, senin elinden çıkacaklar. Fakat günahlarını, elemlerini sana bırakıp boynuna yükletecekler.

İkinci hasâret:
Emanette hıyânet cezasını çekeceksin. Çünki en kıymetdar âletleri, en kıymetsiz şeylerde sarfedip nefsine zulmettin.

Üçüncü hasâret: Bütün o kıymetdar cihâzât-ı insâniyeyi hayvanlıktan çok aşağı bir derekeye düşürüp hikmet-i ilâhiyeye iftira ve zulmettin.

Dördüncü hasâret: Acz ve fakrın ile beraber, o pek ağır hayat yükünü, zaîf beline yükleyip zevâl ve firak sillesi altında daim vâveylâ edeceksin.

Beşinci hasâret: Hayat-ı ebediyye esâsâtını ve Saadet-i uhreviye levazımatını tedârik etmek için verilen akıl, kalb, göz ve dil gibi güzel Hediye-i Rahmaniyeyi, Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir Sûrete çevirmektir. Şimdi satmağa bakacağız. Acaba o kadar ağır bir şey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar. Yok, kat'â ve aslâ! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i ilâhiyye ise hafiftir, azdır. ALLAH'a abd ve asker olmak, öyle lezzetli bir şereftir ki, târif edilmez. Vazife ise: Yalnız bir asker gibi ALLAH nâmına işlemeli, başlamalı. Ve ALLAH hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse, istiğfar etmeli. Yâ Rab! Kusurumuzu afvet, bizi kendine kul kabûl et, emanetini kabz etmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmîn demeli ve ona yalvarmalı...

Sözler