- Sohbete İtina

Adsense kodları


Sohbete İtina

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Sun 31 October 2010, 05:02 pm GMT +0200
Sohbete İtina

Sâdık Dânâ


Muhterem Üstazımızın Şahsiyetinden Çizgiler...

Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin huzûrlarına giren kimse bir çok faideli bilgiler elde etdikden sonra ayrılırdı.

Büyük Şair Kemal Edib Bey'in, muhterem Üstaz için;

"Dîdârı Muhammed ruh-ı pâkinde ayandır"

demesi muhterem Üstaz hazretlerinin her hal-ü harekâtının peygamber-i zişan efendimiz hazretlerine uygun olduğuna işarettir.

***

Muhterem Üstaz hazretleri ziyaretlerine gelmek arzusunda olanları, husûsi olarak yanlarına kabul etmeyib (zarûrî görüşmeler müstesna) sohbette bulunmalarını daha lüzumlu görürlerdi. Çünkü sohbetde bulunanlar, kalben tereddüt etdikleri soruların cevabını aldıkları gibi, ayrıca bir çok bilgiler elde etmiş olarak büyük bir şevk ve neş'e içinde yanlarından ayrılırlardı.

Sohbet tekidli sünnetlerdendir.

Sohbetde, dünya konuşulmaz. Hatta ukbadan da fazla bahsedilmez. Siyaset, aile geçimsizliği, hayat pahalılığı gibi, muhtelif lüzumsuz şikâyetlerden bahsedilmez; dedikodu, gıybet, malâyanilik gibi hafif hareketlere hiç fırsat verilmez.

Sohbetden gaye;

Allah'ın rızasını tahsil,
Kalb, gönül âleminin ihyası,
En lüzumlu bilgilere sahib olmak,
Güzel ahlâk ve edeb yolunda terakki etmektir.

***

İnsan kalbinde üç sevgi yer alır;

Dünya sevgisi, ukba sevgisi, Mevlâ sevgisi. Herhangi bir kimse evradını muntazam yapmak şartıyla ihlâs üzere mânevî sohbetlere devam etdiğinde kalbinde dünya hatta ukba sevgisi bile kalmaz, tek Mevlâ sevgisi yer alır.

Mevlâyı seven, dürüst, istikamet ehli olur, bilerek dînî, dünyevî vecîbelerini yerine getirir. Mert bir asker, dürüst bir ilim adamı, insaflı bir doktor veya mühendis veya mülki âmir olur, soyucu bir sanayici veya tüccar olmaz. Helâl kazanan dikkatli memur veya işçi olur.

Sohbetlere içi dışı temiz, diyanetperver, vatanını, milletini seven dürüst, mert insanlar alınır.

Sohbetlerden kötü ruhlu, mahlûkat düşmanı, diyanetsiz, ters görüşlü, merhametsiz duygusuz güruh istifade edemez.

***

Muhterem Üstaz Hazretlerinin Nezafetleri

Dış temizliğine de çok önem verirlerdi. Üzerinde kullanıbda çıkardıkları iç giyimlerinde, gerek dış elbiselerinde en ufak bir leke, renk bozukluğu görülmezdi. Hatta kullandıkları mendillerde bile. İstimal etdikleri mendilleri yere koyarlardı. Oradan anlar, temizini verirdik.

Def'i hacet mahallinden çıkdıklarında, helâda en ufak nahoş bir manzara görülmezdi. Çünkü nezaketen kendileri su döker yıkarlardı.

Hatta bir hac zamanında idi. Kollarında ufak bir sivilce dolayısıyla fanila kollarına toplu iğne başı kadar bir kan bulaşıyordu, buna dahi gönlü razı olmayan üstaz, her namaz aralarında çamaşırlarını değiştirmişlerdi.

***

Muhterem Üstaz Hazretlerinin Nezaketleri

Herkese karşı bilâ istisna nezaketle, beşüş bir çehre ve leyyin, tatlı bir lisan ile konuşurlar, katiyyen muhatablarını yalnız isimleri ile çağırmazlar, ismin ve soyadının sonuna bey, efendi yahud da güzel bir lakâb takarlardı. Maalesef zamanımızda nezaket zümrüdü anka haline geldi. Herkes birbirine karşı hoyratca konuşuyor ve muamele ediyor, bunun ismine de samimiyet diyorlar. Kabalıkla samîmiyetin ne alâkası var? Halbuki samimiyetten nezaket doğar. Fıtraten hoş, nazik olanlar müstesna, ancak bazı altmış, yetmişini aşmış İstanbul efendi ve hanımlarında bu nezaket kaidesine uyanlara rastlayabiliyoruz. Halbuki hatırşinaslık, nezaketli olmak İslâmiyetin ana rükûnlerinden biridir.

***

Muhterem Üstaz hazretleri ekseriyetle kendileri dua tertib etmezler, dua olarak Fatiha-i şerîfe, Âyet-el-kürsî, Âmener-resûl-ü, Sûre-i Haşr'ın son beş ayeti ve İhlâs-ı şerif gibi ve Kur'an-ı Kerim'deki dua ayetleri ve sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin yapmış olduğu dualara devam ederler, dualarına ilâveten de müslümanların felâhı, salâhı için ve bazı kibar-ı ehlullahın seçme dualarına da devam ederlerdi.

***

Muhterem Üstaz hazretleri hiç bir kimsenin kisvesi ve kıyafeti ile meşgul olmazlardı. Sakal bırak yahud sakalını kes, saçını uzat yahud kısalt, gravat tak yahud çıkart gibi.

Büyük Allah dostu bilirlerdi ki kemale eren kimsenin zamanı gelince, her hali İslâm nizamına, adâbına, kisvesine girer.

İbrahim Dussûki (k.s.) buyurur.

- İş, dışda değil içde, elbisede değil kalbde, bütün mesele, kalbe önem vermek, onu korumak.

***

Muhterem Üstaz hazretleri hiç bir ferde ders verme teklifinde bulunmazlardı. Bu ulvî yoldan ma'nen istifade edecek kimse, Allah teâlâ ve tekaddes hazretlerin lutf-ü keremi ile kendiliğinden mütezellilane, mütevazıyane olarak müracaat eder ise uzattığı boş kaşık, rahmet suyu ile doldurulur.

Büyük velilerden birisi;

Eğer sen senliğinle girdi isen kork

Eğer sen senliksiz (yani benliğini atarak) girdi isen korkma buyurmuşdur.

***

Muhterem Üstaz hazretleri, mütevazi, kemalli, âmirleri ve askerleri çok severler, yanlarına oturturlar, kendilerine hörmet gösterirlerdi.

Bilhassa şehidliğin büyük bir rütbe, mânevî derece olduğunu söylerler, bu şanlı zümreye bahşedilen hususları şöyle sıralarlardı:

1. Şehide kanı akdığı anda Cennetteki yeri gösterilir.

2. Hiç ıztırab çekmez; ancak kuvvetli bir el sıkması kadar.

3. Başına taç giydirilir, dünya ve mâfihâdan daha kıymetli.

4. Yetmiş huri ile tezevvüç eder.

5. En mühimi, yetmiş kişiye şefaat etme izni verilir. İster ana baba cihetinden, iser evlâd, torun cihetinden.

Sonra askere çağırılan kimsenin hiç hile gibi şeylere tevessül etmeyib gönül hoşluğu ile vatanî vazifesini ifa etmesinin öneminden bahsederlerdi.

Bir Bursa yolculuğunda bir ahbab kendilerine Çanakkale Harbi sırasında neşredilen harb mecmuasını, haftalık dergisini hediye etmişdi. Bu dergide Çanakkale Harbi'nde canlarını vatan uğruna feda eden binlerce şühedanın resim ve altında rütbe ve sicilleri yazılı idi.

Muhterem Üstaz büyük hüzün ve teessür içinde günlerce bu şehidlerin resimlerine nazar etmişlerdi.

Sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri buyuruyorlar;

"Harbde şehid olan kimse maktul olduğundan dolayı, elem-i katli duymaz. Ancak sizden birisinin azâsı parmak ile sıkılır iken ne kadar zahmet görürse bu dahi o kadar zahmet hisseder."

Gene buyuruyorlar;

"Her bir şehid ehli beytinden yetmiş kimse için şefaat etmeğe mezundur." (Kenz-ül-İrfan)

Büyük şair, mütefekkir, vatanperver Mehmed Akif Ersoy;

"Alınır kal'amı göğsündeki kat kat imân?

Hangi kuvvet onu, haşa edecek kahrına râm?

Çünkü te'sis-i ilâhî o metîn istihkâm"

diyerek kahraman Türk müslüman askerlerini tasvîr ediyor.

Sonra ikinci olarak da;

"Bir hilâl uğruna yâ Rab ne güneşler batıyor

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

...

"Gömelim gel seni tarihe!" desem sığmazsın

Herc-ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitab

Seni ancak ebediyetler eder istiâb."

...

"Ey şehîd oğlu şehîd isteme benden makber
Sana âgûşunu açmış duruyor peygamber." (Safâhat)
diyerek şehidlerin iltifatı ilâhiyeye mazhar olduklarını canlandırıyor.

Sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz buyururlar:

"Serhad boylarında (düşmana karşı bulunan hududlarda) bir gün nöbet tutmak, dünyadan ve bütün dünyadakilerden daha hayırlıdır."

Meşhur Şair Edib Kürkçüoğlu, Muhterem Üstaz hazretlerini haklı olarak şöyle medh eder:

Düstûr-i zaman mefhar-i âl-i Ramazan'dır
Didâr-ı Muhammed ruh-ı pâkinde ayandır
Simâsı bir âyine-i envâr-ı nihandır.
Ey can kulak aç, onda beyan özge beyandır.

Hayru'l-halef-i Es'ad-i dergâh-ı Kelâmî
Fahru'l-urefâ bedr-i hafâ Hazret-i Samî

Devletlü Velî Hazret-i Halîd'den el almış
İrşadını mânend-i zıyâ her yana salmış
Efrâd-ı vatan berzah-ı fetrette bunalmış
Ümmid-i rehâ bir nazar-ı feyzine kalmış

Hayru'l-halef-i Es'ad-i dergâh-ı Kelâmî
Fahru'l-urefâ bedr-i hafâ Hazret-i Sâmî

Elbet bırakır öyle bir er, böyle halife
Ashab kadar hâdim olur şer'-i şerîfe
Her sohbeti bir zübde-i ahkâm-ı münîfe
Sorsan kime mazhardır O, der ism-i Lâtife

Hayru'l-halef-i Es'ad dergâh-ı Kelâmî
Fahru'l-urefâ bedr-i hafâ Hazret-i Sâmî

Etmiş ona Hakk pâye-i irfânı emânet
Sermâye-i pür kıymet imânı emânet
Ahmed Ağa etmiş ona yârânı emânet
Kılmaz mı erenler güher-kânı emânet

Hayru'l-halef-i Es'ad-i dergâh-ı Kelâmî
Fahru'l-urefâ bedr-i hafâ Hazreti Sâmî

Kemal Edib Kürkçüoğlu'nun Ahmed ağa diye bahsettiği şahıs, Konya'nın Lâdik kasabasında dünyaya gelmiş, takriben 85 yaşına kadar uzun ve semereli bir ömür geçirdikden sonra 1969 senesinde aynı kasabada ahirete intikal etmiş ve oranın kabristanına defn edilmişdir.

Anadolu gönül sultanlarından idi. Harb-i Umumîde asker olmuş, cebhede düşman kurşunu ile yaralanmışdı. Hastaneye kaldırılarak kurşun çıkarılmış, bir müddet istirahat etmesi icab etmiş. İşte bu müddet içinde kendisinden güzel kokular duyulmuş, bunun hikmetini ne doktorlar anlayabilmiş, ne de ziyaretçiler.

Memleketine döndüğünde kendisinde mânevi haller zuhûr etmeye başlamış. Kendisi genç olmasına rağmen, dürüst, iffetli, ahlâklı, herkes tarafından sevilen sâf bir Anadolu çocuğu imiş.

Allah teâlâ ve tekaddes hazretleri bir hadîs-i kudside:

"Ben arşa sığmam fakat münkesir-ül kalblerde tecelli ederim" buyuruyor. İşte bu sıralarda Ahmed ağanın kalbi, herkese karşı hüsnüzan sahibi olduğu için kendisine mânevi vazife verilmiş, Hızır aleyhisselâmın hâdimlerinden olmuş.

Ricâl-i gaybden...

Böyle vazife alanlar, başarısızlık ve halka karşı muhabbet kanallarını açamadıkları için, kimisi üç-beş gün, kimisi üç-beş ay kimileri de ancak üç-beş sene vazifelerine devam edebilmişlerdir.

Halbuki Ahmet ağa vazifesini hüsnü istimal etdiği ve halka karşı çok merhametli olduğu için, sevilmiş ve ölünceye kadar da bu ulvî ve şerefli vazifede bulundurulmuşdur. Zahiren Ümmî idi. Fakat her mes'eleye, mevzua agâhiyeti vardı. Sorulan her hangi ilmi bir sualin cevabını üç beş dakikada verirdi.

Sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerine yazmış olduğu içli bir nâtı şerifi mevcuddur.

Kendisinden dua isteyenlere, "kardaşım, ben dua etmesini bilmem, siz ediniz, ben âmin deyeyim" buyururlardı. Uzaklardan hayli ziyaretçi gelirdi.

Çok sehâvetli olması bakımından yemek yedirmeden bırakmazdı. Ahmed ağa kuddise sirruh mürşidi kamil değildi. Kemal Edib bey gibi bir çok değerli zevatı bana irşad vazifesi verilmemişdir, benim vazifem başka yoldadır deye kendisine müracaat edenleri HAZRETE gidiniz deye muhterem Üstaz hazretlerine havale ederlerdi.

Muhterem Üstaz hazretlerinin Konya yolculukları sırasında, nerede bulunursa bulunsun, muhakkak ziyaretlerine gelir, mahremane konuşurlardı. Aynı zamanda tayy-ı mekândı. Bir seferinde geldiğinde havanın kuru olmasına rağmen, elbisesi sırılsıklamdı. Sebebi sorulduğunda, onbeş dakika evvel Erzurum'da idim buyurmuşlardı.

***

Keza büyük mücahid Sâid-i Nursî hazetleri de bu hususda müracaat edenlere, aynı şekilde, "ben mücahidim, İslâmiyete hizmet ederim. Sizin bu arzunuzu Sâmi bey kardeşimiz hal eder" diyerek muhterem Üstaz hazretlerine yollarlardı. Muhterem Sâid-i Nûrsî hazretlerinin külliyatlı mikdarda pek değerli telîfâtı vardır. Kısmı azâmı İslâmî ve ictimâî olan bu eserler, her sınıfa karşı yazılmışdır.

İşte kemâl ehlinin kıymetini, gene kemâl ehli bilir.