hafiza aise
Thu 23 December 2010, 02:12 pm GMT +0200
SİZE İKİ ŞEY BIRAKIYORUM
Kırkıncı Ayet
وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوى () اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْىٌ يُوحى
"O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O (söyledikleri) yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir." [405]
وَمَا يَنْطِقُkonuşmaz عَنِ الْهَوى O, hevadanاِنْ هُوَ O اِلَّا yalnızca وَحْىٌ vahyolunmakta olan يُوحى bir vahiydir
Ayetin Nüzulü ve Açıklaması
Bu ayeti kerime müşrikler, "Kur'an-ı, Muhammed (a.s) kendisi uyduruyor," demeleri üzerine nazil olmuştur.[406]
Yani, sizler, Hz. Muhammed (a.s) 'e sırf insanlara Kur'an'ı tebliğ ettiği için öfke duyuyorsunuz. Oysa bu Kur'an'ı O uydurmamıştır ve onu kendi çıkarları için tebliğ etmemektedir. Bu Kur'an, Ona Allah tarafından vahyolunmuştur ve vahyolunmaya devam edilmektedir. O, Peygamberliğini Peygamber olma hevesiyle değil, Allah kendisine emrettiği ve Risaleti tebliğ etmesini buyurduğu için ilan etmiştir. Dolayısıyla O, sizlere bir Peygamber sıfatıyla tebliğ etmektedir. İslâm'ın, Tevhid, Ahiret, Kıyamet gününde ceza ve mükafatın verileceği haberi, kainatta insanın bulunduğu mevki ve salih bir hayat sürmenin prensipleri hakkındaki mesajı, Onun kendi uydurduğu düşünceler olmayıp, Allah'ın kendisine vahyettiği hakikatlerdir. Hz. Peygamber (a.s)'ın sizlere tebliğ ettiği bu Kur'an kendisine Allah tarafından nazil olmuştur ve hâlâ olmaktadır. Dolayısıyla sizlere tebliğ ettiği bu hakikatler bir ilme dayanmaktadır.
"O hevadan konuşmaz. O Kur'an kendisine vahyedilen bir vahiyden başka değildir." [407]
Bu bağlamda şöyle bir soru yöneltilebilir: "Hz. Peygamber (a.s)'ın tüm sözleri Allah katından mıdır? Değilse şayet, Hz. Peygamber (a.s)'ın sözlerinden hangisi kendisine ait, hangisi Allah'ın vahyidir?" Böyle bir sorunun cevabını şu şekilde verebiliriz: Kur'an kesinlikle bir vahiydir ve içindeki tüm sözler istisnasız Allah'a aittir. Hz. Peygamber (a.s)'ın kendi sözleri ise üç kategoriye ayrılabilir:
1) Hz. Peygamber (a.s) 'ın İslâm'ı tebliğ, Kur'an'ı beyan ve izah niteliği taşıyan sözlerinin tümünün vahy kaynaklı olduğuna şüphe yoktur. Maazallah bunlar hevasından uydurduğu düşünceler değildi.
Bir bakıma Hz. Peygamber, (a.s) Allah'ın tayin ettiği resmi bir sözcüydü. Bu tür vahy, kelimesi kelimesine Kur'an gibi nazil olmuş değilse bile, Hz. Peygamber (a.s)'ın söylediği bu sözler yine de vahy ilmine dayanmaktadır. Ancak Kur'an ve Hz. Peygamber (a.s)'ın sözleri arasındaki fark, Kur'an'ın anlamıyla birlikte kelimelerinin de Allah tarafından nazil olması, buna karşılık Hz. Peygamber (a.s)'ın izah niteliğindeki sözlerinin, Allah tarafından öğretilmiş olmasına rağmen, kelimelerinin kendisine ait olmasıdır. Bu bakımdan, Kur'an'a, "Vahyi Celî" Hz. Peygamber (a.s) 'ın bu tür sözlerine de "Vahyi Hafî" denilir.
2) Hz. Peygamber (a.s)'ın Müslümanların lideri olması münasebetiyle Allah'ın kelimesini yüceltmek ve dini ikame etmek için mücadele ederken muhtelif zamanlarda verdiği emirleri kapsayan sözleri. Bu mücadele boyunca Hz. Peygamber, (a.s) zaman zaman sahabeyle istişarede bulunmuştur. Bu istişareler sonunda O, bazen kendi reyinden vazgeçip, sahabelerin reyini kabul etmiştir. Bazan de sahabeler "Bu sizin kendi sözünüz mü yoksa Allah'ın vahyi midir?" diye sormuşlar, O da "Benim sözümdür" karşılığını vermiştir. Bazen Hz. Peygamber (a.s) içtihat edip, bu doğrultuda emir verdikten hemen sonra, Allah Teâlâ, Onun buyruğunun aksini bildiren ayetler inzal etmiş ve bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s) yanlış olan içtihadını düzeltmiştir. Buraya kadar anlatılanlardan anlaşıldığı gibi, Hz. Peygamber'in (a.s) sözleri hevasından olmayıp, Allah'ın teyid etmesiyle kesinlik kazanmıştır. "Hz. Peygamber'in (a.s) her söylediği vahiy midir?" sorusuna gelince, Onun bir insan olması hasebiyle söylediği sözler, sahabeleriyle istişare ederek aldığı kararlar veya Allah'ın aksini emrettiği konulardaki içtihatları vahiy değildir. Fakat bunların dışında söylediği sözler "vahyi hafî" grubuna girer.
İslâm hareketinin önderliğine, Müslümanların emirliğine, İslâm devletinin başkanlığına kendiliğinden tayin olmadığı gibi, Onu halk da seçmemiştir. Bu mevkiler O'na Allah tarafından verilmiş ve O da bu mevkilerdeki yetkisini Allah'ın emriyle kullanmıştır. Hz. Peygamber (a.s)'ın kendi içtihatlarına dayalı icraatı da Allah tarafından teyit edilmiştir. Yani Onun görüşleri, Allah'ın kendisine verdiği ilme dayanmaktadır. Ancak yanıldığında Allah Teâlâ hemen Onun sözkonusu yanlışlığını "Vahyî Celî" ile düzeltmiştir. Bundan, Rasûlullah'ın (a.s) kendiliğinden yaptığı içtihatların Allah'ın rızasına muvafık olduğu anlaşılıyor. Çünkü böyle olmasaydı, muhakkak Allah kendisini ikaz ederdi.
3) Hz. Peygamber'in (a.s) bir insan olması hasebiyle, peygamberlikten önce ya da sonra, Nübüvvet ile ilgili olmayan sözleri. Bu bağlamda öncelikle bilinmesi gereken husus, kafirlerin, Rasûlullah'ın bu tür sözleriyle ilgili itirazlarının bulunmayışıdır. Onlar Hz. Peygamber'i, yukarıdaki iki kategoriye giren sözlerinden ötürü, dalaletle suçluyorlardı. Dolayısıyla sözkonusu ayette Hz. Peygamber (a.s) 'ın Nübüvvet ile ilgisi bulunmayan sözleri kastedilmemektedir. Ancak yine de belirtmek gerekir ki, Hz. Peygamber'in (a.s.) bu tür sözleri bile hak ve doğruluğun dışında başka bir şey ifade etmez. Çünkü Allah, Onu takva timsali bir peygamber olarak göndermiştir.
Bununla birlikte Hz. Peygamber'in (a.s.) her sözü vahyin nuruyla aydınlanmıştır. Nitekim Ebu Hureyre'nin rivayetine göre, Rasûlullah (a.s)"Ben Hak'tan başka hiçbir şey söylemem" dediğinde ashabtan biri "Ya Rasûlallah ama siz bazen bizlerle şakalaşıyorsunuz" diye sorunca O, "Ben gerçekten de Hak'tan başka bir şey söylemem" demiştir. Amr b. el-As'ın oğlu Abdullah şunları anlatıyor: "Ben Hz. Peygamber'in (a.s) ağzından çıkan her sözü yazıyordum. Bunun üzerine bazı kimseler bana, "Sen Rasûlullah'ın (a.s) söylediği her sözü yazıyorsun. Oysa O, bazan kızgın bir halde de konuşur" deyince, ben de yazmaktan vazgeçtim. Bir defasında da bu hususu Rasûlullah'a arzettim. Bunun üzerine O, "Sen yaz. Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, benim ağzımdan Hak'tan başka birşey çıkmaz" dedi. [408]
Sonuç olarak dudaklarındaki dökülen cümlelerin Allah tarafından kale alınan bir zat olmasına rağmen Efendimiz (a.s) yine de ashabıyla istişare etmekten geri durmamıştır.
Bedir Savaşı sırasında da savaş tecrübesine dayalı şöyle bir olay yaşanmıştı. Hz. Peygamber, orduyu bir yere konaklatmak istedi. Hubâb b. Münzir bu yerleştirmenin vahye mi, yoksa savaş taktiğine mi dayandığını sordu. Allah elçisinin, bunun bir savaş taktiği olduğunu söyleyince, Hubab b. Münzir bu konaklama yerinin uygun olmadığını söyledi ve daha uygun yeri göstererek, gerekçelerini açıkladı. Bunun üzerine, ordu Hubâb'ın belirlediği yere yerleştirildi.[409]
Allah elçisi olan aziz Peygamberlerin görevi, sadece ve sadece kendilerine gelenleri insanlara aktarmaktır. Çünkü böyle olmasaydı elçiliğin bir anlamı kalmazdı.
Onun içindir ki, hiçbir elçi kendisine vahy edilenin dışına çıkmaz. İşte bu bizim Peygamberimiz içinde geçerlidir.
Yukarıdaki ayetler Yüce Allah'ın emirlerini, aşağıdaki hadisi şerif ise Peygamber efendimiz (a.s)'ın sünnetine işaret etmektedir.
Yüce Allah cümlemizi kendi emirlerine ve Peygambermizin sünnetine sarılmayı nasip etsin.
Kırkıncı Hadis
قَالَ رَسُولُ للّهِ: تركتُ فِيكُمْ أمرينِ لَنْ تَضِلُّوا ما تَمَسّكتُمْ بِهِمَا: كِتَابَ اللّهِ تَعالَى، وَسُنّةَ رَسُولِهِ .
Allah Resulü (a.s) buyurdular ki: "Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetce asla sapıtmayacaksınız: "Allah'ın kitab'ı ve Resûlünün sünneti." [410]
قَالَ buyurdu ki رَسُولُ Resulü (a.s) للّهِ Allah تركتُ bırakıyorum فِيكُمْ Size أمرينِ iki şey لَنْ تَضِلُّوا asla sapıtmayacaksınız ما تَمَسّكتُمْ uyduğunuz müddetce بِهِمَا Bunlara: كِتَابَ kitab'ı اللّهِ Allah'ın، وَ ve سُنّةَ sünneti رَسُولِهِ Resûlünün
Hadisin Vürûdu ve Açıklaması
Vürûdu: Ebu Hureyre (r.a) Hz. Peygamber (a.s) bu hadisi veda haccında hutbe olarak buyurmuştur.[411]
Hâkim'in el-Müstedrek'te kaydettiği üzere, Resûlullah (a.s) Veda Hutbesi sırasında, bu hatırlatmayı yapmıştır. Hadis'te İslâmiyetin asliyeti üzere korunması ve kurtuluşa ermek için tek muteber yolun Kur'ân'ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye'ye tabi olmakla mümkün olacağını bildiriliyor. Bunlara uymayan bütün yollar çıkmaz sokaktır, aldatmacadır.[412]
Bu hadis, Hz. Peygamber (a.s)'ın vefatına yakın yaptığı konuşmalardan biridir. Hz. Peygamber (a.s) kendinden sonra ümmetin dalâlete, fitneye, ihtilaflara düşmemesi için tek çıkar yol olarak Kur'ân'a ve sünnetine uyulmasını vasiyet ediyor. Şu halde Allah'tan gereğince korkmak ve Kur'ân'ın emirlerini ölçü olarak almak ümmetin vahdeti, dinin bozulmalara karşı muhafaza edilmesi için şart olduğu gibi, sünnete uymak, bir o kadar ehemmiyet taşımaktadır.
Kur'an-ı Kerim'e ve Sünneti Seniyeye uymak, bütün yolları kurtuluşa ve saadete çıkarır. Tam tersini düşünürsek, Kur’an’a ve Sünnete uymayanların bütün yolları dalalete ve sapıklığa çıkar.
Kur'an ile Sünnet, Yüce Allah'ın katında et ile tırnak gibidir. Bunları nasıl birbirinden ayırmak mümkün değilse, Kur'an ile Sünneti de birbirinden ayıramayız.
Kur’an'a uymak Sünnetle mümkündür. Sünnet Kur’an'a nasıl uyulacağını gösterir. Kur’an'ı Sünnetsiz anlamak ve yaşamak mümkün olmadığı gibi, Sünneti Kur’an'dan bağımsız da kabullenmek akıl karı değildir.
Son olarak şu hadisi şerifle kitabımızı noktayalım.
İbnu Mes'ud (r.a)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Muhakkak ki, en güzel söz Allah'ın kitabıdır. En güzel yol da Muhammed (a.s)'in yoludur. İşlerin en kötüsü de dine aykırı olarak sonradan çıkarılanıdır. Size vâdedilen mutlaka yerine gelecektir. Siz Allah'ı aciz bırakamazsınız.”[413]