sumeyye
Wed 16 February 2011, 05:34 pm GMT +0200
5. SİYASÎ DURUM VE ŞAH VELİYYULLAH’IN ETKİSİ
Bu durumu es-Seyyid Süleyman en-Nedvî şöyle anlatır: “Şah Veliyyullah Dihlevî zamanında güvenlik ve huzur, Hind ülkesinden silinip yok olmuştu. Bütün ülke derebeyliklere bölünüp iç savaşa, siyasi kargaşaya ve her çeşit belalara, başkaldıranlara duçar kalmıştı. Delhi’nin devlet merkezi olma hüviyeti tükenmiş, her silahşor kendi padişahlığının rüyasını görür olmuştu. Sihler bir taraftan, Merhethler öbür taraftan, Catlar üçüncü taraftan ve Rühîleler dördüncü taraftan ülkenin her tarafında kargaşa çıkarıyorlardı. Nadir Şah’la, Ahmed Şah gibi hırslı ve atılgan komutanlar Hayber geçidine dikilerek istedikleri zaman kasırga gibi esip, her tarafı sel gibi silip süpürüyorlardı. Bu hengamede Allah bilir Delhi kaç kere yağmalandı, mahvedildi ve kaç kere yeniden kuruldu?!
“Bütün bu olaylar olurken Allah’a bel bağlamış Delhi’nin ilim tacını taşıyan sultan Şah Veliyyullah’ın huzur, sükûn ve güveni o ölçüdeydi ki, herşey gözleri önünde olup bitmesine rağmen ne gönlünde huzursuzluk, ne düşüncesinde dağınıklık vardı; ne de kaleminde tutukluk, dilinde dönemin şikayeti ve yazısında güvensizliğin bir belirtisi görülüyordu. Sanki o; yeryüzünün kasırgalarının ulaşamadığı yukarıdaki bir semâda veya Allah’tan gelene razı olma ve sabretme makamında bulunuyordu da zaman ve mekanın olayları onda etkisini göstermiyordu. İşte bundan; gerçek ilim sahiplerinin şanının ne kadar yüce olduğu ve Allah’tan gelene razı olup O’na bağlanan kişinin derecesinin ne kadar yüksek olduğu anlaşılabilir.
“Dikkat et, kalbler ancak Allah’ı zikretmekle (anmakla) huzur bulur.” [31]
“Gerçek ilme yapılan hizmet; Allah’ı zikretmenin başka bir biçimidir. Bu bakımdan, eğer gerçek ilme hizmet etmek kalpte huzur, ruhta sükûn meydana getiriyorsa şaşmamak gerekir. Şah Veliyyullah’ın eserlerinden binlerce sayfa okuyunuz. Hiçbir zaman bunların hicrî 12. asrın binbir çeşit kargaşalarla dolu döneminde yazıldığını, o devrin eserleri olduğunu anlamayacaksınız. Her türlü çalkantı ve gürültüden uzak, huzur ve sükûn içinde akıp giden, zaman ve mekân çöplerinin, süprüntülerinen kirletmediği, tertemiz bir ilim ve fazilet ırmağı olduğunu göreceksiniz.” [32]
Şah Veliyyullah Dihlevî, kendisini ilim ve irşad hizmetine vermekle, silahlı mücadeleye girmemekle birlikte güvenliğin sağlanmasını temin için ülkenin ileri gelen emirleriyle, özellikle General Necîbu’d-devle ile irtibat halinde olmuş, önceleri bu zat aracılığıyla, sonra da doğrudan Maratha’ları yenen Kandahar valisi Ahmed Şah el-Abdâlî ile irtibat kurarak bunları ülkenin durumuna el koymaları, siyasî birliği sağlamaları, kargaşayı sona erdirmeleri doğrultusunda teşvik etmiş, devamlı onlara sorumluluklarını hatırlatmıştır.
Şah Veliyyullah Dihlevî’nin ölümünden bir sene sonra, müslüman idareciler 1764 yılında Baksar’da İngilizler’e karşı yenilmişler, Delhi Şahı artık İngiliz memuru gibi bir hal almış, hiçbir nüfuzu kalmamıştı. “Halk Allah’ın, mülk sultanın, yönetim ise şirketin (İngilizlerin)” diyerek, ülkenin meşru yöneticilerinden tenfiz yetkisinin alındığını ifade etmişlerdi. Bu, ülkenin işgalinde ikinci adım oluyordu. Hükümdarı sembolik de olsa şimdilik koruyorlardı.
Halk, başlarında ulema olduğu halde bu emrivaki karşısında boş durmadı. icra yetkisi bulunmayan bir hükümdarın varlığının ne manası olurdu. Şah Veliyyullah Dihlevî, daha önceden, nasıl ki ziyasız güneş olamazsa, nufûzsuz da hükümdarın olamayacağı benzetmesiyle böylesi düşünceleri reddetmişti. Bu düşünceden hareketle oğlu Şah Abdulaziz, hükümdarın korunması ve İslâmî idarenin meşru sahiplerinin elinde bırakılması için halka cihad çağrısında bulunmaya, onları harekete geçirmeye başladı. Bundan böyle Hindistan’ın dâru’l-İslâm olmaktan çıkıp dâru’1-harp haline dönüştüğüne, dolayısıyla bütün müslümanların cihad için seferber olmaları gerektiğine dair olan meşhur fetvasını çıkardı. Başta Şah Veliyyullah Dihlevî’nin büyük âlim olan oğulları olmak üzere, ulema halkı istilâcı İngilizlere ve Sihler gibi saldırgan Hindlilere karşı koymaya, bilinçlileştirme ve onları harekete geçirme faaliyetine giriştiler. Sadece daîlikle kalmadılar, ordular oluşturdular ve fiilî mücadelelerde önderlik ettiler.
Şah Veliyyullah ekolünün öğrencilerinden ve onun tarikati-nin müntesiplerinden biri olan Rae Bareli’li Seyyid Ahmed’in başlattığı -Şah Veliyyullah Dihlevî’nin torunu olan Şah İsmail ile birlikte 1247/1831’de Sihlere karşı yapılan bir savaşta şehidliği ile sonuçlanan- meşhur kıyam hareketi ile Şah Veliyyullah Dihlevî’nin sûfî dünya görüşü ile taçlanmış tasfiyecilik öğretisi bir cihad hareketi şekline” dönüştü. Bu hareketlerin, İslâmî şuurun uyanmasında önemli etkisi oldu.
Müslümanların genel hoşnutsuzuluğu 1857’deki genel ayaklanmada tekrar kendisini gösterdi. Ulema, bu ayaklanmayı sadece manen desteklemekle kalmadı, orada fiilen de savaştı ve hatta müslümanların etkili oldukları, din ve kültürlerinin kuvvetlice kök saldığı bölgelerde kesin bir cihad niteliğine büründü. Hareket başarısızlıkla sona erince bu ulemâ, -ki bunlar, esas itibarıyla Şah Veliyyullah Dihlevî ve onun oğullarıyla öğrencilerinin ekolünden gelmekteydiler- 1293/1876’da şimdiki meşhur Deoband ilahiyat Okulu’nu kurdular. Okulun daha başlangıçta iki gayesi vardı: İslâmî ilimleri ve değerleri koruyacak din adamları yetiştirmek; Hindistan’ı İngilizlerden kurtarmak. Bu okul, yine Şah Veliyyullah Dihlevî okuluna mensup olan, fakat kendilerim “taklit aleyhdarları” ya da “Ehlu’l-hadîs” olarak tanımlayan ve daha radikal bir tavırla Ortaçağ’la olan bağı hemen hemen kökten kopararak, ilk asırların İslâmiyetini yeniden canlandırmaya çalışan Seyyid Ahmed ekolüne nisbetle daha mutedil bir sünnî ıslâhat görüşünü temsil etmiştir.
[31] Ra'd: 13/28
[32] el-Furkân, Şah Veliyyullah sayısı, s. 348-349'den.