- Sivillerin korunması

Adsense kodları


Sivillerin korunması

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Fri 1 October 2010, 04:47 pm GMT +0200
III. Sivillerin Korunması


Hz. Peygamber (s.a.v.)'in "Ben rahmet Peygamberiyim, ben savaş peygamberiyim"[395] hadis-i şerifinin kendi hayatında tahak­kuk ettiği bir, vakıadır. Gerçekten O, bir "rahmet peygamberi"[396] dir; aynı zamanda savaş peygamberidir. Ama savaşlarında bile rahmet olan bir peygamberdir. O'nun savaşları ile insanlık tari­hindeki diğer savaşların ayrıldığı noktalardan birisi de budur. Çünkü O'nun hedefi insanları öldürmek değil, Allah'ın dinini in­sanlara ulaştırmaktır. Öldürürken bile güzel öldürmeyi emret­miştir:

"Allah her hususta iyilik ve güzellikle hareket etmenizi emret­mektedir. O halde öldürürken bile en iyi ve en güzel tarzda öldürünüz.[397]

Müşriklerin savaşlarda müsle yapmalarına[398] yani öldürdük­leri insanların çeşitli organlarını kesmelerine karşılık Hz. Pey­gamber (s.a.v.) sahabesine verdiği emirle bunu yasaklıyor ve şöyle buyuruyordu:

"...Zulüm yapmayın, ölülerin burnunu kulağını kesmeyin ço­cukları öldürmeyin."[399]

Ebû Eyyub el-Ensarî (r.a.)'dan:

"Ben Rasûlullah (s.a.v.)'m yakalayıp bağladıktan sonra öl­dürmeyi yasakladığını duydum. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer öldüreceğim tavuk bile olsa onu (hedef olmak üze­re) bağlayarak öldürmem."[400]

Abdullah b. Yezid (r.a.)'dan:

"Rasûlullah (s.a.v.), yağma, talan ve bir de müsleyi yasakla­dı."

Bir başka hadis-i şerifte de şöyle buyurur:

"Allah'ın adıyla, Allah yolunda savaşa çıkınız. Allah'ı inkâr edenlerle savaşınız. Savaşa çıkın fakat ahdi bozmayın; ganimet­ten çalmayın, müsle yapmayın, çocukları öldürmeyin. "[401]

Hz. Peygamber, düşmanları ateşte yakmayı,[402] elçileri öldürmeyi[403] ve mamur yerleri harab etmeyi[404] de yasaklamıştır.

Bu hadis-i şeriflerle öldürmenin zalimane ve lüzumsuz olanı yasak edilmiştir, işte bu sebepten dolayıdır ki, dahî bir komutan olan Hz. Peygamber (s.a.v.)'i diğer komutanlarla, O'nun savaşla­rım diğer savaşlarla mukayese etmek yanlıştır. Çünkü, O'nun sa­vaşları "Adil savaş"dır; diğerleri ise yıkımdır,-ölümdür, felâkettir.

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in savaşlanndaki rahmet konusunu üç başlık altında incelemeyi uygun bulduk. [405]

 

A) Savaşa Katılmayanların Dokunulmazlığı:
 

"Rasûlullah (s.a.v.), hiç bir savaşta sivil halka saldırma yolu­na gitmemiştir. Can ve mallarına dokunulmayıp kayıp verdiril-memesine azamî dikkat göstermiştir."[406] Hz. Peygamber (s.a.v.)in savaşta öldürülmesini yasak ettiği kimseleri şu şekilde sıralaya­biliriz. [407]

 

1- Kadınlar Ve Çocuklar:
 

Bu iki sınıfın, savaşlarda öldürülmesi yasaktır.

Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan:

"Hz. Peygamber (s.a.v.)'in savaşlarından birisinde, bir kadın Öldürülmüş olarak bulundu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) kadınların ve çocukların öldürülmesini yasakladı"[408]

Bilfiil islâm düşmanlığı yapan kadınlar müstesnadır. Böyle olanlar, normal düşman muamelesine tabi tutulurlar.[409]

 

2- Bunamışlar:
 

Bu gibi kişilerin akıllarında noksanlık olduğu için, mükellef sayılmazlar; bundan dolayı da öldürülmezler:

Hz. Ali (r.a.)'dan:

"Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Üç kişiden kalem kaldırılmıştır; uyanıncaya kadar uyuyan kişi, aklı başına gelinceye kadar mâtûh veya mecnun bir de âkil baliğ oluncaya kadar çocuk".[410]

 

3- Çok Yaşlı İhtiyarlar:
 

Şeyh-i Fânî denilen bu insanların öldürülmesi de yasaktır.

Enes b. Malik (r.a.)'dan:

Hz. Peygamber (s.a.v.), bir seriyye veya bir orduyu uğurlar­ken şöyle derdi:

"Allah'ın adı ile yola çıkın. Allah'ın dini için Allah adına sa­vaşın. Yaşlı ihtiyarları (pir4 fâni veya şeyh-i fânî) öldürmeyin. "[411]

"Hz. Peygamber (s.a.v.) bu hadis-i şerif ile, müşriklerin yaşlı­larının Öldürülmesini yasaklaması, onlardan müslümanlara bir zarar, kafirlere de bir fayda gelmiyeceğinden dolayıdır."[412]

Aksi takdirde, görüşü, yol göstermesi ve tecrübeleri ile müşriklere faydası dokunan yaşlıların Öldürülmesi gerekir. Hüneyn Savaşında Dureyd b. Sımme'nin öldürülmesi bundan do­layadır.[413]

Semüre b. Cûndüb (r.a.)dan:

"Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Müşriklerin yaşlılarını öldürün, taze delikanlılarını bıra­kın.[414]

Şevkânî, birbirine muhalif gibi görünen bu iki hadis-i şerifin arasını telif ederek yukarıdaki kanaati izhar etmiştir.[415]

 

4- Din Adanılan :
 

Hadisteki ifadesi ile "Manastır ehli=Mabed ehli" olan bu in­sanlar da müslümanlarla savaşmayıp kendilerini ibadete verdik­leri müddetçe öldürülmezler.[416]

Abdullah b. Abbas (r.a.)dan

"Rasûlullah (s.a.v.), ordusunu gönderdiği zaman, onlara şöy­le emir verirdi:

"... Çocukları ve manastır ehlini öldürmeyiniz."[417]

 

5- İşçi Ve Hizmetçiler:                           
 

Bu iki sınıf, savaşmak niyetinde olmayan müstad'af zümre­dendirler. Müşriklerle beraber olmaları öldürülmelerini gerektir­mez.

"Rasûlullah (s.a.v.) gönderdiği seıiyyelere emir verirken şöy­le buyururdu:

"İşçileri ve hizmetçileri öldürmeyiniz."[418]

Bu saydığımız insanlar savaşa iştirak etmedikleri müddetçe onların canları koruma altındadır. Ama, her ne suretle olursa ol­sun İslâm ordusunun aleyhine olup, savaşa iştirak ettikleri tak­dirde Öldürülmeleri gerekir. Nitekim, Kureyzaoğullan savaşında, evinin damından yuvarladığı bir el değirmeni taşıyla bir müslü-manın şehid olmasına sebep olan kadın öldürülmüştü.[419]

 

B) Esirlere Yapılan Muamele:
 

Hz. Peygamber (s.a.v.) esirlere çok iyi muamele yapmıştır, islâm'a çok aşırı şekilde düşman olup, müslümanlara vaktiyle kan kusturanlar hariç, esirlerin hemen hepsi Rasûlullah (s.a.v.)'ın afv ve merhametinden istifade etmişlerdir.

"Islâmdan evvelki Arap Yarımadasında harp esirlerine müte­allik hususi ve muayyen bir muamele tarzı yoktu. Bazan öldürü­lürler, bazan köle haline getirilirler (bilhassa kadın ve çocuklar), bazan fidye-i necat alınarak ve bazan hiçbir karşılık alınmaksızın serbest bırakılır ve nihayet bazen de karşı tarafın elinde bulunan esirlerle mübadele edilirdi."[420]

Hz. Peygamber (s.a.v.) esirler konusunda ve özellikle Bedir esirleri onusunda çok merhametli davranmıştır. "Bu esirlere mi­sal teşkil edecek tarzda muamele tatbik edilmiş, az evvel bir harp cereyan etmesine rağmen müslümanlar, bu esirlere karşı lütufkâr davranmışlardır. Hz. Peygamber (s.a.v.), bu esirleri en emin bir tarzda göz altında bulundurmak için bunları kendi askerleri arasında taksim etmiş ve onlara iyi davranmalarını as­kerlerine tenbih etmiştir. Bu emir icabsız kalmadı: Bu esirlerden elbisesi olmayanlara elbise temin edildi. Müslümanlarla müsavi surette iaşe edildi. Bazı müslümanlar, bunlara ekmeklerim verip sade hurma ile yetindiler, gayeleri sadece verilen emirden dışarı çıkmamak ve bu emre itaat idi."[421]

O'nun esirlere yaptığı muameleyi şöylece maddeleştirebüiriz. [422]

 

1- Fidye Karşılığı Serbest Bırakma:
 

Bu Bedir'de olmuştur. Müslümanların ilk zaferi olan bu sa­vaşta müşrikler yetmiş ölü, yetmiş de esir bırakarak savaş meyda­nını terkettiler.[423] Medine'ye götürülen esirlere çok iyi muamele yapıldı. Rasûlullah (s.a.v.)'da: "Esirlere iyi davranın"[424] diye emir vermişti. Bunlardan zengin olanlar fidye mukabili serbest bıra­kıldılar.[425] "Herbiri 1.000-4.000 dirhem ödemişlerdi. [426]"Fakir insanlar şartsız bırakıldılar. Diğer bir kısmı da müslüman çocuk­larına okuma yazma öğretmek şartıyla serbest bırakıldılar.[427]

 

2- Müslüman Esirlere Karşılık Olarak Serbest Bırakma:
 

Hz. Peygamber (s.a.v.), müşriklerden aldığı esirleri bazan da, müşriklerin elinde bulunan müslüman esirleri hürriyete kavuş­turma karşılığında serbest bırakırdı. Yani karşılıklı esir mübade­lesi yapardı.[428]

Seleme b. el-Ekva (r.a.), Ebû Bekir (r.a.) komutasında katıldı­ğı bir askeri harekâtı naklederek, savaşta galip geldiklerini, karşı taraf olan Fezâre kabilesinden ganimet ve esir aldıklarını, kendi hissesine de arabın en güzellerinden bir kızın düştüğünü anlattık­tan sonda şöyle devam ediyor:

"Sonunda Medine'ye geldik. Ama kızın elbisesini bile açma­dım. Bu arada, Rasûlullah (s.a.v.), çarşıda bana rastladı ve:

"Ya Seleme, bu kadını bana bağışla" dedi.

Ben de:

"Ya Rasulellah, vallahi bu benim çok hoşuma gitti; ama onun elbisesini bile açmadım." dedim.

Ertesi gün, Rasûlullah (s.a.v.)le çarşıda yine karşılaştık.

Bu sefer de bana:

"Ya Seleme, baban Allah'a emanet olsun, bu kadını bana ba­ğışla" buyurdular.

Ben de:

"Ey Allah'ın Rasulu, o senindir; vallahi onun elbisesini bile aç­madım." dedim.

Müteakiben, Rasûlullah (s.a.v.) onu Mekke'ye gönderdi. Mek­ke'de esir edilen bir takım müslümanlara onu fidye yaptı."[429]

 

3- Karşılıksız Serbest Bırakma:
 

Rasûlullah (s.a.v.) döneminde esirlere yapılan muamelenin en güzeli budur; en fazla uygulanan da budur. Bedir esirlerinden bir kısmı karşılıksız serbest bırakılmışlardır. [430]Müreysi,[431] Mek­ke fethi[432] ve Huneyn[433] savaşlarında böyle yapılmıştır. Serbest bırakılan esirlerin hemen hepsi de neticede müslümanlığı kabul etmişlerdir.

Enes b. Malik (r.a.) dan:

"Mekke'lilerden seksen kişi silahlı olarak Ten'im dağında Rasûlullah (s.a.v.)'in üzerine hücum etmişler. Peygamberle asha­bını gafil avlamak istiyorlarmış. Fakat O, onları esir almış ve ser­best bırakmış."[434]

Bu hadise Hudeybiye seferi esnasında olmuştur. Rasûlullah (s.a.v.) isteseydi onları serbest bırakmaz, Mekkelileri zor durum­da bırakırdı. Ama O, insanlara merhametli davranıp islam'ı sev­dirmek istiyordu.

Fetih sonrası, Hz. Peygamber (s.a.v.)'ın Mekkelilere yaptığı büyük bir âlicenaplıktır. Tarih böyle bir büyüklüğe şahid olma­mıştır. O, sadece Mekkelilere değil, aslında herkese karşı merha­metliydi. Mühim olan şirkin ve küfrün yok olmasıydı.

Rasûlullah (s.a.v.) Mekke fethinden sonra müşriklere :

" Ey Kureyş, şimdi size ne yapacağımı tahmin ediyorsunuz1?"

Kureyş hep bir ağızdan :

Biz senden hayırla davranmanı bekliyoruz. Sen cömert bir kişinin oğlu olan cömert bir insansın."

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu :

" Ben de Yûsuf (a.s.)'m kardeşlerine dediği gibi şöyle diyorum:[435]

Bugün size bir kınama yok, haydi gidin, serbestiniz."[436]

 

4- Esirlerin Öldürülmesi:
 

Bu hadise, sadece Bedir esirlerinin iki tanesi için câridir. On­lar da önceden müslümanlara çok büyük işkence edenlerdendi. Nadr b. Hârîs[437] ve Ukbe b. Ebi Muayt[438] isimli bu iki şahıs önce­den yaptıklarının cezasını buldular.

"Bu iki esir, islâm'a olan şiddetli düşmanlıklarından dolayı Öldürülmüşlerdi. Bunlar normal esir olmanın yanında "savaş suç­lusu" oldukları için bu akibete uğratılmışlardır. Sözünü ettiğimiz bu iki esir, müslümanlarm azılı düşmanıydılar. Davayı baltalayı­cı eylemlerde bulunmuşlar, Mustaz'af (zayıf ve korumasız) müs­lümanlara her vesileyle ezici tavırlar takınmışlardı."[439] Modern harb terminolojisinde geçtiği şekliyle bunlar "savaş suçlusu" idi. Daha evvel işledikleri suçlardan dolayı cezaya çarptırılmıştı."[440]

 

C) Ölü Ve Yaralılara Yapılan Muamele:
 

Savaş denilince akla kan gelir. İnsanların ölmesi ve yaralan­ması, savaşların kaçınılmaz neticesidir. Eski çağlarda düşman ta­rafının ölülerine ve yaralılarına hunharca muameleler yapılmış, esirler ise hayvan muamelesine tabi tutulmuşlardır.[441]

"Hz. Peygamber (s.a.v.), bütün savaşlarında düşman yaralıla­rını asla ihmal etmemiş ve en iyi bir şekilde muamele etmiştir. Çünkü böyle bir muamele insanlık adına yapılan bir muameledir. islâm1 da bütün insanlığın dinidir.[442]

Rasûlullah (s.a.v.)'ın, savaş sonrası ölü ve yaralılara yaptığı muameleyi iki maddede inceliyoruz: [443]

 

1- Şehidler Ve Yaralılar:
 

Rasûlullah (s.a.v.), galip geldiği savaşlarda savaş alanında üç gün kalırdı.[444] Bu ikâmet, şehidlerin ve ölülerin defni için, bir de zaferi pekiştirmek içindi.

islâm ordusu safında olup, savaş meydanında hayatını kay­bedenler şehiddirler. Bu şehidleri Rasûlullah (s.a.v.) kanlı elbise­leri ile gömmüştür. Bunların hepsi için ayrı mezar kazılmayıp, ikişer üçer defnedilirlerdi. Bilhassa Uhud şehidleri için böyle bir uygulama yapılmıştır. Bir mezara, beraberce defnedilenlerin bir­birlerinin yakınları olmasına dikkat edilmiştir. Hayatta kalan yakınları tarafından Medine'ye götürülmek istenenlere Hz. Pey­gamber (s.a.v.) izin vermemiştir. Şehidler yıkanmadan ve kefen­lenmeden defnedilirlerdi. Sadece bedenlerini kapatacak bir elbi­se veya örtünün bulunmasına dikkat edilirdi.[445]

islâm ordusu safinda olup yaralananlar savaş sonrası tedavi altına alınmışlardır.[446] Tedavi işinde müslüman kadınlar vazife alırlardı.

Ümmü Atiyye(r.a.)dan:

"Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte yedi savaşta bulundum. Mola verdikleri yerde ve cephede onların arkalarında bulunur, kendile­rine yemek yapar, yaralarını tedavi eder ve hastalara bakar­dım."[447]

Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında kadınlar, hatta bizzat Pey­gamber hanımlarından bazıları savaşa katılırlar [448]ve savaşta geri hizmette bulunurlardı. Hafsa binti Şîrîn, Ümmü Atiyye'den rivayetle onun şöyle dediğini nakl ediyor: "Biz hastalara bakıyor ve yaralılara ilaç yapıyorduk."[449]

Enes b. Malik (r.a.)da kadınların Uhud savaşında yaptıkları hizmetleri anlatırken şöyle diyor:

"Onlar sırtlarında su kırbalarım taşıyorlar, sonra bunu yara­lıların ağızlarına boşaltıyorlar, sonra tekrar çabucak dönüyorlar, kırbalarını dolduruyorlar, sonra yine acele edip kırbaları yaralı askerlerin ağızlan içine boşaltıyorlardı"[450]

Aişe (r.anha)dan gelen bir rivayete[451] göre de Hendek sava­şında yaralanan Sa'd b Muaz'm tedavi edilmesi için Mescide bir çadır kurulmuştu ve orada tedavi görüyordu. Onun kızı Küaybe de babasının yarasına ateşte ısıtılmış sargı bezi sarıyordu.[452] Ayrıca Ka'b b. el-Eşref i öldürmeye giden müfrezeden Haris b. Evs (r.a.) ağır yaralanmış ve arkadaşları tarafından mescide getirilmişti. Kendisine ilk yardım mescidde yapıldı.[453]

 

2- Düşman Tarafın Ölüleri Ve Yaralıları:
 

Hz, Peygamber (s.a.v.), düşmanların savaş meydanında terk ettikleri ölüleri insanca bir muameleye tabi tutmuş ve gömülmesi­ni emretmiştir.[454] Uhud savaşında, müşriklerin, müslüman şe-hidlere müsle uygulamasına karşılık Hz. Peygamber aynısının müşrik ölülerine yapılmasını yasaklamıştır.[455] Müslümanlar hiç bir zaman düşman ölülerine gayr-i insanî mumamele yapmamış­lardır.

Hz. Peygamber (s.a.v.), müşriklerin ölülerini, kazılan kuyula­ra defnederek, açıkta kalmaktan kurtarmıştır.[456] Bu tavır, Mo­dern Harb Beyannamesi'nin ilgili konudaki talimatına uygun düşmektedir."[457]

"Müslümanlar esirlere iyi muamele ettikleri gibi, yaralı müş­riklere de iyi davranıp, müslüman yaralılarla eşit şartlarda tedavi etmişlerdir. Hiçbir zaman düşman yaralıları ihmal etmemişler­dir."[458]

 

Sonuç
 

Yeryüzünde Hz.Âdem (a.s.) ile beraber Hakk ve Bâtıl'ın mü­cadelesi başlamıştır. Peygamberler ve onların yolunda gidenler Hakk'ın temsilcileri, karşı tarafta olanlar da Bâtıl'ın temsilcileri olmuşlardır. Bu mücadele bugüne kadar gelmiş, kıyamete kadar da devam edip gidecektir.

Tarihin hemen her devrinde, Bâtıl'm kendi içinde de mücade­le ve çarpışması eksik olmamıştır. Savaş adı verilen bu çarpışma­ların çıkış sebepleri, cereyan şekilleri ve neticeleri çok vahşicedir. Basit sebeplerden dolayı insanlar birbirine düşürülmüş, oluk gibi kan akıtılmış, mamur yerler harab edilmiş, çocuklar öksüz ve ye­tim bırakılmıştır. Bugün bile durum aynıdır. îlahî Mesajdan uzak olan insanlar dünyayı ateşe vermektedirler.

Herşeyi yerli yerine o tutturan îslâm' Dini, savaşa da bir bakış açısı getirmiştir, islâm' Dinine göre insanlar, kendi istedikleri za­man ve istedikleri gibi savaşamazlar. Allah, insanlann bütün ha­yatlarını kuşatacak kanunlar gönderirken savaş, bu kanunların dışında kalabilir mi ? Allah'a teslim olan müslümanlar, her işleri­ni O'nun istediği gibi yapmak mecburiyetindedirler.

Hz.Peygamber (s.a.v.), islâm Dini'nin hem tebliğcisi, hem de tatbikçisidir. Dini en güzel yaşayan O'dur. Dinin bütün tezahürle­rini kendi hayatında göstermiştir. Neyi nasıl yapacağımızı biz O'ndan öğreniriz. Niçin, ne zaman ve nasıl savaşılacağım da bize O gösteriyor; hem de tatbikatiyle öğretiyor.

Savaş denilince akla kan gelir; insanların ölmesi, şehirlerin yıkılması gelir aklımıza. Ama Hz.Peygamber (s.a.v.)'in savaşları böyle olmamıştır. Hatta O'nun katıldığı ve komuta ettiği öyle sa­vaşlar ve fetihler var ki ne kan akmıştır ne de bir insan ölmüştür. O'nun savaşlarında insana, insan olduğunun değeri verilmiştir.

Boş yere insanlar öldürülme mistir. Çok üstün bir strateji ve tak­tik sahibi olan Hz.Peygamber kimsenin akhna gelmeyen yollar deneyerek düşmanı yenmesini becermiştir.

O, savaşları çok uzaktan idare eden bir komutan değildir. Her zaman askeri ile beraber olmuştur; cephede bulunmuştur, fiilî olarak savaşa katılmıştır. Düşman üzerine hücum etmiş, silah kullanmıştır. Savaşın kaçınılmaz olduğunu gördüğü zaman geri durmamıştır. Devrinin süper güçlerinden çekinmemiştir. Onla­rın saltanatını sarsacak ordular hazırlayıp sevketmiştir.

Hz.Peygamber, herşeye olduğu gibi savaşa da ayrı bir mana kazandırmıştır, insanlar ölmeden, mamur yerler harab olmadan, dünya ateşe verilmeden de savaşın olabileceğini göstermiştir. Savaş sonrası, düşman tarafına ve düşman ölülerine gösterdiği merhamet, eşi görülmemiş bir üstünlüktür. O'nunla savaşan kim­selerin hemen savaş sonrasında müslümanlığı kabul etmeleri, O'na kılıç çeken insanların biraz sonra O'na asker olmaları O'nun en büyük zafeıierindendir.

On senelik Devlet Başkanlığı müddetince yirmiden fazla savaşa katılan Hz.Peygamber, ortalama olarak senede iki sefer savaşa çıkmış oluyordu. Vefatı esnasında Arap yarımadası tama­men îslâm' Devletinin hakimiyeti altındaydı. Bu savaşlarda düş­man tarafından ölen insanların sayısı yaklaşık 250, müslüman-lardan şehid olanların sayısı da yaklaşık 150 dir.

Görüldüğü gibi O, insanlığı imha etmek için değil, ihya etmek için savaşmış ve ihya etmiştir. Zalimleri yok etmiş mazlumları di-riltmiştir. Beşerî sultaları yıkmış Allah'ın Dinini hakim kılmıştır. Hz.Peygamber (s.a.v.)'in yaptığı savaş, islâm'daki Cihâd ha­reketinin bir merhalesidir. Ona sadece savaş değil" Adil Savaş " demek daha uygun olur. Dünya tarihinde böylesi bir savaş görül­memiştir.

"Adil Savaş" m hedefi, îslâm"m prensiplerini yaşatmak ve sulh için gerekli şartlan yerleştirip takviye etmektir. Bu savaşta sivil halkın canına ve malına dokunulmamıştır. Esirler en iyi mu­ameleyi görmüştür. Yaralı ve hasta olanlara gereken ilgi gösteril­miş, ölüler defnedilmiştir.

Ölülerin uzuvları kesilmemiştir; müsle yapılmamıştır. Savaş öncesi ve sonrası yağma ve talana tenezzül edilmemiştir. "Adil sa­vaş" ta şahsî çıkar, ırk asabiyeti, maddî menfaat, öc alma duygusu, sömürü vb. gibi cahili duygular etkili olmamıştır.

"Adil Savaş"ı yapan ordunun komutanı olan Hz.Muhammed (s.a.v.), şehirlere, kalelere sahip olmazdan önce kendi askerini yüksek bir maneviyata ulaştırarak onların ruhlarına hakim ol­muştur. Bu komutanın ve bu askerlerin yaptıkları savaşlarda zu­lüm yoktur. Çünkü onlar zulmü ortadan kaldırmak için savaşı­yorlardı. Yani onların hedefi Allah'ın dinini yeryüzüne yaymaktı, yaydılar. Neticede yeryüzünü salih kullar devraldı.

Gazve ve Seriyye'Ierin Sayısı

Hicrî Yıl           Gazve        Seriyye
  1                    —               3
  2                    8                4
  3                    4                2
  4                    2                3
  5                    4                1
  6                    3                11
  7                    3                11
  8                    3                10
  9                    1                 6


(Komuta, tedricî olarak sahabeye aktarılmıştır) [459]

 

Bibliyografya
 

Ibn Hişâm, Ebû Muhammed Abdulmelik, es-Sîretun-Nebeviyye, Beyrut, 1971,1, 256; îbn Sa'd Ebi Abdillah Muhammed, et-Tabakatu'l-Kübrâ, Beyrut, 1970 îbn Kayyım, Muhammed b. Ebî Bekr, Zâdu 'l-Me 'ad fi Hedyi Hayri'l-îbad, Mısır, 1970

Hattâb, Mahmud Şît, er-Resûlu'l-Kâid, Beyrut, 1974 îbn îshâk, Muhammed b. îshak, Siretubnu îshak, Konya, 1981

Taberî, Ebû Ca'fer Muhammed, Târihu'l-Ümem ve'l-Mülûk, Beyrut, 1967 Ebu'1-Fidâ, Imâduddin ismail, el-Muhtasar  fî Ahbâri'l-Beşer, Beyrut, ts.

Îbn Kesîr, Ebu'1-Fidâ ismail, es-Sîretü'n-Nebeviyye, Beyrut, 1976 Diyarbekrî, Hüseyn b. Muhammed b. el-Hasen, Tânhü'l-Hamîs,

Beyrut, ts. Süheylî, Ebu'l-Kasım Abdurrahman, er-Ravdu'l-Ünüf, Mısır, 1971

Konrapa, M.Zekâi, Hz. Peygamberin Hayatı, istanbul, 1983 Zehebî, Muhammed b. Ahmed, es-Sîretun-Nebeviyye, Beyrut, 1988

Önkal, Ahmed, Rasûlullah'ın îslâma Davet Metodu, Konya, 1981

Hamidullah, Muhammed, Hz.Peygamber'in Savaşları (Trc. Salih Tuğ), istanbul 1972 Sırma, ihsan Süreyya, îslâmî Tebliğin Mekke Dönemi ve İşkence, İstanbul 1984 Hamidullah, Muhammed, îslâm Peygamberi (Trc. Salih Tuğ) istanbul 1980

Semhûdî, Nureddin Ali b. Ahmed, Vefâu'l-Vefâ bi Ahbâri Dan I- Mustafa, Beyrut, 1955 Hattâb, Peygamber Ordusunun Tarihi (Trc. ihsan Süreyya Sırma), İstanbul, 1983

Hamidullah, Muhammed, el-Vesâiku's-Siyâiyye, Beyrut, 1969 Eroğlu, Hamza, Devletler Umumî Hukuku, Ankara 1984 el-Umerî, Ekrem Ziya, el-Muctemeu'l-Medeni, Medine, 1984 Bûtî, Said Ramazan, Fıkhu's-Sîre, Dimeşk, 1977 îbn Abdilber, Ebu Ömer Yusuf en-Nemerî, el-îstiab fi Ma'rifetVl-

Ashâb, Kahire, 1328 Halebî, Ali b. Burhaneddin, Îsnânu'l-Uyûn fî Sîreti'l-Emîni'l- Me'mun, Beyrut, 1980, II, 493 îbn Hacer, Şihabuddin Ebu'1-Fadl Ahmed b.Ali el-Askalânî, el- îsâbe fî Temyîzi's-Sahabe, Kahire, 1328

Vakıdî, Muhammed b. Ömer, Kitabu'l-Megazî, London, 1966 Hakim, Ebu Abdillah el-Hakim, el-Müstedrek ala's-Sahîheyn, Beyrut, ts.

Sırma, ihsan Süreyya, Yahudi Meselesi, istanbul 1984 Kettanî, Muhammed Abdulhay, el-terâtibü'l-îdâriyye, Beyrut, ts. Şiblî, Mevlana, Asr-ı Saadet (Trc. Ömer Rıza Doğrul), istanbul

1977 Endülüsî, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed, es-Siretü'n-Nebeviyye,

Dimeşk, 1984 Canan, ibrahim,Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, Ankara, 1980

Muttaki, Alauddin Aliyyü'l-Muttakî, Kenzü'l-Ummal fi Sünne-ni'l-Ahvâl ve'l-Efâl, Beyrut 1979

Aynî Bedruddin Mahmud, Umdetu'l-Kârî Şerhu Sahihi'l-Buharî Beyrut tsz.

îbn Seyyidi'n-Nâs, Ebu'1-Feth Muhammed, Uyûnu'l-Eser, Bey­rut, 1974

Mes'ûdî, Ebu'l-Hasen Ali b. el-Huseyn, Murûcu'z-Zeheb ve Meâdinu'l-Cevher, Mısır, 1964

Sırma, ihsan Süreyya, îslâmî Tebliğin Medine Dönemi ve Cihâd,

İstanbul 1986 Mevdûdî,   Ebul-A'lâ,  İslâm'da   Savaş  Hukuku   (Tec.:Beşir Eryaı-soy), İstanbul,! 992 [460][/b]
[/size]

[395] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 395.

[396] Müslim, Fedâil, 126; îbn Mâce, İkâme, 189.

[397] Müslim, Sayd, 57.

[398] Buhârî, Cihâd, 1220.

[399] Müslim, Cihâd, 3.

[400] Ebû Dâvûd, Cihâd, 119.

[401] Müslîm, Cihâd, 2; Ebû Dâvûd, Cihâd, 90; Dârimî, Siyer, 5.

[402] Buhârî, Cihâd, 106; Ebû Dâvûd, Cihâd, 122.

[403] Dârimî, Siyer, 60; Ahmed. b. Hanbel, Müsned, III, 487.

[404] Mevdûdî,Ebû'l-A'lâ, İslâm'da Savaş Hukuku(Tec.:Beşir Eryarsoy), Is-tanbul,1992, s.263-268.

[405] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/100-101.

[406] Hattâb, el-Kâid, 476.

[407] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/101.

[408] Buharı, Cihâd, 146; Müslim, Cihâd, 24-25; Ayrıca bkz. Müslim, Cihâd, 137-140.

[409] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/102.

[410] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I,118; Hâkim, Miistedrek, IV, 389.

Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/102.

[411] Ebû Dâvûd, Cihâd, 90.

[412] Şevkânî, Muhammed b. Ali; Neylu'l-Evtâr, Mısır, 1391, VII, 281.

[413] îbn Hişâm, Sîre, IV, 95; İbn Kesîr, Sîre, III, 611.

[414] Ebû Dâvûd, Cihâd, 121; Tirmizî, Siyer, 29.

[415] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/102-103.

[416] Şevkânî, a.g.e., VII, 281.

[417] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 300.

Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/103.

[418] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 413; Ayrıca bkz. îbn Mâce, Cihâd, 30.

[419] İbn Seyyidin-Nâs, Uyun, II, 73.

Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/103.

[420] Hamidullah, Hz. Paygarnberin Savaşları, 66.

[421] Aynı eser, 65-66.

[422] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/104.

[423] Müslim, Cihâd, 18; îbn Hişâm, Sıre, II, 365-374; İbn Kesîr, Sîre, II, 511.

[424] Hattâb, el-Kûid, 125.

[425] Buhârî, Cihâd, 171; Müslim, Cihâd, 18.

[426] İbn Kesîr, Sîre, II, 512.

[427] Hattâb, el-Kâid, 126.

Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/104-105.

[428] îbn Hişâm, S'ıre, II," 255; ibn Seyyîdi'n-Nâs, Uyun, I, 229; îbn Kesîr, Sîre, II, 369.

[429] Müslim, Cihâd, 46; Ebû Dâvûd, Cihâd, 124; Ahmed b. Hanbel, Mihsned, IV, 47, 51.

Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/105.

[430] Vâkidî, Megâzî, 1,139,144; Hattâb, el-Kâid, 128.

[431] îbn Hişâm, Sîre, III, 307; Jbn Kesîr, Sîre, III, 302; İbn Seyyidin-nas, Uyun, II, 95.

[432] Buhârî, Megâzî, 56; Vâkidî, Megâzî, II, 835; îbn Hişâm, Sîre, IV, 54-55.

[433] Buhârî, Hum us, 14, Vekâle, 7; İbn Hişâm; IV, 132,133; İbn Kesîr, Sîre, III, 672.

[434] Müslim, Cihâd, 133.

[435] Vâkidî, Megâzî, II, 835.

[436] K.K., Yûsuf sûresi, 92.

Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/105-106.

[437] Vâkidî, Megâzî, 1,149; îbn Hişâm, Sîre, II, 367; İbn Kesir, Sîre, II, 473.

[438] Vâkidî, Megâzî, 1,139; îbn Hişâm, Sîre, II, 366; İbn Kesîr, Sîre, II, 473.

[439] Hattab, el-Kâid, 125.

[440] Aynı eser, 477.

Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/107.

[441] Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, 66; Mevdûdî, îslâmda Savaş Hukuku, 209-240.

[442] Hattâb, el-Kâid, 478.

[443] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/107.

[444] Buhârî, Megâzî, 8; Tirmizî, Siyer, 3.

[445] Buhârî, Meğâzî, 26; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 31; Tirmizî, Cenâiz, 46; Nesâî, Cenâiz, 83; îbn Mâce, Cenâiz,28.

[446] Buhârî, Cihâd, 162; Müslim, Cihâd, 101-105.

[447] Müslim, Cihâd, 142.

[448] Buhârî, Cihâd, 63-64.

[449] Buhârî, İdeyn, 20.

[450] Buhârî, Cihâd, 94.

[451] Buhârî, Salât, 77; Müslim, Cihâd, 67.

[452] Kettânî, Terâtib, II, 113.

[453] İbn Hişâm, Sîre, III, 60; İbn Seyyidi'n-Nâs, Uyun, I, 300; îbn Kesîr, Slre, III, 14.

Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/107-109.

[454] Taberî, Tarih, IH, 62.

[455] İbn Hişâm, Sîre, III, 102; Hamidullah, a.g.e., 67.

[456] Taberî, Tarih, IH, 62.

[457] Hattâb, el-Kâid, 126.

[458] Aynı eser, 478.

Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/109.

[459] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/110-112.

[460] Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/113-114.