sumeyye
Tue 18 January 2011, 04:36 pm GMT +0200
Şirkten Yeni Çıkanların Kestikleri Hayvanların Eti:
Rasûlullah'a (s.a.) şöyle soruldu: 'Ya Rasûlallah! Burada, şirkten henüz çıkmış halklar var. Onlar bize et getirirler; üzerine besmele çekip çekmediklerini bilmeyiz?" Şöyle buyurdu:
"Siz besmele çekin ve yiyin! [528]
Bu hadisin dayanağı, hükmün zahire göre verileceği ilkesidir.
Bir başka soru şöyle olmuştur:
"Biz yann düşmanla karşılaşacağız. Beraberimizde bıçaklar yoktur. Kamışla boğazlayabilir miyiz?"
"Kanı akıtan bir şeyle diş ve tırnak hariç boğazlanmış ve üzerine de besmele çekilmişse ye! Bunu size anlatayım: Diş, kemiktir. Tırnak ise, Habeşlilerin bıçağıdır. [529]
Evcil Hayvanların Parlayarak Vahşileşmesi:
Ganimet develeri bölüştürülerken, devenin biri ürküp kaçtı. Beraberlerinde arkasından yetişmek için at da yoktu. Adamın biri ona bir ok attı ve deveyi olduğu yere mıhladı. Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Şu develerin, aynen vahşi hayvanın ürküp kaçması gibi bir parlama halleri olur. Eğer başınıza böyle bir şey gelir de çaresiz kalırsanız, ona böyle yapın! [530]
Çünkü bu haliyle o, vahşileşmiş ve av hükmünü almıştır.
Bir cariye, ölmek üzere olan bir koyun görmüş, hemen bir taş kırarak onunla koyunu boğazlamış. Rasûlullah (s.a.), cariye tarafından bu şekilde kesilen bu koyunun etinin yenilmesini emretmiştir. [531]
Şöyle sorulmuştur: "Öyle bir yemek var ki (hıristiyan yemeği) ben ondan sıkıntı duyuyorum?" Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Hıristiyanlara benzerlik arzettiğin herhangi bir şeyde (yemekte), kalbinde hiçbir sıkıntı olmasın! [532]Şöyle bir soru soruldu: "Ya Rasûlallah! Deve kesiyoruz, sığır kesiyoruz, koyun kesiyoruz; karnında yavru buluyoruz. Onu atıyor muyuz, yoksa yiyor muyuz?" Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Dilerseniz onu yiyiniz; çünkü anasının kesilmesi, onun da kesilmesi demektir. [533]
YEMEK ÂDABI
Bil ki: Rasûlullah (s.a.), yemek konusunda dikkat edilecek bir takım görgü kuralları (âdâb) Öğretmiştir. Bu meyanda şöyle buyurmuştur:
"Yemeğin bereketi, yemekten önce ve sonra elleri yıkamaktır.[534]
"Yiyeceğinizi ölçünüz ki, sizin için bereketli olsun. [535] "Sizden biriniz yemek yediği zaman tabağın ortasından yemesin; dibinden (ve önünden) yesin, zira bereket tabağın ortasından yayılır. [536]
Derim ki: Yiyeceğin bereketli olması, nefsin doyması, gözün aydın olması, gönlün dağınık olmaması ve yiyip yiyip de doymayan benzeri çok hırslı olunmaması gibi şeylerdir. Bunu şu şekilde açıklayabiliriz:
Meselâ her birinin yüz dirhemi olan iki kişi olsun. Bunlardan birisi fakirlikten korkar, insanların mallarına göz diker, malını dini ve dünyası için yararlı olacak şekilde harcayamaz. Diğeri ise, çok tok gözlüdür; bu yüzden bilmeyen onu zengin zanneder, harcamalarını yerli yerinde yapar, gönlü huzurlu olur.
İşte ikinci şahsın malında bereket vardır; birinci şahsın malında ise bereket yoktur.
Bereketin bir başka şekli de, bir malı ihtiyacına harcayıp, geri kalanından vazgeçmektir. Şöyle ki: Meselâ her biri, bir ntıl kadar yiyen iki kişiden birinin yapısı, yediğini bedenin gıdası için harcarken, diğerinin midesinde hastalık olur ve yediği faydalı değil, bilakis zararlı olur. Bunlarden her birinin malı olabilir; birisi çok ürün veren mala mülke harcar ve geçimini yoluna koymuş olur; ikinci şahıs ise saçıp savurur, neticede ihtiyacını karşılayacak hiçbir şeyi olmaz.
Şüphesiz nefsânî hallerin ve inançların, bereketin meydana gelmesinde etkisi vardır. Rasûlullah'm fs.a.) şu hadisi bu manadadır:
"Hakikaten şu mal yeşil ve tatlıdır. Dolayısıyla onu her kim gönül zenginliği ile alırsa, o malda kendisine bereket verilir. Her kim de, ona göz dikerek alırsa, o malda kendisine bereket verilmez ve yiyip yiyip de doymayan kimse gibi olur. [537]
Bunun içindir ki, havada bir ağaç üzerinde yürüyen kimsenin ayağı kaymakta, fakat aynı çizgi üzerinde yerde yürümesi halinde bir şey olmamaktadır. Bir şey üzerine himmet ederek yöneldiği ve onunla ihtiyaçlarını karşılamak istediği ve zihnini bu düşünce üzerinde topladığı zaman, bu gözünün aydın olmasına, zihninin derli toplu ve nefsinin afif olmasına sebep olur. Muhtemelen bu onun tabiatına sirayet eder ve beden de onu harcanması gereken yerlere harcar.
Yemekten önce ellerini yıkar, ayakkabılarını çıkarır ve oturduğu yere iyice yerleşir, yemeğini huzurla ve ölçülü şekilde yerse, yerken Allah'ın adım anarsa, üzerine bereket iner.
Yiyeceği ölçer, miktarını bilir, harcarken tutumlu olur, bilinçli olarak sarfederse, böyle yapmayanlara nisbetle yeterli olmayan daha az bir miktar onun için yeterli olur.
Yiyecek, nefislerin tiksinti duyacağı tuhaf bir şekilde hazırlanır ve bu yüzden onu itibara almazsa, başkaları için yeterli olan miktardan daha çoğu bile o kimse için yeterli olmaz. Nasıl olur ki! Bence şu durumun hiçbir kimsenin bilgisi dışında olacağını sanmıyorum. Bir kimse bir çöreği meyve yer gibi yer, yahut yürüyerek ve konuşarak yer tüketir de bir etkisini görmez, midesi dolmuş olsa bile nefsinin gıdasını aldığını ve doyduğunu anlamaz. Bazen bir kadarhk yiyeceğini (tartmadan) göz kararı alır; fazla kısmı boşa gider ve hiç bir ihtiyacı karşılamaz. Belli bir süre sonra yiyeceğin olması gereken miktardan daha az kaldığını görür.
Kısaca, bereketin varlık ve yokluğunun tabiî sebepleri vardır. onlar zımnında şerefli bir melek ya da lânetli bir şeytan, o sebepleri teyit eder, onların heykellerine melekî ya da şeytanî bir ruh üflenir.
Allah'u a'lem![538]
Yemekten Önce Ve Sonra Ellerin Yıkanması:
Yemekten önce ellerin yıkanmasına gelince, bu ellerde bulunan kir ve pislikleri giderir. Yemekten sonra yıkanması ise, yemekten arta kalan yağ ve bulaşığı izale eder. O halde bırakılması halinde elbisesini kirletebilir, elini kedi köpek gibi bir hayvan tırmalayabilir, yahut haşerât sokabilir. Şu hadis bu manadadır:
"Kim eli yemek bulaşığı olduğu halde yıkamadan uyur da, kendisine bir şey isabet ederse, sadece kendisini kınasın.[539]
[528] Ebû DâvÛd, Edâhî, 18 (2829).
[529] Müslim, Edâhî, 20; Ebû Dâvûd, Edâhî, 14 (2821).
Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/582-583.
[530] Ebû DâvÛd, Edâhî, 14 (2821).
[531] bkz. Buhârî, Zebâih, 18, 19.
[532] İbn Mâce, Cihâd, 26.
[533] Ebû Dâvûd, Edâhî, 17 (2827).
Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/583.
[534] Ebû Dâvûd, Afime, 11.
[535] Buhârî, Büyü', 52; İbn Mâce, Ticârât, 39.
[536] bkz. Ebû Dâvûd, Afime, 17; Tirmizî, Afime, 12; İbn Mâce, Afime, 12
[537] Müslim, Zekât, 96.
[538] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/585-587.
[539] Ebû Dâvûd, Afime, 53, İbn Mâce, Afime, 22.
Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/587.
[540] Müslim, Eşribe, 105.