meryem
Wed 16 February 2011, 11:55 am GMT +0200
Sıdk
Sıdk ve zıddı olan kizb geçmiş veya gelecek, va'd veya bir başka şeyle ilgili olsun, öncelikle söz için kullanılır; eğer söylenilen söz muhtevasıyla çakışıyor veya sözü söyleyenin fiili sözüyle uyuşuyorsa bu sıdk, aksi halde kizbdir. Her şeyden önce, en doğru sözlü ve söylediklerinde hiçbir şekilde kizb bulunmayan Allah-ü Tealâ'dır:
“Söz olarak Allah'tan daha sıdk sahibi kim vardır?” (Nisa: 122).
“Anlatı(söz) olarak Allah'tan daha sıdk sahibi kim vardır?” (Nisa: 87).
Yukarıdaki birinci ayette, Allah-ü Tealâ'nın iman eden salih amellerde bulunanları Cennet'e koyacağı va'd edilmekte, ikinci ayette ise Kıyamet'in mutlaka gerçekleşeceği ifade olunmaktadır. Bunları söyleyen Allah olduğu için, her ikisi de mutlaka meydana gelecektir, çünkü Allah'ın sözünde asla kizb bulunmaz.
Allah'ın sözlerini aktaranlar O'nun seçtiği peygamberlerdir. Şu halde her sözü sıdk olanın sözlerini aktaracaklar da şeksiz şüphesiz ve herkesin kendisine inanıp güveneceği sadık kimseler olmalıdır:
“Kitap'ta İsmail'i an; muhakkak o va'dinde sadıktı ve nebî bir rasûldü... Kitab'ta İdris'i an; muhakkak o nebî bir sıddîkti” (Meryem: 54, 56).
Stdk sözün muhtevasına uygunluğudur; sözgelimi münafıklar “Muhammed Allah'ın rasûlü'dür” dediklerinde, bu söz kendinde sıdktır, fakat münafıkların bu şekilde söylemeleri onlar açısından sıdk değildir; çünkü onlar kalben buna inanmamaktadırlar. Bu bakımdan, Allah münafıkların 'yalan' söylediklerine şehadet ederken, Rasûlüllah'ın risaleti için en büyük ve her şahidin şehadetini kendinden aldığı bir şahit olarak şehadette bulunmaktadır:
“Münafıklar sana geldiği zaman, “şehadet ederiz ki, sen Rasûlüllah'sın” derler. Allah bilir ki, muhakkak sen O'nun rasûlüsün; ve Allah şehadet eder ki, münafıklar kesinkes yalancılardır” (Münafikun: 1).
Demek ki, sıdk birinci derecede kalpten gelmeli ve itikat halinde olmalıdır; bu itikadın dille ifadesi sıdktır; ama kalben itikat edilmeyen bir şeyin dille söylenmesi ise kizbdir. İkinci olarak, söylenen sözü fiilin de doğrulaması (tasdik) sıdk'ın ögelerindendir:
“Sadıktara stoklarından sorsun dîye..”(Ahzab: 8 ).
Bu ayette, Allah'ın dilleriyle tasdik edenleri fiilleriyle de sadık olup olmadıklarından, yani hareketlerinin sözlerini doğrulayıp doğrulamadıklarından sorguya çekeceği ifade olunmaktadır.
Görülen rüyanın meydana gelmesi onun tasdiki, yani sadık bir rüya olduğunun ortaya konmasıdır:
“Andolsun, Allah rasûlü'nün rüyasının hak olduğunda sadıktır. Muhakkak siz inşa-Allah güvenlik içinde... Mescid-i Haram'a girersiniz”(Feth: 27).
Sıddîk, kendisinden yalnızca sıdk sadır olan, hiç bir zaman yalanı duyulmayan, yalan söylemeyen, sözü, itikadı ve fiiliyle sıdkını sürekli tasdik eden demektir:
“Kim Allah'a ve Rasûl'e itaat ederse işte onlar nebiler, sıddîklar, şehidler ve salihler olarak Allah'ın kendilerine nimet verdikleriyle beraberdir. Ne güzel arkadaştır onlar” (Nisa: 69).
“Meryem oğlu İsa ancak bir rasûldür, ondan önce de muhakkak rasûller geçti ve annesi sıddîkadır.” (Maide: 75).[396]
İnsanın sıdkını ortaya koyma, Allah'ın emanetini O’nun yolunda kullanma yollarından olan infak için verilen mala sadaka denilir; insanın malının bir miktarını muhtaçlara vermekle Allah'ın 'infak edin', 'muhtaçlara verin, emrini yerine getirdiğini ve dolayısıyla Allah'a inanıp, hükümlerini tasdik ettiğini ortaya koymuş olur. Sadaka'nını farz olan şekline zekât denilirken, sadaka daha çok nafile olan infak için kullanılır olmuştur. [397]
[396] Müfredat, 154; Y. Kamus, HLS md.
[397] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 524-526.