Hadice
Mon 6 December 2010, 04:02 pm GMT +0200
Sevgi iletişiminin olmazsa olmaz "üç s"si
1- Sevgi ve saygı:
Sevgi, Bir kalbin diğerine sımsıkı ve sıcacık bağlanmasıdır. Şimdi gençler, "Sevemedim" demiyorlar; "Elektrik alamadım" diyorlar. "Gönlüm ısınmadı" yerine "Frekanslarımız tutmadı" gibi cümleler kullanıyorlar.
Eşinize karşı içinizde ciddi ve samimi bir sevgi varsa geçinmeniz, anlaşmanız, uyuşmanız kolay demektir. Çünkü seven, eksik görmez. Gördüğü eksiği, hatayı çabuk affeder.
Sevgi, gönülleri bağlamaya yeter. Ancak unutmamak gerekir ki her sevgide, saygı vardır; her saygıda da sevgi olduğu gibi.
Sevgi, evliliğin olmazsa olmaz şartıdır. Ne var ki sevgi yoğunluğu eşleri laubalileştirmemeli, yüz göz etmemeli, laçkalaştırmamalı. Gerçek sevgi, saygısız olmaz ve daima, en derin sevgilerde bile bir saygı mesafesi bulunmalıdır.
Ünlü bir psikolog olan Dr. W. Stekel, bu hususta şöyle der:
Evliliğin birinci kanunu, eşinin şahsiyetine saygı göstermektir Onun zaaflarına, onun büyüklüklerine, onun dinine, sanat temayülüne, onun hayata, harekete, işe ve oyuna olan,ihtiyaçlarına karşı saygı göstermek..."
Bu saygı, sevgiden bağımsız ve ayrı bir şey değildir; tam aksine, gerçekten var olan sevginin çok güzel bir yansımasıdır.
Efendi'mizin (a.s.m.) hayatında bu asil tavrın çok güzel örnekleri vardır:
Mesela Hz. Aişe'nin, komşusu olan arkadaşlarıyla birlikte, oyuncak bebeklerle oynamasını tasvip eder. Efendimiz, bu konuda kızmadığı gibi Aişe annemize şakalar yapar da yapar, eşini hoş görür.
"Bir defasında, Efendi'miz (a.s.m.), Hz. Aişe'nin elinde bir oyuncak görür. Ne olduğunu sorar. O da kanatları olan bu oyuncağın at olduğunu söyler.
"Efendi'miz, 'Atın kanadı olur mu?' diye sorunca da şu ilginç cevabı verir:
" 'Sen Hz. Süleyman'ın atını duymadın mı?'
"Bu cevap, Güzeller Güzeli'ni çok güldürür."(İbrahim Canan r.; Aile İçi Eğitim; s. 207-209.)
Efendi'miz, Hz. Aişe'ye, 'Asla sen artık evli bir hanımsın, bırak bunları!' dememiştir.
Bazen Hz. Aişe annemizle koşu yarışması yapar.
Bazı bayramlarda, ona Habeşîlerin oyunlarını seyrettirir
Hem de "Artık yeter" deyinceye kadar, bu temaşaya müsaade eder.
Akşamları, hanımlarına neşeli ve ibretli kıssalar anlatır, Güzeller Güzeli, eşlerine hem şaka yapar hem de onların şakalaşmalarına müsaade eder, bu hususta onları teşvik eder:
"Bir gün, Hz. Aişe, Efendi'miz için bulamaç pişirir. Yanlarında Şevde validemiz de bulunmaktadır. Hz. Aişe, Sevde'ye 'Buyur, sen de ye' der. O yemekten çekinir. Bunun üzerine' 'Yemezsen yüzüne bulayacağım' diye onu tehdit eder. Buna rağmen Hz. Sevde, yememekte ısrar edince bulamaçtan alıp Sevde'nin yüzüne sıvar.
"Ortaya çıkan manzaraya Hz. Peygamber (a.s.m.) güler ve elini Sevde'ye koyarak 'Ne duruyorsun, sen de onun yüzüne sür' der. Sevde annemiz de Hz. Aişe'nin yüzüne sürer. Resulullah, ona da güler.
Güzeller Güzeli, Hz. Aişe annemize iltifatın en anlamlılarını yapardı. Mesela su içtiği kaptan, su içer; ama o sırada ağzını, eşinin ağzının değdiği yere koyardı.
Yine Hz. Aişe annemizin anlattığına göre ısırarak yediği etli kemiği Efendi'mize uzattığında, o da aynı yerden, eşinin yediği kısımdan yerdi.
"Hz. Aişe'ye, 'Bir hanım hayızlı iken kocası ile birlikte yemek yer mi?' diye soruldu. Hz. Aişe, bu soruyu kendi hayatından örnek vererek cevapladı:
"Evet, dedi. 'Benim kanamam varken Resulullah (a.s.m.) beni çağırırdı, ben de onunla birlikte yerdim. Bu .sırada etli kemiği alır, bana uzatır, önce benim başlamam için bana yemiin verirdi. Ben de onu alır ve bir miktar dişler, sonra Resulullah'a uzatırdım. O da ağzını, kemikte tam benim ağzımı koyduğum yere koyarak yemeye başlardı.'
" 'İçecek bir şey istediği olur, getirince ondan önce benim içmem için bana yemin verirdi. Bunun üzerine, ben de kabı alır, bir miktar içer, sonra bırakırdım. Bu sefer onu Efendi'miz (a.s.m.) alır, kabın tam benim ağzımı koyduğum yerine ağzını koyarak içerdi.' "(A.g.e., s- 222-223)
Efendi'mizin bu ve benzeri davranışlarından anlıyoruz ki eşe sevgi göstermenin bin bir türlü yolu vardır. Herkes, kendisine ve eşine göre, onu mutlu edecek birçok yol bulabilir... Eşine sevgi göstermenin tek ve belli çeşidi yoktur. Bu yöntemlerin bazıları, size anlamsız, gülünç ve basit gelebilir. Eşinizin hoşuna gidiyorsa siz de o tarzı sevmediyseniz bile hoş görünüz. Eşinin sevdiği tarzda sevgi göstermek için tabii ki onu tanımak ve anlamak lazım.
Ayrıca sevgi gösterirken saygıyı da elden bırakmayanlar, eşinin en çok beğendiği ve arzuladığı tarzlarda gösterir muhabbetini.
Anlamak ve sevmek, birbirine en yakın iki kelimedir. Anlaşılmak da sevilmeyi kolaylaştırır. Bunun için sohbet ve diyalog gerek. Seven, düşüncesizce kıramaz ve tekrar barışacak şekilde davranır. Seven, anlaşma kapısını sımsıkı kapatmaz; aralık bırakır.
Fırtına, kırar döker; ama daima, sükûnetle neticelenir.
Şiddetli bir atışmadan sonra evdeki barış havası ne kadar tatlıdır!Eğer karı-koca arasında aşılmaz bir uçurum açan kötü sözler söylenmemişse kendiliğinden bir yumuşak hava eser. Her şey bizim anlayışımıza bağlıdır. Anlamak ve sevmek, birbirine ne kadar yakındır. Fransızlar, "Anlaşılmak, sevilmektir" demekte haksız değillerdir.
Sevmek, anlamaktır; zira seven, sevdiğinin hâli ile hallenir. Sevginin gerçekliğini ve sürekliliğini koruyabilmek kolay değildir. Bu iş, kesintisiz bir emek ve çabayla sağlanır.
Şunu da unutmamak lazım ki sevgi, gücünü kaynağından almalı, Sahibine, Yaratıcısına bağlanmalıdır.
Böylece sevgiye maneviyat, ruh ve kutsallık katılır, yücelik kazandırılır.
2- Sabır:
"Sabır imanın yarısıdır" buyurur Efendi'miz. Gerçekten sabır, dertlerin devası, zorlukların çaresi, kurtuluşun anahtarıdır. "Sabırla koruk helva olur" demiş atalarımız.
Hele de öfkenin, kızgınlığın, hiddetin ilk anında sabrı kuşanmak çok önemlidir. Böyle olursa sabır musibete, belaya, derde karşı koruyucumuz, kalkanımız olacaktır.
Zor ve dar anlarımızda sabır ilticagâhımız olacak, bizi sakinleştirecek ve yanlışlardan koruyacaktır.
Sabırsızlar, hep pişman olmuşlardır. Sabrı az olanın, keşke, demesi çok olur; çünkü öfkeyle kalkan zararla oturur.
Birçok insan, hiddetini sabırla söndüremediği için aile yapısında onulmaz yaralar açmış, hatta bu kutsal kurumu bütünüyle tahrip edip yıkmıştır.
Sabır, kişinin olgunluğunu gösteren en önemli özelliktir. Bu hususta daralanların, peygamberlerin hayatlarını, özellikle de Efendi'mizin yaşadıklarını düşünmeleri gerekir. Onların karşılaştığı olumsuzluklar karşısında bizimkilerin minnacık kaldığını göreceklerdir.
Sabır, aile hayatının temel ihtiyacıdır.
İki ayrı ve bambaşka insanı bir arada mutlu etmek için sabır gerekir.
Kısaca seven, sabreder.
Hem sevdiğini söyleyen hem de eşinin bazı hâllerine sabretmeyen, çelişkili davranmıyor mu sizce?
Eşinden gelen huysuzluğa sabır konusunda da Efendi'miz eşsiz bir örnektir. Onun eşleri de kıskançlık gösterdiler, tatsızlık çıkardılar, dik kafalılık ettiler, karşı geldiler, isyankâr hâllere girdiler, daha da ileri gidip küstüler ve konuşmadılar...
Ancak bütün bu olumsuzlukları büyük bir sabır ve olgunlukla karşıladı Efendi'miz... En fazla konuşmayı kesti; ama asla kırıcı, rencide edici, suçlayıcı bir tavra hiç girmedi.
Efendi'miz (a.s.m.), Hz. Aişe'nin yanında bulunuyordu. O sırada, diğer bir hanımı ona bir tabak yemek göndermişti. Hz. Aişe, onun eline vurarak tabağın yere düşüp iki parçaya ayrılmasına sebep oldu.
Güzeller Güzeli, Hz. Aişe'ye ne fiili ne de sözlü olarak hiçbir olumsuz tavır göstermedi. Sadece eğilip yere düşen iki parçayı aldı ve eliyle birleştirdi. Dökülen yemeği de topladıktan, sonra orada bulunanlara, "Annenize kıskançlık geldi, haydi buyurun, yiyin" dedi.
Eşinin gösterdiği bu şiddetli kıskançlığı çok tabiî ve sıradan bir hâl olarak değerlendirdi. En ufak bir kızgınlık ve kırgınlık alameti göstermedi.
Efendiler Efendisi'nin bu hâli bize açıkça gösteriyor ki sevgisinde saygı, saygısında sevgi olan, eşinin huysuzluğunu da hoş görür ve sabırla karşılar.
Bu hâlleri kadın psikolojisinin tabii bir tezahürü olarak görüp sabretti; âdeta gülüp geçti.
Sahabe de hanımlarıyla tartışıyordu. Bir gün Hz. Ömer, hanımıyla tartıştı ve Hz. Peygamber'in yanına gelip şöyle yakındı:
" 'Ey Allah'ın Resul'ü, bizi bilirsin; biz Kureyşliler, kadınlara hâkim kimselerdik; sonra Medine'ye geldik. Burada kadınların erkeklere hâkim olduklarını gördük. Bizim kadınlar da onlardan huy kaptı.'
" 'Bir gün hanımıma öfkelenmiştim, bana mırıldanıp karşılık vermez mi! Bunu doğru bulmayıp azarladım. Bu sefer, beni niye azarlıyorsun, vallahi Resulullah'ın hanımları bile ona karşılık veriyorlar, mırıldanıyorlar. Hem onlar icabında küsüp gün boyu, geceye kadar Resulullah'ı terk ediyorlar, dedi.'
" 'Hafsa'ya (Hz. Ömer'in kızı, Efendi'mizin eşi) sende mi Resulullah'a karşılık veriyor, mırıldanıyorsun, dedim.'
" 'Evet, hiçbirimiz, o gün geceye kadar yanına uğramayız, dedi.'
" 'Sizden kim böyle yaparsa büyük zarar eder, hüsrana uğrar. Hanginiz, Resul'ün öfkesi sebebiyle, Allah'ın gazabına uğramayacağından emin bulunuyor? Alimallah, bir anda helak olursunuz, dedim.'
" 'Ben böyle deyince Resulullah (a.s.m.) tebessüm ettiler.'
" 'Hafsa'ya dedim ki sakın Resulullah'a karşılık verip mırıldanma ve ondan bir kısım isteklerde bulunma. Bir şey gerekirse bana söyle. Sakın bazı arkadaşlarının Resulullah'a senden daha sevgili ve daha gönül alıcı olması seni aldatıp yanlış davranışa sevk etmesin!'
"Hz. Ömer, Resulullah'ın (a.s.m.) burada da tebessüm ettiğini belirtir."(A.g.e., s. 215-217.)
Güzeller Güzeli'nin eşlerine gösterdiği sabır, bütün evli erkeklere eşsiz bir örnek olduğu gibi Hz. Ömer'in tavrı da iyi bir kayınpeder örneğidir. Kızını sükûnete, uyumlu olmaya ve daha uygun davranmaya çağırması, takdire değer bir durumdur.
Efendi'mizin sabır abidesi olduğunu gösteren başka bir olay da şöyledir:
"Bir gün Ebu Bekir (r.a.), Hz. Peygamber'in kapısını çalmıştı. İçeride Hz. Aişe'nin sesini yükselttiğini işitti.
"Odaya girer girmez, tokatlamak üzere Aişe'yi yakaladı. Resulullah, araya girerek mâni olmaya gayret etti.
"Ebu Bekir, öfkeli bir hâlde dışarıya çıktı.
"Bunun üzerine, Resulullah, (a.s.m.) Hz. Aişe'ye, 'Gördün ya, seni babanın elinden kurtardım' dedi.
"Birkaç gün sonra tekrar gelen Hz. Ebu Bekir, onları barış içinde görünce 'Beni kavganıza dâhil ettiğiniz gibi barışınıza da dâhil edin' dedi.
"Resulullah da 'Ettik, ettik!" diye cevapladı."( A.g.e., s. 217-218.)
Böylece Hz. Ebu Bekir de Hz. Ömer gibi iyi bir kayınpeder olduğunu göstermiş oldu.
Sevgi ve sabırda öncelik
Yıllar önce sevgi konulu verdiğim bir seminerde bir buçuk saat konuşmuştum. Bu konuşmanın ardından beni dinleyenler arasından bir ses:
"Hocam, sürekli sevgi dediniz, sevgisiz olmaz, dediniz. Ben bu düşüncenize hiç katılmıyorum. Sevgi nedir ki" dedi ve devam etti:
"Ben bu yaşıma kadar ne sevdim ne de sevildim. Bununla beraber, iyi kötü yaşayıp gidiyoruz. Karnımız tok, sırtımız pek..."
Ben bu sözlere çok şaşırmıştım. Sözlerin sahibi olan Gömlekçi lakaplı Mahmut Bey'di. Kırk yasini aşmış bu kardeşimi incelemeye aldım. Çünkü o güne kadar, "Sevgi ne ki? Sevgisiz de olur!" diyen birine rastlamamıştım.
Telefonunu ve adresini aldım. İlk fırsatta da ziyaretine gittim. Mahmutpaşa'da gömlekçi Mahmut ne sevmiş ne de sevilmiş... Peki, nasıl yaşıyor, nasıl mutlu oluyor? Eşiyle, çocuklarıyla arası nasıl? Böylesine sevgisiz bir adam, nasıl esnaflık yapıyor, müşterilerine nasıl gömlek satabiliyor?
Kafamda uçuşan bu sorularla, gömlekçi Mahmut Bey'e ulaştım. Beni çok kibar ve sevecen bir tavırla karşıladı. Hemen içimde şu soru uyandı:
"Bu nasıl sevgisiz adam ki beni böylesine kibar, efendice, sevecen karşılıyor?"
Hoşbeşten sonra bana çay da ısmarladı. O sırada bir müşteri geldi. Ben hem çayımı yudumluyor hem de Mahmut'un bu müşterisine nasıl davranacağını dikkatle ve tabii büyük bir merakla takip ediyordum.
Beklediğimin tam tersine, Mahmut müşterisine çok kibar, çok yumuşak davranıyordu. Müşteri, kelimenin tam anlamıyla huysuzluk ediyordu. Yarım saate yakın, o marka, bu marka, renk, desen, ebat, o kadar çok gömleğe baktı ki uzun tezgâhın üstü, kutularla doldu.
Müşterinin her yeni talebi beni korkutuyordu; çünkü sevgiye inanmayan Mahmut Efendi birden parlayabilirdi. Hele de onca yorgunluktan sonra müşteri, keyifsiz bir yüz ifadesiyle "Cık, bunlar olmaz, hiçbiri aradığım gibi değil!" deyince ben de muhtemel bir kavgayı önlemek üzere hemen ayağa kalktım.
Ama o an yanıldığımı anladım. Gördüklerime ve duyduklarıma inanamıyordum. Çünkü bizim sevgiye inanmayan Mahmut Bey, bu huysuz müşteriye etmediği iltifatı bırakmadı.
"Çok memnun oldum efendim, yine beklerim; haftaya yenli çeşitlerimiz gelecek" diyor, adamı kapıya kadar sempatik tavırlarla uğurluyordu.
Benim bile sabrım taşmışken gömlekçi Mahmut'un sabrına hayran kalmıştım. Tezgâhın üzeri birbiri üstüne rasgele yıkılmış gömleklerle, kutularla karmakarışık olmuştu; ama bundan âdeta memnun görünüyordu. Üstelik bu kadar yorgunluğa sebep olan adama iltifatlar etti, teşekkürde bulundu ve haftaya tekrar çağırdı.
O gömlekleri tek tek kutularına yerleştirirken ben dedim ki:
"Mahmut Bey, bir daha, 'ben sevgi nedir?' bilmem deme!"
"Ne sevdim ne sevildim cümlesini de ağzına alma. Yahu sen ne kadar sabırlı bir insansın. Seven sabreder. Bu huysuz müşteriye ne kadar sabrettin. Durduk yere benim sabrım taştı, maşallah sen dayandın.
"Adamı çok güzel karşıladın, sevecen ve dost tavırlarla da uğurladın. Bu mu sevgisizlik, bu mu sevmemek? Eminim, bu hâlinle o zat da seni sevmiştir.
"Eğer sen bu sabrı ve sevgiyi evde eşine gösteriyorsan kadın melek olur. Çocuklarına böyle ilgi göstersen onların yürekleri hiç kopmaz yüreğinden. Eviniz, sevgi cennetine döner..."
"Ama Hocam, evdekiler müşteri mi? Dükkânda ister istemez böyle davranıyoruz. Çünkü bu bizim işimiz, ekmek teknesi başka türlü ayakta kalamaz."
"Çok güzel söyledin. Sadece bir gömlek satıp üç kuruş kazanmak için böyle davranmaya kendini mecbur hissediyorsun. Tamamen doğru. Yüzü gülmeyen adamdan ben de alış veriş yapmak istemem. Bu yüzden, gülmesini bilmeyen bakkal dükkânı açmasın, derler.
"Evde de ailen var, eşin ve çocukların. Onların da ayakta kalması lazım. Bu da sevgiyle ve sabırla mümkündür. Sen şimdi burada esnaflığın gereği olarak müşteriye gösterdiğin bu tavrı, evde eşine ve çocuklarına göstermezsen olur mu?
"Sana göre, müşteri mi daha önemli, eşin ve çocukların mı?"
"Tabii ki eşim ve çocuklarım daha önemli. Kazancımız da onlar için değil mi?"
"Peki, öyleyse daha çok önemsediğin ailene, müşterine gösterdiğin ilgiyi, sevgiyi ve sabrı göstermiyorsun? Bunda bir yanlışlık yok mu sence?
"Sen ki evinde sevgi olmadığını söylüyorsun. Neden burada müşterine gösterdiklerini, evde daha yoğun ve daha samimi olarak ailene göstermeyesin?
"Üstelik evde göstereceğin sevginin, ilginin, sabrın sana kazandıracakları, müşterinin kazandıracaklarıyla kıyaslanamayacak kadar çok ve değerlidir."
"Hocam, aslında çok haklı konuşuyorsunuz."
"Madem haklıyım, bu haklılığımı eyleme dökerek uygulamaya koyup göstermeni bekleyeceğim senden..."
"Hocam, bu iş evde biraz zor olur."
"Haklısın, başlangıçta biraz zor olur; ama kısa bir süre içinde hem kolaylaşır hem de ektiğin sevgi tohumlarının nasıl ortamı mutluluğun rengine boyadığını görürsün ve artık bu mutluluk vesilesinden asla ayrı kalamaz, hiç başka türlü davranamazsın..."
"Yani denemeye değer diyorsunuz..."
"Hem de nasıl!
Ancak ben, 'Hayırlı işlerde acele ediniz' diyen Efendi'mize uymanı istiyorum."
"Anlıyorum hocam, inşallah hemen bu akşam, eve, sizin tabirinizle, sadece gövdemle değil, gönlümle de gideceğim..."
'Ve o evden sevgi dolu bir gönülle çıkacaksın.. Verdiğinden daha fazlasını aldığın gönül dolusu sevgiyle işine geleceksin. Böylece müşterilerini de daha çok mutlu edeceksin.
"Evde eşini ve çocuklarını mutlu eden, iş yerinde de mesai arkadaşlarını ve müşterilerini sevindirir.
O gün bu gün, gömlekçi Mahmut, hem evinde hem de dükkânında çok mutlu ve çok başarılıdır.
Eşini mutlu edemeyen, müşterisini mutlu etmekle mutlu olamaz.
Dışarıda ve iş yerinde kibar ve beyefendi olan, evde kaba, kırıcı ve sabırsız olmamalıdır. Asıl kibarlığını, sabrını, sevgisini, ilgisini ailesine göstermelidir.
Evde kaba, dışarıda kibar olan, olgun bir insan sayılamaz. Güzeller Güzeli şöyle buyurmuştur:
"Sizin en hayırlınız, eşine ve çocuklarına hayırlı olanınızdır. Ben eşime ve çocuklarıma en hayırlınızım."
Hepimizin görevi, en hayırlı olana benzemek değil midir?
Öyleyse eşimize ve çocuklarımıza hayrımızı, faydamızı, iyiliğimizi her gün biraz daha artırmak, en temel görevimiz olmalıdır.
Bu konu üzerinde fazlaca durmamın sebebi, yıllardır aldığım yoğun şikâyetlerdir. Hanımlar beylerinden, çocuklar da babalarından yakınarak derler ki:
"Dışarıda çok ince nazik, sevecen, eve girince tam tersine kaba, katı; hatta kırmaktan zevk alan bir canavar..."
Böyle bir tavrın, sizce haklı, gerekli ve geçerli bir sebebi olabilir mi?
3- Sadakat:
Sevgi, saygı ve sabır, netice itibariyle insanı sadık yapar. Sadakat, bağlılık demektir. Sadık olan, sadece maddesiyle değil, manasıyla da bağlanır eşine. Gönlü ve ruhuyla da kopmaz bir ilişki kurar.
Sadakatin olmadığı yerde ihanet ve aldatma vardır. Aldatmanın her çeşidi gibi eşini aldatmak da önce aldatana zarar verir. Çünkü aldatan önce kendisini aldatmıştır. Bu hâl sebebiyle iç dünyasında meydana gelen yıkıntıyı tamir etmek oldukça zordur.
Geniş bir açıdan da baktığımızda evlilikteki aldatma eylemi en az üç kişiyi etkiler. Sadakatsizliğin olması için karşı cinsten biri lazımdır. Aldatan eş, aldatılan eş ve aldatmaya ortak olan kişi. Aldatılan eşler ruhen, yani duygusal olarak kendilerini aşağılanmış hissederler. Aldatanlar ve aldatılanlar, sadakatsizliğin zehrinden etkilenir ve ömür boyu sürecek yürek yaralarının acısını taşımak zorunda kalırlar.
Sadakatsizlik, özellikle de kadınları vurur. Çünkü onlar, yasak bir ilişkiye sadece gövdeleriyle değil, gönülleriyle de girerler. Onlar erkekler gibi değildir. Yanlışlarında da samimi davranırlar. Dolayısıyla da yapı ve yaratılışları gereği, sadakatsizlik yanlışına ruhlarıyla ve bütün varlıklarıyla girerler. Bu yüzden sadakatsiz kadınlar daha çok yara alır, daha çok örselenir ve onulmaz acılara batarlar.
Bazen bir aldatışın bedeli bir ömür boyu sürer. İmanlı ve vicdanlı insan, herkes affetse bile kendisini affetmez.
Bediüzzaman der ki: "Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork! Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem'a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letaiflerini onda batırma. Çünkü çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar."
Sadakatin evliliğin temel şartlarından biri olduğunu anlıyoruz. Sadakatin zedelenmesi kolay, tamiri ise çok zor oluyor.
' Eşleri aldatmaya götüren sevgisizlik, saygısızlık ve sabırsızlıktır. Öyleyse şöyle diyebiliriz; sadakat bir sonuçtur ve o, sevgi, saygı ve sabrın çocuğudur.
Eşiniz, aradığı sevgiyi, saygıyı, ilgiyi sizde görürse kolay kolay sadakatsizlik etmez. Sebepsiz ve durduk yere sadakatten sapan, ancak ruh sağlığı bozuk olanlardır. Bunların ise tedaviye ihtiyaçları var demektir.
Mahmut Toptaş Hoca'mıza bir genç hanımefendi, büyük bir üzüntü içinde dert yanıyor, diyor ki:
"Kocam beni ihmal ediyor; ne ilgi ne de sevgi gösteriyor. Çocuğumuz da yok, bu gidişle beni büsbütün terk edecek diye korkuyorum. Hocam ne olur bana bir dua öğretin de bu durumdan kurtulayım."
Hoca Efendi bu kadıncağıza şu cevabı veriyor:
"Ben sana bir tavsiyede bulunacağım. Asıl fiili dua, bu
davranış biçimidir. Tavsiyemi uyguladıktan sonra yapacağın
dualar da etkili olacaktır.
Kadıncağız, "Buyurun Hocam" deyince de fiilli dua olacak tavsiyesini söylüyor:
"Kızım, kocan bir nataşa için seni terk etmiş... Nataşa dediğin insan da bir kadındır. Onda olan her şey bir kadın olarak sende de vardır. Buna rağmen kocan neden kaç yıllık karısı olarak seni bırakıp ona gidiyor?
"Demek ki o kadın, kadınlığını senden daha iyi kullanıyor. Sen o kadına bak, onun kocana yaptıklarından daha fazlasını yapmaya çalış. Bakalım kocan seni bırakıp ona gider mi?"
Sadakatsizliğin hayalinden bile uzak durulmalıdır. Çoğu zaman, sadakatsizlik de diğer günahlar gibi önce hayalde başlar. Bu yüzden zihinlerimizi korumalıyız. Filmlerde işlenen aldatma senaryolarından, romanlardaki aldatan kahramanlardan, bu tarz yazılan hikâyelerden ve hatıralardan hafızamızı uzak tutmalıyız. Olumsuz şeyler zihnimizde yer etmekle kalmaz, zamanla bizi etkilemeye de başlar.
Bediüzzaman'ın deyimiyle, "Batılı iyice tasvir, safi zihinleri idlal eder."
Yani kötü, çirkin ve asılsız şeyleri, özeye bezeye iyice açıklamak, saf ve temiz zihinleri saptırır.
Sadakatin sağlanmasında birinci temel unsur, iman; ikincisi ise vazgeçemediğimiz "iki s": Sevgi-saygı ve sabır. Birinci unsura gelince Allah'a karşı olan sadakat anlayışımız; o, bütün bağlılıkların üstünde ve ötesindedir.
Bir insanın, Allah'a karşı sadakati, bağlılığı, sağlam ve canlı ise onun dostlarına karşı hissettiği sadakat de sürekli olur. Yani o sadakat bağı ne kadar sağlamsa eşlerin birbirlerine olan sadakati de o oranda güçlü olur.
"İnsanın içinde kaynayan Allah sevgisi, onun bütün hislerine ve bütün heyecanlarına kılavuzluk eder. Onu her çetin denizden selamet ve emniyetle geçirir. Şahsî tecrübeleriyle bu sevginin ne demek olduğunu anlayanlar, hiçbir vakit, bir kimsenin bahtiyarlığına kastetmezler. Üstelik bir kimseyi bedbaht etmemek için bütün feragatleriyle çalışırlar."
Vehbi Vakkasoğlu