- Serbest bölgeler ve Irak toprağı

Adsense kodları


Serbest bölgeler ve Irak toprağı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Wed 9 March 2011, 11:39 am GMT +0200


D- SERBEST BÖLGELER VE IRAK TOPRAĞI

 

Yasak bölge (Haram arazîler) ile Hicaz mıntıkasının dışındaki ülkelere gelince: Daha Önce 4 kısma ayrıldığından söz edilmiştir.

a) Bir kısım üzerindeki halkı müslüman olan ülkeler ki öşür topraklarıdır.

b) Bir kısmı müslümanlarca işe yarar duruma getirilen topraklardır ki yine öşür arazîdir.

c) Bir kısmı da savaşçılarca zorla alman topraklar ki, bu da öşür topraklardan olur.

d) Son bir kısım da, toprak üzerindekilerle anlaşma ya­pılır, arazî fey arazî olur, haraç vergisi konulur. Bu haraç arazî de iki kısma ayrılır.

aa) Toprakların mülkiyetinin kendilerinden çıkması suretiyle anlaşma yaparlar. Böyle bir haraç arazîyi satamazlar, haraç da ücret (kira ücreti) sayılır. Müslüman olsalar da haracı öderler. Üc­ret zımmî ve müslünıandan alınır.

bb) Arazî mülkiyetinin kendilerinde kalması suretiyle anlaş­ma yapılması. Bu durumda arazîyi satabilirler. Haraç da cizye du­rumundadır. Müslüman olurlarsa, haraç da düşer. Bu tür haraç zımmîden alınır, müslümandan alınmaz.

Ülke toprakları şu kısımlara ayrıldıktan sonra Irak toprakla­rının hükümlerini açıklamak îcâb edecektir. Çünkü arazî hakkın­da hukukçular için burada yapılan tatbikat bir asıl, bir Örnek ol­muştur. Hz. Ömer zamanında alınan İran İmparatorluğuna âit Irak topraklarıdır. Sevad denilmesinin sebebi, ziraatçiliğe elve­rişli ve ağaçlarla kapalı arazî oluşundandır. Bitki ve ağacm olma­dığı Arap yarımadasından çıkıp, orasını çeşitli bitki ve ağaçlarla kaplı olarak buldukları için Sevad dediler. Çünkü Araplar yeşil ile sevadı (siyahı) bâzan aynı mânâda, koyu yeşil için kullanırlar.

Fazl b. el-Abbas b. Utbe b. Ebî Leheb, "siyah yüzlü idi" şiirinde şöy­le demiştir:

"Beni anlayanlar bilirler ki ben siyahım, siyah tenlilik Arap nesline mensub olmaktandır."

Bu sebeple yeşil Irak'a Siyah Irak denilmiştir. Arazîye Irak de­nilmesinin sebebi: Dağı ve vadileri olmaksızın, düpe düz oluşu­dur. Arap sözünde Irak müsâvîlik, düzlük anlamına gelir. Şâir de,

"Siz dosdoğru suladınız. Onlar ise düz bir arazîsi olmayan gibi suîadılar." Yani onların arazîsi düz değildi, demek istemektedir.

Sevad denilen arazînin sınırı: Uzunlamasına, yânî Mu­sul'dan Abadan'a kadar, genişliğine ise, Kadisiye suyundan Hıl-van'a kadardır. Buna göre uzunluğu 160 fersahtır. Genişliği de 80 fersahtır. Irak toprakları ise, örfen Sevad topraklarının içine gi­ren hudutları örfen tâyin edilen yerlerdir. Doğusu Dicle nehrinin kollarının birleştiği yerdir. Batısı ise, Harbî denilen yerdir. Bu hattan itibaren güneye, Abadan şehirlerinden Basra'ya kadar uzanır. Bu duruma göre, uzunluğu 125 fersah olup Sevad arazîsinden 35 fersah kısadır. Genişliği 80 fersah olup Sevad arazisiyle aynı genişliktedir. Kudame b. Ca'fer'in dediğine göre: 100 fersaha kadar uzatılabilir. Bugünkü hesaba göre, Sevad top­rakları, tepeler, dağlar, çorak yerler, sazlıklar, harman yerleri, ge­niş caddeler, nehir yatakları, şehir ve köylerin iskân yerleri, nahiyelerin iskân yerleri, sayfiye yerleri, alanları hariç tutulduk­tan sonra tahminen 225.000.000 cerib (455,625 kilometre ka-re)dir. Bu arazînin de 75.000.000 ceribi çıkarsa 150.000.000 cerib de Irak toprağını teşkil eder. Bu arazînin yarısında hububat eki­lir, yarısı da hurmalık, üzümlük ve ağaçlıktır. Kudame b. Ca'fer'in söyleyişine göre, zirâate elverişli topraklar daha geniştir. Fakat bir takım engeller sebebiyle hepsi ekilememiş, değerlendirileme­miştir. İranlılar zamanında en az ekildiğinde 150.000.000 cerib, en fazla ekildiğinde de 277.000.000 ceribdir. Her bir cerib için de ortalama 3 dirhem vergi alınırdı. Hz. Ömer zamanında Sevad arazîsinin ekilen kısmı 230.000.000 cerib ile 236.000.000 cerib arasında değişirdi.

Buraya kadar Sevad arazîsinin hududu, alanı, ekilen miktarı tesbit edildi. Bu toprakların alınışı ve hükmü hakkında âlimler, hukukçular fikir ayrılığına düşmüşlerdir,

Iraklı hukukçulara göre, Irak zorla fethedilmiştir. Fakat Hz. Ömer arazîyi savaşçılara dağıtmamış, yine ora halkına bırakmış, buna karşılık arazîye haraç vergisi koymuştur.

Şafiî mezhebinde açık olan görüşe göre: Sevad arazîsi zorla alınmıştır. Savaşçılara mülk olarak taksim edilmiştir. Sonra Hz. Ömer, onları geriye aldı, askerler de Sevad arazîsinden ayrıldılar. Ancak bîr grup ellerindeki arazîyi para karşılığı sattılar ve geri döndüler. Müslümanları arazîden geri çektikten sonra Hz. Ömer arazîye haraç vergisi koydu.

Şafiî mezhebine mensup bir kısım hukukçular da Sevad arazîsinde farklı görüştedirler. Ebû Saîdi'l-İstahrî'ye ve bir kısmı­na göre, Hz. Ömer bu arazîyi bütün müslümanlara vakfetmiştir. Her yıl ücret olarak Ödenmek üzere de arazî sahiplerine, işletenle­re, haraç vergisini kararlaştırmış, tarlalarını ellerinde bırakmış­tır. Vakfın müddetini de kararlaştırmayışımn sebebi, Âmme ya­rarını düşündüğün dendir. Hz. Ömer'in bu şekil vakıf bırakması, arazîyi fey olarak kabulü, Resûlullah'm (s.a.v) Hayber, Avâlî ve Nadr oğullan mallarını Allah'ın birer feyy'i olarak kabul edişin-dendir. Haraç olarak alman paralar da âmme işlerine harcanır. 1: 5'ini Özel zümrelere dağıtmak da söz konusu değildir. Sırf orduya da harcanamaz. Çünkü âmme menfaatma vakfedilmiş tir. Genel menfaat ve işlere sarfedilir. Bu cümleden olarak ordunun yiyece­ği, içeceği, kale ve hisarlar yaptırma, cami, köprü ve su yolları yap­tırma âmme işleri gören hâkimlerin, şahitlerin, hukukçuların, kurramn, imamların, müezzinlerin ihtiyaçlarına harcanır. Bu se­bepledir ki arazînin mülkiyetinin satışı yasaktır. Yararlanma hakkı, zilyedlik, birinden diğerine geçebilir. Ayrıca üzerinde yapılan şeyler, ağaçlar, evler satılabilir. Bu muameleler mülkiyete te­sir edemez.

Bir fikre göre de: Hz. Ömer, Sevad arazîsini, Hz. Ali ve Muaz'ın görüşlerine de dayanarak vakfetmiştir. Şâfıî mezhebinden Ebu'l-Abbas b. Süreyc'e göre, Hz. Ömer orduyu Sevad arazîsinden geri çekince, elde ettiği arazîyi, sahiplerine, köylülere haraç olarak koyduğu mal karşılığında sattı. Onlar da her yıl bu bedeli Ödediler. Böylece haraç bir bedel, semen olmuş oldu. Bu şekilde hareket et­me, âmme yararına uygundur. Kiraya vermede de durum buna benzer. Binâenaleyh Sevad arazîsinin mülkiyetini satın alanlar, başkalarına bunu satabilirler.

Sevad arazîsine konulan haracın miktarına gelince:


Amr b. Meymun'un-anlattığına göre: Hz. Ömer, Sevad arazîsini düşmandan alınca Huzeyfe'yi Dicle ötelerine, Osman b. Huneyf i de Dicle'nin batı tarafına aşağı Irak'a gönderdi. Şa'bî'nin dediğine göre, Osman b. Huneyf kendi mıntıkasını ölçmüş, 36.000.000 ce-rib bulmuş ve her ceribe 1 dirhem, 1 kafız vergi koymuştur. Kâsım'a göre de, Kafız bir ölçü vasıtası olup hububat ölçmede kul­lanılır. Şaburkan da denir. Yahya b. Âdem'e göre de, Haccâc tara­fından kararlaştırılan bir hububat ölçeğidir. Katâde'nin İbn Mah-led'den rivayetine göre, Osman b. Huneyf, üzüm bağlarının her 1 ceribine 10 dirhem, hurmalıkların her 1 ceribine 8 dirhem, şeker kamışlıklarının her 1 ceribine 6 dirhem, yaş hurmalıkların, çayır­lıkların, sebzeliklerin her 1 ceribine 5 dirhem, buğdayın her 1 ceri­bine 4 dirhem, arpalıkların her 1 ceribine 2 dirhem vergi koymuş­tu. Bu rivayete göre arpa ve buğdayın haraç vergileri, başka rivâyetlerdekine muhalif düşecek miktardadır. Bu fark da muhte­lif yerlerde arazînin veriminin farklı oluşundandı. Huzeyfe'nin ve Osman b. Huneyf in arazî ölçümünde kullandıkları zira' normal zira'dan 1 tutam, 1 parmak daha uzundur.

Sevad arazîsi İranlıların ilk zamanlarında Harac-ı Mukâ-seme (Mahsûlün durumuna göre onda birden (1: 10), yarıya (1: 2) kadar) vergisi alınırdı. Bunu ilk koyan İran Hükümdarı Kubaz b.

Firuz'dur. Alanlardan alınan haraçlardan daha çok haraç almış­tır. Harac-ı Mukâseme ile topladığı vergi miktarı 150.000.000 dir­hemi bulmuştur. Haraç miktarları arasındaki bu farklılıklar, arazînin alanlarının ölçümlerinin şahıstan şahsa farklı oluşu, vergi takdîr edenlerin takdîr yetkilerini kullanarak haracı az veya çok koyuşlarındandır. Şöyle ki, anlatıldığına göre, İran hükümda­rı bir gün avlanırken sık ağaçlı bir yere geldi. Av ağaçlığa daldı. Kendi de avı görmek için yüksek bir yerdeki ağaca çıktı. O anda bir bahçe içinde çukur kazan bir kadın gördü. Bahçe içinde hurma, nar gibi meyveli ağaçlar vardı. Kadının çocuğu nardan koparmak istiyor, kadın ise önlüyordu. Hükümdar duruma hayret etti. Kadı­na bir haberci göndererek, çocuğu nar meyvesi almaktan niçin ön­lediğini sordurdu. Kadın da,

- Mülkümda devletin hakkı vardır. Mahsûl ve meyveleri vergi­lendirecek memur (kâsim) gelmedi ve devlet hakkım almadı. Dev­let hakkını almadan, meyvelerden birisinin koparılmasından kor­karım. Devlet hakkını alsın, ondan sonra.

Hükümdar kadının bu sözü üzerine oradan ayrıldı. Tebâsma şefkatle muamele yapılması hususunda, arazînin Ölçülmesini ve­zirlerine emretti. Âdil, doğru bir şekilde Ölçülüp vergilerin de âdil bir şekilde konulmasını, halkın ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için kendilerine imkân tanınmasını tenbihledi. İranlılar bundan son­ra bu şekilde arazı üzerinden vergi aldılar

İslâm geldikten sonra Hz. Ömer halîfe olunca toprakların Öl­çüsünü aynen kabul etti. Zamanında arazînin haracı en yüksek seviyeye ulaşmış, 120.000.000 dirhem haraç toplanmıştır. Aynı yerden Ubeydullah b. Ziyâd biraz baskı ve zorlukla 135.000.000 dirhem haraç toplamıştır. Haccâc ise aynı arazîden, 118 milyon dirhem toplayabilmiştir. Ömer b. Abdilaziz, güzel muamele ve adaletle bu vergiyi 120.000.000 dirheme çıkarmıştır. İbn Hubey-re, askerin yiyeceği ve harp ihtiyatı hariç 100.000.000 dirhem ola­rak haraç almıştır. Yusuf b. Ömer ise, Sevad arazîsinden her yıl 60.000.000 dirhemle 70 milyon dirhem arasında vergi almıştır.

Buna ek olarak Şam tarafı halkından 16.000.000 dirhem, toprak sulama işlerinden 4 milyon dirhem, yol vergilerinden 1.000.000 dirhem, yeni inşâatlardan ve eski evlerden ruhsat vergisi ve iskân vergisi olarak 10.000.000 dirhem ki toplam olarak 101 milyon dir­hem vergi toplamıştır.

Buraya kadar sözü edilen vergiler her yıl toplanan haraç ver­gisi mahiyetindeki ve genellikle yalnız Sevad arazîsine âit vergi­lerdir.

Abdurrahman b. Cafer b. Süleyman'a göre, Sevad arazîsinin en çok vergi götürebilme kabiliyeti 1 milyar dirhemdir. Hükümda­rın malı artınca halkın malı azalmakta, hükümdarın malı azalın-ca halkın malı artmaktadır. Abbasîler zamanında, Halîfe Man-sur, Sevad arazîsini haraç arâzîlikten çıkarıp şahsî mülkiyete ko­nu olan arazî hâline getirinceye kadar, Sevad arazîsinin alan mik­tarı ve haracı aynen devam etmiştir. Halîfe Mansur'un arazîyi şahsî arazî hâline getirişinin sebebi: Halkın sıkıntı ve meşakkati, ihtiyaçları artmış, devletin vergisini ödeyememişler, arazîyi ba­kımsız hâle getirmişlerdir. Bunun üzerine Mansur, arazîyi şahsî mülk hâline getirmiş, çıkan mahsûlün onda bir (1:10) ile yarı (1:2) sine kadar vergi alınabilmesini sağlamıştır.

Ebû Ubeydullah, Halîfe Mehdî'ye, haraç toprakları şahıslara dağıtılmış topraklar hâline getirmesini teklif etmiş, şayet kolay sulanıyorsa mahsûlün yarısını, kovayla sulanıyorsa mahsulün üçte birini (1: 3) dolaplarla sulanıyorsa mahsulün dörtte birini (1: 4) vergi alması teklifinde bulunmuştur. Başka türlü vergi almaya teşebbüs edilmemesini telkin etmiştir. Bu şekilde gerek Mehdî'ye telkin edilen ve gerekse Mansur'un yaptığı vergilendirme bir ha-rac-ı mukâseme olmaktadır. Ayrıca hurmalıklar ve üzüm bağla­rından, meyvahklardan haraç vergisi için esas olan alana göre, çarşı ve pazar yerlerine uzaklık ve yakınlıklarını nazara alarak vergilendirme yapılmasını teklif etmiştir. Şayet çıkan mahsûl an­cak iki haraç miktarı kadarsa, tam olarak haracı ne ise o alınır. İki haraç miktarından az ise hiç haraç alınmaz. Çıkan mahsûlü taksimde de buna yakın işlem tâkib edilir. Vergi mükellefinin bizzat kendi eliyle kendi hissesini alması veya vergi olarak vereceği malı kendi eliyle seçmesi istenir.

Bütün buraya kadar anlatılanlar Sevad toprakları için geçerli olan hükümlerdir. Haracı konulmuş veya konulmamış arazînin hükmü ile haraç arazînin yeni bir statüye konulması gerektiğinde Hukukçu halîfenin içtihadı gerekir. Sebep bulunduğu sürece icti-hadla alınan arazî vergisi bu nevi haracın alınmasını gerektirici sebepler bulunduğu müddetçe harac-ı Mukâseme alınır. Harac-ı Mukâsemeyi gerektirici sebepler ortadan kalkınca eski statüsü ne ise ona çevrilir. Söz gelimi arazîden alan hesabiyle haraç almı­yor idiyse yine o vergi alınmaya başlanır. Çünkü halîfe, kendinden önce o arazîde belirli sebeplere göre içtihatta bulunmuş, bir hü­küm vermiş olan halîfenin içtihadını bozamaz. İçtihad içtihadla nakze dilemez.

Öşür ve haraç memurlarının, kaybettikleri malları Ödemeleri gerekmez. Çünkü bu memurlar kendilerine güvenilen kimseler­dir. Toplanması gerekli olanı toplar ve teslim edilecek yere götü­rür teslim eder. Aynen vekil gibi. Noksanı ödemezler, fazlaya da sahip çıkamazlar. Muayyen bir miktar malı toplamakla görevlen­dirilmişi erse o miktar kadar almaları gerekir. Fazlalık varsa ken­dinin olur, noksanlık varsa Ödemesi gerekir.

Fakat böyle bir çözüm tarzı, güven esasına zıd düşmektedir. Bu hâl tarzının hukuken bâtıl olması icabeder.

Anlatıldığına göre: Bir şahıs İbn Abbas'a gelir, 100.000 dirhem vergiye karşılık, İbn Abbas'dan 1 deve ister. Bunun üzerine o me­mura 100 sopa atılır. Edeblenmesi için diri olarak askıda tutulur.

Hz. Ömer halîfe olunca, insanları topladı ve halkın vazifesi, kendinin onlara karşı vazifeleri, idareciliği, doğru olan yolda mal­ların idare ve harcama usûlü konularında bir konuşmada bulun­du ve dedi ki,

- Ey insanlar, Kur'ân'ı okuyunuz ve ondakileri iyi öğre­niniz, içindekilerle de amel ediniz. Ancak bu şekilde Kur'ân ehli olabilirsiniz. Allah'a isyan ettiği sürece hak sa­hibine hakkı verilmez. Dikkat edin, kişi doğruyu söyleyin­ce rızkına mâni olunmaz ve bir ceza ile cezalandırılmaz.

Yine dikkat ediniz. Allah'ın beni idareci tâyin eylediği şeylerde doğruyu, kurtuluşu 3 yolda buluyorum. Emâneti yerine getirmek, kuvvetliden hakkı almak, Allah'ın indir-diğiyle de hükmetmek. Bir malın helâlliğini, temizliğini de 3 şeyde bulurum. Haklı yoldan kazanmak, haklıya veril­mek, kötülüklerini önlemek. Dikkat buyurun, sizlerin mal­larını harcamada tıpkı yetimin malını idare eden gibiyim. Zengin olursam elimi sürmem, fakir olursam, haklı olarak bir ölçü dâhilinde, bedevinin çölde hayvanını yemlediği gi­bi, yerim. Vergiler alırım.[156]

 


[156] El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, Ebu’l-Hasan Habib, Bedir Yayınevi, 1/ 323-330.