meryem
Sun 20 February 2011, 07:57 pm GMT +0200
Şer Problemi Hakkında Fikir Serdeden Bazı Hristiyan ve Yahudi Düşünürler
Ehl-i Kitab'ın uluhiyyet inancı ve şer problemi karşısındaki durumunu toplu ve kısa olarak böylece anlattıktan sonra çeşitli Hristiyan ve Yahudi ilahiyatçıların bu hususlardaki görüşlerini kısa kısa vererek bu kısmı bitirelim.
Hristiyan İlahiyatının en mühim ismi Saint - Augustinus (354-430) 'dır. Hristiyan teolojisine bir birlik ve bütünlük kazandıran O'dur[121]. Fırtınalı gençlik çağlarında bir ara, O'nun başlıca problemi olan “şerrin kaynağını açıklayabiliyor zannıyla Maniheizm'e bağlanmıştı.[122] Eflatun'dan müteessir olarak ortaya koyduğu teolojisine göre, Allah, üstünde, dışında ve O'nsuz hiçbir şeyin bulunmadığı varlıktır. İyilik, adalet, hikmet Allah'ta bulunan arazlar değil, fakat kendi cevheridir. Mutlak kudret, heryerde hazır ve nazır olmak, ezelîlik, ebedîlik ve O'nun bizzat zatıdır.[123] Alem Allah'ın hayır eseridir. Eski Ahit'teki şu cümle O'na delildir: “Allah onun iyi olmasını irade etti. Allah herşeyi sözüyle yapdı ve hayırlı oldukları için yapdı.[124] Allah şerri yaratmaz.[125] Aslında şer, hayrın bulunmamasından ibarettir. Hayrın bulunduğu yerde şer mümkün değildir.”[126]
Latin yazar ve ilahiyatçılarından Salvianus (4. yüzyıl - 5. yüzyıl) “Tanrı Kayrası” adlı eserinde tanrı-insan alakalarını anlatmıştır. O'na göre insan Tanrı'nın sırlarını anlayamaz. Ancak Tanrı ne kadarına müsaade etmiş ise onları derinden kavrayabilir. Müsaade edilenden fazlasını öğrenmeye kalkışmak kâfirce bir küstahlıktır. Dünyanın ve cemiyetlerin uğradıkları musibetler, insanların günahlarının artmasından doğan ilâhî ihtarlar ve cezalardır. İnsanların Tanrı'ya iteatkârlıkları artarsa felaketler azalacaktır. Binaenaleyh çektiğimiz ızdıraplar, uğradığımız belalar Tanrı'nın adaletsizliğini ve inayetsizliğini göstermekten ziyade adalet ve lutfunun neticesidir.[127]
Sonradan hristiyan olan ve felsefeyle Hristiyanlığın biribirine zıt olmadığını savunan Lactantius (260-340) “Tanrı'nın Öfkesine Dair” isimli eserinde kötülüğün sebeplerini açıklarken şu ihtimalleri ileri sürer: “Tanrı bu dünyadaki kötülükleri ya atmak ister de atamaz, ya da atabilir ama atmak istemez. Yahut da ne atabiliyor ne de atmak istiyor. İstediği halde atamıyorsa O'nun gücü yok demektir ki bu Tanrı'nın özüne aykırıdır. Güçsüz olduğu halde atmak istemiyor ise ki bu hem güçsüzlük hem de kötülüktür ki tanrının tabiat ve özüne bu da uygun değildir. Şu halde O, kötülüğü hem atmak ister hem de atabilir ki uluhiyyete yakışan budur. Fakat ne yazık, ki dünyamız kötülüklerden kurtulamamaktadır. Öyle ise kötülüğü isteyen Tanrı'dır ama ona karşı koymak için kullarına ilim vermiştir.”[128]
Hristiyanlığın mühim şahsiyetlerinden Nisse'li Saint-Gregoir (336-395) 'in şerrin bir çeşidi olan günah hakkında şu sözleri nakledilir: “Tanrı hür bir iradeyle insanı ve âlemi yoktan yaratmıştır. İnsan iyi ile kötüden birini seçme kaabiliyetine sahip olduğu halde kötüyü seçmiştir.” Bu aziz, günah ve kötülüğün sebebini izah edebilmek için ilâhî iradenin bir parçasını da insana vermiş gibidir.
O'na göre ruhlarında Tanrı hayalini paslandırmış olanlar günah işlemek zorundadırlar.[129]
İngiliz scolastiklerinden Richardus Middiavilla (v, 1308) da kötülük ve günahın insanın hür iradesinin neticesi olup Tanrı tarafından yaratılmadığını iddia ederken Saint - Gregoir'e yaklaşmıştır.[130]
Cerdon, Kilise'nin reddettiği, ikinci asır Yahudî irfancılarındandır. Cerdon'a göre alemde biri iyi diğeri kötü iki esas vardır. Dünyayı kötü esas yaratmıştır. Çünkü dünya mükemmel değildir, öyle ise madde kötü esasın ürünüdür. İsâ'nın babası iyi esas, iyi tanrıdır.[131]
Cerdon gibi Kilise'ce kâfirlikle itham edilen bir diğer hristiyan ilâhiyatçı da O'nun talebesi olan Sinop'lu Marcion (v. 2. yüzyıl) 'dur.[132] Bir piskoposun oğlu olan Marcion, hristiyan dinine göre yetiştirilmiş, Yunan felsefesini okumuştur. P. L. Couchoud'un iddiasına göre Marcio'a ait ve Luka İncili'nden önce yazılmış olan bir incil vardır. Bu İncil'e göre Marcion, şer problemini, biri Hayır Tanrısı, biri Şer Tanrısı olmak üzere iki ayrı tanrının varlığını kabul ederek çözmek istemiştir. Şer Tanrısı, Eski Ahitin Tanrı'sı olan yani görünen dünyayı var etmiş olan tanrıdır. Âdem'in işlediği günahtan O sorumludur. Bu günahın hatasını da O'nun soyundan gelen bütün insanlara yüklemektedir. Buna göre Marcion ortaya şöyle bir doktrin koymaktadır: “Eğer yaratıcı Tanrı, var ettiği dünyada bulunan kötülüğü önceden kestiremediyse cahildir, bunu kestirip de önleyemediyse kötüdür, önlemek isteyip de yapamadıysa acizdir.” Hayır Tanrısı ne insanın ne de dünyanın yaratılışında bir rol oynamış değildir. O sadece görünmez varlıkları yaratmıştır. Merhametli olduğundan Şer Tanrısı'nın baskısı altındaki insanı kurtarmaya karar vermiştir. Bunun için, kâmil bir insan olan İsâ'nın kılığında, fakat ancak insan vücudunun dış görünüşlerine sahip olarak yeryüzüne inmiştir; Kanun ve peygamberleri kaldırmış ve herkesin iyi, merhametli, kusurları bağışlayan ve mukavemette bulunmayan kimseler olmalarını öğütlüyerek insanların ruhlarını kurtarmıştır.[133]
Centurbury başpapazlığı yapmış olan meşhur Saint - Anselme (1039 -1109) in bu hususlardaki fikirlerini bir iki cümlede toplamak istersek şunları yazabiliriz: “Adaletli şeyler, adaletin sübûtu ile böyle oldukları gibi, hayırlı şeyler de hayrın sabit olmasıyla sabit olabilirler. Halbuki eşyanın hayırlı olmasına yardım eden bu hayrın, Hayır-ı A'lâ olduğundan kimse şüphe etmez. O halde en büyük ve en hayırlı, yani bütün varlıkların üstünde bir mevcudun var olması zarurîdir”[134]. “İşte bu Tanrı'dır ve adaletin, hayrın, hikmetin ve saadetin kendisidir.”[135] “İnsan küçük bir mahluk olduğu halde Tanrı'ya karşı suç işlemiştir. Tanrı en sonsuz ve yüce adalet olduğu için, bu küçük mahlukun işlediği günahtan öç alması, böylece insanın bu küçüklükten kurtulması ve Tanrı'nın büyüklük kazanması gerkmiştir.”[136]
İspanya yahudilerinden olup Kitab-ı Mukaddes kültürünün yanısıra İslâm kültüründen de haberdar olan Maimonides[137] ismine sık sık rastlanan ilahiyatçılardandır. Bu kültürlü mûsevî, şer problemini şu şekilde cevaplandırmaktadır: Kötülük kendiliğinden yani hakikatte yoktur. Tanrı yalnız iyiyi, yani halihazırdaki mevcudatı yaratmıştır. Kötülük, bizim kâinatı, kendimizle olan alakalarına göre değerlendirmemizden ve yerimizi eşyanın umumî nizamı içerisine yerleştirememizden doğmaktadır. Oysa ki kendimizi kâinatla olan alakamıza göre değerlendirebilseydik kötü diye birşey olmazdı.[138]
Onüçüncü asrın en önemli filozoflarından olduğu halde, Batı Kilisesi'nce de en büyük ilahiyatçı sayılan Aquino'lu Saint-Thomas (1225-1274) bir İtalyan'dır. Bu hristiyan azizinin ansiklopedik eseri “Summa Theologica” hristiyanlığın en mühim kitaplarındandır. O'na göre, Tanrı, mahlukatını yaratmadan evvel, onların ne olduklarını ve ne olacaklarını bilir. Mevcud olan şeylerin meydana gelmeleri de Tanrı tarafından bilinmiş olmalarındandır.[139] Şahsî irademiz, ilâhî iradenin içinde olduğundan, O bizim ne yapacağımızı önceden bilir. Fiillerimiz, tamamen, O'nun bildiği ve yapmamızı istediği şeylerdir. Saint- Thomas, bir taraftan insanın irade hürriyetini kurtarmaya çalışırken, âlemdeki kötülükler ve insan tarafından işlenen fenalıkların da son sebebinin Tanrı olduğunu kabul etmiş sayılır. Halbuki O'nun teolojisine göre Tanrı, kâmil, yüce, iyi, hakîm, mutlak irade sahibi, sonsuz ilim maliki, mutlak kudretli ve müteal bir varlıktır.[140] Cenab-ı Allah mutlak kudretiyle tenakuzu gerektirmeyen herşeyi yapabilir. Kendi koyduğu düzeni kaldırabilir. Fakat hikmetine ve hayırlılığına uygun olmayan şeyleri yapmaz.[141] Saint- Thomas bunu kabul etmekle beraber, “Allah'ın mümkün olanların en iyisini seçmesi vaciptir.” diyen “eslahiyye” taraftan da değildir- Aksine, O'na göre, Tanrı yaptıklarından daha iyilerini yapabilir. O'nun hayrı sonsuzdur.Bununla beraber O'nun kamil kudreti kötülük yapabilme raddesine kadar gitmez. Cenab-ı Allah bütün kötülüklerden uzaktır. Öyle ise şer nereden ve nasıl geliyor? Şer hakikî bir varlık olmadığı gibi mutlak yokluk da değildir. Şer, hayrın bulunmamasıdır, ancak hayırla birlikte tasavvur olunabilir. Şer varsa da mutlak şer yoktur. Fizikî şer, yokluk meselesi olduğu gibi hakikî manada şer değildir. Asıl şer manevî ve ahlakî olan şerdir. Bu da biri günah şerri diğeri azab şerri olarak iki türlüdür. Cenab-ı Hak şerrin illeti olamaz. Şayet olursa günah şerrinin değil arızı olan azap şerrinin illeti olur[142]. A. Weber O'nun bu görüşlerini mutlak optimizm (eslahiyyete yakın) olarak değerlendirmiştir.[143]
J. Hick, hristiyanlık ilahiyatının ortaya çıkardığı durumu ile şer problemini şu şekilde ifade eder: “Ahlâkî şer, yani günah, insanın kendi dünyasında ahlaken hür iradeli olarak yaratılmasından neş'et eden, Tanrı'dan “epistemik” uzaklığının kaçınılmaz bir neticesidir.[144] Ahlâkî şer, buna göre, Tanrı'nın kendi yaratmasının neticesi olan zaruri birşeyse, nasıl Tanrı'nın gerçekten nefret ettiği, Tanrı'ya karşı düşmanlık, O'nun iradesine karşı çıkmak ve bütün iyiliklere zıt bir keyfiyet olarak görülebilir[145] Keza, şerrin bir başka çeşidi sayılan acı ve elem insanın ruhen yükselme projesinin tatbik sahası olan dünya hayatının lüzumlu bir tezahürü olduğuna göre[146], bu şekilde faydalı bir neticeye ulaştıran tezahür nasıl hakikatte, şer olabilir ve Tanrı'nın bizim hakkımızdaki muradına zıt sayılabilir?[147]
Son olarak, Şerrin varlığını, bir aldanma kabul edip reddeden bir mezhebin görüşlerinden bahsedelim. Bu mezhep “Cristian Science” adıyla anılmaktadır. Bunları, Yeni Ahit'i anlayışları Mrs. Mary Baker Eddy'nin “Science and Health with Ket to the Scriptures” (1875) adlı eserinde ortaya konmuştur. Bu esere göre: “Şer hakiki bir keyfiyet değildir ve yokluk manasınadır.[148] O ne bir şahıs, ne bir yer, ne de birşeydir. Fakat basit olarak, bir inanç ve maddî hissin bir aldanmasıdır.”[149] Binaenaleyh, hastalığın, günahın ve ölümün yok olduğu kabul edildiği takdirde bunlar yok olacaklardır.[150] Meselâ, ızdırab çeken bir kimse : “Maddenin hissetme duygusu yoktur, mamafih, maddede izdırab olacağına inanmak boş bir inançtır.” diye ikna edilebilse daha acı çeker mi?[151] Şerlerin tek hakikî tarafı. Tanrı onların maskelerini sıyırıp atana kadar, insanlara sahteyi hakikat gibi göstererek onları yanıltan korkunç çehresidir[152].”
[121] M. Gökberk, 158.
[122] a. g. e., 159; Akkad, Allah, 169.
[123] A. Weber, 119; P. Janet - G. Seaüles, 211
[124] P. Janet -G. Seailles, 210-211, S. Augustinus, Cites de de Dieu, 9/30'dan naklen
[125] Akkad, Allah, 169
[126] P. Janet- G. Seailles, 211, Cites de Dieu, 11/22 ve 12/4'-den naklen
[127] C. Sena, 185, Giraud, De Salvianus, Montpellier, 1849'dan naklen
[128] a. g. e.., 197, Et. Gilson, La PhİIosophie au Mayen, 1947, 105 - 110'dan naklen
[129] a. g. e., 198, H. V. Balthazar, Presence et Pensle, 1942'dan naklen
[130] a. g. e., 217, Edg. Hocedes, S. J. Richard, Paris, 1925'ten naklen
[131] C. Sena, 200.
[132] a. g. e., 201.
[133] F. Challaye, 242
[134] A. Weber, 138
[135] P. Janet - G. Seailles, 222
[136] C. Sena, 206, Dimet do Verges, Saint Anselma, 19081dan naklen
[137] İbn Meymûn 11351204.
[138] a. g. e., 210, L. G. Levy, Maimonide, Paris, 1934'den naklen; A. Weber, 158.
[139] a. g. e., 220, Et., Gilson, La Philosophie au Mayen, 538 den naklen
[140] a. g. e., 220, Martain, Distinguer Pour, Paris, 1946'dan naklen
[141] P. Janet - G. Seailles, 237
[142] P. Janet - G Seailles, 238.
[143] A. Weber 157.
[144] J. Hick, 316
[145] a. g. e., 389
[146] a, g. e., 370
[147] a. g. e., 389.
[148] a. g. e., 30, M. B. Eddy, 1934, 205'den naklen.
[149] a. g. e., 30. M. B. Eddy, 1934, 71'den naklen
[150] a. g. e., 30, a. g. e.,den naklen, s. 480.
[151] a. g. e., 30, a. g. e.'den naklen, s. 346
[152] a. g. e., 30 - 31, a. g. e'den naklen, 8. 472.