armi
Sun 12 July 2009, 12:24 pm GMT +0200
Cezâyir'de Tilmsân şehrinde yetişen tasavvuf büyüklerinden. Hadîs, kelâm, mantık ve kırâat âlimi. İsmi Muhammed, babasınınki Yûsuf'dur. Es-Senûsî, et-Tilemsânî, El-Hasenî nisbeleri olup, künyesi Ebû Abdullah ve Ebû Ya'kûb'dur. Şerîf olup, soyu hazret-i Hasan'a dolayısıyla Peygamber efendimize dayanmaktadır. Bunun için Hasenî diye nisbet edilmiştir. Anne tarafından Senûs isimli şerefli bir kabîleye mensûb olup, buna nisbetle de Senûsî denilmiş ve bununla meşhûr olmuştur. 1428 (H.832) senesinde doğdu. 1490 (H.895) senesinde bir Pazar günü Tilemsân'da vefât etti.Vefâtında 55 yaşlarında olduğuna dâir kayıtlara da rastlanmıştır.
Hayırlı, mübârek, fâdıl ve sâlih bir zât olarak yetişen Senûsî, ilk olarak babasından ders aldı. Sonra; Nasruddîn ez-Zevâvî, Allâme Muhammed bin Tûmert, Seyyîd Şerîf Ebü'l-Haccâc Yûsuf bin Ebi'l-Abbâs, Ebû Abdullah el-Habbâk, Muhammed bin Abbâs, Ebü'l-Hasan Tâlütî, Ebû Zeyd Abdürrahmân es-Se'âlebî, İbrâhimTâzî, Ebû'l-Hasan Kalsâdî, Hasan er-Râşidî ve daha başka âlimlerden ilim öğrendi. Bu âlimlerin yanlarında çok kalıp, onlardan istifâde etti. Kendilerinden ilim öğrendiği hocalarını çok sever, hürmet ve hizmette kusûr etmezdi. İlim tahsîl etmekteki bu üstün gayret ve edebi sebebiyle, kısa zamanda yükselerek, zamânında bulunan âlimlerin önde gelenlerinden oldu. Kendisine Şeyh-ul-allâme denildi. Hakîkî İslâm âlimlerinin büyüklerinden, sâlih, âbid ve ârif bir zât oldu.
İbn-i Sa'd, Ebü'l-Kâsım ez-Zevâvî, İbn-i Ebû Midyen, Yahyâ bin Muhammed, İbn-ül-Hâc el-Beyderî, İbn-ül-Abbâs es-Sagîr, Veliyyullah Muhammed el-Kal'î, İbrâhim el-Vecdîcî ve fazîlet sâhiplerinden nice yüksek zâtlar ondan ilim öğrenmişlerdir. Yâni talebelerinin hemen hepsi de âlim ve fâzıl zâtlar idi. Şerîf Muhammed bin Yûsuf Senûsî, yaptığı bütün işlerin dînimizin hükümlerine uygun olmasına âzamî gayret gösterirdi. Zühd sâhibi olup, dünyâya düşkün değildi. Allahü teâlânın muhabbeti ile ve bu muhabbetin elden gitmesi korkusu ile doluydu. Firâseti kuvvetliydi. Yaptığı duâlar kabûl olunurdu.
İlimde, hidâyette, doğrulukta, güzel ahlâkta, zühd ve verâda haram ve çirkin işleri yapmaktan sakınmakta üstün derece sâhibiydi. Zâhirî ilimlerde olduğu gibi, bâtınî ilimlerde de de çok yüksekti. Din ve dünyâ saâdetine sebep olan ilimleri okuturdu. Her ân Allahü teâlâyı tefekkür ederdi. Bu hâl kendisini öyle kaplardı ki, sanki âhireti görüyor gibi hareket ederdi. Devâmlı hüzünlüydü, fakat asık suratlı ve çatık kaşlı değildi.
Senûsî hazretleri sohbet edip bir şey anlattığı zaman, bütün fehm, anlayış kapıları açılır, dinleyen herkes konuşulanları rahatlıkla anlıyabilirdi. Hadîs-i şerîflerde Peygamberlerin vârisleri oldukları bildirilen hakîkî âlimlerdendi. Bütün sözleri, her isteyene doğruyu gösteren kuvvetli bir ölçü idi. Allah korkusunun şiddetiyle göğsünün (kalbinin) inlediği, yanında bulunanlar tarafından işitilirdi. Bâzan Allahü teâlâyı zikrederek kendinden geçer, böyle hâllerde yanında bulunanları bile tanıyamazdı.
Güzel ahlâk sâhibi, gâyet mütevâzî ve yumuşak kalbli idi. İnsanlara, hattâ her mahlûka karşı çok merhametliydi. Yanına gelenleri güler yüzle, karşılardı. Çocuklara çok iltifât edip kolaylık göstererek muâmele eder, yolda yürürken bile bu iltifâtı gösterirdi. Büyüklere saygı gösterir, küçüklerle birlikte oturmaktan sıkılmazdı. İyilik, ikrâm sâhibi olup, zayıfları gözetir, yardımda bulunurdu. Hiç kimseye îtirâzda bulunmazdı. Gücü yettiği nisbette ihtiyaç sâhiplerine yardımcı olurdu. Sevdiklerinden birinin sultâna bir işi düşse, bu işin kolayca halledilmesi için sultâna ricâda bulunur, bu hususta sıkıntılara sabrederdi. Onu tanıyan herkesin kalbinde, onun büyüklüğünü kabûl ve onun heybeti vardı. İnsanlar, bereketlenmek ve sohbetlerinden istifâde etmek niyetiyle, kalabalık gruplar halinde onun ziyâretine gelirlerdi. Onu çok sevenlerden birisi, tanıdıklarına şöyle söylemiştir: Zamânımızda Senûsî hazretleri gibi, zâhirî ve bâtınî ilimlerin tam bir şekilde kendisinde toplandığı ve bu ilimlerden birçok kimsenin faydalandığı çok yüksek bir âlimin bulunması, teaccüb olunacak, hayret edilecek bir hâldir. Böyle bir âlim ender bulunur. Her kim o büyük zâta kavuşursa, dünyâ ve âhiretine çok faydalı büyük bir hazîneye kavuşmuş gibidir. Henüz sağ iken kendisinden ilim öğrenmekte ve istifâde etmekte çok acele ediniz. Belki de yakın zaman sonra ondan mahrûm kalırsınız (o vefât eder) ve siz de bu zamanda, doğuda ve batıda onun gibi bir âlimi belki de bulmazsınız."
Bir zaman, Senûsî hazretlerinin bulunduğu beldede kıtlık meydana gelmişti. Zamânın sultânı ona haber gönderip, Hasan Ebrikân Medresesinde bulunan gıdâ maddelerinden istediği kadar alabileceğini bildirince, Senûsî hazretleri buyurdu ki: "Hakîkî velî o kimsedir ki, şâyet Cennet ve içinde bulunan sayısız nîmetler keşfolunup ona gösterilse, bunların hiçbirine iltifat etmez. Allahü teâlâdan başka hiçbir şeye meyl ve îtimâd etmez. İşte bu hakîkî velinin hâlidir." Böyle söyledi ve sultanın teklifini kabul etmedi. Kendisi de, böylece hakîkî velînin halini göstermiş oldu.
Hayırlı, mübârek, fâdıl ve sâlih bir zât olarak yetişen Senûsî, ilk olarak babasından ders aldı. Sonra; Nasruddîn ez-Zevâvî, Allâme Muhammed bin Tûmert, Seyyîd Şerîf Ebü'l-Haccâc Yûsuf bin Ebi'l-Abbâs, Ebû Abdullah el-Habbâk, Muhammed bin Abbâs, Ebü'l-Hasan Tâlütî, Ebû Zeyd Abdürrahmân es-Se'âlebî, İbrâhimTâzî, Ebû'l-Hasan Kalsâdî, Hasan er-Râşidî ve daha başka âlimlerden ilim öğrendi. Bu âlimlerin yanlarında çok kalıp, onlardan istifâde etti. Kendilerinden ilim öğrendiği hocalarını çok sever, hürmet ve hizmette kusûr etmezdi. İlim tahsîl etmekteki bu üstün gayret ve edebi sebebiyle, kısa zamanda yükselerek, zamânında bulunan âlimlerin önde gelenlerinden oldu. Kendisine Şeyh-ul-allâme denildi. Hakîkî İslâm âlimlerinin büyüklerinden, sâlih, âbid ve ârif bir zât oldu.
İbn-i Sa'd, Ebü'l-Kâsım ez-Zevâvî, İbn-i Ebû Midyen, Yahyâ bin Muhammed, İbn-ül-Hâc el-Beyderî, İbn-ül-Abbâs es-Sagîr, Veliyyullah Muhammed el-Kal'î, İbrâhim el-Vecdîcî ve fazîlet sâhiplerinden nice yüksek zâtlar ondan ilim öğrenmişlerdir. Yâni talebelerinin hemen hepsi de âlim ve fâzıl zâtlar idi. Şerîf Muhammed bin Yûsuf Senûsî, yaptığı bütün işlerin dînimizin hükümlerine uygun olmasına âzamî gayret gösterirdi. Zühd sâhibi olup, dünyâya düşkün değildi. Allahü teâlânın muhabbeti ile ve bu muhabbetin elden gitmesi korkusu ile doluydu. Firâseti kuvvetliydi. Yaptığı duâlar kabûl olunurdu.
İlimde, hidâyette, doğrulukta, güzel ahlâkta, zühd ve verâda haram ve çirkin işleri yapmaktan sakınmakta üstün derece sâhibiydi. Zâhirî ilimlerde olduğu gibi, bâtınî ilimlerde de de çok yüksekti. Din ve dünyâ saâdetine sebep olan ilimleri okuturdu. Her ân Allahü teâlâyı tefekkür ederdi. Bu hâl kendisini öyle kaplardı ki, sanki âhireti görüyor gibi hareket ederdi. Devâmlı hüzünlüydü, fakat asık suratlı ve çatık kaşlı değildi.
Senûsî hazretleri sohbet edip bir şey anlattığı zaman, bütün fehm, anlayış kapıları açılır, dinleyen herkes konuşulanları rahatlıkla anlıyabilirdi. Hadîs-i şerîflerde Peygamberlerin vârisleri oldukları bildirilen hakîkî âlimlerdendi. Bütün sözleri, her isteyene doğruyu gösteren kuvvetli bir ölçü idi. Allah korkusunun şiddetiyle göğsünün (kalbinin) inlediği, yanında bulunanlar tarafından işitilirdi. Bâzan Allahü teâlâyı zikrederek kendinden geçer, böyle hâllerde yanında bulunanları bile tanıyamazdı.
Güzel ahlâk sâhibi, gâyet mütevâzî ve yumuşak kalbli idi. İnsanlara, hattâ her mahlûka karşı çok merhametliydi. Yanına gelenleri güler yüzle, karşılardı. Çocuklara çok iltifât edip kolaylık göstererek muâmele eder, yolda yürürken bile bu iltifâtı gösterirdi. Büyüklere saygı gösterir, küçüklerle birlikte oturmaktan sıkılmazdı. İyilik, ikrâm sâhibi olup, zayıfları gözetir, yardımda bulunurdu. Hiç kimseye îtirâzda bulunmazdı. Gücü yettiği nisbette ihtiyaç sâhiplerine yardımcı olurdu. Sevdiklerinden birinin sultâna bir işi düşse, bu işin kolayca halledilmesi için sultâna ricâda bulunur, bu hususta sıkıntılara sabrederdi. Onu tanıyan herkesin kalbinde, onun büyüklüğünü kabûl ve onun heybeti vardı. İnsanlar, bereketlenmek ve sohbetlerinden istifâde etmek niyetiyle, kalabalık gruplar halinde onun ziyâretine gelirlerdi. Onu çok sevenlerden birisi, tanıdıklarına şöyle söylemiştir: Zamânımızda Senûsî hazretleri gibi, zâhirî ve bâtınî ilimlerin tam bir şekilde kendisinde toplandığı ve bu ilimlerden birçok kimsenin faydalandığı çok yüksek bir âlimin bulunması, teaccüb olunacak, hayret edilecek bir hâldir. Böyle bir âlim ender bulunur. Her kim o büyük zâta kavuşursa, dünyâ ve âhiretine çok faydalı büyük bir hazîneye kavuşmuş gibidir. Henüz sağ iken kendisinden ilim öğrenmekte ve istifâde etmekte çok acele ediniz. Belki de yakın zaman sonra ondan mahrûm kalırsınız (o vefât eder) ve siz de bu zamanda, doğuda ve batıda onun gibi bir âlimi belki de bulmazsınız."
Bir zaman, Senûsî hazretlerinin bulunduğu beldede kıtlık meydana gelmişti. Zamânın sultânı ona haber gönderip, Hasan Ebrikân Medresesinde bulunan gıdâ maddelerinden istediği kadar alabileceğini bildirince, Senûsî hazretleri buyurdu ki: "Hakîkî velî o kimsedir ki, şâyet Cennet ve içinde bulunan sayısız nîmetler keşfolunup ona gösterilse, bunların hiçbirine iltifat etmez. Allahü teâlâdan başka hiçbir şeye meyl ve îtimâd etmez. İşte bu hakîkî velinin hâlidir." Böyle söyledi ve sultanın teklifini kabul etmedi. Kendisi de, böylece hakîkî velînin halini göstermiş oldu.