- Sen Olmasaydın Alemleri Yaratmazdım!

Adsense kodları


Sen Olmasaydın Alemleri Yaratmazdım!

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
rabia
Thu 22 April 2010, 04:12 pm GMT +0200



Sen olmasaydın, alemleri yaratmazdım!

Aşıktan maşuka bir hitaptı bu... En vefalı aşıktan, alemleri hürmetine yarattığı habibine bir hitap... Doğumuyla kainatı şereflendiren, bereketlendiren, aydınlatan güzele, güzeller güzelinden bir sesleniş...

O kadar ki, Adem aleyhisselam dahi, “Muhammed hürmetine ya İlahi!” diyerek niyazda bulundu da, Rahman olan Allah (c.c.), bu ismi nereden bildiğini sorduğunda ona, o cevaben...

“Sen ya Rabbi! Sen beni yarattığında, arş-ı ala'da ikinizin ismini bir arada gördüm. Sen, sevmediğin birinin adını, kendi adınla birlikte bulundurmazsın...” dedi.

Allah, sevmediği birinin ismini, kendi ismiyle birlikte bulundurmazdı evet... O, Muhammed'i sevdi ve ona hitapların en içlisi ile seslendi Kur'anında: Habibim...

Sevgi, mayasıydı yaratılışın... Aşk, ateşiydi... Kullarını her biri birbirinden başka biçimlerde şekillendiren Hak, bir hamur misali farklı şekiller almaya müsait kıldığı insanı, aşk ile pişirdi.

“Hamdım, piştim, yandım!” diyen aşıklar, O'nun bu ateşinden nasibini alan bahtiyarlardı.

Allah, Habibi hürmetine yarattığı her kulunu sevdi. Sevdi de, her birinin kalbine, ismini nakşeyledi. Sevmese, emanet eder miydi lafzını gönüllerimize? Allah, bizi sevdi... Ve aslında, Habibullah'ın gönlünde, bambaşka bir tecelliyle hayat bulan sevda, her bir kulda da ayrı tecellilerle yaşamaya devam etti.

Sevenler bildiler ki, rehber Rasulullah'tır. Zira Allah, aşkının bir ifşası niteliğinde, herkesi, Sevgilisini sevmeye, O'na uymaya davet ediyordu. Böylece, bir olmanın, sevgilide fani olmanın ilk dersini de veriyordu tüm insanlığa... Vakit gelip de ruhunu teslim alacağı zaman Azraîl, Allah'ın emri ile soracaktı Habibullah'a: Dünyayı mı, yoksa Rahman'ın katındakini mi istersin? Bir kuldu ama, işte, Allah, hayatla ölüm arasındaki tercihi O'na bırakıyor, dilerse al, dilerse orada kalsın diyordu... Dilerse al getir yanıma sevgiliyi... Dilemezse zorlama...

Seven, sevdiğine karşı gelir mi? Aşık diler de sanki, maşuk dilemez mi vuslatı? Bir aşık ki, bir elime ay, bir elime de güneş verseniz, yine de davamdan dönücü değilim diyecek kadar bağlı... Öyle bir Aşık ki, nefsi için zerre kadar hiddetlenmediği halde, Allah'a ve O'nun hükmüne düşman olanlarla savaşacak kadar celalli...

Bir yanda, çocuklarımızı öpmeyiz diyen bir bedeviye, “Allah, senin kalbinden merhameti söküp almışsa, ben ne yapabilirim?” diye soracak kadar yumuşak; diğer yanda, “Gözümün nuru Fatıma! Sakın babana güvenip de sapmaya kalkma!

Hırsızlık yapmış olsan, senin de elini Allah'ın emriyle keserim!” diyecek kadar adil...

Hira'da, Cebrail ile ilk karşılaşmasının ardından, koşar adımlarla ve titreyerek Hatice'nin sinesine sığınan ve “Beni örtün! Beni örtün!” nidasıyla bir rahatlamaya ihtiyaç duyan da O...

Durulmuş ve sükunete kavuşmuş gönlü ile Kabe'de namaz kılarken, sırtından aşağı kilolarca işkembe boşaltan zavallıya, hiçbir tepki vermeden, secdesini uzatan da...

Sen, Rabbimin Habibi!

Sen, Rahmet peygamberi!

Sen, hürmetine güllerin ve dikenin yaratıldığı güzel!

Sen, gönlü buruk yetim!

Sen, masum ve öksüz!

Sen, gittiği her yere bereket götüren!

Sen, altı ciğer paresini de yitirdiği halde, yine de Allah! diyecek kadar razı!

Sen, gönlünün gülü Hatice'yi, ömrü boyunca unutmayacak kadar hayırlı!

Sen, Zeyd'in ana- babasına tercih edeceği kadar merhametli!

Sen, Ebu-Bekir'in gönlündeki güzel!

Sen, Ömerin kılıcını gül ile parçalayan...

Sen, gidişiyle Fatıma'nın yüreğini dağlayan!

Sen, ilk zamanların şaşkınlığını ve ağırlığını atlattıktan sonra, alabildiğine hafiflemiş ve inanmış bir gönülle, Allah için her zorluğa katlanan yüce insan!

Aşkın ilk demlerinde şaşkın ve korku dolu bir halde durulmayı beklemiş olanlar, Seni seviyorlar.

Bu da nedir? Bu hal neyin nesidir? diye sorup da, aklın sınırlarını Rahman'ın lutfuyla zorlayıp aşmış olanlar, Sana hayranlar.

Onlar biliyorlar ki, sıkıntıları yüklenişin, her türlü hakaret, aşağılama ve küfür karşısında, yine de dimdik, onurlu ve sadık oluşun, Allah'ın aşkındandır. Onlar hissediyorlar ki, sırf Seni ve yüceler yücesi Allah'ı sevdikleri için, nice sıkıntı, kapılarındadır. Lakin Sen arkamızdasın ya Rasulallah! Sen, bizimlesin değil mi?

Bana salat edenin selamını alırım. Sırf bunun için görevlendirilmiş melekler vardır ve ben, selamı gönderenin isminden, halinden haberdar olurum buyuruyorsun ey güzel! Işte sana selam ediyoruz...

Allah'ın rahmeti, selamı ve bereketi, Senin ve ehl-i beytinin üzerine olsun. Allah'ın selamı ashabının üzerine olsun.

Ya Rasulallah, Aişe'nin sana selamı var. Gönlü mahzun Senin ayrılığınla...

Davetini bekliyor...

Ya Rasulallah, Ömer sana selam ediyor. Eli- kolu bağlı geçim derdiyle, bereket için dua diliyor.

Fatıma hasretinle buruk...

Halil'in içi yanıyor...

Serpil, dertlere derman olan ismini söylüyor...

Furkan duyurmak için şanını, duymamış gönüllere, çırpınıyor...

Zeynepler, Fatihler, Mehmetler Senden ayrı ama Seninle...

Gönlü mahzun, gönlü kırık ümmetin, seni özlüyor ya Rasulallah!

Biz, açlıktan karnımıza taş bağlamadık henüz... Biz, anamızı, babamızı, eşimizi, evladımızı,amcamızı, dedemizi kaybetmedik. Biz, savaşlarda yaralanmadık... Biz, askere gönderirken bile oğlumuzu, ağladık... Biz, sevdiğimizi askere uğurlarken bile dayanamadık... Halbuki sadece bir seferdi ömürde. Seni sevenler defalarca uğurladılar Seni... Defalarca beklediler dönmeni... Biz, ne Sana, ne de ashabına layık olamadık.

Beni seven, sıkıntıyı kendine örtü edinsin diyordun ya... Bizi yürekli olmaya, feda etmeye, belki de bu yolda canını vermeye davet ediyordun hani... Oysa biz, Sana layık bir yürek taşımadık hiç... Sadırlarımız sıkışmıştı... Biz, sıkıntısızlığın derdiyle dertlendik sadece. Biz, şükretmemiz gerekirken, nankörlük ettik.

Sen, geceler boyunca namaz kılarken huzurda, biz, gündüzleri de ziyan ettik. Sen, bir ikazda bulunuyordun... Bundan böyle şeytan, sizin üzerinizde hakimiyet kuramayacaktır. Fakat siz, küçük gördüğünüz işlerde şeytana uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Onlardan da sakınınız diyordun. Sakınmadık...

Bugün çalsan da kapıyı, şeref vermek dilesen, bilmem ne yapar ümmetin?

Aniden çıkagelsen, ne olur tavrımız? Senin gibi şerefli bir misafiri kim istemez? Allah'ın Habibini ağırlamak, kimin hoşuna gitmez? Fakat Sen, sırf işlemeli bir perde için, “benim dünya ile ne işim var?” diyerek geri dönmüşken Fatıma'nın kapısından, acep bizim evlerimize girer misin?

En güzel yemekleri Senin için hazırlamış olsak, en güzel ikramı Sana yapsak, daha ne isteriz ki? Fakat Sen, haramlardan arındıramadığımız lokmalarımıza o güzel ellerini sürer misin?

Bir gün, evimize doğru gelirken görünüversen uzaktan, ah ne şeref! Ama biz, Senin gelişinden telaşa kapılıp da, bazı gazete ve dergileri toplamaktan, raflarda tozlandırdığımız Kuran'ın tozunu almaktan, televizyonu nereye saklayabileceğimizi, ya da nasıl bir kılıf bulup da savunabileceğimizi düşünmekten, Senin gelişini seyredebilir miyiz?


Kimbilir, belki de mırıldandığımız şarkıların, sarfettiğimiz kelimelerin, okuduğumuz kitapların, oturduğumuz arkadaşların hepsinden utanacağız.Ve belki, kalmaya karar verirsen, bir haftalık programımızı değiştirmek zorunda kalacağız. Gideceğimiz yerlere Seni götürmekten haya edeceğiz belki. Ve belki gidişinle, rahat bir nefes alacağız.

Ya Suretimize bakıp "sen ne biçim müslümansın"demezmisin?

Biz, Senin hiç arzulamadığın yaşam biçimlerini böylesine benimsemişken, yine de ümmetliğe kabul eder misin? Sefilliğimizi yüzümüze vurur musun ya Rasulallah? Ümmetiz deyip de, Sana hakkıyla uyamayışımızı yüzümüze vurur musun?

Ey rahmet peygamberi! Onları özlüyorum... Kardeşlerimi özlüyorum... Onlar ki, beni hiç görmedikleri halde, yine de severler ve bana itaat ederler buyuruyorsun. Bizi kardeşliğe kabul ediyor musun?

Sen ki, her bir halimiz Sana ayandır... Sen ki, güller ve bülbüller Sana hayrandır...

Gitme ey güzel! Muradımız kalmandır gitme! Arzumuz yanımızda olmandır. Gel ki anlam kazansın hayatımız... Gel ki, yolda kaldı hasret yüklü bakışlarımız...

Sen ey güzel! Sensiz yaşamak ne zor... Senden uzaklarda sevmek Seni... Hiç görmeden tutulmak cemaline ve hiç duymadan vurulmak o şefkat dolu sesine...

Biz, teselliyi yine Senin sözlerinde bulduk...



Sen, Yaratanın aşkı için, bedenini kurban etmiş şehid!

Sen, vefanın hası ile ümmetin dostu olan!

Sen, ümmeti ümmeti feryadıyla vefanın doruklarında bulunan!

Sen, garipler babası!

Sen, ömründe bir kere bile olsun, kahkahayla gülmemiş olan mahzun!

Sen, fakirlerin yoldaşı, dertlilerin arkadaşı!

Sen, asırlardır ölmeyen ve kıyamete dek de yaşayacak olan!

Sen, cennet ve cehennem ehlinin ümidi!

Sen, kainatın yaratılış sebebi!

Sen, güllerin hayat veren şebnemi...

Davetine icabet ediyoruz ya Rasulallah!

Sen, arkamızdasın!

... Ve sen, ey yalan dünya! Sen bizim aşkımıza set olamayacaksın!

Aşk yolunda, yardan ki geçmişiz, elbet serden de geçeceğiz. Anayı, babayı, evladı, akrabayı, sevgiliyi unutmuş, Seni özlemişsek eğer yine Senin hürmetine... Gösterdiğin yolda, her kim çıkarsa çıksın karşımıza, yine de Senden ayrılacak değiliz.

Tüm zayıflığımıza ve tüm kusurumuza rağmen...

Biraz garip, biraz eksik, biraz yaralı...

Hep seni seveceğiz...