- Semud Kavmi

Adsense kodları


Semud Kavmi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Fri 3 August 2012, 10:45 am GMT +0200
SEMÛD (YA DA İKİNCİ ÂD) KAVMİ

Semûd, Arabistan'ın bir başka büyük kavmiy­di. Âd'tan sonra bu halk Arabistan'ın en tanın­mış kavmidir. Kur'ân'ın inmesinden önce on­ların hikayeleri Arapların arasında çok yay­gındı. İslam öncesi Arabistan'ın şiir ve hitabe­lerinde Semûd ismine sık sık rastlanır. Asur kitabelerinde, Yunanistan, İskender ve Roma hakkında yazılan tarih ve coğrafya kitapların­da da Semûd isminden bahsedilir. Semûd'a ait bazı kalıntılar Hz. İsa zamanına kadar gelmiş­tir. Bazı Roma'lı tarihçilerin ifadelerine göre, bu kavim Roma ordusuna katılmış ve Nabati-lere karşı savaşmıştır.

Semûd kavminin, bugün el-Hİcr olarak bili­nen, Arap yarımadasının kuzeybatı bölgesin­de yaşadığı tarihî kayıtlarda sabittir. Başkenti Medayin-i Salih'ti; bugünün Hicaz demiryo­lunda Medine ve Tebük arasında bir tren is­tasyonudur. Eski ismi el-Hicr'dir. Bu kavmin tepe ve yamaçlara oydukları taş evler bugün bile büyük bir alana yayılmış haldedir. Bu ölü şehre, şöyle bir üstünkörü bakıldığında, nüfususunun o zamanlar takriben beşyüzbin civa­rında olduğu tahmin edilebilir.

Kur'ân-ı Kerîm'in inişi sırasında, Hicaz'dan gelen kervanlar Semûd kavminin harabeleri arasından geçmekte idi. Rasûlullah, Tebük savaşma hazırlık sırasında bu harabelere doğ­ru işaret ederek ashabına, buranın İbret verici manzarasını göstermiş ve tarihî eserlerden ne gibi ders alınması gerektiğini söylemiştir. As­habına, Hz. Salih'in dişi devesinin su içtiği kuyuyu göstererek onların da bu kuyudan su içmelerini söylemiştir. Daha sonra bir tepe geçidini göstermiş ve Salih peygamberin de­vesinin su içmek için kuyuya bu geçitten geç­tiğini anlatmıştır. O geçit halen Feccu"n-Naka (dişi devenin geçidi) diye anılır. Daha son­ra harabeler arasında bir gezinti yapmak isteyenleri bir araya toplayarak, şöyle söylemiş­tir: "Burası, Allah'ın azabının başlarına indi­ği, helak ettiği bir kavmin bölgesidir. Bu yüz­den, buradan olabildiğince nefret ve tiksinti ile geçin. Burası eğlenilecek bir yer değil, ak­sine hüzünlenecek, matem tutulacak bir yer­dir." Semûd halkı, tepeleri oyarak büyük ev­ler yapardı; bunların bir kısmı hâlâ olduğu gi­bi Medayin-i Salih'te bulunmakta olup o in­sanların mühendislikte ulaştıkları üstün dere­celeri göstermektedir.

Sina Yarımadasının yaygın mahallî gelenek­lerine göre; Allah, inanmayanlara gönderdiği gazaptan, Salih ve iman edenleri kurtarıp bu­rada emniyete vardırmıştır. Hz. Salih'in adına dikilen cami Cebel-İ Musa'nin yakınındaki tepede bugün bile durmaktadır. Kendi kavmi­nin yok edilişinden sonra Peygamber Salih ve-mü'minler buraya sığınmışlardı. (The Meaning ofthe Qur'an, c. V, sh. 97).

Mevlânâ Ebu'l-A'la Mevdûdî'ye göre, Semûd halkı, Âd'ın yok edilmesinden sonra kudret ve şana erişmiş, medeniyette seleflerini takip et­miştir. Onlarda da hayat seviyesi gittikçe yükselmekte, fakat insanlık değerleri o oran­da düşmekte, darbe üstüne darbe yemekteydi. Bir yandan vadilerde büyük binalar ve tepe­lerde güzel evler inşaa ettiler -Hindistan'daki Eloa ve Ajanta'daki gibi- diğer yandan da putperestliğe kapıldılar ve bütün bölgede te­rör ve zülüm uyguladılar. En kötü insanlar, memleketin liderleri ve hâkimleri oldu. Bu yüzden Hz. Salih'in açıkladığı Hakikate, yal­nızca aşağı tabakadan güçsüz ve zayıf kimse­ler ilgi gösteriyor; yönetici ve varlıklılar sınıfı onu dinlemiyor ve inanmamakta diretiyordu. (The Meaning ofthe Qur'an, c. VIII, sh. 253-254).

Bu vahşi ve tehditkâr insanlar Allah'ın işaret­lerini hiçbir surette dikkate almadılar. Ve Al­lah'ın koyduğu zaman sınırı geçince, onlar, feci bir depremi takip eden korkunç bir patla­ma ile yok edildiler (7: 78, 15: 83-84, 54: 31).

Semûd kavmi, Âd'ın yok edilişinden sonra kudret ve şan sahibi oldu. Onlar Birinci Ad'in halefleriydi ve Hz. Hûd ile birlikte felaketten kurtulanlardan geliyorlardı. Bu halk kuzey­batı Arabistan'da yaşardı. Burası genellikle Vadii'l-Kura (Yakut, Mu'cem) veya Arap Petra'sı olarak bilinirdi. Burası Medine ve Suriye arasında bir bölgedir. Kur'ân'da geçen de (Vadi) bu isimdir. Semûd kavmi Âd'lılann yeğenleriydi, görünürde aynı ırkın daha genç bir nesli. Onların kıssaları da eski Arap gelenklerinde geçer; onlara göre ataları Semûd, Abir (Aram'ın kardeşimin oğluydu; o da Nuh'un oğlu Şam'ın.

Hem kayalık (hicr) (15: 80) hem de geniş, verimli vadilere sahip olan bir arazide yerleş­mişlerdi. Bunlar, Medine'den başlayan ve or­tasından Hicaz demiryolunun geçtiği Kura vadileridir. Cebel-i Hicr, Medine'nin 180 km. kuzeyinde, Kura vadisi de Suriye yolundadır. Hz. Peygamber, hicretin dokuzuncu yılın­da ashabım, Medine'nin 400 km kuzeyindeki Tebük'e, Romalı kuvvetlere karşı sevkettiğinde, Semûd harabelerine rastladılar. Son zamanlarda ortaya çıkarılan Maan yakınlarında­ki kaya şehri Petra, belki de Semûd'un eseri­dir, ancak mimarisinde Mısır ve Greko-Romen tarzı görülür. Avrupalılar buna Nabati kültürü demektedirler. Nabatiler Semûd'un halefleriydi. Semûd halkı ismen Asur Kralı Sargon'a ait M.Ö. 715 tarihli bir kitabede ge­çer ve onlardan Arabistan'ın ortadoğusunda yaşayan bir kavim olarak bahsedilir. (A. Yu­suf Ali, The Holy Qur'an, not 1043, sh. 360).

1880'lerde, kuzeybatı Arabistan'ı gezerek Necd çölünü geçen C. M. Doughty, Arabia Deserta adlı eserinde şunları yazmaktadır: "Medayin-i Salih, Suriye-Hicaz yolunun is­tasyonlarından biridir ve Medine'nin 180 km. kuzeyindedir. Aynı zamanda da tarih öncesi altın ve tütsü (buhur) yolunda, Yemen ve Mısır ya da Suriye arasında önemli bir konak yeridir. Kutsal tarihte Peygamber Salih'in gönderilmiş olduğu Semûd halkına ait kalıntı­lardan bahsedilir. Medayin-i Salih'in kuzey ve kuzeybatı yönünde üç adet harrat uzanmaktadır. Bunlar, lav ile kaplı volkanik arazi­dir ve Tebük'e kadar uzanır."

Aynı kişi Medayin-i Salih'in görüntüsünü şu şekilde dile getirir: "Sonunda, alacakaranlıkta seyahat ederken, kumlu bir sırt ve kumlarla karışık taşların arasından dik olarak inilen bir mevkiye vardık." Rastladıkları yer çok ünlü­dür: Mebrek-en-Naka (Hz. Salih'in devesinin diz çöktüğü yer). "Kısa, fakat oldukça dik bu yer, Hicr vadisine bakmaktadır. Orası Meda­yin-i Salih'tir. Güneşin nereden doğacağını vadinin görmeye değer peysajı gösteriyor. Etrafta birçok uçurum mevcut, kumlu taştan oluşmuş. Bunlar şehir surlarını andırmakta, fantastik kuleler ve saray yapılan gibi biçim­ler de var. Ve bütün bunların üzerinde kum tepeleri gezinmektedir. Yer kumdan ibaret ve çöl çalılıkları bol miktarda yaşayabilmekte. Ayrıca bazı volkanik oluşumlar görülüyor. Batıda, kapkara bir sıradağ; işte Harrat, korku verici." (Nakleden, A. Yusuf Ali, a.g.e., sh. 975-976).

Hicr ve Medyen'de, Akabe Körfezi boyunca ve Petra'da mimari, sıradan bir gözlemci için benzerlik arzetmektedir; halbuki hepsinin stil ve mimari tasarımları açısından gösterdikleri farklılıkların incelenmesi, bunların ne aynı zamanda ne de aynı halklar tarafından yapıl­madığı tesbitine yol açacaktır. İngiliz oryan­talisti Doughty, el-Hicr'de bulunan kalıntıla­rın, Semûd tarafından değil de Nabatiler tara­fından yapıldığını Öne sürmüştür. Aynı yerleri ziyaret ederek iki mimarîyi karşılaştıran Ebûl-A'lâ Mevdûdî ise şu fikirdedir: "Kaya­ları oyarak ev yapma sanatı Semûd ile başla­mış ve binlerce yıl sonra, M.Ö. birinci ve ikinci yüzyılda bu sanat Nabatîler tarafından bir hayli geliştirilmiştir. Bu sanat, Petra'dan yediyüz yıl sonra yapılan Elora mağaraların­da zirveye ulaşmıştır." (The Meanİng of the Qur'an, c. VIII, sh. 255).

Nabatîler tarihî açıdan incelenebilir. Çünkü onlara ait kitabelerde tarih belirtilmiştir. Semûd ise eski ve tarih-öncesine ait bulun­maktadır. Zira onların eserleriyle ve dönemle­riyle ilgili gerçek bir kayıt yoktur. Ancak, meselâ Mebrek en-Naka (Salih'in devesinin diz çöktüğü yer) ve Bi'r û'l-Naka (devesinin su içtiği yer) gibi mahallî tasvir ve gelenekler Arap halkının ve Peygamberleri Salih'in hâtırasını yaşatmaktadır." (A. Yusuf Ali, a.g.e., sh. 976).

Semûd'un Âd kavminden sonra geldiğim bil­memize rağmen tarihteki dönemini tam belir-leyemiyoruz. Görünüşte hem Âd hem de Semûd tarih öncesine aittir ve hiçbir gerçek kanıt yoktur elimizde ki onların tarihte ortaya Çıktıkları dönemi kesin olarak belirleyelim. Emin olarak, yalnızca, bu iki kavmin Hz. İsa ve Hz. Musa'dan birkaç bin yıl önce yaşamış olduklarını, ayrıca bazı Arap-olmayan kay­nakların bunlardan bahsettiklerini söyleyebiliriz. Meselâ, Âsur kralı II. Sargon (M.Ö. 710)'a ait bir kitabede, Âsurluların hâkimi­yetleri altına aldıkları doğu ve orta Arabistan kabilelerinin yanısıra bu iki halkın da bahsi geçer. Ayrıca Aristo, Ptolemeus ve Plinius eserlerinde sözkonusu etmişlerdir. Plinius, Semûd halkının, Domatha ve Hegra'daki yer­leşimlerine değinir ki, adı geçen yerler günü­müzde el-Cevf'deki Dûmetu'l-Cendel ve Hicr ile el-Ula'nın kuzeyinde Hicaz demiryolu is­tasyonu olması mümkündür (Taberi, Tarih; Mes'ûdî'ye dayanarak Urdu Encyclopaedia of islam, c. VI, Lahor, 1952).