müzzemmil
Mon 19 September 2011, 10:12 pm GMT +0200
9. Semavî ve Arazî Âfetler
Burada özellikle üzerinde duracağımız husus, semavî ve arazî âfetlerin oluşmasına sebep oian bir iki kavramı ele almaktır. Bu anlamda ele alacağımız ilk kavram, "günah" kavramı olacaktır. Hemen hemen her dinde ve kültürde yeri olan günah, hem psikolojik, hem de sosyolojik yönü olan bir kavramdır.[482]
Kur'ân-ı Kerim1 de, günahın tanımına, bizi yaklaştıracak birçok kelime ve deyim vardır. Ayrıca genel bir tarzda görmekteyiz ki, günah, bireyin ve toplumun hayatını derinden etkileyen bir olay olarak sunulmaktadır. Bireyin, kendi iç dünyasının kararmasına ve en isabetli sonuçtan uzaklaşmasına günah sebep olmaktadır. Toplumların çeşitli şekillerde cezalandırılmalarına vesile olan da yine günahtır. Kur'ân'm genelinde bir tarif elde etmeye çalışırsak, bunu şöyle ifade edebiliriz: "Günah, meşruiyetini Allah'ın varlığından alan her şeye saldırı ve meşru oimama keyfiyetini yine Allah'tan alan her şeyi yapma, irtikap etme!"[483]
İslam terminolojisinde günah kavramı, çok genel bîr kavram olup Allah'ın emir ve yasaklarına uymamayı ifade etmektedir. Fakat Kur'ân'da günahı karşılayan bir değil, birden fazla kelime bulunmaktadır. Bunlardan zenb, ism, hatîe, seyyie ve cürm, toplumların çöküşüne neden olan günahları karşılayan kavramlar olarak sunulmaktadır.[484]
Günah, dinen kötü fiilleri yapmak, ahlâkî ve ilâhî hukukun bir ihlali ve netice olarak da, gerek bu dünyada gerekse gelecek âlemde bir ceza ile cezalandırılmaya müstahak olmayı gerektiren bir fiildir.[485]
Kur'an, birinci derecede Allah'a karşı işlenen suçlardan küfür, tekzib ve fısk için "zenb" kelimesini kullanmaktadır.[486] Zenb ayrıca birçok âyette Allah'ın toplumu cezalandırması ve yok etmesine sebep olan günah anlamında da zikredilir.[487] Diğer taraftan zenb, günah, kötü iş, itaatsizlik gibi manalara da gelmektedir.[488]
Allah'ın nesilleri helak etmesine ve ümmetleri cezalandırmasına sebep olan günahlar iki kısımda toplanmıştır. Birincisi peygamberlere karşı inatlaşmak ve peygamberlerin getirdiklerini reddetmek (küfür), ikincisi ise, şt-marıp böbürlenerek nimetlere nankörlük (küfür) etmek, hakkı ve insanları küçümsemek, zayıflara zulmedip güçlülere iltimas etmek, fısk ve fücurda haddi aşmak, zenginlik ve servetle gurura kapılmaktır. Bütün bunlar Allah'ın nimetlerine karşı yapılan nankörlüğün kapsamına girer.[489]
Kur'ân'da helak edildiği beyan edilen toplumların ve Karun'un bu tür günahlar (zünûb) yüzünden helak edildikleri belirtilmektedir. Şu âyeti buna misal getirebiliriz. "Böylece biz onların her birini kendi günahlanyla ya-kalayıverdik."[490]
Âyetlerden anlaşıldığına göre salih amellerin zıddı olarak kötü ameller anlamında kullanılan günahlar (zünûb), mü'minlerin salih olmayan, yani Allah ve Resulünün emir ve yasaklarına aykırı davranışlarına da denilmektedir.[491] Buradan hareketle günahlarda ısrar edildiğinde mümin olanların da Allah'tan bir cezaya uğratılabileceklerİ söylenebilir (bkz. Ejder Okumuş, a.g.e., s. 149).
Abdullah Telîdî, Allah'ın azabının ve İntikamının sadece Allah'a inanmayan ve âyetlerini inkar edenler için olduğunu sanmanın ahmaklık olduğunu söyler.[492] Bütün bu izahlardan anlaşılıyor ki, nankörlük eden kim olursa olsun İlâhî cezaya müstahak olmaktadır. Fakat derece ve şiddeti veya azabın cinsi farklı olabilir. Yukarıda belirttiğimiz gibi bazen nimetler elden çıkar, bazen nimetin elden çıkması ile birlikte bireyler, toplumlar ve milletler helak olabilir. Zira zulüm, haksızlık, adaletsizlik, baskı ve her türlü insan haklarını ihlal Müslüman toplumlarda, yani Müslüman olduğunu kabul ve ikrar eden cemiyetlerde de olmaktadır. Bu toplumlar da inanmalarına rağmen çeşitli ceza ve sıkıntılara, semavî ve arazî âfetlere maruz kalabilirler. Nitekim bu görüşümüzü, Isîam ülkeleri dediğimiz ülkelerde ve cemiyetlerde vuku bulan deprem, sel, fırtına, kasırga gibi yersel ve göksel felâketler desteklemektedir.
Kur'ân'm ifadelerinden anlaşıldığına göre insanın başına gelen çoğu musibetlere ve sıkıntılara kendi fiil ve hareketleri sebep olmaktadır. Kur'ân'ın bu konudaki ifadesine dikkat edelim: "Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder."[493]
Âyette hitap edilenler, günahkar müminlerdir. Günahı oimayan müminlerin başına gelen musibetlerin sebepleri başkadır. Mesela, onların sabretmeleri, ecirlerini artıracak sebeplerden biri olarak sayılabilir.[494]
insanlar içinde bulundukları sosyal hayattan dolayı bir kısım sosyal yasalara tabidirler. Kuran, bireysel planda bir takım hüküm ve yasalardan bahsettiği gibi, toplumsal planda da pek çok hüküm ve yasalardan bahsetmektedir. Nitekim helak olgusu da, Kur'ân'da çoğunlukla söz konusu yasalar çerçevesinde toplumsal alanda gündeme getirilmektedir. Kur'ân kıssalarında peygamberlerin gönderildikleri kavimlerin Allah tarafından ortadan kaldırıldıkları belirtilirken hep sosyal bir helakten[495]söz edilmektedir.[496]
Nankörce davranışın sonunda fertler ve toplumlara layık görülen ceza, bazen toplumların tamamen yok olmasına, bazen ekonomi ve iktisadî yapılarının çökmesine, bazen ürün ve mahsullerinin helaklerine yöneliktir. Bütün bunlara Firavun ve kavminin helakini[497], bağ bahçe sahiplerinin ve Sebe' kavminin mahsullerinin yok edilmesini ve dolayısıyla iktisadî hayatlarının çöküşünü[498], Musa {a.s) in kavminin kıtlık ve yoksullukla terbiye edilmesini[499], Mekke halkının açlıkla sıkıştırılmasını[500], misal verebiliriz. Bu cezaların gelişi semavî veya arazî olmakta, ya da savaş veya sosyal faktörlerin neticesi olarak ortaya çıkmaktadır.
Semavî ve arazî âfetler ifadesini, göksel ve yerse! doğal âfetler diye ele alabilir, ayrıca bu İkisini de doğal âfetler adı altında inceleyebiliriz. Doğal âfetlerden maksat rüzgar, tufan, deprem vb. âfetlerdir. Kur'ân'ın beyanına göre Allah, bazı toplumları doğal âfetlerle ortadan kaldırmıştır. Doğal âfetler yoluyla çöküş, göksel ve yersel olmak üzere iki şekilde gerçekleşmiştir.
a-Göksel doğal âfetler: Kur'ân, verdiği örnek kıssalarla çökmeyi hak eden toplumların daha çok gökten gelen âfetlerle yok edildiklerini belirtmektedir.[501] Örneğin, tufan bunlardan biridir. Nuh kavmi, şiddetli yağmur sonucunda oluşan büyük tufanla helak edilmiştir.[502]
Diğer bir göksel âfet "Sarsar rüzgar"dır. Kur'ân'ın beyanına göre Âd kavmi böyle bir rüzgarla kökten yok edilmiştir.[503] "Sarsar rüzgar", çok şiddetli gürültüsü olan, soğuğunun şiddetinden yakıp kavuran, insanların evlerini, binalarını yıkıp süpüren rüzgar anlamına gelmektedir.[504] Allah Teâlâ, bu rüzgarı aynı zamanda dibinden söküp savuran rüzgar[505] azgın rüzgar[506] olarak nitelemiş ve Âd kavminin helaki için galiz[507] ifadesini kullanmıştır. Sarsar rüzgar yedi gece sekiz gün Âd toplumuna musallat olmuştur.[508]
Çığlık, ses, haykırma anlamına gelen[509] "sayha" da göksel "afetlerdendir. Kur'ân'm beyanına göre Semûd kavminin ve Antakya ahalisinin helaki sayha vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir.[510] Âyetlerde sayhanın "yıldırım"(sâ-ika)[511] alçaltıcı azabın yıldırımı'[512], şiddetli sarsıntı (racfe)[513] ve azgın bir olay (tâğıye)[514], gibi ifadelerle beyan edildiği görülmektedir. Semûd kavmi, verilen üç günlük mühleti kullandıktan sonra[515] söz konusu niteliklere sahip sayha ile yok edilmiştir. Medyen toplumu da[516] Semûd ve Antakya ahalisi[517] gibi sayha ile tarih sahnesinden silinmiştir.
Lût (a.s) m kavmi de göksel âfetlerle helak edilmiştir. İlâhî fıtratın tabiî seyrini izleyecekleri yerde tam tersini yaparak kendilerinden önce hiçbir toplumun ve milletin tenezzül etmediği çirkin fiili işlemişlerdir. Kur'ân onların fıtrata ters olan bu çirkin hareketlerini şöyle açıklamaktadır.
"Lût'u da (peygamber olarak gönderdik). Kavmine dedi ki: "Sizden ön-cekİ milletlerden hiçbirinin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz. Çünkü siz, şehveti tatmin için kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz taşkın bir milletsiniz."[518]
Kur'ân, daha başka yerlerde bu kavmin diğer bazı günah ve suçlarını da zikreder. Fakat burada Allah'ın cezasına uğramalarına sebep olan en iğrenç suçlarım hatırlatır. Böyle bir durum, bütün insanlar tarafından her zaman hayasızlık ve çok kötü bir davranış olarak kabul edilmiştir.
Allah her şeyi dişi ve erkek olarak yaratmış, her türü diğerinden farklı ve üremeleri için yek diğerini tamamlayıcı şekilde varlık âlemine çıkarmıştır. Öte yandan insanoğlundaki bu farklılık, bir amaca hizmet etmek içindir. Bu iki insanın çocukları ile birlikte yuva kurması içindir. Zira aile, medenî hayatın temelidir. Bundan dolayı kadın ve erkeğin vücutları, cinsi arzuların tatmini ve insan neslinin üremesi için gerekli olan tabiî fonksiyonu yerine getirebilmelerine müsait şekilde ve yek diğerini tamamlayıcı yapıda yaratılmıştır. Bu cinsî arzuyu meşru olmayan yollardan tatmin eden kişi, birçok suçun faili haline gelir. Böyle biri bu hareketi ile, şehvetinin kurbanı olarak, kendi vücut organlarının fıtrî ve fizikî işlevlerine karşı, tabiri caizse, savaş açmış olur. Kendİ türüne ve tüm âleme karşı gereken haklarını ve vazifelerini yerine getirmeden salt cinsî zevkler peşinden koşmakla, tabiata karşı ihanet ve vefasızlık suçu işlemiş sayılır. Böyle bir kimse bütün enerjisini cinsel arzularının meşru olmayan yollarla tatminde harcaması nedeni ile topluma karşı vefa sözünü tutmamış olur.[519]
Lût kavminin bu nefret verici ahlak dışı fiilden kaçınmaları ve aslî fıtratın gerektirdiği şekilde hareket etmeleri gerekirken nankörce bir eylem sergilemeleri üzerine gökten üzerlerine taş yağmıştır. Kur'ân-ı Kerim, bu kötü fiilin sebep olduğu cezayı şöyle haber vermektedir: "Emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık." [520]"Ve üzerlerine (taş) yağmuru yağdırdık. Bak işte günahkarların sonu nasıl oldu."[521]
Buradaki "yağmur", bildiğimiz su damlaları şeklindeki yağmur değil, Kur'ân-ı Kerim'ln bazı yerlerinde açıkça ifade edildiği gibi, taş yağmurudur. Onların evlerinin altı üstüne gelmiş ve toprağa gömülüp gitmişlerdir. Burada ve daha başka âyetlerde Kur'ân, tek başına sadece eşcinsellik hastalığının Allah'ın gazabını insanların üzerine çekmeye kafi gelecek iğrenç bir günah olduğunu vurgulamaktadır.[522]
Mevdûdî, Lût kavmine verilen azabın, muhtemelen yerin altını üstüne getiren korkunç bir deprem ve taşlar yağdırıcı bir volkan patlaması biçiminde gelmiş olduğunu söylemektedir. Ayrıca Mevdûdî, pişirilmiş balçıktan taşların, büyük bir ihtimalle volkanik bölgelerde sıcaklık ve lavlarla yerin altında teşekkül etmiş taşlara işaret ettiğini, bu teşekkülün belirtilerine bugün bile Lût Gölü yakınlarında rastlanmış olduğunu belirtmektedir.[523]
Elmahlı, Lût kavminin üzerine atılan taşların kil taşından yani kumla çamurdan yapılmış, dondurulmuş, cehennemde pişirilmiş ve taşlaşmış ve her taşın kime ve nereye isabet edeceğinin ezelde takdir edilmiş ve suretine nakşedilip işlenmiş olduğunu belirtmektedir. Bu gibi olayları, tesadüfen, durup dururken kendiliğinden meydana gelmiş bir tabiat olayı gözüyle görüp geçmemek gerektiğini söyleyen Elmahlı, gerçekte tesadüf diye bir şey yoktur. Âlemleri yaratan yüce kudretin tasarrufu vardır, demektedir.[524]
Mevdûdî'nin işaret ettiği gibi, Lût (a.s) m kavmine gelen felâketin volkanik bir patlamanın neticesinde yerin akından püskürtülen kızgın yakıcı taşların, üzerlerine yağmur gibi yağması şeklinde anlayabiliriz. Elmahlı'nın işaret ettiği gibi, ilâhî iradenin takdirine göre, çamurdan yapılıp pişirilmiş olarak gökten indirilmiş olduğunu anlamak da mümkündür ki, âyetlerin zahiri ve "yağdırma" tabiri de bu fikri desteklemektedir.
b-Yersel Doğal Âfetler: Âyetlerden anlaşıldığına göre, bazı kavimler yersel , bazısı da göksel âfetlerle yıkılmışlardır. Örneğin, Firavun ve ordusunun Hz. Musa ve inananları izlerken denizde boğulması[525] ve büyük ekonomik güce sahip olan Karun'un yerin dibine geçirilmesi (bkz. Kasas,28/81) yer kaynaklı doğal âfetlerden sayılabilir.[526]
Göksel ve yersel âfetler konusunda şu âyeti de zikredebiliriz. "De ki O, size üstünüzden ya da ayaklarınızın altından azap göndermeye veya sizi parça parça birbirinize kırdırmaya güç yetirendir."[527]
Önceki kavimler, kendilerine gönderilen peygamberlere iman etmeyip isyan ve taşkınlıklara devam edince Allah, onların bazılarının-üzerine gökten taş yağdırıp helak etti. Memleketleri taş yığını haline geldi; bazılarını da şiddetli depremle helak etti, memleketlerini viranelere çevirdi, bir kısmını da iç karışıklıklarla birbirine kırdırdı. İşte bu âyet-i kerime o olaylara işaret ederek son peygamberin ümmetini uyarmaktadır.[528]
Görüldüğü gibi Kur'ân, geçmiş milletler ve toplumların aşırılıkları, zulümleri, haksızlıkları, günaha dalmaları ve nankörlükleri yüzünden çeşitli azaba çarptırıldıklarını beyan etmektedir. Azabın türü ve miktarının da o toplumların yaptığı ve işledikleri ile orantılı olduğu anlaşılmaktadır. Allah, toplumların cezalandırılmasını, onların hata ve günahlarına göre takdir etmektedir. Allah, hiçbir kimseye zulmetmez, haksızlık etmez. O halde bireylerin, toplumların ve milletlerin başına gelen her ceza ve musibete, yine kendileri sebep olmaktadır, diyebiliriz. Böyle bir neticeden de herkesin ibret alması, kendi lehinedir. Kur'an'm bunları ısrarla vurgulamasmdakİ asıl amacı da budur. Nankörce davranışın cezası, ya sahip olunan nimetlerin yok olması, ya insanın şahsına zarar gelmesi, ya da ülkenin birlik ve bütünlüğünün bozulması şeklinde cereyan etmektedir ki, bu da ya semavî, ya arazî, ya da sosyal cihetten olabilir. [529]
[482] Bkz. Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, Ankara, 1993, 103-106
[483] Bkz. Sadık Kılıç, Kur'an'da Günah Kavramı, s. 32-33
[484] Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 14S
[485] İzutsu, Kur'an'da Dini ve Ahlâki Kavramlar, s. 148
[486] Bkz. Kur'ân-ı Kerim, ÂI-i İmran, 3/11; Mâide, 5/18, 49; Enfâl, 8/52, 54; Ankebûî, 29/39-40; Mü'min, 40/11, 21, 22; Muhammed, 47/10-11; Mülk, 67/11
[487] Bkz. Kur'ân-ı Kerim, Âl-i İmran, 3/11; Mâide, 5/18, 49; En'am, 6/16; A'raf, 7/100; Enfâl, 8/52, 54; Mü'min, 40/2! vb.
[488] Kılıç, Sadık, a.g.e., s. 126
[489] Bkz. Muhammed Reşit Rıza, Tefsîru'i-Menâr, VII, 308
[490] Bkz. Âl-i İmran, 3/11; Mâide, 5/49; En'am, 6/6; Kasas, 28/78; Ankebût, 29/40; Mü'min, 40/21-22, Mülk, 67/10-11 vb.
[491] Bkz.Tevbe, 10/102; Ahzâb, 33/70-71
[492] Bkz. Abdullah Teüdî, Esbâbu Helâki'1-Ümem, s. 32
[493] Kur'ân-ı Kerîm, Şûra, 42/30; ayrıca bkz. Nİsâ, 4/62; Nahl, 16/34; Kasas, 28/48; Rûm, 30/36; Zümer, 39/51 vb.
[494] Özek, Ali ve Arkadaşları, a.g.e., Şûra, 30. âyetin izahı
[495] Bkz. Enam,6/47; Isrâ, 17/16; Hakka,69/5-6
[496] Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 98
[497] Bkz. Bakara, 2/50; AYaf, 7/136; Yûnus, 10/90; Tâ-Hâ, 20/78; Ankebût, 29/40
[498] Bkz. Kehf, 18/32-42; Kaiem, 68/17-32; Sebe', 34/15-19
[499] Bkz. Bakara, 2/61; A'raf, 7/130
[500] Bkz. Nahl, 16/112
[501] Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 104
[502] Bkz. A'raf, 7/64; Hûd, 11/37; Şuara, 26/120; Mü'minûn, 23/27; Kamer, 54/12;
[503] Bkz.Kur'ân-1 Kerim, Fussılet, 41/16; Zâriyât, 51/41-42; Kamer, 54/ 19, 21; Hakka, 69/6^
[504] Elmah'lı, a.g.e., IV, 2793, VI, 4195, VII, 4643
[505] Bkz. Kur'ân-ı Kerim, Zâriyât, 51/41-42
[506] Kur'ân-ı Kerim, Hakka, 69/6
[507] Kur'ân-ı Kerim, Hûd, 11/58
[508] Kur'ân-ı Kerim, Hakka, 69/7
[509] Elmalıh, a.g.e., V, 85, VI, 49
[510] Kur'ân-ı Kerim, Hûd, 11/67; Hicr, 15/83; Yasin, 36/29; Kamer, 54/31
[511] Kur'ân-ı Kerim. Zâriyât, 51/43-44
[512] Kur'ân-ı Kerim, Fussılet, 41/17
[513] Kur'ân-ı Kerim. A'raf, 7/77-78
[514] Kur'ân-ı Kerim, Hakka, 69/5
[515] Kur'ân-ı Kerim, Hûd, 11/65
[516] Kur'ân-ı Kerim, Hûd, 11/94-95
[517] Zemahşeıi, a.g.e.,IV, 7; İbn Kesir, a.g.e., VI, 559; Râzî, a.g.e., XXVI, 45, Beydâvi, a.g.e., V, 198
[518] Kur an-i Kerim, A'raf, 7/80-81
[519] Geniş bilgi için bkz. Mevdûdi, a.g.e., II, 260-261
[520] Kur'ân-ı Kerim, Hûd, 11/82; Hicr, 15/74; Kamer, 54/34
[521] Kur'ân-ı Kerim, A'raf, 7/84; Şuarâ, 26/173; Nemi, 27/58
[522] Mevdûdi, a.g.e., II, 63
[523] Mevdûdi, a.g.e., II, 415
[524] Elmalı'lı, a.g.e., IV, 556
[525] Bkz. Bakara, 2/50; A'raf, 7/64, 136; Enfâl, 8/54; Yûnus, 10/90; Tâ Hâ, 20/78 vb.
[526] Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 106
[527] Kur'ân-ı Kerim, En'am, 6/65
[528] Özek, Ali ve Arkadaşları, a.g.e., En'am, 65. âyetin izahı
[529] Kerim Buladı, Kur’an’da Nankörlük Kavramı, Pınar Yayınları: 448-453.