- Selem

Adsense kodları


Selem

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Tue 5 April 2011, 01:24 pm GMT +0200
SELEM





Selem; lügatte öne almak ve teslim etmek mânasındadır. Selef de bu mânayı taşır. Şer’î ıstılahda ise selem; bedele peşin, mala ise veresiye mâlik olmayı gerektiren bir akdin adıdır. Bedelin peşin olarak ödenmesi gereğini içerdiğinden dolayı bu akde bu ad verilmiştir.

Kudurî dedi ki, Arap Dilinde selem; iki bedelden birinin peşin, diğerinin ise belli bir vâde sonunda ödenmesi gereğini içeren bir akiddir ve bu bir alış veriş türüdür. Yalnız bedeli peşin ödeme gibi hususî bir hüküm taşıdığından dolayı; sarf akdinde olduğu gibi, kendine has bir isim (selem) adını almıştır.

Selem; akid esnasında mevcud olmayan bir şeyi satmak olduğundan dolayı, kıyasa muhalif olarak meşru kılınmış bir akiddir. Ancak biz Kitab, sünnet ve icmâ sebebiyle, kıyası bu konuda bir kenara bıraktık. Bu akdin meşruiyeti şu âyet-i kerîmeye göredir:

“Ey iman edenler! (yaptığınız alış veriş sonunda) muayyen bir vâde ile birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın.” [57] İbn Abbas (ra) dedi ki; şehâdet ederim ki, Allah (cc) selem akdine izin verdi ve onun hakkında Kur'an-ı kerîmdeki en uzun âyet-i kerîmesini indirdi.

Selemin sünnetteki meşruiyetinin delili şu hadîs-i şerîfdir; Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Sizden selem akdi yapan kimse belli  ölçekdeki, belli  tartıdaki mal ile belli bir vâdeye kadar selem yapsın.”[58] Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sas) kişinin yanında mevcud olmayan şeyi satmasını yasaklamış, ancak selem akdine ruhsat vermiştir. Selemin meşruiyeti üzerinde icmâ edilmiştir.

Seleme; bey'-i mefalis (müflislerin satışı) denilir. Bu onların sermayeye muhtaç olmalarından dolayı meşru kılınmıştır. Çünkü bu akdi yapanların ekserisi mülkiyetlerinde mevcud olmayan şeyleri satmaktadırlar. Eğer mülkiyetinde mevcud olsa, o malı iki bedelden en fazlası karşılığında satar ve selem akdine ihtiyaç duymaz.

Selem akdi, selem lafzıyla yapılır. Meselâ; 'bir ton buğday karşılığında sana on dirhemi selem olarak verdim.' demek gibi. Çünkü bu alış verişin hakikati selem lâfzındadır. Bu akid selef lâfzı ile de yapılır; çünkü selef kelimesi de bu mânaya gelir. Hasan'ın rivayetine göre, bey' kelimesiyle bu akid yapılabilir. Çünkü selem de bir bey' (satış) türüdür. Mücerred'in rivayetine göre selem akdi bey’ kelimesiyle yapılamaz. Esahh olan birinci rivayettir.

Sıfatı belirlenebilen ve miktarı bilinebilen her şeyde selem akdi yapmak caizdir: Böyle olması taraflar arasında meydana gelebilecek anlaşmazlıklara mâni olur.

Eğer malın sıfatı belirlenemiyor ve miktar  bilinemiyorsa, onun üzerine selem akdi yapmak caiz değildir: Çünkü bu durumda belirsizlik vardır ve bu da taraflar arasında anlaşmazlığa yol açar. Bu; selem mes'elesinin çoğuna esas teşkil eden bir kaidedir. Anlatılanlar üzerinde derin düşünülerek geride kalan diğerleri de bilinsin diye; üzerlerinde selem akdi yapılabilecek bazı maddeleri belirleyeceğiz. Bu hengâmda deriz ki; selem akdi ölçeklik, tartılık, ölçülebilir mallarda yapılabilir. Ceviz ve yumurta gibi taneler birbirine yakın irilikdeki sayılık maddelerde de yapılabilir. Çünkü bu gibi şeylerin evsafım ve miktarını bilmek mümkündür. Nar, karpuz ve benzeri kendi taneleri farklı irilikde olan sayılık maddelerde selem caiz değildir. Mücevher ve boncuklarda da selem caiz değildir. Çünkü bu gibi maddelerin evsaf ve miktarlarının bilinmesi mümkün değildir. Tas, ibrik, mest vb. şeylerde de anlattığımız sebeplerden dolayı selem akdi caizdir. Kalınlık, incelik, pişkinlik sebebiyle taneleri arasında aşırı bir farklılık bulunduğundan dolayı, ekmek üzerinde selem akdi caiz değildir. İmameyn'e göre ise, caizdir. İnsanların ihtiyacı sebebiyle tercih edilen görüş de budur. Taneleri arasındaki farklılıkdan dolayı, ekmeğin sayı ile ödünç alınması Ebû Hanîfe'ye göre caiz değildir. İşçilik bakımından ekmekler birbirlerinden farklı olacakları sebebiyle, tartı ile de ödünç alınamazlar. Ebû Yûsuf’a göre ekmeklerin sayı ile değil ama, tartı ile ödünç alınmaları caizdir. Çünkü tartı ile alınması daha âdilâne olur.

İmam Muhammed'e göre ekmeğin hem sayı ile hem de tartı ile ödünç alınması caizdir. İnsanların bu yolda muamelede bulunmalarından ve buna ihtiyaçtan olduğundan dolayı, tercih edilen görüş de budur.

Selem akdinin şartları şunlardır: Malın cinsini, vasfını, nevini, teslim zamanını, miktarını, eğer nakledilmesi gereken yük ve meşakkat ver ise teslim yerini (Ebû Yûsuf, İmam Muhammed); sayı, ölçü ve tartı ile satılan malların karşılığında verilen para miktarını belirtmek (Ebû Yûsuf, İmam Muhammed), selem akdi yapılan yerden ayrılmadan parayı peşin almak: Bu gibi şeylerin akid esnasında söylenmeleriyle belirsizlik ortadan kalkar, anlaşmazlığın önüne geçilir. Bunlar söylenmezlerse, üzerinde selem akdi yapılan şey belirsiz olur ve bu da taraflar arasında anlaşmazlığa sebep olur.

Cins belirlenmelidir; meselâ buğday ve hurma gibi. Nevi belirlenmelidir; meselâ bürnî hurması, mektum hurma, ova buğdayı, dağ buğdayı gibi. Vasıf belirlenmelidir; meselâ iyi buğday, kalitesiz buğday gibi. Vâde belirlenmelidir; meselâ bir aya kadar demek veya benzeri bir vâde belirlemek gibi. Bu şarttır; çünkü Hz.  Peygamber (sas) “Belli bir vâdeye kadar” buyurmuştur.

Selemin; müflislerin ihtiyacını gidermek için meşru kılındığını açıkladığımıza göre; müşteriye vereceği malı satıcının bulup elde edebilmesi için mutlaka ortaya bir vâde konması gerekmektedir. Kerhî'nin ifadesine göre bu vâdeyi belirlemek akdin iki tarafının takdirine bırakılmıştır. Tahavî'den gelen bir rivayete göre, bu vâdenin en azı üç gündür. O, alış verişde muhayyerlik müddetini esas alarak bunu arkadaşlarımızdan rivayet etmiştir. Arkadaşlarımızdan rivayet edildiğine göre; selem akdi yapılırken yarım günlük bir vâde şart koşulsa, bu caizdir. Çünkü muhayyerliğin en az müddetinin bir ölçüsü yoktur. Selem vâdesi de böyledir. İmam Muhammed'den nakledildiğine göre, selem alış verişinin en az vâdesi bir aydır. Esahh olan görüş de budur. Çünkü bir aylık müddet; peşinin en uzağı, vâdenin de en yakınıdır.

Üzerine selem akdi yapılan maddenin miktarı belirlenmelidir. Meselâ elli ölçek veya yirmi kile gibi. Bunu belirlemek şarttır. Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Belli ölçekde, belli tartıda selem yapsın.”

Malın teslim edileceği yerin belirlenmesi eğer nakledilmesi gereken yük ve meşakkat varsa şarttır. İmameyn'e göre bu şart değildir. Mal, selem akdinin yapıldığı yerde müşteriye teslim edilir. Çünkü akdin yapıldığı yer bellidir. Ve malın müşteriye burada teslim edilmesi, diğer alış verişlerde ve taşıma gerektirmeyen işlerde de olduğu gibi, zahmetsizdir.

Ebû Hanîfe'nin görüşünün gerekçesi şöyledir; selem akdinde malın hemen teslimi vâcib değildir. Ancak vâdesi dolunca teslimi vâcib olur. Vâde dolduğunda nerede olacağı belli olmadığı için, akid yapılırken teslim yerinin belirtilmesi gerekir ki, taraflar arasında anlaşmazlık meydana gelmesin. Kaldı ki, malın kıymeti yerine göre değişmektedir. Ama diğer alış verişlerde durum bundan farklıdır. Çünkü diğer alış verişlerde malın hemen teslimi gerekmektedir. Taşıma gerektirmeyen alış verişlerde satıcı ile müşteri arasında anlaşmazlık olmaz. Bu ihtilâf; eğer taşınmaları gerekiyorsa, ücret ve bedel için de câri olur.

Paylaşmanın da belirlenmesi gerekir. Bu iki paydan birine taşıma ve masraflarının eklenmesidir. Akid yapılırken malın belli bir mekânda teslimi şart koşulmuşsa, bu şarta uyularak malın o yerde teslim edilmesi kesinlik kazanır. Misk ve kâfur gibi taşıma ve zahmeti ile masrafı olmayan mallar için bunun şart olmadığı hususunda ittifak vardır.

Malın nerede teslim edileceği belirtilmemişse; teslim yeri olarak acaba akdin yapıldığı mekân mı kendiliğinden belirlenmiş olacaktır? Bu hususda Ebû Hanîfe'den iki rivayet nakledilmiştir. Esahh görüşe göre, akdin yapılmış olduğu mekân kendiliğinden belirlenmiş olur. Ama akid yapılırken malın teslim edileceği mekân olarak belli bir yer şart koşulmuşsa, bu durumda akid yeri taayyün etmez. Çünkü bunun bir faydası yoktur. Zayıf bir görüşe göre ise, faydalı olduğundan dolayı taayyün eder. Çünkü Mısır'da anberin kıymeti, Sevad'dakine göre daha fazladır. Ayrıca bunda yol tehlikesine karşı güvenlik avantajı da vardır.

Satın alınan mal için ödenecek bedelin (sermayenin) miktarının açıklanmasına gelince; bu Ebû Hanîfe'nin görüşüdür. İmameyn ise, sermayenin işaretle beyanının yeterli olacağını söylemişlerdir. Çünkü sermaye işaretle bilinir hale gelir. Sermaye bir elbise ise, bunu işaretle de beyan etmek mümkün olur. Ebû Hanîfe'nin, sermaye miktarının mutlaka beyan edilmesi gerektiğine dâir görüşünün gerekçesi şudur; sermaye miktarı açklanmazsa, bu taraflar arasında anlaşmazlığa yol açar. Çünkü satıcı aldığı bedelin (sermayenin) müşteriden alıp bir kısmını harcadıkdan sonra, paranın bir kısmının sahte olduğunu görürse, parayı aynı meclisde geri verir, başka para ile değiştirmez. Üzerinde selem yapılan mal mislî mallardansa, bu mal sermayeye taksim edilir ve selem, iade edilen mal nisbetinde bozulur, geride ne kadarının kaldığı bilinemez. Bu taraflar arasında anlaşmazlığa yol açar.

Selem akdi kıyasa muhalif olarak meşru kılındığından dolayı; selemde vehmî olan şey, gerçek şey gibidir. Ama sermaye bir kumaş ise, hüküm bunun hilafına olur. Çünkü selem akdi onun miktarına bağlanmamıştır.

Bir kimse iki cins mal üzerinde selem akdi yapar, ama bu mallardan her birine tekabül edecek olan sermaye miktarını açıklamazsa, veya ikisinden birinin miktarını açıklamaksızın, dirhem ve dinarları selem olarak verirse, yine yukarıdaki hükümler cereyan eder. Bu mes'elenin sureti şöyledir: Bir kimse bir başkasına; 'şu dirhemleri bir ton buğday karşılığında sana selem olarak verdim’ veya 'şu on dirhemi, şu on dinarı falan şey karşılığında sana selem olarak verdim' veya 'on dirhemi bir ölçek buğday ve bir ölçek arpa karşılığında selem olarak sana verdim' veya 'şu on dirhemi iki değişik elbise karşılığında selem olarak sana verdim’ der ve bunlardan her birinin sermayedeki payını açıklamazsa; sermaye, kumaş  ve hayvan gibi gayr-ı mislîde de olsa, kıymeti ve ölçüsü bilinmese bile, yapılan selem akdi caizdir. Çünkü üzerinde selem akdi yapılan şey kalitede farklı ve muhtelif olduğundan, metrelerin sayısına bölünmez, kıymete de bölünmez. Çünkü bunlar akde dahil değildirler. Bilinmelerinin bir faydası olmadığı için de nazar-ı itibara alınmazlar.

Sermayenin akid yapılan meclisden ayrılmadan satıcı tarafından teslim alınması şarttır. Çünkü evvelki kısımlarda da ifade edildiği gibi, selem; veresiye verilecek bir mal karşılığında peşin bedel almaktır. Şu halde selem adı gerçekleşsin diye, iki bedelden birinin teslim alınması gerekir. Üzerinde selem akdi yapılan malın hemen teslim alınması gerekmediğine göre, sermayenin hemen teslim alınması gerekir. Sonra, sermaye eğer bir borç ise, o zaman yapılan akid; borcun borç karşılığında satılması olur ki, bu yasaklanmıştır. Sermaye eğer bir ayn ise' teslim alınması kıyasa göre şart değildir. Çünkü artık sermaye olarak o nesnenin teslim alınacağı kesinlik kazanmış ve borcun borç karşılığında satılması mes'elesinden ayrılmıştır. İstihsana göre selem lâfzının ve bu hususda vârid olan haberin gereğince bu şarttır. Yani bir ayn olan sermayenin akid meclisinde teslim alınması gerekir. Bu sebeple bunda muhayyerliğin şart koşulması caiz değildir. Çünkü muhayyerlik, bu malın tesliminin sıhhatine mani olur ve dolayısıyla teslim şartı ihlal edilmiş olur. Sermayenin başka cins bir maldan bedelini almak caiz değildir. Çünkü bu şart koşulan sermayenin teslim alınması şartını ihlal eder. Açıkladığımız mes'eleden dolayı sermayeden ibra etmek de caiz olmaz. Eğer satıcı ibrayı kabul ederse, sermayenin teslim alınması şartı sakıt olur ve buna bağlı olarak selem akdi de bâtıl olur. Aldıkdan sonra geri verirse, bâtıl olmaz. Çünkü akid iki tarafın rızasıyla sahih olduğuna göre, ancak onların rızalarıyla bâtıl olur. Sermayeyi belirlenen şeyin cinsinden ama, kalitesizinden verirse, kendisiyle selem yaptığı kimse de buna razı olursa, caiz olur. Çünkü bu verilen her ne kadar değişik vasıfda ise de, aynı cinsdendir. Başka cinsdeki bir karşılığı değildir. Akid, şart koşulan sermayeden daha iyisini ve kalitelisini verirse ve satıcıyı bunu kabul etmeye zorlarsa, yine caizdir. Ancak İmam Züfer buna muhaliftir; ona göre satıcı daha iyi ve daha kaliteli bir malı vermekle, kendisiyle selem yaptığı kimseye bir teberruda bulunmuştur. Kendisiyle selem yapılan kimse bu teberrûu kabul etmeyebilir. Bizim görüşümüze göre; üstün kalite ve iyi vasıf o sermayeyi kendi cinsinin kapsamı dışına çıkarmaz. Malın iyiliği ve kalitesi, malın kendisinden ayrı bir şey değildir. Tartıdaki fazlalık gibi, müşterinin maldaki iyilik ve üstün kaliteyi kabulde rızası muteber değildir.

Üzerinde selem akdi yapılan maddeye (müslemün fîhe) gelince; selem yapanı ondan ibra etmek sahihdir. Çünkü o bir borçtur ve akid meclisinde onu teslim almak gerekli değildir. Diğer borçlarda olduğu gibi, selem yapanı (yani borçlu makamında olan satıcıyı) ondan ibra etmek sahihdir. Başka cins bir maldan onun karşılığını almak caiz değildir. Bu hususda Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Bir şey üzerinde selem akdi yapan kimse o şeyin üzerine başka bir şeyi (karşı tarafa) vermesin.” [59]

Ashabdan merfu ve mevkuf olarak rivayet edilen bir hadîs-i şerîfde şöyle Duyurulmuştur:

“Sen ancak üzerinde selem yaptığın malı veya sermayesini alabilirsin.” Kendisiyle selem yapılan kişi üzerinde anlaşma yapılan malın daha iyisini veya daha kötüsünü verirse, evvelce de anlatıldığı gibi caiz olur.

Selem akdi ile ilgili bir başka şart da, iki bedelde ribâ illetinin iki vasfından birinin bulunmamasıdır. Meselâ Herat kumaşı karşılığında Herat kumaşı üzerinde selem yapmak caiz değildir. Ölçeklik mal karşılığında ölçeklik mal üzerinde; meselâ buğday karşılığında arpa üzerinde selem yapmak caiz değildir. Tartılık mal karşılığında tartılık mal üzerinde; meselâ demir karşılığında tunç veya safran üzerinde selem yapmak caiz değildir. Zira bu hususda Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“İki cins değişik olduğunda her ikisi de peşin olduğu takdirde dilediğiniz gibi satın. Veresiye olmasında hayır yoktur.” Bu umumî bir kaidedir. Ancak paralar bundan müstesnadır. Çünkü insanların ihtiyaçlarından dolayı tartılık mallar karşılığında paraları selem olarak vermek caizdir. Zira paralar tartı vasfı bakımından diğer tartılık mallardan ayrıdırlar. Çünkü paralar; dirhem ve dinarları tartan ağırlık demirleriyle tartılırlar. Diğer ağırlık nesneleri ise; rıtıl ve men'ler ile tartılırlar. Paralar tayinle belirlenemezler. Diğerleri ise, tayinle belirlenirler. Görüldüğü gibi paralarla, üzerinde selem yapılan nesnelerde ribâ vasfının iki illetinden biri hiç bir bakımdan bulunmamaktadır. Şu halde bunların birbirleri karşılığında selem olarak verilmeleri caizdir.

Bir kimse ölçeklik bir malı ölçeklik ve tartılık iki mal karşılığında selem olarak verir de, o mallardan her birinin hissesini beyan etmezse, meselâ  yüz ölçek  buğdayı yüz  ölçek arpa ve on rıtıl zeytin yağı

karşılığında selem olarak verirse, o malların tamamı üzerinde yapılmış olan selem akdi bâtıl olur. Çünkü Ebû Hanîfe'ye göre akid malın bir kısmında fasid olunca, tamamında da fasid olur. İmameyn'e göre bu akid tartılık mal üzerinde caiz olur. Çünkü onlara göre bu akid fasid kılıcı unsur miktarınca fasid olur. Bu mes'elede fasid kılıcı unsur malın bir kısmında bulunmuş olduğundan dolayı, fasidlik sadece o kısım için söz konusu olur; biri müdebber olan iki köleyi satmak gibi.

Ebû Hanîfe'nin, akdin tamamının fâsid olacağı yönündeki görüşünün gerekçesi şudur; bu fesad unsuru çok kuvvetli olup, akdin kendisine yerleşmiş ve akdin tamamına yayılmıştır. Satılan iki köleden birinin hür olduğunun veya satılan iki küpden birinde şarap bulunduğunun ortaya çıkması gibi. Bu durumda akdin tamamı fasid olur. Ama satılan iki köleden birinin müdebber oluşu böyle değildir. Çünkü onun satılmasının haram olduğu hususunda icmâ yoktur.

Dirhem ve dinar gibi tayinle belirlenemeyen şeyler üzerine selem akdi yapmak caiz değildir. Çünkü bunlarla vadeli olarak da alış veriş yapılabilir. Öyle ise, bunlar üzerine selem yapmaya ihtiyaç yoktur.

Külçe üzerine selem yapmak caiz midir? Bu hususda iki rivayet vardır. Ama ziynet eşyaları üzerine selem yapmak caizdir. Çünkü bunlar vasıfları ve miktarları söylenmekle belirlenebilirler. Fülüsler üzerine selem yapmak, Ebû Hanîfe ile Ebû Yûsuf’a göre caizdir. Ama İmam Muhammed bu görüşe muhaliftir. Bunu daha evvel anlatmıştık. [60]




[57] Bakara: 2/282.

[58] Bu hadîsi Buharî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî, İbn. Mâce ve Ahmed rivayet etmiştir.

 

[59] Bu hadîsi Ebû Dâvud ve İbn. Mâce rivayet etmiştir.

 

[60] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/419-426.