hafiza aise
Thu 2 June 2011, 01:41 pm GMT +0200
i) Seleb (Teçhizat) Hakkındaki Hükmü:
Hz. Peygamber (s.a.), öldürülen kişi üzerinde bulunan teçhizatın {seleb) tamamının öldürene ait olduğuna hükmetmiş ve beşte birini almamıştır. Onu humustan bağışlanan şey olarak saymamış, ama asıl ganimetten kabul etmiştir. Hz. Peygamber'in (s.a.) tatbikatı işte böyledir. '
Buharı, Sahih'inde şöyle der: "Teçhizat (seleb), öldürenindir. O humustan değildir. Buna bir kişinin şehadeti ile hükmetmiştir. Savaş bittikten sonra hükümde bulunmuştur." Hz. Peygamber'in (s.a.), öldürülenin teçhizatının öldürene ait olduğu şeklindeki hükmü işte bu dört durumu içermektedir.
İmam Mâlik ve ona tâbi olan âlimler: "Seleb, humustan başkasından olamaz. Selebin hükmü enfâlin (ganimetlerin) hükmü gibidir." demişlerdir. İmam Mâlik: "Hz. Peygamber'in (s.a.) böyle demiş olduğu bize ulaşmamıştır. Huneyn gününden başka bir zamanda da yapmamıştır. Ebu Bekir de, Ömer de yapmamıştır." diyor. İbnü'I-Mevvâz da: "Hz. Peygamber (s.a.), Beiîâ b. Mâlik'den başkasına, öldürdüğü kimsenin teçhizatını vermemiştir. Onun da beşte birini ayırmıştır." demektedir. ı
Mâlikî imamlar da şöyle diyorlar: Allah Teâlâ, "Biliniz ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Rasûlü'ne... aittir."[515] buyurmuş ve ganimetin beşte dördünü, bunu elde edenlere vermiştir. Dolayısıyla, Allah'ın onlara verdiği şeyin ihtimalle ellerinden alınması caiz olmaz.
Sonra, şayet bu âyet, seleb dışındaki ganimetlerle ilgili olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.) onun (seleb) hükmünü Huneyn savaşına kadar ertelemezdi. Ayet Bedir gazası hakkında nazil olmuştur. Yine Hz. Peygamber: "Kim birisini öldürürse teçhizatı onundur."[516] sözünü savaş soğuduktan sonra buyurmuştur. Eğer önceden bilinen bir iş olsaydı, Hz. Peygamber'in (s.a.) süvarisi ve büyük sahabîlerinden Ebu Katâde de bilirdi. O, Hz. Peygamber'in tellâlını işitinceye dek seleb (teçhizat) talebinde bulunmamıştır.
Yine şöyle demişlerdir: Hz. Peygamber (s.a.), onu kendisine yeminsiz ve tek bir şahidin şehadeti ile vermiştir. Eğer asıl ganimetten olsaydı, şâir emlâkin elden çıkarılmasına medar olan beyyine veya bir şahid ve yemin gibi bir şeyle, ganimet hakkının ayrılması gerekirdi.
Devamla şöyle demişlerdir: "Eğer seleb öldürene vacib olsaydı, öldürdüğüne dair beyyine bulamadığında lukata gibi bekletilirdi, dağıtılmazdı. Halbuki seleb, beyyine bulunmadığında taksim edilir. Dolayısıyla Vmülk" mânasından çıkar ve selebin devlet başkanının içtihadına kaldığı ve,onu humustan sayacağı neticesine varır." Bu, konu ile ilgili'yapılan delillendirmenin ta^j marnım teşkil eder.
Diğerleri ise şöyle demişlerdir: Selebin öldürene ait olduğunu Hz. Peygamber (s.a.) buyurmuş ve bunu Huneyn'den altı sene önce tatbik etmiştir. Buharı, Sahih İnde şöyle zikreder: Muaz b. Amr b. Cemûh ile Mua2 b. Afra —her ikisi de Ensar'dan— Bedir gününde kılıçlarıyla Ebu Cehil b. Hişâm'a vurmuşlar ve sonunda onu öldürmüşlerdi. Hz. Peygamber'e (s.a.) gittiler ve haber verdiler. Rasûlullah (s.a.) onlara: "Onu hanginiz öldürdü?" diye sordu. Her biri de: "Onu ben öldürdüm." dedi. Hz. Peygamber (s.a.): "Kılıçlarınızı şildiniz mi?" buyurdu. "Hayır." dediler. Hz. Peygamber kılıçlarına baktı ve: "Her ikiniz onu öldürmüşsünüz." buyurdu ve selebinin (teçhizatının) Muaz b.-Amr b. Cemûh'a ait olduğuna hükmetti.[517]
Bu hadis, selebin öldürene ait olduğunun daha işin başından belli ve mu-karrar olduğuna, Huneyn gününde '•—meşru kılımldığına değil— sadece genel ilanda bulunulduğuna delâlet eder.
Îbnü'l-Mevvâz'ın: "Ebu Bekir ve Ömer bunu yapmamışlardır.'* şeklindeki sözüne iki açıdan cevap verilebilir: 1) Bu, bir hakkı kaldırma konusundaki şehadettir, onun için dinlenilmez. 2) Selebin öldürene ait olduğu hükmünün bu iki halife devrinde ilan edilmemesi; belki de bunun artık yerleşmiş bir uygulama oluşu ve Hz. Peygamber'in (s.a.) hüküm ve uygulamasıyla belirlenmiş o'ması gerekçesiyledir. Hatta bu iki halifenin kesin olarak bu uygulamayı terkettikleri bilinse dahi bu hüküm, Hz. Peygamber'in (s.a.) hükmü önüne geçirilemez.
Yine onun: "Berâ b. Mâlik'ten başkasına, öldürdüğü kimsenin selebini vermemiştir." sözü dcdoğru değildir. Hz. Peygamber (s.a.), Seleme b. Ek-vâ'a, Muaz b. Amr'a, Ebu Talha el-Ensarî'ye —ki Huneyn savaşında yirmi kişiyi öldürmüş ve teçhizatlarını almıştır— öldürdüklerinin teçhizatlarını vermiştir. Butu" bunlar gerçek olaylardır ve çoğu da Sahih'de bulunmaktadır. Bir hakkı düşürmeye şehadet genellikle çelişkili olmaktan kurtulamaz.
Yine İbnü'l-Mevvâz'ın: "Onun da beşte birini ayırmıştır." demesi doğru değildir. Haberlerde sabit olan aksidir. Sünen-i Ebî Davud*da Hâlid'den: "Hz. Peygamber'in (s.a.) selebin humusunu almadığı" rivayeti vardır.[518]
Allah Teâlâ'mn: "Biliniz ki, ganimet olarak elde ettiğiniz şeylerin beşte biri Allah'ındır..." âyetine gelince; bu genel bir hükümdür. Seleble hüküm biri Allah'ındır..." âyetine gelince; bu genel bir hükümdür. Seleble hüküm ise özeldir, Kitab'ın genel naslannın, sünnetle tahsisi caizdir. Bunun benzerleri mlâlumdur ve inkârı mümkün değildir.
"Allah'ın onlara verdiği hak, ihtimalle ellerinden alınamaz." sözünün cevabı da iki açıdan olacaktır. Birincisi: Biz selebi ganimeti elde edenlerin dışında birilerine vermiyoruz. İkincisi: Biz selebi, öldürene, ihtimalle değil Hz. Peygamber'in (s.a.) hadisi ile veriyoruz. Hz. Peygamber sizin dediğiniz gibi âyetin hükmünü Huneyn gününe kadar ertelemiş de değildir. Aksine buna Bedir gününde hükmetmiştir. Savaştan sonra söylemiş olması, öldürmekle selebe hak kazanılacağına engel teşkil etmez.
Ebu Katâde'nin, tellâlın ilanını işitinceye dek talepte bulunmayışına gelince; bu, hükmün daha önceden malum ve belirlenmiş olmadığını gerektirmez. Ebu Katâde susmuştu, çünkü mücerred davada bulunmakla selebi alabilecek değildi. Onun öldürdüğüne dair şahitlikte bulunan biri çıkınca Hz. Peygamber de kendisine vermişti.
Sahih olan; seleb konusunda bir şahidle yetinilip ikinci bir şahide ya da yemine ihtiyaç duyuhnamasıdır. Nitekim muarızı olmayan sahih-sarih sü*1 net bunu göstermektedir. Daha önce yerinde zikri geçmişti.
"Eğer seleb Öldürene ait olsaydı; lukata gibi bekletilir, taksim edilmezdi." sözüne şöyle cevap veriyoruz: Seleb, ganimeti elde edenlerindir, öldürenin ise sadece öncelik hakkı vardır. Eğer bizzat öldüren kimse bilinemezse, ganimete hak kazananlar ona müşterek olarak sahip olurlar. Çünkü haklarıdır. Öncelik hakkı bulunan da ortaya çıkmamıştır. Dolayısı ile hepsi ortak olurlar. [519]
[515] Enfâl, 8/41.
[516] Sahihdir. Daha önce geçti. Bk. Huneyn Gazasındaki Hikmetler ve Fıkhî Hükümler, dipnot: 9.
[517] Buharı, 56/42; Müslim, 1752. Ayrıca bk. Bedir Savaşı, 3/228.
[518] Ebu Davud, 2721; Ahmed, 4/90, 6/26. İsnadı sahihtir.
[519] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 5/184-187.
Hz. Peygamber (s.a.), öldürülen kişi üzerinde bulunan teçhizatın {seleb) tamamının öldürene ait olduğuna hükmetmiş ve beşte birini almamıştır. Onu humustan bağışlanan şey olarak saymamış, ama asıl ganimetten kabul etmiştir. Hz. Peygamber'in (s.a.) tatbikatı işte böyledir. '
Buharı, Sahih'inde şöyle der: "Teçhizat (seleb), öldürenindir. O humustan değildir. Buna bir kişinin şehadeti ile hükmetmiştir. Savaş bittikten sonra hükümde bulunmuştur." Hz. Peygamber'in (s.a.), öldürülenin teçhizatının öldürene ait olduğu şeklindeki hükmü işte bu dört durumu içermektedir.
İmam Mâlik ve ona tâbi olan âlimler: "Seleb, humustan başkasından olamaz. Selebin hükmü enfâlin (ganimetlerin) hükmü gibidir." demişlerdir. İmam Mâlik: "Hz. Peygamber'in (s.a.) böyle demiş olduğu bize ulaşmamıştır. Huneyn gününden başka bir zamanda da yapmamıştır. Ebu Bekir de, Ömer de yapmamıştır." diyor. İbnü'I-Mevvâz da: "Hz. Peygamber (s.a.), Beiîâ b. Mâlik'den başkasına, öldürdüğü kimsenin teçhizatını vermemiştir. Onun da beşte birini ayırmıştır." demektedir. ı
Mâlikî imamlar da şöyle diyorlar: Allah Teâlâ, "Biliniz ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Rasûlü'ne... aittir."[515] buyurmuş ve ganimetin beşte dördünü, bunu elde edenlere vermiştir. Dolayısıyla, Allah'ın onlara verdiği şeyin ihtimalle ellerinden alınması caiz olmaz.
Sonra, şayet bu âyet, seleb dışındaki ganimetlerle ilgili olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.) onun (seleb) hükmünü Huneyn savaşına kadar ertelemezdi. Ayet Bedir gazası hakkında nazil olmuştur. Yine Hz. Peygamber: "Kim birisini öldürürse teçhizatı onundur."[516] sözünü savaş soğuduktan sonra buyurmuştur. Eğer önceden bilinen bir iş olsaydı, Hz. Peygamber'in (s.a.) süvarisi ve büyük sahabîlerinden Ebu Katâde de bilirdi. O, Hz. Peygamber'in tellâlını işitinceye dek seleb (teçhizat) talebinde bulunmamıştır.
Yine şöyle demişlerdir: Hz. Peygamber (s.a.), onu kendisine yeminsiz ve tek bir şahidin şehadeti ile vermiştir. Eğer asıl ganimetten olsaydı, şâir emlâkin elden çıkarılmasına medar olan beyyine veya bir şahid ve yemin gibi bir şeyle, ganimet hakkının ayrılması gerekirdi.
Devamla şöyle demişlerdir: "Eğer seleb öldürene vacib olsaydı, öldürdüğüne dair beyyine bulamadığında lukata gibi bekletilirdi, dağıtılmazdı. Halbuki seleb, beyyine bulunmadığında taksim edilir. Dolayısıyla Vmülk" mânasından çıkar ve selebin devlet başkanının içtihadına kaldığı ve,onu humustan sayacağı neticesine varır." Bu, konu ile ilgili'yapılan delillendirmenin ta^j marnım teşkil eder.
Diğerleri ise şöyle demişlerdir: Selebin öldürene ait olduğunu Hz. Peygamber (s.a.) buyurmuş ve bunu Huneyn'den altı sene önce tatbik etmiştir. Buharı, Sahih İnde şöyle zikreder: Muaz b. Amr b. Cemûh ile Mua2 b. Afra —her ikisi de Ensar'dan— Bedir gününde kılıçlarıyla Ebu Cehil b. Hişâm'a vurmuşlar ve sonunda onu öldürmüşlerdi. Hz. Peygamber'e (s.a.) gittiler ve haber verdiler. Rasûlullah (s.a.) onlara: "Onu hanginiz öldürdü?" diye sordu. Her biri de: "Onu ben öldürdüm." dedi. Hz. Peygamber (s.a.): "Kılıçlarınızı şildiniz mi?" buyurdu. "Hayır." dediler. Hz. Peygamber kılıçlarına baktı ve: "Her ikiniz onu öldürmüşsünüz." buyurdu ve selebinin (teçhizatının) Muaz b.-Amr b. Cemûh'a ait olduğuna hükmetti.[517]
Bu hadis, selebin öldürene ait olduğunun daha işin başından belli ve mu-karrar olduğuna, Huneyn gününde '•—meşru kılımldığına değil— sadece genel ilanda bulunulduğuna delâlet eder.
Îbnü'l-Mevvâz'ın: "Ebu Bekir ve Ömer bunu yapmamışlardır.'* şeklindeki sözüne iki açıdan cevap verilebilir: 1) Bu, bir hakkı kaldırma konusundaki şehadettir, onun için dinlenilmez. 2) Selebin öldürene ait olduğu hükmünün bu iki halife devrinde ilan edilmemesi; belki de bunun artık yerleşmiş bir uygulama oluşu ve Hz. Peygamber'in (s.a.) hüküm ve uygulamasıyla belirlenmiş o'ması gerekçesiyledir. Hatta bu iki halifenin kesin olarak bu uygulamayı terkettikleri bilinse dahi bu hüküm, Hz. Peygamber'in (s.a.) hükmü önüne geçirilemez.
Yine onun: "Berâ b. Mâlik'ten başkasına, öldürdüğü kimsenin selebini vermemiştir." sözü dcdoğru değildir. Hz. Peygamber (s.a.), Seleme b. Ek-vâ'a, Muaz b. Amr'a, Ebu Talha el-Ensarî'ye —ki Huneyn savaşında yirmi kişiyi öldürmüş ve teçhizatlarını almıştır— öldürdüklerinin teçhizatlarını vermiştir. Butu" bunlar gerçek olaylardır ve çoğu da Sahih'de bulunmaktadır. Bir hakkı düşürmeye şehadet genellikle çelişkili olmaktan kurtulamaz.
Yine İbnü'l-Mevvâz'ın: "Onun da beşte birini ayırmıştır." demesi doğru değildir. Haberlerde sabit olan aksidir. Sünen-i Ebî Davud*da Hâlid'den: "Hz. Peygamber'in (s.a.) selebin humusunu almadığı" rivayeti vardır.[518]
Allah Teâlâ'mn: "Biliniz ki, ganimet olarak elde ettiğiniz şeylerin beşte biri Allah'ındır..." âyetine gelince; bu genel bir hükümdür. Seleble hüküm biri Allah'ındır..." âyetine gelince; bu genel bir hükümdür. Seleble hüküm ise özeldir, Kitab'ın genel naslannın, sünnetle tahsisi caizdir. Bunun benzerleri mlâlumdur ve inkârı mümkün değildir.
"Allah'ın onlara verdiği hak, ihtimalle ellerinden alınamaz." sözünün cevabı da iki açıdan olacaktır. Birincisi: Biz selebi ganimeti elde edenlerin dışında birilerine vermiyoruz. İkincisi: Biz selebi, öldürene, ihtimalle değil Hz. Peygamber'in (s.a.) hadisi ile veriyoruz. Hz. Peygamber sizin dediğiniz gibi âyetin hükmünü Huneyn gününe kadar ertelemiş de değildir. Aksine buna Bedir gününde hükmetmiştir. Savaştan sonra söylemiş olması, öldürmekle selebe hak kazanılacağına engel teşkil etmez.
Ebu Katâde'nin, tellâlın ilanını işitinceye dek talepte bulunmayışına gelince; bu, hükmün daha önceden malum ve belirlenmiş olmadığını gerektirmez. Ebu Katâde susmuştu, çünkü mücerred davada bulunmakla selebi alabilecek değildi. Onun öldürdüğüne dair şahitlikte bulunan biri çıkınca Hz. Peygamber de kendisine vermişti.
Sahih olan; seleb konusunda bir şahidle yetinilip ikinci bir şahide ya da yemine ihtiyaç duyuhnamasıdır. Nitekim muarızı olmayan sahih-sarih sü*1 net bunu göstermektedir. Daha önce yerinde zikri geçmişti.
"Eğer seleb Öldürene ait olsaydı; lukata gibi bekletilir, taksim edilmezdi." sözüne şöyle cevap veriyoruz: Seleb, ganimeti elde edenlerindir, öldürenin ise sadece öncelik hakkı vardır. Eğer bizzat öldüren kimse bilinemezse, ganimete hak kazananlar ona müşterek olarak sahip olurlar. Çünkü haklarıdır. Öncelik hakkı bulunan da ortaya çıkmamıştır. Dolayısı ile hepsi ortak olurlar. [519]
[515] Enfâl, 8/41.
[516] Sahihdir. Daha önce geçti. Bk. Huneyn Gazasındaki Hikmetler ve Fıkhî Hükümler, dipnot: 9.
[517] Buharı, 56/42; Müslim, 1752. Ayrıca bk. Bedir Savaşı, 3/228.
[518] Ebu Davud, 2721; Ahmed, 4/90, 6/26. İsnadı sahihtir.
[519] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 5/184-187.