- Sefihin Kısıtlılık Altına Alınması

Adsense kodları


Sefihin Kısıtlılık Altına Alınması

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ezelinur
Mon 8 February 2010, 04:08 pm GMT +0200

Tıpkı çocuk ve deli gibi, sefih de kısıtlılık altına alınır. Sefihin tanımı ve onunla ilgili hükümlerin açıklanması hususunda mezhebler, tafsilâtlı görüşleri ileri sürmüşlerdir.

(20) Hanefîler: Bu mezhebin müftâbih görüşüne göre sefih, kısıtlılık al­tına alınır. Önce de belirtildiği gibi, muhtar olan görüş budur. Sefih şöyle tanımlanır: O, malının idaresini iyi yapamayan, helal olmayan yerlere ve boş şeylere sarfeden, malında savurganlık ve israf ile icraatta bulunan kimsedir. Malı şarkıcılara, oyunculara vermek; güvercin, horoz ve benzeri hayvanları yüksek fiyatla satın almak, kumar ve benzeri şeyler gibi akıl ve şeriatın ge­rektirmediği yerlere sarfetmek; medrese, mescid, hastahâne ve benzeri bina­ları yaparak hayır yoluna sarfetmek, kısıtlılığı icâb ettiren israftandır. Medrese, mescid ve hastahâne yaptırmak gibi malını hayır yollarına sarfeden kişi de sefih sayılır Ve kısıtlılık altına alınır. Zîra Cenâb-ı Allah, mâlî durumu elver­diği takdirde insanı hayır yapmakla mükellef kılmıştır. Yani insan malım hayır yoluna, iflâs etmeyecek şekilde sarfetmelidir. Yoksa sarfedip de iflâs etmesi halinde sefih sayılır. Kuvvetli görüşe göre hâkimin hükmü olmadan sefih üze­rine kısıtlılık konulamaz. Kısıtlılığın, konmasından önce tasarrufta bulunursa, tasarrufu geçerli olur; sahih olarak vâki olur. Reşid olursa, rüşdü de ancak hâkimin hükmüyle sabit olur. İmam Muhammed der ki: Onun kendi malını ifsad etmesi, kısıtlılık altına alınmasını gerekli kılar. Malında uygun davra­nışlar içinde bulunmaya başlaması da kısıtlılığın çözülmesini icâb ettirir ve bunun için hâkimin hükmüne de gerek kalmaz. Bilindiği gibi İmam-ı Âzam, hür ve akıllı kimsenin, sefih bile olsa kısıtlılık altına alınmasının caiz olma­yacağını söyler. Ancak hür ve akıllı kimsenin, bulûğa erdikten sonra da rüş­dü sabit olmazsa, malı, yirmibeş yaşına varmadıkça kendisine teslim edilmez. Bulûğdan sonra bu yaşa varmadan kendi malında tasarrufta bulunursa, ta­sarrufu geçerli olur. Çünkü o kısıtlılık altında değildir. O, ancak te´dip ve menetmek amacıyla kendi malında tasarrufta bulunmaktan alıkonulmuştur. Ama bu müftâbih görüş değildir.

Kısıtlılık altındaki sefihin hükmü, satma ve satın alma gibi feshe muh­temel ve ciddiyetsizliğin iptal edeceği tasarruflarda, mümeyyiz çocuğun hükmü gibidir. Nikâh, talâk ve köle azad etmek gibi feshe muhtemel olmayan ve ciddiyetsizliğin de iptal etmediği tasarruflara gelince, baliğ olan sefihin bu alanlardaki tasarrufunun geçerli olacağı hususunda ihtilâf yoktur. Sefih ev­lendiğinde, evlenme akdi gerçekleşir. Sonra o, fazla miktarda mehir belir­lerse, ancak mehr-i misli ödemekle yükümlü olur. Fazlası geçersiz olur. Gerdeğe girmeden önce karısını boşarsa, belirttiği mehrin yansım vermesi vâcib olur. Boşarsa, talâkı geçerli olur. Azad ederse, azad edişi geçerli olur. Ancak kölenin, kendi kıymetini vermek için çalışması gerekir. Aynı şekilde zekât gibi mâlî ibâdetler de sefihe vâcib olur. Zekât malını ayirdetmesi için kadi´nın, ona malını vermesi gerekir. Çünkü zekât, niyetin zorunlu olduğu bir ibâdettir. Ama malı kendisine teslim ederken, zekâttan başka yerlere sar-fetmesin diye kadı, kendisiyle beraber emin bir kimseyi de gönderir.

Hac da böyledir. Sefihin haccetmesi farzdır. Haccettiği takdirde bu ibâ­deti sahih olur. Diğer ibâdetler de böyledir. Çocuğa gelince, her ne kadar yaptığı takdirde sahih olsa da ibâdetler onun üzerine farz değildir. Eğer mi­rasçısı varsa, sefihin, malının üçte biriyle vasiyette bulunması sahih olur. Yal­nız, yoksullara ve miskinlere sarfedilmesi; hastahâne, köprü, mescid ve benzeri binaların yapılması gibi hayır yollarına sarfedilmesini vasiyet etmesi şarttır. Ama oyun salonu ve kulüp inşâ etmek gibi bir vasiyette bulunursa, vasiyeti geçersiz olur. Çocuğa gelince, onun vasiyeti geçerli olmaz. Kısıtlılık altına alındıktan sonra kısıtlılığı çözülmese de yeni bir mal kazandığında, kendi ik­rarıyla muamele görür. Meselâ sefih kişi, kısıtlandıktan sonra bir kimsenin kendisinde kısıtlılık esnasında malı bulunduğunu ikrar ederse, şahsın, ala­cağını bu yeni maldan alması caiz olur. Kısıtlılığı çözülmemiş olsa bile o şa­hıs, bu yeni maldan alabilir. Sefihlik nedeniyle kısıtlılık altma alınan sefihe gelince, onun kısıtlılık altındayken ikrarı muteber olmaz. Kısıtlılık esnasın­da da, kısıtlılıktan sonra da ikrarı geçerli olmaz. Bu ikrarı, kısıtlılık esnasın­da kazandığı malında da olsa, kısıtlılık sonrası kazandığı malında da olsa, geçerli değildir.

Mâlikîler dediler ki: Sefihlik, savurganlık yapmak ve malda İyi ta­sarrufta bulunmamaktır. Erkek olsun kadın olsun, bir şahıs bu vasıflarla ni­telenirse onun kısıtlılık altına alınması gerekir. Bulûğa erdikten bir sene sonra gibi kısa birzarnan sonra kendisinde sefihlik meydana gelirse, onu kısıtlılık altına almak, babasının hakkıdır. Zîra bu zaman, bulûğa yakın olan bir za­mandır. Dolayısıyla o, çocuk hükmündedir. Önce de belirtildiği gibi, çocu­ğu kısıtlılık altına almak babanın hakkıdır. Ama onda bulûğdan bir seneden fazla bir zaman sonra sefihlik meydana gelirse, onu kısıtlılık altına almak, ancak hâkimin hükmüyle olur. Erkek sefih, kısıtlılık altına alınmazdan ön­ce tasarrufta bulunursa, bu birkaç hususu kapsar:

1- Sefihliğin onda, buluğdan önce meydana gelmiş, bulûğdan sonra da devam etmiş olması, onun babasının veya vasisinin bulunması. Bunun hük­mü şöyledir: Bu kişinin kısıtlılık hali, yeniden çözme ve kısıtlılık altına al­maya gerek kalmaksızın devam eder. Daha önceleri de belirtildiği gibi tasarruflarında söz hakkı velîsinindir.

2- Kendisi küçük iken sefihliğe mâruz olup sefih halde bulûğa ermesi, yetim olup baba veya vasisinin bulunmaması, hâkimin de onun için bir kay-yum tâyin etmiş olmaması. Böylesine, "mühmel sefih" denir. Bunun hük­mü de şöyledir: Bu kişinin bulûğdan sonra ve kısıtlılık altına alınmadan önce yaptığı tasarruflar, kuvvetli görüşe göre geçerli olarak vâki olur. Çünkü ta­sarrufun geçerli olmamasının illeti, kısıtlılıktır. Kısıtlılık ortadan kalkınca, tasarruf geçerli olur. Üzerine kısıtlılık konulduğunda, ancak hâkimin çöz­me hükmüyle kısıtlılığı kalkar. Reşid de olsa bu hükme tâbidir.

3- Bulûğdan sonra kendisinde sefihliğin meydana gelmesi ve kısıtlılık altına alınmazdan önce tasarrufta bulunması. Bu şekilde tasarrufu geçerli olur. Ama o, babasız ve vasîsiz bir yetim çocuk iken hâkimin kendisi için bir vasî tâyin etmesinden önce tasarrufta bulunursa, ihtilafsız olarak tasar­rufu bâtıl olur. Velîsiz olan sefihe ve bâliğa kadın -ki buna "mühmele" denir-tasarrufta bulunursa; bazıları onun fiillerinin erkeğinki gibi geçerli olduğu­nu söylemişlerdir. Bazıları da evlenip, kocası kendisiyle gerdeğe girmedikçe ve bir müddet kendisiyle birlikte ikâmet etmedikçe ve böylece durumu reşid-liğe hamledİlmedikçe fiilleri ve tasarruflarının geçerli olmayacağı görüşün­dedirler. Ancak kocasının kendisiyle yapacağı ikâmetin müddetini takdir hususunda ihtilâf edilmiştir. Bazılarının naklettiğine göre, bu müddetin tak­dirinde amel edilecek ölçü, kocasının evinde iki veya üç sene kadar bir za­manın geçmesidir. Bu süreden önce tasarrufta bulunursa, tasarrufu geçerli olmaz. Evlenmedikçe fiilleri geçerli olmaz. Ancak evlenmeye elverişli olma­yacak bir yaşa vardığında, evlenmemiş olsa da artık fiil ve tasarrufları geçerli olur. Bu yaşın kaç olacağı hususunda ihtilâf edilmiştir. Bazıları, kırk yaş olduğunu söylerken, bazıları da elli ile altmış yaş arası olduğunu söyle­mişlerdir.

Babası veya vasîsi bulunan küçük yaştaki kadına gelince, bilindiği gibi o, babası veya vasisinin kısıtlaması altındadır. Önce belirtilen şartlan hâiz olmadıkça kısıtlılığı çözülmez ki, bu şartlar da bulûğ ve rüşddür. -Rüşd, malım zayi olmaya karşı koruması anlamındadır- Buna ek olarak evlenmesi ve ko­casının kendisiyle gerdeğe girmesi, ayrıca iki veya daha fazla sayıdaki âdil şahidin onun kendi malında iyi tasarrufta bulunduğuna tanıklık etmeleri de şarttır. Kocası kendisiyle gerdeğe girmezse, iki âdil şahit onun reşid olduğu­na tanıklık etseler bile, kısıtlılığı devam eder. Bu sayılan şartların gerçekleş­mesi durumunda kısıtlılığı kalkar ve mûtemed görüşe göre fiilleri de geçerli olur. Bazıları derler ki kocasının kendisiyle gerdeğe girmesinin üzerinden bir sene geçmedikçe ve fou bir seneden sonra şahitler, onun tasarrufa ehliyet­li olduğuna tanıklık etmedikçe kısıtlılığı kalkmaz. Diğer bazı kimseler, bun­lardan daha başka bazı şartlar ileri sürmüşlerdir. Bu küçük yaştaki kadının anılan şartları taşımasından sonra kısıtlılığının kalkması için babasının -velisi eğer babası ise- kısıtlılığı çözmesine gerek kalmaz. Babası, kendisinin velîsi değilse, kısıtlılığının kalkması için kısıtlılığını babasının çözmesine ihtiyaç doğar. Kısıtlılığı çözmenin şekli, vasinin iki veya daha fazla sayıdaki âdil kim­selere şöyle demesidir: "Kefaletim altında bulunan falan kimsenin kısıtlılı­ğını çözdüğüme şahit olun. Ben onu, tasarruflarında serbest bıraktım; idaresine kendisini mâlik kıldım. Çünkü bence o reşid olmuştur, malım mu­hafaza edebilir."

Baba, bulûğa erdikten sonra gerdekten önce de, sonra da, rüşdünü şa­hitlerden öğrenmese bile kızının kısıtlılığını çözme hakkına sahiptir. Vasiye gelince o, gerdekten sonra kızın rüşdünü şahitlerden öğrenmese bile kısıtlılı­ğını çözebilir. Kadı´nın tâyin ettiği kimseye gelince, kuvvetli görüşe göre o, gerdekten önce kesinlikle kısıtlılığı çözme hakkına sahip değildir. Ama ger­dekten sonra bu kızın reşid olduğunu şahitlerden öğrenince kısıtlılığını çö­zebilir.

Mümeyyiz çocuğun vasiyeti sahih olduğu gibi sefihin de vasiyeti sahih olur. Onun tasarrufu, önce belirtilen mümeyyiz çocuğun tasarrufu hük­mündedir.

Şâfiîler dediler ki: Sefih, malım savuran kimsedir. O, malını acilen veya bilâhare kendisine dönecek bir menfaati olmayan yerlere sarfeden kim­sedir. Meselâ malıyla kumar oynaması, ya da içki içmek ve zîna etmek gibi bedenine, ırzına, dinine zarar veren haram lezzetlere, ya da sigara içmek gi­bi mekruh yerlere sarfetmesi gibi. Bilmeksizin fahiş aldanmayla malını sat­ması veya mal satın alması şeklinde kötü tasarrufta bulunarak servetini zayi etmesi de böyledir. Ama satmasında ve satın almasında bilerek müsamaha­kâr davranırsa, bu kişi sefih sayılmaz. Çünkü onun böyle yapması, sadaka kâbilindendîr. Aynı şekilde mescid, medrese ve hastahâne inşâ etmek; yok­sullara ve düşkünlere sadaka vermek gibi hayır ve hasenat yoluna sarfetmekle, yahut da malını giyecek, yiyecek ve içecek gibi mubah lezzetlere sarfetme-siyle de sefih sayılmaz. Hatta kendi durumuna uygun olmayacak şekilde bu masrafları fazla miktarda yapsa bile sefih sayılmaz. Helâl olan evlenme ve benzeri yerlere malım sarfetmesi de böyledir. O böyle yapmakla malını nor­mal yere sarfetmiş olur. Çünkü mal, hayır yoluna ve Allah´ın helâl kıldığı lezzetleri elde edip onlardan yararlanmak üzere safretmek için yaratılmıştır. Savurganlık yapan sefihe gelince, o ya küçük çocukken sefihliğe mâruz kalmış, sonra da sefih olarak bulûğa ermiştir. Bu durumda hâkimin hük­müne gerek kalmaksızın kısıtlılığı devam eder. Tasarrufları da geçersiz olur. Reşid olduğunda yine hâkimin hükmüne gerek kalmaksızın kısıtlılığı kalkar. Ama reşid olarak bulûğa erip sonra sefihliğe mâruz olursa, onu kısıtlılık al­tına almak, ancak hâkimin yetkisindedir. Kısıtlılık altına alınmazdan önce tasarrufta bulunursa, tasarrufu geçerli olur. Çünkü o, bu durumda mühmel­dir. Kısıtlılık altındaki sefih, satma, satın alma, azad etme, nikâh veya hîbe gibi bir tasarrufta bulunursa, tasarrufu bâtıl olarak vâki olur. Ama talâkı ve talâktan ric´at etmesi sahih olarak vâki olur. Nitekim onun hul´ yapması da sahihtir. Hul´ bedelini onun velîsine ödemek vâcib olur. Aksi takdirde ona ödeyen kişi, hul´ bedelini ödemiş sayılmaz. Meğer ki hul´ bedelini ken­disi teslim almayı şart koşarak hul´ yapmış olsun. Bu durumda ona ödeyen kişi, hul´ bedelini ödeme yükümlülüğünden kurtulur. Çünkü o, hul´ü, bede­li alma şartına bağlamıştır. Bu şart gerçekleşmediği takdirde hul´ sahih ol­maz. Zekat ve hac gibi mâlî ibâdetlerle diğer ibâdetlerde o, reşid hükmündedir. Ancak o bizzat zekatın misillerini ayırıp verme yetkisine sahip değildir. Ve­lîsinin kendisine izin vermesi durumunda nikâhı sahih olur. Velîsinin izniyle bir kadınla evlenip ona mehr-i mislini verdiğinde akid sahih olur. Ama mehr-i misilden fazla vermesi durumunda meşhur kavle göre nikâh yine sahih ol­makla birlikte fazlalık geçersiz olur. Velîsi Özel olarak ona bir kadın göste­rir, ama o başkasıyla evlenirse akid sahih olmaz. Meğer ki bu kadın güzellik ve soy bakımından, velîsinin gösterdiğinden daha iyi olsun; mehir ve sada­kası da ondan fazla olmasın. Eğer böyleyse, mûtemed kavle göre nikâh sa­hih olur. Velîsi ona: "Sana şu kadar mehrî veriyorum" der, ama evleneceği kadım belirlemezse bu izin sahih olur. Bu mehirle, dilediği kadınla evlenebi­lir. Sefih kimse, velîsinin izni olmaksızın evlendiğinde nikâhı bâtıl olur. Ka­rısı ile kendisinin arası tefrik edilir. Kendisi bir şeyle yükümlü olmaz. Karısı onun sefih olduğunu bilmese bile... Çünkü karısı onun durumunu sorup araş­tırmadığından dolayı ihmalkâr davranmıştır. Sefih, bir şeyi karz olarak ve­ya satın alarak teslim alır da sonra telef ederse, ne kısıtlılık esnasında ve ne de kısıtlılıktan sonra tazminat ödemesi gerekmez. Çünkü mal sahibi kendi malında ihmalkâr davranmış ve onu kendi malına musallat kılmıştır. İhmal­kâr davranan kişinin cezası da zarardır. Mal sahibinin, onun sefih olduğunu bilmesi veya bilmemesi sonucu değiştirmez. Çünkü onun sefih olduğunu bil­memesi durumunda taksirli davranmış olacaktır. Sefih, kısıtlılık altına alın­mazdan önce veya kısıtlılık altına alındıktan sonra bir şahıstan mal borç aldığını ikrar ederse, ikrarı kabul edilmez. Aynı şekilde bir kimsenin malını telef ettiğini veya bir hayvanı öldürdüğünü veya mâlî bedel gerektiren bun­lara benzer bir suç işlediğini ikrar ederse, kuvvetli görüşe göre ikrarı kabul edilmez. Kısıtlılığı çözüldükten sonra bu ikrarıyla amel olunmaz. Ama had ve kısası gerektiren bir ikrarda bulunursa, ikrarıyla amel olunur.

Nikâh dışındaki muamelelerde velînin izni sahih olmaz. Satma veya sa­tın alma veya ticâret hususunda velîsi kendisine izin verirse, kuvvetli görüşe göre bu izin ona bir fayda vermez ve hiçbir şey ifâde etmez. Denilmiştir ki, velînin bedeli takdir etmesi koşuluyla verdiği izin fayda verir. Örneğin ona: "On liralık eşya satın al" derse, bu izin ona fayda verir. Ama hibe gibi be­delsiz bir muamele yapmasına izin vermesi durumunda bu izni ittifakla fay­da vermez.

Hanbelîler dediler ki: Sefih, kendi malında iyi tasarrufta bulun­mayan kimsedir. Baliğ kişi sefih olup iyi tasarrufta bulunamadığında, onu kısıtlılık altına almak, hâkimin hakkı olur. Sefihlik küçük yaşta iken ona sıfat olur da sonra reşid olarak baliğ olur, ama sefihliği tekrar nüksederse, yine hâkim vasıtasıyla kısıtlılık altına alınır. Önce de belirtildiği gibi deli de sefih gibidir. Hâkimin hükmü olmadan onun kısıtlılığı çözülmez. Çünkü o, hâkimin hükmüyle kısıtlılık altına alınmıştır. Kısıtlılığının kalkması da an­cak hâkimin hükmü ile mümkün olur. Sefih, kısıtlılık altına alındığında ta­sarrufları bâtıl olur. Velîsi, bazı tasarruflarda bulunması için ona izin verebilir. Böyle yaptığı takdirde tasarrufu geçerli olur. Evlenme de bu tasarruflardan birisidir. Velîsi evlenmesi için ona izin verdiğinde, o da bizzat bu işi yaparsa evlenme akdi sahih ve geçerli olur. Meğer ki sefih, müt´a veya hizmet için evlenmeye muhtaç olsun. Bu durumda velîsi kendisine izin vermese bile ev­lenebilir. Velîsinden izin isteyip de velîsi onu menetse veya etmese de hüküm aynıdır. Ama mehr-i misille olmadıkça evlenmesi geçerli olmaz. Sefihin ka­rısını boşaması ve alacağı bir bedel karşılığında onu hul´ etmesi sahih olur. Sefihe, velîsinin izni olmaksızın onun hükmü lâzım gelir. Ancak hul´ bedeli­ni sefihe vermek sahih olmaz. Karısı bu bedeli ona verdiği takdirde bedel ödeme yükümlülüğünden kurtulmaz. Sefih bu bedeli zayi ettiğinde, bedel, karısının kesesinden zayi olmuş olur. Aynı şekilde sefihin zihar ve Handa bu­lunması da sahih olur. Nitekim onun neseb ikrarında bulunması da, örne­ğin: "Bu çocuk benim oğlumdur; karım onu benim yatağımda doğurdu" demesi de sahih olur. Bu durumda nesebin nafaka ve benzeri hükümleri onun üzerine lâzım gelir. Onun vasiyeti de sahih olur. Tıpkı reşidin vasiyetinin sa­hih olması gibi. Malla ilgili zekât ve benzeri farizalar da onun üzerine vâcib olur. Ama bunların sarfını kendi basma yapamaz. Aksine diğer mâlî tasarruflarında olduğu gibi velîsi bu mallan ayırıp zekât olarak verir. Hac, oruç ve namaz gibi bütün bedenî ibâdetleri nezretmesi sahih olur. Onun hî-besi ve vakfı sahih olmaz. Çünkü bu, mal teberrûunda bulunmaktır ki, o da teberru ehliyetine sahip değildir. Onun şirket (ortaklık) kurması, başka­sına havalede bulunması, başkasının havalesini üstlenmesi, başkası için ze­min ve kefil olması da sahih olmaz. Malla başkası lehinde ikrarda bulunursa ikrarı sahih olur. Ama kısıtlılık halindeyken ikrarının gereğini yapmakla yü­kümlü olmaz. Velîsi onun borç ikrarında bulunuşunun sıhhatini bildiği tak­dirde bu borcu ödemesi gerekir. Velîsi halk arasındaki örfe uygun olarak ona kendisinin malından nafaka vermekle yükümlüdür. Aynı şekilde sefi­hin bakmakla yükümlü olduğu kimselerin, meselâ karısının ve diğer aile ef­radının nafakalarını vermesi vâcibtir. Sefihin velîsi, delinin velîsi hükmündedir.