- Sefer Turan la röportaj

Adsense kodları


Sefer Turan la röportaj

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 12 June 2012, 04:02 pm GMT +0200
SEFER TURAN'LA RÖPORTAJ
Ali AYÇİL • 48. Sayı / DOSYA YAZILARI


Çok uzun zamandır İsrail Gazze’yi ablukaya almıştı ve Ortaçağ’da uygulanan taktikleri uyguluyordu. Sonrasında Gazze’ye önce havadan, sonra karadan saldırılarda bulundu. Siz bu kuşatmadan sonra bu saldırıları bekliyor muydunuz? Bu saldırıların bu kadar büyük olabileceğini tahmin edebiliyor muydunuz?

Aslını söylemek gerekirse bu beklenen bir saldırıydı ama açıkçası ben bu kadar büyük olacağını tahmin etmiyordum. İsrail’in tarihini incelediğimizde bunun bir ilk olmadığını görürüz. İsrail’in tarihi Filistin’e yönelik katliamlarla dolu. Bu çerçevede değerlendirdiğimizde bu saldırılar sanki zincirin son halkasıymış gibi görünüyor. Neden böyle bir saldırı bekliyorduk?  Tabi bunun birçok ayağı var. Birinci, uluslararası konjonktür buna müsaitti. ABD’de yeni bir başkan seçilmişti ve bu başkan beyaz Saray’da henüz koltuğa oturmamıştı. Yani uluslararası sistemler açısından bir boşluk vardı, gerçi olmasa da İsrail açısından değişen bir şey olmuyor. İsrail galiba ABD’nin yeni başkanına mesaj gönderiyor: “Bak Ortadoğu’da işler böyle yürüyor. Ben ne istersem burada o gerçekleşir” diyor. Hâlbuki Obama’nın tavrı, diğer ABD başkanlarından farklı değil. Obama üzerinde de bir yanılma var. Obama başkan seçilince insanlar umutlandı. Ama ben Obama ile ilgili umut besleyenlerden değilim. İkincisi, İsrail’in iç siyaseti ile alâkalıydı. Malumunuz, İsrail’de 10 Şubat’ta seçim var ve her seçim öncesi Filistin’e yönelik saldırılar gerçekleşir. Bu defa da aynısı gerçekleşti. İsrailli yetkililer bunu bir seçim yaptırımı olarak görüyor. Çok enteresandır, bir İsrail gazetesinde yapılan araştırmaya göre İsrailliler’in %95’inin bu saldırıları desteklediği ortaya çıktı. Bu saldırıya imza atan İsrailli siyasîlerin de halk desteğinin yükseldiği biliniyor. Örneğin önümüzdeki seçimlerde başbakanlık için yarışacak olan Kadima Partisi’nin Başkanı ve şu andaki Dışişleri Bakanı Livni’nin partisinin alacağı oylar, Likud Partisi’nin yani şu an muhalefetteki partinin oylarıyla eşit noktaya geldi. Bununla birlikte Savunma Bakanı Ehud Barack’ın oyları yükseldi. Dolayısıyla bu saldırılar bir seçim yatırımı olarak görülüyor. Saldırıları Filistinliler’in konjonktürüne göre değerlendirdiğimiz zaman şöyle bir durum söz konusu -ki bu bence saldırıların düzenlenmesi açısından birinci etkendi- 2006 yılında İsrail Lübnan’a bir saldırı düzenlemişti, o saldırı öncesinde ABD ve İsrail ile birlikte hareket eden ülkelerin İslam dünyasındaki ABD’ci ve İsrail’ci çizgiye karşı olan, Filistin’de direnişi savunan, İsrail işgalini reddeden ana siyasî çizgiyi bertaraf etmek gibi bir eğilimleri vardı hem ABD’nin hem de İsrail’in. Bunun Ortadoğu’daki en önemli ayaklarından biri Hizbullah’tı. 2006’da önce Hizbullah’ı siyasî olarak pasifize etmeye çalıştılar, ancak bunu başaramayınca askerî yöntemlere başvurdular. Bu saldırılar da İsrail açısından bir hezimetle sonuçlandı.

Gazze’de İsrail saldırılarının bu kadar güçlü olmasının nedeni, daha önceki Hizbullah hezimetinin intikamını almak mıydı? Bir de Hamas Hizbullah’ın gösterdiği tepkinin bir benzerini gösteremedi. Bunun sebepleri nelerdir?

2006 yılında İsrail ve ABD’nin desteklediği siyasî çizgi, Lübnan’da hezimete uğrayınca o projenin sürekli olabilmesi için o yenilginin bir şekilde telafi edilmesi gerekiyordu. Bunun için Filistin seçildi. Filistin’de de o siyasal çizgiyi yürüten Hamas’tı. Filistinliler’in kendi içlerinde de bir ihtilaf söz konusuydu. Uluslararası güçlerin desteklemiş olduğu El-Fetih, İsrail ve ABD ile birlikte hareket ediyordu. Hamas’ı kendisine siyasî rakip olarak gördüğü için Hamas’ın tasfiyesi El-Fetih’in işine geliyordu. Buna El-Fetih demeyelim, Mahmut Abbas ve ekibinin de işine geliyordu. Böyle olunca İsrail, ABD ve bunlarla hareket eden Mısır gibi ülkelerin Ortadoğu’daki genel siyasî yaklaşımları, ortak bir zeminde buluştu. İsrail bundan da güç alarak bu saldırıyı düzenledi.

Filistin’de İsrail’e karşı mücadele eden iki grup arasında da anlaşmazlıklar var o zaman.

Evet, genel olarak böyle bir durum söz konusu.

Bu saldırılar seçimi nasıl etkiliyor? İsrail’de bir partinin oy alabilmesi için militarist bir tavır mı sergilemesi gerekiyor?

İsrail’de bir partinin oy alabilmesi için Filistinliler’e yönelik sert söylemler geliştirmesi, sert uygulamalarda bulunması gerekiyor. Mesela 2000 yılında Ariel Şaron muhalefet partisi lideri iken, sonucunun ne olacağın çok iyi bilmesine rağmen Mescid-i Aksa’ya girdi. Ardından, 22 Filistin’li Mescid-i Aksa’nın avlusunda hayatını kaybetti. II. İntifada o şekilde başladı. Filistinliler açısından bu saldırılar çok kanlı sonuçlandı. İsrail askerleri tarafından Filistinliler’e her yerde şiddet uygulandı. Sonuç olarak Ariel Şaron bu saldırıların ardından İsrail’e başbakan oldu. Bu ve benzerî seçim yatırımları İsrail’de bilinen bir şeydir. Bu sefer de İsrailli yetkililer geleneği sürdürmeye devam ediyorlar. Bu saldırıları değerlendirdiğimiz zaman İsrail’in askerî olarak planlamış olduğu amaca ulaşamadığını söyleyebiliriz. Özellikle kara harekâtının başlaması onun bir göstergesiydi. Hava harekâtıyla elde edemediği sonucu kara harekâtıyla yapmaya çalıştı ama Gazze’nin iç bölgelerine yerleşim yerlerine girmeyi başaramadı.

İsrail askerleri harekâtın başlamasından sonra 10 gün Gazze’nin merkezine giremedi. Bunun nedeni neydi? Gazze’nin çevresinde kasabalar, boşluklar var. Bundan dolayı mı Gazze’nin merkezine giremediler?

Gazze aslında çok büyük bir arazi değil. Denizden karanın en iç bölgesine uzaklığı 10 kilometre, kuzeyden güneye uzaklık yaklaşık 40 kilometre. Yani çok dar bir alan. Bu dar alanda yaklaşık 1,5 milyon insan yaşıyor. 1948 ve 1967’de toprakları işgal edilen Filistinliler’in çok büyük bir kısmı Gazze’de yaşıyor. İsrailliler, kara harekâtına başladıkları zaman ilk girdikleri alan, İsrailliler’in bulundukları bölgeden yerleşim yerine kadar olan mesafede tarım alanlarının bulunduğu boş araziler. Buradan sonra içeri giremediler, çünkü ateşkes olarak adlandırılan dönemde İsrail’in yaptığı hazırlık gibi Filistinliler de hazırlık yapmışlardı. Yani İsrailliler Gazze’den çekildiler zaten. Bölgeyi oldukça iyi biliyorlar.

Biz sürekli olarak İsrail’in saldırılarından ve kaç Filistinli’nin şehit olduğundan haberdar oluyoruz. Savunmanın ne yaptığını doğru dürüst bilmiyoruz. Gazze sadece teslim olmuş bir yermiş gibi gösteriliyor. Bu doğru mudur?

İsrail askerlerinin uzun bir süre karadan Gazze’ye giremeyişleri orada ciddi bir direnişin olduğunu gösteriyor.  Ama İsrail o kadar güçlü silahlar kullanıyor ki o bölgelere gazetecilerin girmesi gerçekten çok zor. Kaldı ki zaman zaman buna rağmen Hamas’ın askerî direnişini kendi kameralarıyla görüntülediler. İsrail askerlerinin giremeyişi bölgedeki direnişin bir göstergesi. Gazetecilerin de şiddetli çatışmaların olduğu yönünde haberler verdiler. 6 aylık ateşkes denilen ve hiçbir zaman ateşkes olmayan o dönemde İsrail’in hazırlığı vardı. Bu arada Filistinli direnişçiler de boş durmadılar. Şunu da hatırlamamız gerekiyor: İsrail saldırılarını başladığı ilk günlerde Filistinli direnişçiler ellerindeki füzeleri fırlatmaya başladılar. Önce yanı başlarındaki yakın kentleri, ardından biraz daha ötedeki kentleri vurmaya başladılar. Burada bir taktik söz konusu. İsrail saldırıları devam ettikçe Filistinli direnişçiler menzil artırdılar.

Hamas’ın İsrail’e daha fazla zarar verecek gücü var ama İsrail’in saldırının şiddetini artırmaması için bu gücü kullanmıyor diyebilir miyiz?

Askerî taktik olarak bütün bunların hepsi söylenebilir. Ama onların askerî gücünün mahiyetini, özellikle ellerindeki füzelerin mahiyetini bilmiyoruz. Mesela kendi açıklamaları bazı füzelerin Gazze Şeridi’nde ilk kez kullanıldığı yönünde. Oradan da İsrail’e “Bakın bizim elimizde şu ana kadar kullanmadığımız silahlar var” mesajı veriyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse onların askerî gücünü kimse tam olarak bilemiyor. “Ne kadar savaşçısı var?” mesela. Bazı rakamlar var, 25 bin savaşçı olduğuna dair.

Bu olayın Arap dünyasıyla, Türkiye ile ilgisi var. Bir hadise yaşanıyor ama sanki bu dünyanın her yerini ilgilendiren bir hadise.

Burası çok önemli bir nokta. İsrail Gazze’ye saldırmayı planlarken, önce abluka uyguladı, ambargo uyguladı. Abluka aslında askerî saldırının dışında tutulmaz. Bütün kentler kuşatmayla düşmüştür. O nedenle ablukayı biz askerî saldırının dışında tutamayız. Bu ablukaya birlikte İsrail’in amacı Gazze’yi Filistin’den koparmak, yalnızlaştırmak ve Arap dünyasında koparmaktı.

Belki Gazzeliler’le Hamas arasında da bir mesafe oluşturdu.

Tabi, temel amaçlardan biri de bu. Hava saldırılarının amaçlarından biri de, Gazze halkını Hamas aleyhine kışkırtmak. Ama bunu başaramadıkları gibi tersi gerçekleşti. Gazze’de birçok çevrede Hamas’ın daha fazla güçlendiği konuşuluyor. Ancak İsrail öyle bir katliam işledi ki, Gazze’yi yalnızlaştırmak isteyen İsrail, Hamas’ı Gazze’de boğmak isteyen İsrail, tüm yeryüzünü Gazze’leştirdi. Bugün İstanbul bir Gazze oldu, Ankara bir Gazze oldu, Kahire, Amman Gazze oldu, Şam, Londra, Berlin Gazze oldu. Hamas dünyanın birçok bölgesinde taraftar buldu.

Son Gazze katliamına kadar mesele bir Doğu-Batı, Arap-İsrail meselesi gibi görülüyordu, ama şimdi sanki iyilik ve kötülük arasındaki bir mücadeleymiş gibi algılanmaya başladı. Yanılıyor muyum?

Burada felsefî bir durum da var kesinlikle. Düşünün bir kere, o çocukları nasıl öldürebilirsiniz? “Bu çocuklar büyüyecek, terörist olacak. O hâlde şimdiden öldürelim” mantığı var. Burada iki durum ortaya çıktı: Birincisi İsrail, bebekler üzerinden bir siyaset yaparak, bebeklerin büyüyüp “terörist olacaklarını” planlayarak onları öldürdü, bunun karşılığı olarak da Filistinliler enteresan bir şey yaptı; ölümü öldürdü. Bugün Gazze’nin kapıları açılsa bir tane Filistinli çıkmaz oradan. İnsanlar Gazze’den çıkmak için telaş etmiyor. Ben Gazze’den her gün onlarca telefon görüşmesi yapıyorum ve düşünebiliyor musunuz, her görüşmemde az sonra ölecek insanlarla konuşuyorum. İşin ilginç yanı bu insanlar müthiş bir moral içerisindeler. Evet, hepsi feryat figan ediyor ama bir yıkılma söz konusu değil. İsrail’in harekâtı başlatmadan 1 saat kadar önce bir hanımefendi telefonda dedi ki “Tanklar bizim evin arkasından geçti, bizim eve doğru geliyor”. Siz evinizde çoluk çocuğunuzla otururken tanklar sizin evinize doğru geliyor, düşünebiliyor musunuz? Kendileriyle telefon görüşmesi yaptığım meslektaşlarım, “görüşürüz” dediğimde, “şehid olmazsam tabii ki görüşürüz” cevabını veriyor. Çocuklar sokakta oynarken üzerlerine bomba düşüyor. Böyle görüntülerle karşı karşıya kaldık. Yani aslında Gazzeliler ölümü de öldürdüler.

Aslında işin bu tarafı da İsrail’i ürkütüyor…

Bu zaten İsrail’in göze alamayacağı bir şey.

Evet, insanların belki bir noktadan sonra göç etmek isteyeceklerini falan da düşünmüşlerdir İsrailliler…

Bunların hiçbiri tabii ki gerçekleşmedi. Ben şundan eminim, eğer İsrail Hamas’ı topyekûn imha etse, Filistinliler’deki bu direniş ruhunu hiçbir zaman imha edemeyecektir.

Hamas’ı ortadan kaldırmak planlanıyor ama Filistin meselesi var olduğu müddetçe Hamas olmasa da başka bir isimle direniş devam edecek.

Bir dönem Filistin’deki tarihî direnişin önderliğini El-Fetih yapıyordu. El-Fetih işgale karşı mücadele ediyordu. El-Fetih barış adı altında mücadeleyi bırakarak işgalcilerle işbirliği yapmaya başlayınca Filistin halkı o zaman tercihini Hamas’tan tarafa kullandı. Bugün Hamas mevcut siyasî tezinden vazgeçerse eminim ki Filistin halkı bir başkasını tercih eder. Hamas yalnızca İslamcı olduğu için değil, siyasî projesinden ötürü destek alıyor.

Filistin’deki bu örgütler arasındaki çözülmenin sebebi meseleye bakış açılarında mı yatıyor?

Kesinlikle böyle. Şu an Filistin’de iki temel çizgi olduğunu söyleyebiliriz. Birinci kısım El-Fetih’in önderliğindeki kanat. Bu kanat İsrailliler’le barış yaparak değişik kazanımlar elde edeceğini düşünüyor. Bir kısmı ise şu ana kadar yapılan anlaşmaların Filistin halkına herhangi bir mutluluk getirmediğini, Filistin devletinin oluşmasına bir katkısının olmadığını söyleyerek ve yaşayarak “Hayır direnişe devam edeceğiz” diyorlar.

Arapların durumu da çok ilginç. Mesela İsrail Devlet Başkanı bir röportajda “Bazı Arap ülkeleri bizden kendilerini Hamas’tan kurtarmamızı istediler” diyor. Filistin ve Arap ülkelerinin halkları da Arap ülkelerinin bir şeyler yapmadıklarından muzdarip. Arap ülkeleri genel olarak meseleye nasıl bakıyorlar?

Arap ülkelerinin meseleye yaklaşımı da Ortadoğu’da başta bahsettiğimiz direniş kültürünü yok etmeyi temsil eden siyasî çizgideki liderler vasıtasıyla Arap ülkelerinde de taraf buluyor. Nasıl ki 2006 saldırısında Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkeler savaşın ilk başında İsrail’e destek verdilerse, bu defa da benzerî bir şey gerçekleşti. Çünkü Mısır hemen yanı başında Gazze’de, Müslüman Kardeşler’in uzantısı olan Filistin İslamî Direniş Hareketi’nin siyasal bir proje geliştirmesinden endişe duyuyor. Benzerî bir endişe diğer Arap ülkelerinde de var. Bundan dolayı da Hamas’ın bertaraf edilmesi, temsil ettiği siyasî çizginin başarısızlığa uğraması onların da işine geliyor. Ama bu defa hesaplayamadıkları bir şey oldu.  Bu zamana kadar hiç görmediğimiz bir şekilde Arap dünyası sokağa indi. Gösteri yapılmasını yasaklamasına rağmen Mısır’ın birçok kentinde binlerce insan sokağa indi. Çünkü işlenen vahşet o kadar korkunç boyutlara ulaştı ki, Arap halkı dayanamadı. Kültürel olarak da çok yakınlar birbirlerine ve bizden daha fazla etkileniyorlar. Çünkü biz feryad eden Filistinli’nin o duygusunu coşkusunu ancak tercüme ile anlayabiliyoruz. Acıyı tercüme ediyoruz. Hâlbuki acı tercüme edilmez. Ama onlar birebir, bir Gazze’li “Hasbunallahu ve ni’mel vekil” diye bağırdığı zaman bir Arap onu çok daha iyi anlıyor. Dolayısıyla Gazze’de yaşananlar insanları ayağa kaldırdı ve bu da iktidarları zor duruma soktu. Sonra bu Arap rejimlerin yaptığı en büyük hatalardan bir tanesi Filistinliler arasında ayrımcı bir politika izlemeleri. Filistinli örgütlerden birini diğerine tercih ettiler. El-Fetih’in yanında, Hamas’ın karşısında durdular. Bu da dengeleri zayıflattı. İşte Türkiye burada devreye girdi. Çünkü Türkiye Ortadoğu’ya, özellikle Filistin meselesine açıldığında Hamas ve El-Fetih arasında bir tercih yapmadı, arada durdu. Türkiye’nin gücü de biraz buradan kaynaklandı.

Şöyle bir şey de var: İran-Suriye-Filistin-Lübnan hattı. İran’ın bu bölgede bir etki alanı oluşturduğuna dair genel kanaat var. Bu ne kadar doğru?

Ben İran’ın böyle bir hat oluşturmaya çalıştığını düşünmüyorum. Ama pratikte bir şey var, Ortadoğu’daki ülkelerin ABD’ye yönelik izlemiş oldukları siyasette iki ayrı çizgi var. Birincisinin başını İran çekiyor ve onunla birlikte Suriye var. Bu da ABD’nin bölgedeki emperyal siyasetini reddetme. Bu İsrail’in çıkarlarıyla da örtüşmeyen bir yaklaşım, hatta çatışma hâlinde olan bir proje. İkincisi de bölgede ABD siyasetine paralel olarak hareket eden ülkeler var. Mısır’daki bazı hareketler, Lübnan’da Hizbullah gibi bazı hareketler, Filistin’de Hamas gibi hareketler ABD çizgisinin karşısında. İran’ın desteklediği şey bu. Bunun global dalgasını Venezuela’da görüyoruz. Bunlar arasında İran’ın “Hadi gelin şöyle bir çizgi oluşturalım” dediğini düşünmüyorum. Yalnızca böyle bir yaklaşım var ve bu yaklaşım bu grupları aynı zeminde bir araya getiriyor. Ancak dikkat edilmesi gereken şey İran’ı bahane ederek Hamas’ı izole etmek için söylem geliştiriliyor. Bu da bence ABD’lilerin ortaya attığı bir söylem. 

Sayıları artık yüzleri aşan tünellerden bahsediliyor…

Filistinliler ambargo altında yaşayınca, ölmemek için Mısır’dan oraya ufak tefek şeyler yiyecek, gıda gibi şeyler taşınıyor. Ufak silahlar da taşınıyor olabilir, ama bunlar hafif silahlar tabi. Zaten bu tüneller yüklü silahların kaçırılmasına uygun şekilde kazılmamış. Bunlar çok ilkel koşullarda açılmış. İş makineleri oraya gidip tünel açmıyor, kazma kürekle hazırlanan tüneller bunlar.

Hamas’ın kullandığı füzelerin Gazze’de el atölyelerinde üretildiği ifade ediliyor…


Hamas’ın füzeleri ABD ve İsrail medyası tarafından çok abartılıyor. Bunlar araba egzozlarından, su borularından yapılan sembolik füzeler. İsrail’e teslim olmuyoruz, direniyoruz demek için fırlatılan füzeler. Yoksa İsrail’in fırlatmış olduğu füzelerin karşılığı asla değil.

Türkiye, Suriye ile İsrail arasında barış görüşmelerine aracı oldu. İsrail tam bu barış görüşmeleri yapılırken, bir kısım yakınlaşmalar olacakken bir de baktık ki Gazze’ye saldırdı. Çok da büyük tepki toplayacak bir şekilde saldırdı. Buradan İsrail’in yakın gelecekte barış diye bir stratejisinin olmadığı yargısına ulaşabilir miyiz?

Kesinlikle ulaşabiliriz. En azından şu âna kadar uyguladıkları politikalar böyle. Bundan sonrası için de ben gerçekten bir barış projesinin olduğunu düşünmüyorum. Eğer İsrail gerçekten barış istiyorsa, bunun çözümü çok basit. Filistinliler basit bir devlete razı olma noktasına geldiler. Egemenliği olmayan, siyasî ve askerî bağımsızlığı olmayan, literatürde devlet olarak hiçbir karşılığı olmayan bir devleti kabul etme noktasına geldiler. Ama İsrail buna da karşı çıkıyor. Eğer bugün İsrail 1967 sınırlarına çekilirse Batı Şeria’daki yerleşim yerlerini kaldırsın ve yurt dışında yaşayan 5 milyon Filistinli’nin dönüşlerine de bir formül bulunsun, sorun çözülmüş olur. Çünkü Filistinliler de bu noktaya geldiler artık. Filistinliler de insan gibi yaşamak istiyorlar. Ama İsrail’in bu politikası devam ettiği müddetçe, Ortadoğu’da yakın vâdede bir barıştan söz etmek mümkün değil.

Filistin içerisinde bu kadar uzun çatışmalardan sonra bu çatışmaları, Filistin davası dışındaki nedenlerle isteyen bir kısım çıkar unsurları da oluşmuş olabilir mi?

Şöyle düşünelim: Türkiye’de birtakım siyasî partiler var. Bu siyasî partilerin zaman zaman kavga ettiklerini biliyoruz. Hâlbuki Türkiye Cumhuriyeti’nin 85 yıllık tarihi var, bir demokrasi kültürü oluşmuş. Her şeyden önemlisi bağımsız bir ülke. İşgal altında olmayan bir ülke. Biz Filistin’den bahsederken Filistin’in işgal altında olduğunu hep gözden kaçırıyoruz. Asıl yanıldığımız nokta bu. Oradaki sorunların tamamen işgalden kaynaklandığını unutmamamız gerekiyor. Filistin’deki bütün gruplar silahlı. Bu siyasî gruplar işgale karşı silahlı mücadele vermek zorunda kaldıkları için, direnmek zorunda oldukları için bu örgütler siyasî partilere bir türlü dönüşemedi. Siyasî partilere dönüşmeyince zaman zaman bu tür çatışmalar ortaya çıktı. Bu durum da çok abartıldı. Öyle iddia edildiği gibi bir birlerine girmediler. İsrail’in son beş-on yıl içerisinde Filistinli tarihî liderleri öldürmesi, kısmen bir boşluk oluşturdu.  Bu da zaman zaman bu tür çekişmelere zemin hazırladı.

İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Türkiye ve Mısır’a ziyaretlerde bulundu. Böyle bir saldırıya girmeden önce Türkiye’ye gelip görüşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?


Burada da iki şey var: Birincisi İsrail’i Filistin Devleti’ni Filistinli siyasetçiyi takip edenler bilirler, bu tavır İsrailli siyasetçiler için ilk değil. İsrailliler bunu her zaman yapıyorlar. İkincisi Türkiye malumunuz uzunca bir süredir Ortadoğu’dan elini eteğini çekmiş bir ülkeydi. Türkiye Ortadoğu’yla özellikle son beş-on yılda yakinen ilgilenmeye başladı. Diğer taraftan son 30-40 yılda elde etmiş olduğu İsrail ile iyi ilişkilerini kullanmaya başladı. Ama Türkiye’nin bundan önce Ortadoğu ile olan ilişkileri bölge sorunlarından uzak, bölge sorunlarıyla bağlantısı olmayan sadece ikili ilişkilerdi. Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri vardı ama Türkiye daha önce hiç Filistin ile ilişki kurmadı. Şimdi Ortadoğu’nu bütünü ile muhatap olarak bölgede etkili olmaya çalışıyor. Bu noktadan sonra Türkiye, İsrail Devleti’yle tanışmaya başladı. Türkiye bundan sonra Ortadoğu’da bu tür etkinliğini devam ettirecekse İsrail’in bu tür davranışlarına bundan sonra çok hazırlıklı olması gerekir.

Buradan şunu anlayabilir miyiz? Olmert, Başbakan’la görüştüğü 5 saat boyunca barıştan bahsetti, ama gittikten sonra saldırılar başladı.


Tabi. Ama Başbakan Erdoğan ona çok kızdı. “Bu bize yapılan bir saygısızlıktır” dedi.

Saldırının bu kadar büyük olacağını beklemiyordum dediniz. Peki, Türkiye’den tepkinin bu kadar büyük olacağını bekliyor muydunuz?

Doğrusu ben Türkiye’den bu kadar tepki beklemiyordum. Çünkü bundan önce alıştığımız bir siyaset değildi bu. Ve bence çok doğru bir şey yaptı bu tepkiyi koyarak. Hem hükümet olarak hem de sokaktaki vatandaş olarak. Sokaktaki vatandaşın duyarlılığı çok üst düzeyde. Türkiye hem siyasetçi nezdinde hem de toplum nezdinde takdire şayan bir tavır ortaya koydu. Bu duyarlı tavır, Arap ülkelerinin liderlerini de çok zora soktu. Mesela Başbakan Erdoğan’ın bütün konuşmaları, basın açıklamaları El-Cezire tarafından geniş geniş haber yapıldı. Bütün Arap ülkeleri bunu izledi. Erdoğan’ın bu çıkışı aslında Arap liderlerini de zora soktu. Türkiye en doğru olanı yaptı. Çünkü ortada gerçekten çok büyük bir katliam var.

Türkiye’nin bu tepkisi yalnızca duygusal bir tepki midir, yoksa duygusal bir tepkinin yanında stratejik çıkarlar da söz konusu olmuş mudur bu tutumda?

Burada yalnızca duygusallık olmuş olsaydı, İsrail ile ilişkilerin derhal kesilmesi gerekirdi. Başbakan Erdoğan’ın İsrail ile ilişkilerin kesilmesine yönelik talepleri olan kişilere verdiği cevabını hatırlayın, “Biz bakkal dükkânı yönetmiyoruz” dedi. Bu yalnızca duygusallıkla ifade edeceğimiz bir tepki değil. Ama işin içerisinde duygusallık da var. Televizyon ekranlarına yansıyan o görüntüleri izleyip de bunlardan etkilenmemek mümkün değil.

Türkiye Ortadoğu ile son beş-on yıldır ilgilenmeye başladı. Aslında bu da o ilginin doğal bir parçasıydı diyebilir miyiz?

Evet, böyle söyleyebiliriz. Çünkü Türkiye kendisini bölgenin önemli bir ülkesi olarak görmeye başladı. Bir de Türkiye’nin bölgeyle ilgili tezi şu: “Bölge sorunlarını bölge ülkeleri kendileri çözsün”. Bu çok önemli bir şey. Ama bugüne kadar bölgedeki ülkeler bunu başaramadı. Çünkü şu ana kadar böyle bir zemin oluşmuş değil. Ama bunun fikir olarak da olsa ortaya atılması, konuşulması çok önemli bir şey. Önümüzdeki dönem bölge için seçimler dönemi olacak. Mısır’da, İran’da, Lübnan’da seçimler yapılacak. Bu izlenen politikalar oldukça önemli olacak, bunların siyasete yansımasını göreceğiz. Dolayısıyla bu tür hareketliliğin önümüzdeki süreçler için olumlu sonuçlar doğuracağını düşünüyorum.

Türkiye’nin bölgedeki algılanışı bu son hadiselerle değişti değil mi?

Tabii ki. Başbakan Erdoğan’ın bölge ile ilgili açıklama yaptığı gün, Filistinli bir arkadaşımla telefon görüşmesi yaptım. Arkadaşım sesimi duyunca “Başbakan’a selam söyle, umudumuz sizsiniz” dedi. Buradan verilen tepkiler oraya anında ulaşıyor. Ramallah’taki gösterilerde Türk bayrakları sallanıyordu.

Hamas nezdinde artık Türkiye kendisine güvenilir, kendisi aracılığıyla barış görüşmeleri yapılabilir bir pozisyona da geldi denebilir mi?


Bunu Hamaslılar kendileri söylüyor zaten. Başbakan Erdoğan da açıklıyor. “Hamas bize güveniyor” diyor. Erdoğan’ın bu açıklamayı yaptığı gün Hamaslı bir yetkiliye soruldu, “Biz Erdoğan’a ve Türkiye’ye güveniyoruz” dedi. Ama Türkiye yalnızca Hamas’la görüşmüyor, Mahmud Abbas’la da görüşüyor. Belki de Türkiye’nin gücü buradan kaynaklanıyor.

Bu büyük katliamın Arap liderleri ile Arap halkı arasındaki mesafeyi açtığını söyleyebilir miyiz?

Evet, kesinlikle açtı. Bu saldırılar siyasî bilinci çok üst düzeye çıkardı, Arap liderlerle halkları arasındaki mesafe açıldı. Eğer Araplar’da akıllı siyasetçiler varsa bu uçurumun hesabını elbette yapacaklardır. Aksi takdirde kendi iktidarları da önümüzdeki süreçte sarsıntıya uğrayacaktır.

Çok teşekkür ediyorum. 

Ben teşekkür ederim.