- Seçme İlkesinin Evrenselliği

Adsense kodları


Seçme İlkesinin Evrenselliği

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sat 18 August 2012, 11:49 am GMT +0200
Seçme İlkesinin Evrenselliği

Kur'ân şöyle sormaktadır: "Yerler ve gökler İlâhî hükümle idare edildiği halde, nasıl İnkâr edebiliyorsunuz? Faydasız olanın zail oluşu ile faydalı olanın kalıcılığı olmasaydı hayatta büyük bir kaos meydana gelirdi. Dış dünya için gerçek bu iken, iç dünyada niçin böyle olmasın? "Eğer Hak, onların arzularına uysaydı, gökler, yer ve bunların içinde bulu­nanlar düzensizliğe uğrayıp altüst olurdu." (23: 71).

Kur'ân sabıra davet ettiği zaman veya Hak ile bâtıl arasındaki mücadelenin nasıl sonuç­lanacağını görmek için beklememizi istedi­ğinde, aşağıdaki ayette olduğu gibi aynı ilke­yi desteklemektedir. "De ki; 'O halde bekle­yin; ben de sizinle beraber bekleyenlerde­nim!" (10: 102).

Fakat Hak ilkesi, her bâtılın veya hayata fay­dası olmayanın derhal yok olmak zorunda ol­duğunu veya her hak ifadesinin âni bir etki üretmesi gerektiğini iddia etmemektedir. Kur'ân, kesin olarak bunun böyle olmayaca­ğını beyan etmektedir. Aslında, bu tür bir fa­aliyet çizgisi rahmet kanununa terstir. Dış fizikî dünyada olduğu gibi iç dünyada da ted-ricilik veya süreklilik İlkesi, rahmet kanunu hakimdir. Düşünmek ve düzeltme yapmak için zaman verilmektedir. Öyle olmasaydı, günahla yoğrulmuş bir kimse veya topluluk, bir an dahi yaşayamazdı. "Allah insanlara Şerri, hayrın gelmesini istemekte acele ettik­leri gibi çabuklaştırsaydı, ecelleri hemen ye­rine gelip bitmiş olurdu. Ne var ki, Bize ulaşmayı arzu etmeyenleri, taşkınlıkları içinde sürünüp gider bir hâlde bırakırız." (10: 11).

Kur'ân, hayatta her hareketin zamanı gelince karşılığını göreceğini belirtir. Hak veya bâtıl olsun, her şey için bir süre tesbit edilmiştir. "Eğer yüz çevirirlerse, de ki: 'Hepinize aynı şekilde, ayırım yapmadan (bana vahyolunanı) anlattım. Artık tehdit edildiğiniz şeyin yakın mı, uzak mı olduğunu bilmiyorum." (21: 109).

Fakat Kur'ân zamanı, algıladığımız şekilde hayattaki her şeye uygulamamamızı söyle­mektedir. Kâinatın işleyişi öyle derindir ki, bizim zaman anlayışımıza göre, en büyük he­saplama Allah'ın yanında bir güne eşdeğer olabilir. "Onlar senden azabın çabuk gelmesi­ni istiyorlar. Allah asla va'dinden dönmeye­cektir; ve şu muhakkak ki, Rabbİnin nezdinde bir gün, sizin saymakta olduğunuz bin yıl gibidir. Nice ülkeler vardır ki, zulmedip dur-dukari halde Ben onlara mühlet verdim. Sonra onları yakalayıp yok ettim. Sonunda dönüş ancak Banadır." (22: 47-48).

İnsanlar genellikle yaptıklarının sonuçlarını hemen görmeyi beklerler. Hz. Peygamber devrinin inkarcı Arapları, takip ettikleri yolun kötü olduğu halde niçin hemen cezalandırıl­madıklarını söyleyerek onunla alay ederlerdi. Fakat âkibetlerinİn, düşünmeleri ve kendileri­ni düzeltmeleri için ertelendiğini unutuyorlar­dı. İşte, kâinatta hükmünü uygulayan Rah-met'in kanunu böyledir. "Onlar soruyorlar: 'Eğer doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne za­man gerçekleşecektir, söyleyin. De ki: 'Ça­bucak gelmesini istediğiniz cezanın bir kısmı muhakkak başınıza gelecektir!' Şüphesiz Rabbin insanlara karşı bol nimet sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler." (27: 71-73). "Onlar, senden azabın çabuk inmesini is­tiyorlar. Belirlenmiş bir vakti olmasaydı, azâb onlara muhakkak gelirdi. Fakat hiç far­kına varmadıkları bir sırada o, kendilerine ansızın gelecektir." (29: 53). "Biz onu, ancak belirli bir süreye kadar erteleriz." (11: 104).

Burada dikkat edilmesi gereken husus, kötü bir hareketin karşılığının ne zaman görülece­ği değil de, hangi tür amelin mükâfata lâyık olacağıdır. Kur'ân, sonunda kazanacak olan­ların doğru yolda yürüyenler olduğunu belir­tiyor: "De ki: 'Ey kavmim, yapabileceğinizi yapın, ben de görevimi yapacağım. Yakında, dünya ve âhiret yurdunda kimin sonunun ha­yırlı olacağını öğreneceksiniz. Muhakkak ki zâlimler felah bulmayacaktır!" (6: 135).

Kur'ân, her türlü kötülüğün başarısızlığa ve iyiliğin başarıya mahkum olduğunu bir ilke olarak vurgulamaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'de bu ilkenin değinildiği veya vurgulandığı yer­lerde, şu türden ifadeler kullanılmaktadır:

"Zâlimler asla felah bulamayacaklardır." (6: 21).

"Muhakkak ki, suçlular felaha erişemeyecek­tir." (10: 17).

"Muhakkak ki, kâfirler asla kurtuluşa ermeyeceklerdir!" (23: U7).

"Çünkü Allah fesat çıkaranların işini düzelt­mez!" (10: 81).

"Allah, küfürde sürünüp giden bir topluluğu doğru yola eriştirmez." (9: 37).

"Allah, kendine zulmeden topluluğu doğru yola eriştirmeyecektir." (3: 86).

Burada söz konusu olan ilke, ıslâh veya hida­yet kapısının kapalı olduğunu veya bu tür in­sanların kasten yanlış yönlendirildikleri anla­mında değildir. Maalesef, tefsirciler Kur'ân-ı Kerîm'de gözlenen inceliği kavramaktan uzak olmuşlardır.

İnsanların ıslah olmaları için tanınan imkânları anlatmak için Kur'ân temettü' ke­limesini kullanmaktadır. Bu imkân bütün ha­yat şartlarına uygulanabilir ve ayırım gözet­meden bütün insanlara tanınmıştır: "Biz, on­ları da atalarını da uzun bir süre bu dünya ni­metlerinden faydalandırdık, mutlu günleri uzun sürdü..." (21: 44).

Kur'ân'da kullanılan "Güzel bir hayat yaşa­sınlar diye cezalarını bir süre erteledik" -"Güzel bir hayat yaşayın, fakat sonunda haki­kati bileceksiniz" gibi ifadeler bu ilkeyi vur­gulamaktadır.